18.06.2020
Giriş ve Prolog
Çevirmen: Alper
Oğlan,
eskiden bir “Ölüm aygıtı” idi.
Onun
yüzünde gülümsemeye benzer bir ifadeyi ilk defa, çocuk karşıma çıktıktan bir ay
kadar sonra görmüştüm sanırım.
Bu
dünyada var olmaya yeni başlamış iki kişiydik; Bab-ı Ali denen Labirent’in
sırlarını öğrenmek için kimliğimizi gizlemeye ve oraya bizzat inmeye karar
verdik.
Ve
günün birinde, tesadüfen, karşımıza bir Cisimsiz Mahluk’un saldırısına uğramış
acemi bir araştırıcı çıktı. Düşünmeye fırsat yoktu, savaştık ve adamı
kurtardık. Araştırıcının defalarca, defalarca teşekkür ettikten sonra
uzaklaşmasını seyrederken, oğlana yandan bir bakış fırlattım: Ağzının kenarı
kıvrılmıştı.
“Sen,
demin güldün mü bakayım?”
“………”
Oğlan,
yüzündeki tebessümü sildi ve suratını, önceki ifadesine geri getirip bana
baktı.
“Hımm,
güldüğünü sen de fark etmemişsin. Bak bana: Demin, burada duyduğu o his…”
İşaret parmağımı uzatıp çocuğun göğsüne dokundum. “…bir filizdi.”
“Filiz
mi?”
“Evet,
duygu denilen şeyin ilk filizi. Ona su vermeli, büyümesini sağlamalıyız.”
“Büyümesini…”
Yüzündeki şaşkın, kararsız ifade iyice belirginleşti. Suratının o hali bana o
kadar sevimli geldi ki kıs kıs güldüm.
Oğlan,
daha sonraları sayısız Cisimsiz Mahluk’ı kesip biçti, pek çok araştırıcının
hayatını kurtardı. Artık “Kar Kılıcının Kralı” adıyla bilinen bir Silahşor, bir
kahraman olmuştu.
Herhalde
bu, onun için bir dönüm noktasıydı: Onun bir “aygıt” olmaktan çıkıp, bir
“insan”a dönüşmek yolunda attığı ilk adımdı.
O
ve ben, o yolu beraberce yürüyecektik.
Günlerimiz
dolu dolu geçiyordu, beraber mutluyduk. Yaşlanma ve ölümlülük bizi
bağlamıyordu, bu yaşantının hep süreceğine inanıyordum.
Ve
buna inanmak, yaptığım en büyük aptallıktı.
PROLOG
Jahar adındaki bronz tenli genç adam
dudaklarını kıvırdı. “Doğrusu çok zahmetli şartlar talep ediyorsun.”
Beş tanrıçaya adanmış Kutsal Mabet:
Bu binanın en derin yerinden de ötede, uzay-zamandaki sıçrama yapılarak
varılan bir yerde, bir taht odası vardı.
Şu an, odanın içinde üç siluet
duruyordu: Buranın sahibesi, onun sadık inananlarından birisi; ve burayı
misafir sıfatıyla ziyaret etmekte olan Jahar. “Sizden mükafat bekliyorum, o
zaten belli bir şey. Ama evvela, benim bu işi yapmam neden bu kadar önemli onu
bir söyleyin bakalım, ‘Göğü Yıldızlarla Donatan Tanrıça’ hazretleri.”
“Nedeni bilmek istiyorsun, demek.
‘Çünkü öyle gerekiyor’ dersem tatmin olacak mısın?”
“O, kim için gerekli olduğuna
bakar.”
“Tüm dünya için gerekli.”
“Detayları duyalım…”
“Şimdilik, bunun dışında bir
şey bilmene lüzum yok, Ay’ın Silahşoru.” Kız, yavaşça tahtına otururken soğuk
bir edayla böyle söyledi.
Yaşı on beşten çok, yirmiden azdı.
Yüzü düzgün, simetrik ve güzeldi ama şahsından çevreye kibirli ve bencil bir
hava yayılıyordu. “Sana verdiğimiz iş ve bilgi ile, efendin olan ‘Tacında Ay
Parlayan Tanrıça’ya destek sağlamış oluyoruz. Alt tarafı onun köpeği olan sen,
iyiliğimizin ardında başka niyet arayarak küstah etmiyor musun?”
“Ne
yazık ki ben ısırma huyu olan, cinsi bozuk bir köpeğim. Bu yanımdaki arkadaş
da, edepmiş görgü kuralıymış öyle ıvır zıvırı kafaya takacak şekilde
yapılmamış.” Jahar, aşağılayan gözlerle bakan tanrıçaya ağzını yaya yaya
karşılık verdi; ve elinde tuttuğu kızıl renkli koskoca kılıcın yanıyla kendi
omzuna pat pat vurdu. Duruşu ve tavrı, bir anda çok tehlikeli bir hal almıştı.
O esnada…
“Onu
sahiden ısırmamalısın, Bay Jahar. Öyle yaparsan, beni sana gereğince karşılık
vermek zorunda bırakırsın.”
Söze
karışan kişi acı acı gülümsedi. “Yıldızları Parlatan Tanrıça” Elfride’in
yanında hazır bekleyen, temiz yüzlü bir gençti bu. Görünürde bir silah
taşımıyordu, can almak ister gibi bir hali de yoktu. “Ayrıca, Elfride
hazretlerinin her sözüne karşılık verecek olursan bu görüşme asla bitmez. Biraz
kulak verip dinlesen daha iyi olmaz mı?”
“Bilmem
ki, iyi mi olur? Ben her şeyi söylemenin, kalpleri ve ruhları ardına kadar
açmanın önemine inanırım. Sağ ol ama şu anki tavrım daha eğlenceli.”
“Ben
pek eğlenmiyorum, Ay’ın Silahşoru. Ayrıca, sana konuş diyen olmadı, Kai.”
“Emredersiniz.
Özrümü kabul buyurun.” Kai adlı genç adam, neşeli neşeli gülümseyerek ağzını
kapattı.
“Eğer bu işi yaparsan, gereğince
mükafatlandırılacaksınız. Dilerseniz parayla, dilerseniz Kutsal Emanetlerle.
Ayrıca, ‘Ay’ın Halif Birliği’ni kurmanız ve Kutsal Güç toplamanız için size bir
müddet yardım edeceğiz. Bu sizin dertlerinizi çözmez mi?” Elfride hafifçe
gülümsedi.
“Bizim dertler çözülüyor da, senin
bundan ne çıkarın olacak?”
“Ben de diğer tanrıçalarla yüz yüze, kıran kırana savaşmaktan
kaçınmak istiyorum. İttifak kurmak, müttefik aramak oldukça iyi bir strateji
sayılır. Bir de benim verdiğim görevi yerine getirebilirseniz, bundan iyisi can
sağlığı demektir.”
“Öyle de, o görevin içeriği de içerik hani. Bizim prenses hanım hiç
hoşlanmayacak bu işten. Bu işin püf noktası onu ikna edebilmek.”
“Orasını bilmem. Eğer reddedersen,
sizinle olan alakamız burada sona erer. Hiçbir şey kazanamazsınız ve durumunuz
daha da kötüleşir.”
“………”
“Yok, eğer bu işi yapmaya
istekliysen bir müddet seni ve ‘Tacında Ay Parlayan Tanrıça’yı koruyabiliriz.
Her ne kadar, günün birinde birbirimize düşmanlık etmemiz kaçınılmaz olsa da.
Bence bu teklifi reddedecek durumda değilsiniz.”
Elfride’nin yüz ifadesi, kendini ne
kadar üstün hissettiğini ispatlıyordu.
“Bakıyorum düşündüğün şeyi dürüstçe
ifade edememek gibi bir problemin yok. Gerçi haksız da değilsin.” Jahar hafifçe
omuz silkti. Durum hiç hoşuna gitmiyordu ama bu kız her şeyin farkındaydı,
söylediklerini yalanlaması mümkün değildi. “Sen kavgaya bizim küçük Kaiya’dan
daha yatkınsın. Sen ve ben ekip olsak kazanma şansımız hayli yüksek olurdu.”
“Eğer o sulu göz kızı bırakıp bizim
tarafa geçmek niyetindeysen bunu memnuniyetle karşılarım. Bir Silahşorun savaş
becerisi çok kıymetlidir.”
“Şey, ya ben ne olacağım?” dedi Kai,
sıkkın bir gülümsemeyle.
Elfride, Silahşoruna yan gözle bir
bakış fırlattı. “Ne yazık ki, bir tanrıçanın Silahşorunu değiştirmesi
imkansızdır. Sana gelince Kai, beni doğru dürüst koruman yeterli. Senden çok
şey beklemiyorum.”
Kai aheste aheste: “Hay hay.
Başüstüne.” diye yanıt verdi.
“Böylece, taraf değiştirip değiştiremeyeceğimizi
de öğrenmiş olduk.” Jahar, yapmacıksız bir hareketle saçlarını omzunun gerisine
atarak konuştu: “İşi kabul ediyorum. Getireceği kâr ve zarar hesaplanınca,
bizim açımızdan kazançlı bir alışveriş bu.”
“Demek öyle. O halde sana
güveniyorum. Kai, ona görevin önemli noktalarını açıkla.”
“Emredersiniz. Şey, ‘Tacında Ay
Parlayan Tanrıça’nın ve onun Silahşor’unun paylaştığı bilgiye göre, evveliyatı
belirsiz ‘Altıncı Tanrıça’ ve onun Silahşoru kentimizde bulunuyorlar. Bununla
ilgili olarak ‘Yıldızları Parlatan Tanrıça’, ‘Tacında Ay Parlayan Tanrıça’dan
aşağıdaki görevi yerine getirmesini rica ediyor.”
Kai, dramatik bir etki yaratmak
istercesine duraklayıp, sözüne devam etti.
“Hangi yolla olursa olsun, Yuuki
Takamigahara ve Albertina adında iki kişiyi, tamamen ortadan kaldırmak.”