20.06.2020

Öyle görünmesine rağmen, Yukinoshita Haruno sarhoş değil.

resim
Çevirmen: NatsuJun

Daha önce burada bulundum.

Bu ikiz kule sitesinin binaları da adı gibi ikiz duruyor.

Kulenin birinde, üst katlarda Yukinoshita ve ailesi yaşıyor.

Daha önce Kültür Festivali zamanında burada bulunmuştum, hani şu Yukinoshita’nın hastalanıp okula gelemediği zamanlar.O zamanlar odasında bir başınaydı.Sanırım ziyaretine gelen tek kişi Yuigahama olmuştu.O günden beri buraya uğramadım.

Fakat Yuigahama muhtemelen Kültür Festivali’nden önce ve sonra birkaç kez daha gelmiştir.Buraya gelmeye bir hayli alışkın gibi duruyordu.Yukinoshita’nın yanındayken tüm bu zaman boyunca sakinliğini korudu, hatta girişteki otomatik kapılara geldiğimizde bile.

Diğer yandan ben, kendimi bir türlü sakinleştiremiyordum.Devamlı etrafa bakınıp huzursuzca kıpırdanıyordum.Eh, sonuçta bir kızın evine gidiyorum, tabiki heyecanlı olacağım…Aslında hala girişte dikiliyorum!

Bir kızın evine girmeden önce hissettiğiniz o baskının korku filmlerinden eksik kalır yanı yok.Şimdi anlıyorumki onca zindanı arşınlayıp kızları kurtarmak büyük bir hataymış.

İnsan varlığından yoksun ve ölüm sessizliğine sahipti giriş.Eğer Bashou ben olsaydım kesin taş kesilirdim.Bunun zoru ne, kendini Angelo falan mı sanıyor?

Kulağıma gelen tek ses nefes alıp verme sesleriydi, ama sanki daha çok  kafası karışmış birilerinin oflamasına benziyordu.Asansörlere açılan otomatik kapıysa hala kapalıydı.

Dışı turuncu kontrplaklarla kaplı binaya uyumlu olacak renkte buzlu cam vardı, bu sebepten ileride ne var göremiyorduk.Yukinoshita kısa bir süre kapılara bakındı, ardından çantasından anahtarı çıkardı.Fakat Yukinoshita anahtarı kapıya takmak yerine eliyle oynayıp şıkırdattı.

Burda kalan kişi ta kendisi olduğundan böyle bir duraksamanın olması çok yersiz geldi bana.Ama anladığım kadarıyla evde beklenmedik bir misafir var.

Yukino’yu burada tek yaşamaya iten neydi bilmiyorum, ama eğer bunun sebebini bir şekilde kestirebilseydim yine de işe burnumu sokmazdım.Bu durumda bile bir cevap ararmış gibi baskı altında bırakmazdım.

Mesele benim ilgi eksikliğim değil.Bende eksik olan tamamen apayrı bir şey.Kısaca söylemek gerekirse, sebebi nasıl soracağımı bilmemem olurdu ve tabi sormak için uygun zamanı kestirememem.

Konu kişisel problemlere gelince hep çekimser kalmışımdır, sebebiyse ne zaman bir mayına basacağım belli olmuyor.

Tecrübelerime göre bir insana sıradan bir tespitte bulunsanız bile onu derinden yaralama ihtimaliniz var.Mesela ‘Kız arkadaşın var mı?’ gibi bir sorunun iş görüşmesinde sorulduğunu hayal edin, soruyu soran kişinin hiçbir art niyeti olmasa bile, bu soru soruluş tarzı ve zamanlamasından ötürü kişiyi rencide edebilir.Ah gene mi kendimden konuştum? Eh, benim sorunum değil.Demek istediğim, açıklanmamış meselelere dahil olmak her zaman riski beraberinde getirir.

Fakat, şuan Yukinoshita’ya sorabileceğim tek bir şey var.Bu ikimizin de karşılıklı bildiği bir şeyse, buradan konuşmayı başlatabilirim.

‘O…hala burda mıymış?’

‘…Muhtemelen.’

İsim kullanmasak bile söylenenler yeterli.O kişi dediğimiz Yukinoshita Haruno, ve eminim şuan bu apartmanda bekliyor.

Yukinoshita bana cevap verdiğinde zayıf bir gülümseme takındı ve elindeki anahtarla biraz daha şakırdama sesi çıkardı.Ve sonunda kilide takıp kapıyı açmaya karar verdi.

Fakat, daha anahtarı çevirmeye fırsat bulamadan otomatik kapı sessizce açıldı.

‘Bak sen! Yukino da burdaymış.’

Usul adım sesleriyle beraber bu sözler şiddetle yankılandı.

Kapıyı açan Yukinoshita Haruno’ydu.Vücudu asansörden gelen ışınlarla sahnedeymiş gibi parlıyordu.

‘Nee-san…’

Birbirlerine şaşkın ve boş suratlarla baktılar.Onları böyle görünce bir kez daha kardeş olarak ne kadar benzediklerinin farkına vardım.Yo, yüzlerinin benzerliği zaten aşikar bir şey.Ben kendi kişisel zevk ve tercihlerimi tamamen rafa kaldırarak söylüyorum, toplumun ortak yargısına göre de bu ikisi bir çift güzel kız kardeşler.Sadece normalde bende bıraktıkları izlenim çok farklı olduğundan ikisini ayrı tip güzel olarak düşünmüşümdür hep.

Ama nedense, tam bu anda, genel düşüncelerimi bir kenara bırakıp ne kadar birbirlerine benzediklerine odaklandım.İkisinin de şaşkınlıktan ağzı açık kalmış ve gözlerini açıp kapamaları neredeyse aynadaki kopyası gibi duruyordu.

Ama bu manzara birden bozuldu.

‘Eve hoşgeldiiiiiin!’

Bozulmasının sebebi belki Yukinoshita’nın omzunu abartılı bir neşelilikle sıvazlarken Haruno’nun normalden daha cıvık bir yüz ifadesi takınmasından olabilir.

Şöyle bir bakınınca, kıyafeti genelde sahip olduğu zeki insan kılığından farklı bir hava katmış, sanki böyle yumuşacık, pofuduk, sevgi pıtırcığı gibi.Bu giydiği ev içi kıyafetlerinden olmalı.Kısa kol bir kabanla bir çift sandal giymişti.’Aferin, yaklaşmışsın.’ diyebileceğim kaba saba bir kıyafeti vardı.

Üstelik saçı hala biraz ıslak ve yanakları sanki utanmış gibi kızarmıştı.Normalde olsa gözlerinde o keskin ifadeyi görebilirdiniz ama karşımızdaki Haruno sersemlemiş ve yorgun görünüyordu.

Yukinoshita da ablasının farklı davrandığını fark etmiş olacak ki şaşkın bir ifadeyle Haruno’ya kaş çattı.

‘…Sen içtin mi?’

‘Ehhm, galiba.Birazzz.’

Sorulduğunda Haruno baş ve işaret parmaklarıyla havayı sıkıştırarak tarif etti.Tabi aksine dudaklarının düşmüş, ağzının açık kalmasından bir hayli içtiği barizdi.Farkında olmadan, Yukinoshita, Yuigahama ve ben Haruno’ya bakakalmıştık.

Bunu yaptıktan sonra, atmosferin iyice garipleştiğini hissetmiş gibi Haruno yavaşça boğazını temizledi ve:

‘Aklıma gelmişken, döndüğüne göre bu demek oluyor kii—‘

‘Evet.Sana söylemek istediğim bir şey var.’

Yukinoshita konuşmasına daha fazla izin vermeden sözü devraldı.İfadesi ne gergin ne de endişeliydi.Bunu görünce Haruno kısa bir soluk verdi.

‘Anlaşıldı.’

Oldukça monoton bir tonda yanıtladı.Kayıtsız gibi görünerek, gözlerini yukarı çıkan asansöre çevirdi.

‘…Neyse, binelim mi? Burada dikilip konuşmamızın bir anlamı yok.’

‘Ah, yo, biz de tam eve gidiyorduk.Sadece eve kadar yolcu edelim demiştik.’

‘A-aynen…Sen zaten başka bir yere gitmek üzere değil miydin?’

Yuigahama ve ben birden davet edilmemiz üzerine tedirginlikle cevapladık.Sonuçta çok özel bir meseleyi tartışacaklar, bu da demek oluyor ki bizim burnumuzu sokmamamız gerek.Fakat Haruno dediklerimizi umursamamış olacak ki kibarca Yuigahama’yı sırtından iteledi.

  ‘Dert etmeee.Sadece markete kadar gidecektim, sorun değil.’

‘A-ama…’

    Yüzünden durumdan ne kadar rahatsız olduğu anlaşılan Yuigahama iteklenince, ilerlemekten başka bir şey yapamadı.Yukinoshita onların ardından asansöre giderken sinirle iç geçirdi.

    Haruno asansörün gelmesini beklerken bir yandan bir ezgi mırıldandı diğer yandan tekrar tekrar asansörü çağırma butonuna bastı.Bunu yapman asansörü daha hızlı getirmeyecek biliyorsun değil mi?...Aslına bakarsan, böyle tekrar tekrar çok basarsan çağrı komutunu iptal eden zeki asansörler bile var.

   Haruno tavırlarından dolayı normalde göründüğünden daha genç görünüyordu.Hep alkole toleransı iyi olacağını düşünmüşümdür nedense, ama yalpalayan figürü beklentilerimi ters köşe etti.

   Asansör nihayet geldi ve bindik.Hareket edecek az bir alanın kalması beni biraz rahatsız etti.Kafası güzel Haruno dışında hepimiz devamlı değişmekte olan kat sayısına odaklanıp kaldık.Bu sessizlik omuzlarıma ağır bir yük gibi çöküyordu.

   Belki de atmosferin ağır olduğunu fark ettiğinden Yuigahama Haruno’yla konuşmaya başladı.

‘Evde mi içiyordun?’

‘Hmm? Yo, yo.Dışarı çıkmıştım içmeye.Sonrasında biraz ayılayım diye duş aldım…içtikten sonra sizin de canınız tatlı bir şeyler çekmiyor mu?’

   Eh? Kendisini onaylamamı beklermişçesine bakışlarını bana yöneltti.

‘Nereden bileyim…’

   Böyle can çekmelerinin normal olduğunu duymuş olsaydım bile, içmek için yaşımız hala küçük…Ve, sanki aynı şeyi düşünmüşçesine Haruno başını büktü ve ‘hmm’ diye mırıldandı.

‘Anladım, Eh, içseydin bilirdin tabi.’

‘Ha…O nasıl bir söz öyle, tam yıkık bir üniversitelinin ağzından çıkacak tarzdan…?’

‘Oh, bakıyorum küstahlaşıyoruz.’

   Deyip kulaklarımı çimdikledi Haruno, soğuktan donup zonklayan kulaklarıma farklı bir deneyim yaşatarak.Hayıııır! Benim kulaklarım çok hassas! Üstelik nefesindeki zayıf alkol kokusu esen rüzgarla burnuma kadar geldi, ve şampuanı çok güzel kokuyor, lütfen dur, gerçekten! Niye asansörde böyle güzel bir koku olmak zorunda?

‘İçmek isteyeceksin, ve yemek isteyeceksin.’

   Mırıldanması o kadar sesliydi ki sanki duyulsun yahut duyulmasın umrunda değildi.Cevaplasam mı diye endişelenmeme gerek kalmadan asansör Yukinoshita’nın katına geldi.

 

      

 

 

   Kapı kolunu usulca büküp açmasıyla birlikte Yukinoshita’nın ardından içeri girdik.Yukinoshita muhtemelen 3LDK tarzı bir yerde kalıyordu.Önceki ziyaretimde sadece salonda bulunmama rağmen , hatırladığım kadarıyla oldukça geniş ve koridorun sonunda yatakodasına açılan bir kapı vardı.

3LDK : Çok amaçlı kullanılabilen batı dizaynına göre yapılmış salon, yemek odası ve mutfaktan oluşan büyükçe ev tarzı.

 

   Fakat, şuanki ziyaretimiz nedense öncekine nazaran daha farklı bir izlenim yarattı bende.

   Giriş ve koridordan tutun da salona kadar gözle görülebilir her yer temiz bir şekilde toplanmıştı.Evin içinde bir değişiklik yoktu.Fakat, sadece Yukinoshita bu huzursuz havanın farkındaydı.

   Yukinoshita’nın gözeri koltuğun kolunun hemen kenarına çivilenmişti.Onun bakışlarını izleyerek, odaklandığı yerde kuru makarna kalıntısına benzeyen bir şey gördüm.Yuigahama’nın odasında da buna benzer bir duruma rastlamıştım.Yanlış hatırlamıyorsam, odanın güzel kokması için miydi, öyle bir şeydi işte.

   Daha yakından bakınca, içinde çubuk krakere benzeyen bir tahta çubuğun dikili olduğunu fark ettim.Şişenin dibinde de bir çeşit ilaca benzeyen bir sıvı vardı.Muhtemelen kokunun kaynağı buydu.Makarna sıvıyı emecek ve emilen koku havada yayılacak.Yani, büyük ihtimalle işleyişi böyle olmalı.

   Burna gelen hafif koku çiçek gibi kokuyordu.Tatlı, cafcaflı ve bir o kadar da zarif bir koku.

   Lakin insanları sakinleştirmesi amacıyla konan bu koku an itibariyle huzursuzluğun sebebi olmuştu.

   Önceki geldiğimde hissetmediğim farklı bir koku burnumu talan ediyordu.Odadaki atmosfer bastıra bastıra burada başka biri var diyordu.Yukinoshita Haruno’nun burada kalması odaya garip bir etki bırakmıştı.

   Ah, demek huzursuz olmamın sebebi buymuş.

   Muhtemelen farketmemin sebebi, bu kokunun Yukinoshita gibi birine yakışmayacağını düşünmemdi.Büyük ihtimalle kokuyu Haruno getirmişti buraya.Aşırı öznel bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekirse, bence duruluk, ferahlık veren nane veya limon kokusu Yukinoshita’nın karekterine daha çok yakışır.

   Aslında görünen o ki, Yukinoshita da bu kokuyu beğenmemiş.Yüzünden hafif bir somurtma ifadesi okunuyor.Tıpkı bölgesine girilmiş bir kedi gibi, kokunun kaynağına ısrarlı bakışlar attı, ardından mutfağa gidip suyu kaynamaya bıraktı.Muhtemelen misafirlerini ağırlamak üzere çay hazırlayacak.

   Suratından mutlu olmadığı belli olan Yukinoshita’nın aksine Haruno’nun keyfi bir hayli yerindeydi.Buzdolabının kapağını açarken bir şarkı mırıldanıp bir şarap şişesi çıkardı.Ardından bir şampanya bardağı alıp birkaç adımla koltuğa gömülüp uzanıverdi.

   Şişeyle bardağı koltuğun kenarına koydu, kısa eteğinin örtemediği uzun bacaklarını uzattı ve orada keyiflice uzandı.

   Ona bakmamak için elimden geleni yaptım, gözlerimi oraya buraya kaçırdım.Haruno’ysa sanki dikkatimi çekmek istermişçesine bana el sallayıp durdu.

‘Heyy, oturun istediğiniz bir yere.’

‘Niye misafirlerimi ablam ağırlıyor?’

   Haruno’nun hareketlerinden kanı donmuşçasına mutfaktan geldi Yukinoshita.Çayı ufak bir masanın üstüne koydu.Dört bardak çay hazırlamıştı.Bardakların dizilimine bakarak nereye oturmamız gerektiğine karar verdik.

   Haruno önündeki çaya uzandı, kocaman bir yudum aldıktan sonra çakır keyif bir ohh çekti.Ardından şampanya bardağını şarapla doldurdu.Yuigahama muazzam bir ilgiyle onu izliyordu.

‘Şarap mı içiyorsun? Çok sık içer misin?’

‘Bira, şarap, Çin arpa şarabı, viski, Japon sake’si ayırt etmeden her şeyi içerim ben.’

‘Heehhh, ne kadar havalı.Birinin alkol hakkında bu kadar kültürlü olmasını her zaman havalı bulmuşumdur.’

   Yuigahama’nın sözleriyle Haruno gülüverdi.

‘O kadar kültürlü olduğumu sanmıyorum.Ne zaman bir dükkana gitsek, oradaki her şey bana iyiymiş gibi geliyor, o yüzden tercihlerimi etrafımdakilere söylüyorum, seçimi onlara bırakıyorum.’

   Haa, vay canına.Nedense bunu söyleyiş şekli, kulağa baya havalı geldi.  

   Herhalde bu şey olmalı, hani vardır ya bir kere konuşmaya başlarsın, sonra iyice konuşasın gelir.Alkol konusunda bilgili olup, biri Moriizou, Maou, Dassai deyince çenesi düşen üniversiteli öğrencileri aşırı sinir bozucu bulurum.

   O yüzden, Haruno’nun alkol seçme metodunu bir açıdan zekice buldum.

   Alkol deyince engin bilgileriyle insanlara caka satanlardan nefret ediyorum, özellikle o Belçika birasının tadını Japon birasından üstün bulup, Japon birasını yerden yere vuranlardan.Böyle işe başlamasının ikinci senesinde ortaya çıkan bu tip semptomlu erişkin insanlara ‘Shanibyou!’ denmeli.Neden  hiç sormamamıza rağmen bizim gibi ufaklıklara bilgileriyle şov yapma çabasına girerler anlamıyorum…Eh, galiba yapacak bir şey yok.Artık insanlar diğerlerine olan üstünlüklerini böyle şeylerle gösterme çabasında demekki.

   Lakin, tabiki birinin alkol hakkında gram bilgisi olmaması da bir o kadar üzücü.Mesela…

‘Garson! O bir şarap garsonu!’

‘Bilmiyorsun bari saçmalamayı kes…’

   Yuigahama gibi ölü bir kelime haznesine sahip insanlar, neyin kafasını yaşıyorlar hep merak etmişimdir.Son zamanlarda gençlerin kelime dağarcığı o kadar azaldı ki oldukça vahim bir hal almaya başladı bu.Harbiden rezalet.Kelimelerle anlatılamayacak kadar berbat.

   Ama tabi alkolün etkisini de hafife almamak gerek.Bu dünyada sırf sosyalleşip başkalarıyla iletişimde olmak için alkol kullanan insanlar da var, o yüzden alkolün etkilerini iyice öğrenmeli.Mesela, bağışlanılmayacak kadar kaba bir şey söyledikten sonra bile olayın suçunu alkole yıkıp paçayı sıyırmayı çalışan insanları sık görürsünüz.Sorun şu ki sözlerin muhatabı olan kişi bunu asla unutmayacaktır.

  Her neyse, Haruno’nun an itibariyle kafası güzel olduğu için daha cana yakın olduğu su götürmez bir gerçek.Bu yüzden olacak ki Yuigahama, aralarındaki duvarı yıkmak için konuşacak bir konu bulmada pek de zorlanmadı.

   Şampanya bardağını şöyle bir etrafta döndürdükten sonra, aromasına kapılarak yudumlayarak şarabını bitirdi.

   Hareketlerini izlemesi garip bir şekilde keyifli geliyordu.Bunu izlemesi üzerine Yuigahama:

‘Vayyy… Amma havalı…’ diye haykırdı.

‘…Havalı mı?’

   Eh, pek de denemez, ama Haruno tek başına baya havalı diyebilirim.Böyle açıktan birine iltifat edilmesini pek doğru bulmuyorum aslında…Mesele içmek eyleminin havalı olmasıysa eğer, o halde genişçe gruplarla Nakayama yarış pistinde toplanıp, nedense hepsinin bir ön dişi eksik olan amcalar da havalı mı oluyor?? Akşamüstü Koiwa ve Kasai’de içmeye başlayan amcalara da aynı şekilde havalı diyebilir miyiz?

   Fakat, Yuigahama’nın erişkinlere dair böyle kendi pişmanlıklarında boğuluyorlarmış gibi bir düşüncesi yok.Aksine Haruno’ya bakarken gözleri saygıyla parıl parıl bakıyor.

‘İçki içebilen bir bayan bana çok havalı geliyor!’

‘Dediğim gibi, böyle düşünceleri bir an önce kafandan atsan iyi olur…’

   Gerçekten! Beni endişelendiriyorsun! Üniversiteye geçince takılacağın grubu çok iyi seçmen gerek! Abine buna dair söz vermelisin!

   Her neyse, Yuigahama’nın havalılıktan kastını anlıyorum.Hepimizin böyle aktivitelere dair bir özenmesi, derin ilgisi vardır.Tam bir olgun insan havası.

   Alkol olsun sigara olsun, bunlar hep toplumun sadece yetişkinlere özel kıldığı şeyler.Belki de bunun tek sağladığı, bizleri daha fazla özendirmektir.Bunları kullanmak istememizden ötürü özeniriz hep ve etrafımızdaki insanlar tarafından sonunda yetişkin olduğumuzu böyle daha kolay, ivedi ve basit bir şekilde göstermek isteriz.

   Fakat yakınlarımdan birinin alkol yüzünden ne hale düştüğünü bildiğim için, bana pek öyle gelmiyordu…Mesela, ailem.Babamı kapıdan eve girerken tökezleyip homurdanırken işitirdim hep, veya müşterileriyle içerken nasıl soyunduğuna dair utanç verici şeyler duyardım.Her böyle bir hikaye duyduğumda şaşkınlıktan ‘nE…?’ olurdum.

   Aklıma bunlar gelince iç geçirdim.

   İç geçirmem bir başkasının iç geçirmesiyle aynı ana denk gelince bakındım.Yukinoshita tekrar mutfağa gidiyordu, bu sefer döndüğünde elinde bir şişe mineral suyu vardı.Suyu Haruno’ya uzatmasına karşın Haruno da şampanya şişesini uzattı.

‘İçme eylemi öyle havalı bir şey değil.Ölçülü ve edepli bir şekilde eğlenmesini bilen bir insandır asıl havalı olan.’

‘Haklısın.Tıpkı ben.’

Dedi Haruno bir yandan alkol dolu bardağını vermeyi reddederek sıkıca tutup diğer yandan kıkırdayarak.Şaşıp kalmış bir ifadeyle Yukinoshita elini beline dayayarak:

‘Hala içmeye devam mı edeceksin?’ dedi.

‘Bazı günler sadece içmek istersin.Hem, alkol hayatı canlandırır.’

‘…Bence daha çok bir sorun kaynağı gibi genel olarak.’

   Çok haklı.Bunun hayatı canlandıralım tiplemesindekiler genelde bir işe yaramaz vasıfsızlardır.Mülakatlarda bile kendini tanıtmak için canlandırıcı lafını kullandın mı, yandın demektir, çünkü şirketlerin genelde aradığı çark için bir dişlidir! (Burada kelime oyunu yapılmış Türkçeye çevirince saçma bir anlam çıkıyor o yüzden)

Fakat, bazen, böyle insanlar olabiliyor. Su gibi şekilden şekile giren insanlar. Onlara sadece kendi dertlerini önemseyip etrafında olanlara aldırış etmeyen insanlar diyebilirsiniz.

Gerçek şu ki, Yukinoshita’nın azarlaması Haruno’ya öylesine bir rüzgar gibi geldi ve bunu problem etmeden savuşturdu. Bir kere daha bardağından bir yudum aldı.

‘Peki, dinleyeceğim.’

Söyleyiş şekline bakınca bir gıdım bile sarhoş olmuşa benzemiyordu. Sesinde belirgin bir sakinlik vardı. Galiba bunu Yukinoshita da fark etmişti. Haruno’ya  doğru uzattığı şişeyi indirirken istemsizce gülümsedi.

‘...Eh, sen zaten ayık kafayla başkalarına kulak veren biri değilsin.’

‘Aaaayneen!’

Haruno neşeyle bardağını çevirip ince bardağından odaklanarak Yukinoshita’ya baktı. Hafif altın kaplamaya rağmen gözlerindeki keskinlik biraz olsun yumuşamamıştı. 

‘Eee? Neee demek istemiştin bakalım?’

Diye laubali bir tavırla sorarken, ince parmakuçlarıyla bardağın altına vurarak tıngırdattı. Bu ses gürültüsüz ve belki güzel olmasına karşın, ince bir buz üstünde yürüyormuş gibi hissettirdi. Geriye kalan tek şey köpüklerin ordan oraya savrulurken çıkardığı fısıtılardan ibaret. 

By yankıların kaybolmasını bekledik. Sükutun hüküm sürdüğü bu anda bir yabancının sessizliği bozmasına imkan yoktu. Yuigahama ve ben sessiz kaldık. Nefes alma sesimiz bile kesilmişti.

Öncesinde gerçekten bizden sadece izlememizi istediğini söylemişti. Dolayısıyla tek yaptığımız sessiz kalmak ve devam etmesini beklemekti. Bakışlarım bir oraya bir buraya takıldı. Gözlerimiz buluştuğunda , anormal bir şekilde gözlerimi kaçırdım. Sonunda gözlerim Yukinoshita’nın  dudaklarında takıldı kaldı.

Bu anda Yukinoshita sessizliğini korudu ve Haruno’nun ısrarcı bakışlarını kabullendi.  Ağzını temkinli bir şekilde açtı ve sanki sözlerini özenle seçmek istermiş gibi bir daha kapattı.

Bu hareketi o kadar ustacaydı ki nefes alıp vermesinden farksızdı.

Fakat bu duraksama görüntüsü kısacık bir an içindi.

Yukinoshita’nın dudakları hafif bir tebessüme büküldü ve kısa bir süre önceye kadar sımsıkı kapanmış olan ağzı yavaşça hareket etti.

‘Bu bizim hakkımızda...Geleceğimiz hakkında.’

Ses tonu soğuk ve berraktı. Pek yüksek değildi, ama şaşırtıcı bir şekilde odada yankılanıyormuşçasına duymamıza sebep oldu. Ya da, belki de, bakışları bize bu izlenimi vermiştir. Bize kaçmayacağını, cesaretle karşılayacağını anlatan bakışlardı bunlar. Dinleyenlerin ruhunu sarsacak bakışlar.

Haruno da tabi ki buna kayıtsız kalamadı ve takdir edercesine bir çığlık attı.

‘Demek benim de dinlememi istedin.’

‘Evet...Bu seninle benim aramda, ve tabi ki annem.’

Sanki sözlerinden bir şeyler çıkarmış gibi Haruno gözlerini kısarak başını bir yana büktü. Kısa bir süre düşündükten sonra, bir şeylere ikna olmuş gibi bir tavır edindi ve hayal kırıklığıyla omuzlarını düşürdü. ‘Ah...demek onun hakkında? Aslında duymak istediğim bu değildi.’

İç çekerek bakışlarını kaydırdı.

‘Değil mi?’

Onayını beklermiş gibi Yuigahama’ya pasladı soruyu. Bakışlarıyla Yuigahama kaskatı kesildi. Yuigahama’yı korumaya çalışarak Yukinoshita onun önünde dikildi.

‘Yine de, beni dinlemeni istiyorum.’

Sesinde güçlü bir kararlılık vardı. Bu ton normalinden çok farklı. Kesinlikle gürültülü demiyorum, temposu aceleci değildi.

Tam da bu yüzden baktığınızda ne kadar kesin kararlı olduğunu görebiliyordunuz.

Bundan eminim. Tedirgin veya kaybolmuş değildi. Yukino Yukinoshita’nın sözleri Haruno’yu sarsmıştı.

Koltuktaki yatar halinden yavaş yavaş toparlanıp oturur konuma geldi ve elindeki şampanya bardağını kenarındaki büfeye bıraktı. Hareketleri bile Yukinoshita’nın devam etmesine teşvik edici bir sebepti.

‘Bu yüzden eve geri döneceğim. Sonra, annemle geleceğimde çizeceğim yolla alakalı düzgün bir konuşma yapacağız...Tüm isteklerim gerçekleşmese bile, geride pişmanlığım olsun istemiyorum.’

Buraya kadar konuşup sözlerini kısa kesti Yukinoshita.

Uzun kirpikleri aşağı düştü ve nefes alışı titremeye başladı. Zarif omuzları titriyor, ve uzun parlak saçları öne düşerek yüzünü saklıyordu. Bu şekilde kimse yüzündeki ifadeyi anlayamadı. Bununla birlikte Yukinoshita devam etti.

‘En azından...Dile getirmek istediklerimi düzgünce söyleyebilmek istiyorum, böylece kendim de ikna olmuş olacağım.’

Diyerek saçlarını geriye attı.

Tekrar günyüzüne çıkan beyaz ve zarif çehresinde tatlı bir gülümseme vardı.

Bu edasını görünce ister istemez nutkum tutuldu. Sanırım sadece ben değil, Yuigahama da aynı durumdaydı.

Şuanki Yukinoshita’nın figürü tek kelimeyle güzeldi. Berrak mavi gözleri kesin kararını yansıtıyor ve hafif kırmızıya boyanmış yanakları belki de utandığını gösteriyordu.

Kimse sözlerine verecek bir cevap bulamamış gibiydi ve muhtemelen bu onun şuanki halinden kaynaklanıyordu.

Sadece bir kişi, bir tek Haruno soluk verirken iç geçirirmiş gibi duruyordu.

Bunu işitince birden ona baktım ve tekrar nefesimi tuttum. Onun da yüzünde tıpkı Yukinoshita’nın takındığı ifade vardı.

Tatlı bir gülümseme fakat daha bir parlak. Yine de bir soğukluk hissi veriyordu.

‘Anladım. Demek Yukino’nun cevabı böyle.’

Tatlı gülümsemesinin ardından aheste aheste konuştu Haruno.

Yukinoshita karşılığında başıyla sessizce onayladı. Fakat Haruno ona normal soğuk bakışlarıyla bakıyordu, sanki gözleriyle kısa bir değerlendirmede bulunuyordu. Yine de Yukinoshita’nın hareketsiz halini görünce kısa süre sonra iç geçirdi.

‘İyi, pekala. En azından öncekinden iyidir.’

Kendi kendine konuşurmuş gibi dedi. Sonrasında bir kez daha bardağına uzandı. Alkolün geri kalanını dipledikten sonra boş bardağı önüne aldı.

Kıvrımlı bardaktan Haruno’nun gözlerine yansıyan neydi bilmiyorum. Tek görebildiğim bardaktan aşağı doğru süzülen şarap damlacıklarıydı.

Buna tatmin olmuşçasına bakarak Haruno başını hafifçe salladı.

‘Anladım. Madem Yukino bu konuda ciddi, yardım edeceğim.’

‘...Yardım?’

 Sanki evvelden huzursuzluk veren bir şeyi hatırlamış gibi Yukinoshita şüpheci bakışlar attı. Haruno güldü karşılığında.

‘Evet.’

Gayet kısa bir onaylamaya rağmen Yukinoshita’nın ifadesi canlanmadı. Ben de aynıydım. Yukinoshita Haruno’yu insan olarak biraz tanıyorsanız, sözlerini olduğu gibi safiyane anlamamanız gerektiğinin farkındasınızdır.

Bu yüzden konuşmalarını böleceğimi bilerek araya girdim.

‘...Yani, ne demek istiyorsun?’

‘Annem öyle kolay kolay planlarını değiştirmeyecektir, o yüzden onunla bu konuda konuşmak bir hayli zamanımızı alacak. Dolayısıyla, fırsatını bulduğum yerlerde araya birkaç kelime sıkıştırmayı düşünüyorum.’

Sorum üzerine Haruno bana göz kırparak şakacı bir şekilde yanıtladı. Haruno’nun dediği gibi, Yukinoshita’nın annesi birden fikrini değiştirecek biri değil. Onu bizzat tanıyıp konuşmuş olmamama rağmen, Yukinoshita ile olan konuşmasından öyle biri olduğunu çabucak anladım. Benim izlenimlerime göre, başkalarının fikirlerine ihtiyacı olmayan biriymiş gibi geldi.

Onun açısından bakınca kendi kızına konuşuyormuş gibi duruyor ama gerçekte olan kendi kendine konuştuğuydu. Onunla konuştuğunuzda alacağınız his muhtemelen böyle olurdu. Eğer sadece Yukinoshita ile konuşsa, aralarında muhtemelen konuşma denen şey olmayacaktı.

Bu inatçı kişiliği Yukinoshita ile ilk tanıştığımdaki haline çok benziyor. Başkalarının fikirlerini umursamama şekliyse tıpkı Haruno gibi. Tam bir anne ile kızlarından beklendiği gibi. 

Eğer hal böyleyse, şu durumdu büyük kız Haruno muhtemelen annesiyle daha fazla vakit geçirmiştir. Edeceği yardım sonuç adına bir şekilde faydalı olabilir.

Diye düşünürken Haruno birden haykırdı. 

‘Diyorum ama bir faydası olur mu bilmem!’

Sözlerine gülerek şişeyi tepetaklak çevirdi ve içinde kalanları bardağına boşalttı. Bunun yardımı dokunur mu dokunmaz mı şimdi hiçbir fikrim kalmadı.

Kahkahasını tutarak Haruno bardağında kalan son nevaleyi de midesine boşalttı. Sonra, Yukinoshita’ya ciddi gözlerle bakmasıyla yüz ifadesi tamamen değişti.

‘Ama, kendini hazırlasan iyi olur, buraya uzunca bir süre dönemeyebilirsin.’

‘...Doğru.’

‘He?’

Yuigahama’nın ani tepkisini duyunca Haruno kahkahasını daha fazla tutamadı.

‘Buraya gönderilme sebebim annemin Yukino için endişelenmesiydi. Eğer geri gelise, buraya dönmesi öyle kolay olmaz.’

Diğer bir deyişle, teftişe gelmiş. 

Yo, belki de sadece kontrol amaçlıdır. Yani, sonuçta henüz yetişkin denecek yaşta değil. Eğer sağduyu demek isterseni sağduyu olsun. Ebeveynlerin seni koruyup kollayacak ki ebeveyn olsun. 

‘Valizini toparla. Ayrıca anneme de haber ver. Birden böyle eve dönecekse birtakım hazırlıklar yapmamız gerekecek.’

Ah, büyükannem de babam kafası esip eski evine gitmek istediğinde sık sık bu tarz şeyler söylerdi. Sonra tabi ağzıma yemeği tıkmaya başlardı. Canım babaannecim, her ne kadar genç olsam da yiyebileceklerimin bir limiti var....

Neyse, şimdi Hikigaya malikanesini hatırlayacak zaman değil. Önemli olan Yukinoshita ailesinin içinde bulunduğu bu durum. Yukinoshita biraz düşünüp başını salladı.

‘Tamam, öyle yapacağım.’

‘Eh, madem Yukino dönüyor...Ben bir süre burada kalabilirim, değil mi?’

‘Benim tapulu malım değil zaten, istediğini yap.’

Sorulması üzerine Yukinoshita duraksamadan cevapladı. Haruno birden resmiyetle teşekkürlerini iletti. 

‘Teşekkürler. Onu bunu hazırlamaya yardım etmek sinir bozucu. Yukino, git ve eşyalarını topla.’

Ses tonundan anlaşılan, Yukinoshita uzunca bir süre burada olmayacak. Böyle olunca okula da oradan gidip gelmek zorunda kalacak. Erkek olduğum için, ‘Bu kadar hazırlık yapmak gerekiyor mu cidden?’ diye düşünmeden edemiyorum, ama galiba kızlar için durum farklı. Mesela kadınlar için kıyafetler, cilt bakım ürünleri ve saç kurutma makinesi olmazsa olmaz diyebilecekleri eşyalardan. Komachi bir yere gittiğinde yanında hacimli bir çanta eşya da götürür.

Bu kadar zahmete girmenin amacını anlamamama rağmen Yuigahama sanırım bu konuda gayet net. Elini kaldırdı.

‘Ah! Ben de yardım edeyim!’

‘Önemli değil. Seni de sıkıntıya sokmaya gerek yok...’

‘Boş ver, kibar davranmanın bir alemi yok! Aslında gerçekten yardım etmek isterim! Bir şeyler toplamayı gerçekten seviyorum!’

‘Amaaa...’

Yuigahama ‘Sorun değil, boşver,’ gibi nidalarla yakasını bırakmadıkça Yukinoshita mahcup bir şekilde ‘Gerek yok, gerek yok.’ diye yanıtlayıp durdu. Bu ikilemin bir sonu yok gibiydi. Tam ömrümün sonuna kadar böyle gidecek diye düşünürken Yuigahama’nın sesi birden kesildi ve başı öne düştü.

‘Çünkü bunun dışında, başka elimden bir şey gelmiyormuş gibi...’

Fısıltı gibi çıkan sesinde depresif bir hava vardı. Yuigahama bunu farketmiş olacak ki çabucak başını kaldırdı. Tiz bir kahkahayla beceriksizce gülümsedi. 

Onu böyle görmek  Yukinoshita’yı mahcup etmişti, diyecek bir söz bulamıyordu.

Nedense bu manzarayı görmek bana dayanılmaz geldi. Yukinoshita’nın kararına saygısızlık etmek yapmak isteyeceği son şeydi. Fakat Yuigahama’nın başkasına yardım etme düşüncesindeki incelik, saygıya değer. Peki bu durumda benim ne yapmam gerekiyor?

Üzerine pek kafa yormadım, kelimeler öylece ağzımdan dökülüverdi. 

‘Böylesi daha iyi değil mi? Bedava iş gücü bugünlerde kıymetli. İşçilerini ağır şartlarda çalıştıran sömürgeci şirketler bile Çalışma Standartları Araştırma Bürosu tarafından baskı altında.’

Normalde nasıl anlaşılması güç şeyler yumurtluyorsam, bu da benim söyleyeceğim tarzda bir laf kalabalığı. Bir sonu olduğu takdirde, süreç denilen şeyin bir önemi kalmıyordu. Bu baya iyi bir slogan. Sömürme, karşılıksız fazladan mesai, haftanın iki gününde kafan rahat (Her hafta iki gün tatilin var demiyorum)...Ah, tüm bunlar kulağa öyle hoş geliyor ki.

Böyle bir neşeye kapılan bir ben vardım. Tabi ki! Yuigahama ve Yukinoshita bana acıyan bir suratla bakıyorlardı. Sadece bir kişi, Haruno, gülümseyerek oturuyordu.

‘Aynen, böylesi daha iyi değil mi? Neden bu gece burada kalmıyorsunuz? Yukino eve dönecekse eğer, kolay kolay buraya gelemeyecek.’

Bunu söyleyiş tarzı tam bir abla şefkatiyini andırıyordu. Normalden daha nazik, ve nedense içinde üzüntü emaresi barındıran bir teklif. Gerçekten de Yukinoshita eve dönerse, birlikte böyle vakit geçirmeleri için daha az imkan olacak.

Bu başlı başına pek çok şeyin değişeceğinin göstergesi. Oldukça katı ve inatçı olan Yukinoshita’nın tavrını değiştirmesine yetmişti bu. O ana dek Yuigahama’nın yardım teklifini geri çeviren Yukinoshita, belini doğrultarak  ‘...O halde yardımını isteyebilir miyim?’

Resmi bir şekilde rica etti, ama sesinde utangaçlığın izlerini fark ettim ve yanakları hafif kırmızıya boyanmıştı. Yukinoshita’nın mütevazı ricasına Yuigahama içten bir şekilde gülerek karşılık verip Yukinoshita’nın bascağına bir şaplak attı.

‘Tabi ki!’

‘Teşekkürler...’

Mesele insanların bacağına vurmasından hoşlanmaması mı yoksa Yuigahama’nın yüzündeki abartılı sırıtma mı bilmiyorum ama Yukinoshita aceleci bir teşekkürden sonra gözlerini kaçırdı. Haruno’ya bakan gözlerini.

‘Yuigahama da kalacaksa misafirler için yeterince battaniyemiz yok.’

Bunu demesi üzerine Yukinoshita kazara tekrar Haruno’ya baktı. Buna cevap olarak Haruno eliyle oturduğu koltuğa işaret ederce vurdu.

‘Sadece bir gece içinse ben burada yatarım, fark etmez. Muhtemelen tüm gece bir başıma içeceğim zaten.’

Yukinoshita boş şişesini sallayan Haruno’ya bakarak rahat bir nefes aldı.

‘Pekala...O halde anlaştık.’

‘Aynen.’

Haruno  konuşmanın bittiğini ifade eder gibi hemencecik ayağa kalktı.

‘Ben markete uğrayacağım. Bir şey istiyor musunuz?’

Soru yöneltilen ikili başını salladı. Bunun üzerine Haruno sandalyede asılı olan montunu aldı ve kapıya doğru yöneldi. Gözlerimle onu takip ederken saat görüş açıma giriverdi. Mükemmel zamanlama. Tam da benim için elveda deme vakti gelmişti.

‘Eh artık, benim de eve gitme vaktim gelmiş.’

Görünene göre eğer biraz daha durursam, Yukinoshita’nın valizini toplamasına ben de yardım etmek durumunda kalacaktım. Eğer bu olursa, kadınlara özgü bazı eşyalarla karşı karşıya gelmem söz konusu olabilir, ve sonra Mitsuru Adachi’nin ana erkek karakterinin de yaptığı üzere ‘mufu’ diyerek haykırabilirim.Eğer yeterince şanssızsam tüm gece orada kalmam gerekebilir. 

Son kısım bilhassa atlatmak istediğim en önemli nokta. Eğer başaramazsam suratım Kunimi veya Tatsuya gibilerinkine benzeyebilir. Gerçi düşününce normal şartlar altında bir kızın odasındayken, zaten oraya ait hissetmeyeceğin için huzursuz olman gerekir.

Haruno’yu takip edermiş gibi ben de ayağa kalktım. Buna karşılık Yukinoshita ve Yuigahama doğrulup peşimden geldiler. Görünüşe göre beni uğurlayacaklar. Girişte ayakkabularımı giymek üzere eğildiğimde Haruno çoktan sandaletlerini giyip çıkmıştı. Aman ne güzel...Böyle zamanlarda bile diğer insanların duygusuna ayak uydurmak gibi bir derdi yok.

Gerçi ben de birlikte çıkmak istemiyordum, asansörde garip dakikalar yaşamak istemem. Biraz daha zaman kazanayım diye ayakkabılarımı aheste aheste giydim.

Tam da bunu yaparken biri usulca çekeceği uzattı.

‘Ah, teşekkürler.’

Minnetle başımı kaldırdım ve Yukinoshita’nın gizemli ifadesiyle karşı karşıya geldim. Çekmeceyi yavaşça bıraktı ve ellerini nereye koyacağını bilemezcesine havada bir iki sallayıp göğsünde birleştirdi.

‘Af edersin. Seni bunca süre tutup gevezeliğimize dahil ettik...’

Başını öne eğip yavaşça söylediği sözlere başımla karşılık verdim. Bu gerçekten içinden çıkılması güç bir konu. Aslında öyle çok büyük bir şey olmayacak. Dürüst olmak gerekirse, Yukinoshita için kendi başına ayaklarının üstünde durabileceğini tekrar tasdik etmek aşırı doğal bir şey.

‘Sorun değil. Ne de olsa yapman gereken bir şey.’

Korkarım bu dediğim sadece onun için değil, kendim için de geçerli.

Ayağa kalkarken ayakkabılarımın önünü yere vurup tam giyip giymediğimden emin oldum. Çekeceği kullanmayı bitirdikten sonra geri uzattım.

Yukinoshita teşekkür ederek aldı.

‘Zaten pek bir şey yapmadım Birine teşekkür edeceksen bu Yuigahama olmalı. Valizi toplamada bol şans.’

Teşekkür ederkenki mütevazı gülümsemesi biraz rahatsız hissetmeme neden oldu ve gözlerimi kaçırdım. Konuşmada topu Yukinoshita’dan Yuigahama’ya pasladım. Bunun üzerine Yuigahama ellerini sıkıca yumruk yapıp göğsünün önünde birleştirdi.

‘O iş bende! Toplamak denince benden iyisi yok!’

İma edildiği üzere diğer ev işlerinde de baya iyi olduğunu anlıyorum...Ah. Oysa ona dair izlenimim evi toplamada iyi olmadığı yönündeydi. Fakat, beceriksiz olduğu yemek yapmanın üstesinden geldiğine göre muhtemelen diğer alanlarda kendini geliştirirse bunları yapabilir hale gelebilecek.

Fark edilmesi biraz güç olabilir, böyle ince detaylar gözden kaçabilir ama günden günden iyi kötü değişiyorduk.

Elimi kapı koluna dayadım ve başımı çevirdim. 

‘O halde, sonra görüşürüz.’ 

Yuigahama göğsündeki elini salladı ve  Yukinoshita kalçasının biraz üzerinde olan elini o pozisyondan sallayıverdi.

‘Peki. Görüşürüz Hikki!’

‘Eve giderken dikkat et.’

Böyle yolcu edilmek beni biraz utandırdı. Karşılığında hafifçe eğildikten sonra hızla dışarı çıktım.

 

     

 

Asansörden bir başıma çıkarken, girişin hala sessizliğe boğulmuş olduğunu fark ettim.

Tabii bu oldukça doğaldı, saat te gecenin kaçı olmuştu. Giren çıkan pek insan olmazdı bu saatte.

Burası sayılı insanın yaşadığı yerleşik bir bölge. Yüksek bütçeli bir mülkiyete göre oldukça doğal bir durum. Yani gece olduğunda, buralarda ortalıkta olsa olsa parmakla sayılacak kadar insan görürsünüz. Bunu bizzat yaşamış bir halde giriş salonundan dışarı adımımı attım.

O anda, pahalı binaların görüntüsüne uymayacak biçimde giyinmiş biri gözümün önüne geldi. Bu tam olarak benden önce çıkan Haruno Yukinoshita idi. Dikey çizgili kapüşonu olan pofuduk görünümlü hırkasıyla tamamen toz pembesine bulanmıştı. Fermuarı tümüyle çekmiş gibi görünmesine rağmen göğüs bölgesi hafif açık kalmıştı. Üstelik, bir çift esnek ve zarif  bacak pütürlü kısa pantolonundan aşağı uzanıyordu. Üstündeki ince hırkası altındaki şık manzaraya keskin bir tezat oluşturuyordu. Bu dengesizlik, vahşi cazibesinin temel sebebi olmalı.

Sadece giyim kuşamı bile birinin dikkatini cezbetmeye yeter. Görünürde dikkatsiz bir kıyafetle fazla sinsi değil mi acaba...?

Normalde konuşma başlatacağım biri olmamasına rağmen, kapının dibinde duran birini görmezden gelme aşırı kaba olurdu. Ayrıca bana gülerek el sallıyordu, yani yanına gitmekten başka şansım yoktu.

‘...Önden çıktın sanıyordum.’

Sözlerimi duyunca Haruno gülerek gizemlice fısıldadı. 

‘Böyle yapınca sana da randevu gibi gelmiyor mu?’

‘...Daha doğrusu pusu demek istedin herhalde.’

Her iki eylem de beklemek üzerine, aradaki fark Amin’le Yumin kadar. Yo, dikkatli düşününce, ister beklemek olsun ister pusuya yatmak, olay farklı olsa bile sonucu aynı. İkisi de birbirinden ürkütücü.

Fakat asıl ürkütücü olan muhtemelen Yukinoshita Haruno. Şüphesiz takip edeceğimi düşünerek yürümeye başladı. Ne de olsa en yakın market durağın oradaydı. Benim de gideceğim yer orası olduğu için herhalde fark etmez...

Peşinden gittim. Ana yola çıkarken kış ayazı esti. Soğuk yanaklarıma vurdu ve Haruno boynunu içeri çekerek yüzünü hırkasına gömdü. Birdenbire bir şey farketmiş gibi burnuyla kokladı, hırkasının yakasına bakıp yüzünü ekşitti.

Ona bakıp ne oldu diye merak ederken Haruno birden ellerini kaldırdı.  ‘Hmm.’

Pek mutlu görünmüyordu, yanımda dikildi. Sallarken elleri aynı pozisyonda durmaya devam etti, sanki bana bir şey anlatmaya çalışıyordu.

Ehhmmm...Ne yapmaya çalışıyor...?

Dur, bir sakin ol. ...Acaba ellerini mi tutmamı istiyor? He? Neden olsun ki? Parmak izimi mi alacak yoksa? Herhalde öyle olmalı. Büyü kartım, Mantıklı düşünme! Olamaz, iPhone’um uygulama içi alım işlemleri için kullanılacak! Hayıııır! 5 yıldız kart gelene kadar çekmeyi bırakma!

Düşüncelerimden kalbim gümbür gümbür atmaya başladı ve telaşla başımı başka yöne çevirdim. Tam da bu anda sanırım tütün kokusu burnuma ilişti.

‘Ahhh...Bir şey mi kokuyor?’

‘Evet.’

Bana cevap vermesine rağmen Haruno’nun dikkati gram bende değildi. Ellerini geri çektiğinde bir burun çekme sesi daha geldi.

Koku muhtemelen Haruno’nun hırkasına marketteki içki reyonuna gittiğinde sinmişti. Izakaya’da part-time çalışırken öyle bir şey yaşadığımı hatırladım. Galiba kokudan kurtulmak için saçını yıkayıp duş almak falan istiyordur.

Sigara içenler buna alışkın olduklarından umursamasalar da sigara içmeyenler için bu koku oldukça mide bulandırıcıdır. Özellikle bu tütün markasında öyle ağır bir katran kokusu vardı ki Haruno kokudan kurtulmak için elinden geleni yaptı. Aslına bakarsanız koku eski Showa dönemindeki tütünlerin ağır kokusunu andırıyor. Kokusu biraz mentollü, vanilyalı veya meyveli sigaranınkilere benzese belki daha iyi olurdu; yani o sigaralar en azından kadınlar için daha katlanılabilir kokuda.

...O halde, sigarayı içtiği kişiler arasında erkekler vardı.

Veya içenler mi erkekti? Eğer erkekse,  sevgilisi miydi acaba? He? Sen ciddi misin? Erkek arkadaşı mı varmış? Ah, ne de olsa gencecik kız. Sevgilisi olması çok anormal değil. Ama, ne zaman böyle bir bilgiye tesadüf etsem, kalbim her nasılsa cız ediyor. Seiyuu’nun evlilik haberini alışımda hissettiğim aynı tarz bir duygu. Yani, bloglarında devamlı ‘önemli bir mesaj’ yazmayı bırakırsalar gerçekten sevineceğim. Bunu görmek gerçekten canımı yakıyor. Görünce birden yere kapaklanabilirim. Dahası ayağa kalksam bile tekrar yere düşerdim ve sonunda yerde öyle avare bir şekilde döner dururdum.

Neyse, en azından nutkum tutulacak kadar büyük bir darbe almadım. Gerçeği söylemek gerekirse şaşırmadım bile! Çünkü, bilirsin, şey! Sadece beklemediğim bir şeyi duyduğum için şok oldum! S-sana karşı bir şeyler hissettiğimi düşünme sakın!

Ah, korkunçtu...Eğer bu daha yakın olduğum biri olsaydı, gerçekten büyük bir şok geçirebilirdim. Net olmak gerekirse bu kişi Komachi, veya Komachi, ya da Komachi olurdu. Ah, sanırım birini unuttum. Heh, Komachi’yi unutmuşum!

Kısa bir süre gerçeklikten uzaklaşarak sakinleşebilmeyi başardım. Komachi’den beklediğim gibi, güm güm atan kalbe sakinleştirici gibi geldi. Yoksa, kalp sancısına iyi gelen ilaçlar gibi olmasın?!

Bunlar bir yana, Haruno’nun hırkasındaki koku bu kadar sinmiş olduğuna göre markette baya uzun kalmış olsa gerek. Galiba bir çeşit koku giderici kullanmış olmasına rağmen, sinen koku o kadar ağır ki bir etkisi olmamış.

‘Uzunca bir süre içtiniz herhalde.’

‘Evet. Eve gitmeme izin vermediler. Bir an sabaha kadar içeceğiz sandım.’

Haruno iç geçirirken sinirli görünüyordu.

‘Hmm, anladım.’

Sabaha kadar içmek kulağa müstehcen geliyor. Bunu en basitinden ‘Sabaha kadar, Canlı yayın,’ televizyon programını söyleyerek de diyebilirdi, gerçi bu bana başka bir erotik programı çağrıştırıyor. Bu program sayesinde artık programın adını ‘Sabah oldu!  Gezgin Salata Canlı Yayında,’ diye düşünmeye başladım, yine erotik bir program. 

Düşündüm de, bu olay Haruno hakkında bilmediğim bir şeyi daha gösterdi...Acaba Haftalık Hachiman programında Hachiman fişeği bir kez daha patlayacak mı? Ah, doğrusu , bu sefer topları selama dizerim gibi geliyor. Bazen böyle kutlamaya değer vurgunlar yaptığımız oluyor! Her neyse, şuan böyle komik bahaneler zırvalamanın zamanı değil. Aslına bakarsanız, Haruno’nun bugün bu kadar içmesiyle baş edilmesi daha kolay hale gelmesine şükretmeliyiz. Şaşırmam için hiç mi hiç bir sebep yok.

Üstelik önceki hali olsa, devamlı sorduğu sorularla konunun özüne inmesine mani olurdu. Bugün, her nasılsa gamsız bir havadaydı.  Yüzüne daha dikkatli bakabilmek için yavaşladım ve önümde yürüyen Haruno ‘ahhh’ diye gerinerek belini doğrulttu.

‘Ama, eve erken gitmeme izin vermeleri harika oldu. Sayelerinde Yukino’nun bana demek istediklerini de duymuş oldum.’ ‘...’

İçten bir oh çeken Haruno’ya karşı susmaktan başka bir şey yapamadım. Belki de sessizliğimi fark etmiş olacak ki başını çevirip ‘Hmm?’ dedi. Gözleri suskunluğumdaki sebebi anlamaya çalışır gibiydi.

Bir anlamı olmadığını belirterek başımı salladım.

‘...Bir şey yok, sadece bunu beklemiyordum diye düşündüm.’

Bunun üzerine Haruno topuklarıyla yönünü bana dönerek işveli bir şekilde konuştu.  ‘Neeymiş ooo?’

‘Net olmak gerekirse...Onu bu kadar can-ı gönülden dinlemeni beklemiyordum.’

‘He o. Yani, normal değil mi? Sonuçta ablasıyım.’

Budalaca gülümsedi ve tam dönüp yürümeye başlayacağını düşünürken, bir kez daha bana yöneldi.

‘Hikigaya bile Komachi’nin ricalarına kulak verir, değil mi?’

‘...Yaaani, galiba. Sen böyle deyince, sanırım anlamaya başladım.’

Gerçekten, mesele ben ve Komachi olunca, anlatış tarzında herhangi bir yanlışlık olmuyor. Konu eğer Komachi’nin bir isteği olursa, tüm kalbiyle istediği bir şeyse, bir an bile düşünmeden onaylarım diye düşünüyorum. Komachi’yle kıyaslamayı kafamdan geçirirken bir yandan hımladım. Duymasıyla Haruno kahkahalara boğuldu.

‘Yaaa değil mi? Yukino kararını verdiğine göre, doğru yanlış bakmaksızın desteklerim.’ ‘Eh, normalde yanlış olduğunda ona mani olman gerekmez mi?’

‘O kız beni dinlemez. Önemli olan kafasındakini yapması, doğru veya yanlış olması fark etmiyor. Her şey pürüzsüz hallolmuş veya sonunda pes etmiş, arasında bir fark yok onun için...’

Kısık bir sesle bunları söylerken yüzünde nasıl bir ifade var göremedim. Açıkçası yüzünün halini merak ediyordum, bu yüzden adımlarımı hızlandırıp onu yakalamaya çalıştım. 

Ama aramızdaki mesafe aynı kaldı. Yüzünü tam olarak yandan görebileceğim bir mesafede kaldım. Ana cadde boyunca uzanan asma köprüden geçtikten sonra, sonunda parka giden ufak bir patikaya vardık.

Solmuş kocaman çimen kümelerinde hoşça uzanan, turuncu sokak lambaları  yol boyunca diziliydi.

Her attığımız adımda lambalardan sıcak bir ışık, Haruno’nun bembeyaz yüzündense soğuk bir gölge geliyordu.  Bu yüzündeki ifadeyi okumayı zorlaştırıyordu, tıpkı birbiriyle çelişiyormuş gibi gelen üstü kapalı sözleri gibi.

Ağaçlarla dolu bölgeyi geçerken görüşüm birden netleşti. Parkın merkezine doğru uzanan kordon birden görüş alanıma girdi. 

Fıskiyelerin yanında uzanan yola yaklaşırken Haruno yavaşlayıp gökyüzüne baktı.

Bakışlarına kapılıp takip gözlerini takip ettim ve hilali gördüm. Yay gibi kıvrılmış gökte asılı duruyordu. Altında malikanelerin ikiz kuleyi andıran figürü  hayal meyal görünüyordu. 

Engebeli yola zıplayan Haruno dönüp bana baktı.

‘Sadece bir şeylerden vazgeçmeyi öğrendiğinde gerçek bir yetişkin oalcaksın.’

‘Haa, öyle mi...’

Hayata bakış açının daralması da büyüdüğün anlamına gelir. Sadece listendeki seçenekleri azalttığında ve olasılıkları sildiğinde, geleceğine dair daha kararlı bir yol çizebilirsin. Ne kastettiğini anlayabiliyorum. Belki Yukinoshita’nın verdiği karar buna benzer bir şeydir.

Sadece, Haruno bunu söylerken, gözlerinde bir yalnızlık sezdim. Gözleri üzgün bir tona bürünmüştü, bu da iyice dikkatime çarptı. Ya da, belki ses tonu o kadar uzak geldi ki başka bir şey hakkında konuşuyormuş gibi hissettim.

‘...Benzer bir tecrüben olduğu için mi böyle söyledin?’

‘Hmmm, bilmem.’

Haruno tekrar gülmeye başladı.

‘Kendim için konuşmuyordum. Yukino hakkında konuşuyoruz...Bu muhtemelen adamakıllı demek istediklerini ilk defa duyuşum. Hikigaya, buna sen de şahit olacaksın.’

İçimden bir ses bunu olaylara karışmamam için dediğini söylüyor. Bunu deyişindeki nüans tıpkı daha önce telefonda bana kibar dediğindeki zamana benziyor.

Öncelikle, böyle bir planım asla olmadı, onun kararlılığına saygı duyuyorum. Olaya karışmak veya fikrimi söylemek gibi bir niyetim olmadı hiç. Bu yüzden Haruno’nun sözlerini başımla onayladım.

Bu muhtemelen umudun ta kendisiydi ve birinin umudu olmak. Yukinoshita Haruno bunu zaten doğruladığına göre, herhangi bir problem aramaya gerek olduğunu düşünmüyorum.

‘...Haklısın.’

Haruno muhtemelen cevabımdan memnun kalmış olacak ki ellerini hafifçe beline dayayıp göğsünü şişirerek mutlu bir kahkaha attı.

‘Hehe, bir kere daha kardeşçe yanımı gösterdim.’

‘Sürekli iyi bir abla olmaya ne dersin?’

‘Yok kalsın.’

Yarı şakacı bir şekilde cevapladı, ama cevabı duraksamadan verdi.

‘Ben senden farklıyım. Sen her zaman iyi bir abi oldun.’

‘...Tabi ki, sonuçta ben onun abisiyim.’

Neden şimdi tüm bunları söylüyor? Bu kadar bariz ve doğal bir şey. Komachi doğduğu andan beri ona karşı iyi bir abi oldum. Hatta ‘kıdemli abi’ bile sayılırım şu noktada. Bunu yaparken bir çaba sarf etmem gerekmedi doğrusu, ömrüm boyunca bir abi olarak yaşadım. Doğrusu, bundan oldukça gurur duyuyorum.

Haruno kahkahaya boğulmadan önce kısa bir süre bana baktı.

‘Demek öyle. Ne güzel değil mi, bir abi olmak. Benim de böyle bir tane olsun isterdim!’ 

Haruno gülme krizine girmeye başladı. O kadar mı komik? Muhtemelen sarhoş halinden olacak, ellerini omuzlarıma koydu. Ağırlığını desteklemek için bana yaslandığından yumuşak cildine ve hoş kokusuna şahit oldum.

‘Off...sarhoşlar harbiden sinir bozucu...’

‘Saaarhoş değilim, saaarhoş değilim.’

Kibarca kollarını üstümden çekmeye çalışmama rağmen, yalpalayan adımlarıyla bir şekilde ayak uydurup bana tutunmayı başardı, bir türlü üstümden atamadım.

Bu şekilde bir süre yürüdükten sonra, nihayet patikanın ucuna geldik ve durağın önüne çıkağan sokağa vardık.

Market tam olarak  iki sokak ilerimizdeydi. Kapanmış olmasına rağmen,  durağın önündeki meydana giden yol sıcak lambalarla aydınlatılıyordu. Böyle yürümeye devam edersek, birileri bizi görebilir diye tetikte kalacağımdan eminim. 

Yol ağzına geldik. Solumuzda market, sağımızdaysa durak var. Sonunda, üstün çabalarım sonucu Haruno’yu omuzlarımdan ayırdım ve birkaç adım uzağa gittim.

‘Ehm...Dönerken sıkıntı yaşamazsın, değil mi?’

‘Ahhhh, ne kadar kibarsın. Harikasın. Tam bir beyefendi! Centilmen!’

Omzuma öyle bir vurdu ki sanki ‘Sen tıpkı özellikle kızlara karşı iyi davranan centilmenlere bezniyorsun!’ dermiş gibi. ...Gıcık. Katı suratımı çevirmeyi başararak keyifsiz bir ifade takındım.

‘Centilmen falan değilim ben. Eve gidiyorum artık.’

Dememle Haruno tekrar neşe içinde gülmeye başladı. 

‘Tamam tamam.’ 

Kahkahasını dizginleyince ses tonu iyice sakinleşmeye başladı. Amaçsızca oradan oraya hareket eden gözleri, şimdi delici bakışlarla bana yöneltilmişti.

‘Bu kadardan nasıl sarhoş olayım?’

Böyle demesine rağmen, ne kadarla sarhoş olacağını nereden bileyim. Fakat, sesinden farklı olduğunu anlayabiliyordum. Sesi titreklikten ve yoğunluktan uzaktı. Aslına bakarsanız eski, her zamanki Yukinoshita Haruno gibi geliyordu. Normal sesi bu. Avını öldürmeden önce dinleyeni kendinden geçiren tatlı, alımlı bir ses.

Dolayısıyla aynı sondan kaçınmak için, her zamanki savunma duruşuma geçtim. İç çekerek bakışlarından kaçarken, zar zor duyulabilecek bir şekilde sarkastik ve şakacı bir tonda cevap verdim. 

‘...Tüm sarhoşları aynı şeyi söyler.’

‘Ben gerçekten sarhoş değilim...Üstelik, sarhoş olmam belki de imkansızdır.’

Fısıltı gibi çıkan sesi beni büyülemiş gibiydi, kendimi tekrar ona bakarken buldum. O, diğer yandan, uzaklara dalmıştı. Yüzü hafifçe kızarmıştı, gözleriyle buz gibi kaskatı. Dudakları kıvrılmıştı, ama hiç gülüyor gibi bir hali yoktu.

‘Kim ne kadar içerse içsin, her zaman uyanık olan sakin bir yanı olur. Bu sakin yan kişinin o anki halini çok net görebilir. Nasıl gülersem güleyim, coşup eğleneyim, alttan alttan bunun seninle bir  alakası olmaduğını hissedeceksin.’

O an, Haruno kendisiyle alakasız bir şeyi anlatıyormuş gibi geldi, çünkü sesinde garip bir mesafe tınısı vardı. Bariz bir şekilde kendisi hakkında konuşmasına rağmen, o kadar nesnel hissettirdi ki normal konuştuğumuzdaki öznellik nereye kayboldu diye merak ettim. Aninden böyle bilinçli bir tespit duymam hasebiyle, içimde sanki bir yandan doğru bir yandan yalan söylüyormuş izlenimi oluştu. 

Ona suskun suskun baktığımı fark eden Haruno dil çıkarıp geçiştirmeye çalıştı. Bu hareketiyle besbelli önceki dediklerinin sadece şaka olduğunu ima ediyordu.

‘...Ve çok fazla içtiğimde midem bulanıyor ve daha kendimden geçmeden kusmaya başlıyorum.’

‘Sen harbiden sarhoşların yüz karasısın...’

‘Gerçekten yüz karasıyım.’

Yorumuma ayak uydurarak, gülerken eliyle ağzını kapadı. Ardından benden uzaklaşarak tekrar önüme geçti. Tam markete gideceğini düşünüyordum ki birden dönüp bana baktı.

Aramızdaki lafı edilmeyecek mesafede, gülüşü hem acıma hem de şefkat hissi veriyordu. Bu tebessüm, bu güne kadar gördüğüm en müşfik olanı olabilir. 

‘Ama, galiba sen de benim gibisin. Bir tahminde bulunayım...Asla sarhoş olamayacaksın.’

‘Deme öyle. Gelecekte, içme alemlerinde içimden söverek elinden geleni yapan süper şirket kölesi olacağım, diğer türlü süper üst-sınıf tam zamanlı ev kocası olup karımın paralarıyla öğlen içmeye giderdim.’

Alışılagelmiş bir güle güle demek yerine, şamatacı sözlerle ve tatsız bir gülüşle cevap verdim. Böylece yürümeye başladım.

Başımı çevirdiğimde Haruno hala orada kök salmış bir vaziyette dururken gördüm, normalde takındığından daha masum bir ifadeyle beni yolcu etti. Rahat bir üç adımlık mesafede, ağzımdan hiçbir şey ifade etmeyen bir söz çıktı.

‘...Bence, sen hala sarhoşsun.’

Bunun üzerine mutluymuş gibi bir gülümseme gösterdi. Sanki bir an gerçek Yukinoshita Haruno kabuklarından sıyrılmış gibi hissettim. Kesinlikle sarhoş olduğunu düşündüm.

Biraz şaşırmış bir halde cevapladı : ‘Öyle mi dersin...Eh, hadi dediğin gibi olsun, peki.’

Birden oluşan tebessümünü saklamak istermiş gibi ellerini ağzında birleştirdi ve başını masumane salladı.

Ellerini sallayan Haruno’ya sade bir elveda diyerek tekrar önüme döndüm. 

Bu kız, alkol rolüyle tamamen bambaşka bir maskeye bürünmüştü. Aynı zamanda alkolün insanları nasıl istediği gibi konuşmaya yardım eden bir meşrubat olduğuna dair kocaman bir yalan zırvalamıştı.

Hiçbir zaman asıl yüzünü göstermek istemese de, eninde sonunda kasıtlı olarak hatasını açığa çıkardı. Lakin, ben onun asıl yüzünü asla bilemeyeceğim.

Çelişkili tavırlarını ele alırsam veya hayatla başa çıkarkenki ustalığına bakarsam, galiba tam manasıyla bir yetişkin olduğunu söylemek doğru olur. Kendime hakim olamadan söylediğim son sözleri duymamazdan gelebilen Haruno, en azından bu konularda benden çok daha iyiydi. 

Gecenin iyice geç saatlerine gelmiştik, şehir sessiz karanlıkta uykuya dalmıştı. Etrafımdaki ışık kaynakları binalardan gelenler ve taksilerden kuyruk gibi yansıyan veya sönmeyi bekleyen ışıklardı. Taksiler duraktan uzaklaştıkça gürültüleri de sessizlikte kayboluyordu.

Bu sessizlik dolayısıyla kafamın içinde bir cümle kendini tekrar etmeye devam etti.

Asla sarhoş olamayacaksın.

Tahmininin tutacağı içime doğuyor.