20.06.2020
Sonunda, mevsimler değişti ve karlar eridi.
Çevirmen: NatsuJun
Kış soğuğuna alışalı uzun zaman oluyor.
Doğduğum yeri veya sokağı hiç terk etmediğimden bu soğuklarla uzun zamandır
haşır neşirim.Bu yüzden Chiba’da kış olması bende pek fark yaratmadı.
Ne kuru hava, yüzüme batan buz gibi rüzgar; ne de ayaklarımdan sırtıma
sokulan üşüklenme bende kışa dair bir nefret uyandırmadı.Gerçi yine de sinir
bozucuydu.
Birinin alışageldiği şeyler artık doğal olaylarmış gibi algılanır, bu
yüzden toplum genelince kabullenilir de diyebilirsiniz.
Herhalükarda, sıcakmış soğukmuş şuanki hava standartlarını ne kadar aşmış
onunla alakalı bir durum.Başka bir deyişle, buradaki soğuğu başka yerlerde kış
geçirmediysen zaten kıyaslayamazsın.
Yani, eğer sıcaklığın ne olduğunu bilmiyorsan, diğer sıcaklık kaynaklarını
da bilmene imkan yok.Mesela sıcaklık donmuş ellerini ısıtmak için üflediğin
beyaz solukların gibidir veya atkının paltona sıkı sıkıya sarındığındaki
sürtünme sesi gibidir veya bir grup insanın bankta otururken bacaklarının kazara
birbirine değmesi gibi, yahut en basitinden yanındaki insandan sana gelen
sıcaklık gibi.
Gerinirken neden dokunmayla oluşan ısının bu kadar ürkütücü geldiğini
düşündüm.Bu arada yanımda oturanlar Yukinoshita ve Yuigahama.İkisi arasında bir
yumruk mesafesi vardı.
Gecenin bir vakti, denizin yamacında olan bu parkta üçümüz dışında kimse
yok.Biraz zorlarsam Yukinoshita’nın kaldığı yerdeki 2 apartmanı görebiliyorum.
Park, istasyonun önündeki alışveriş merkezine kısa bir yürüyüş mesafesinde
ve anayoldan gidersen hemen apartman dairelerinin olduğu yere
varabilirsin.Denizin yamacında olmasına rağmen, heybetli ağaçların varlığı ve
kumu tutsun diye ekilen ağaçlardan ötürü deniz meltemi o kadar da üşütmüyordu.
Bütün bunlara rağmen, kış havasını bu kadar şiddetli hissetmemizin sebebi
etrafta kimsenin olmaması ve yavaş yavaş biriken kardı.
Hala 14 Şubat’tayız.
İnsanlar bu günü Sevgililer Günü – veya kuru sardalya günü olarak
anıyor.Bugün ayrıca kız kardeşim Komachi’nin bizim okula giriş sınavına
gireceği gündü.
Aynı zamanda akvaryuma beraber gittiğimiz gündü.
Sabahtan beri yağan kar pek de tutmamıştı ama ağaçlarda ve çimenlerdeki
varlıklarını görebiliyorum.Size bir bilgi vereyim, kar gürültüyü soğurabilir.
Bu kadar ince tutmuş bir karın böylesine elle tutulur bir şekilde sesi
azaltabileceğini düşünmememe rağmen, sanki hiçbirimiz ses yapmıyorduk –
sessizce geceyi izlemeye dalmıştık.
Kısa bir süreliğine ay ışığında yağan kar ve sokak lambaları aydınlattı
bizi.Bu sayede bedenlerimiz karanlık geceye rağmen parıldıyordu.Eskiden
lambalardan sadece soluk bir flörosan ışığı yayıldığını hatırladım.Eğer hala
öyle olsaydı, eminim o ışık daha soğuk hissetmemize sebep olurdu.
Karın üstüne yansıyan turuncu renk aksine sıcak bir ortam havası
veriyordu.Buna rağmen, kar en ufak bir dokunmada kaybolup gidecek gibiydi.Bu
sıcak kısa süreli yansıma bana batan güneşte okyanusa düşen göz kamaştıran
karların bir halüsinasyon olmadığını söylüyor.
Kar gerçekten yağmıştı ve bu birlikte geçirdiğimiz gün de bir o kadar
hakikiydi.Kar bunun ispatıydı, ama küçük bir sıcaklık değişimi veya kısa bir
süre sonra hepsi kaybolacak.
Eğer dokunursan, kaybolacak, eğer onunla oynarsan, ufalanıp eriyip
gidecek.Ama hiçbir şey yapılmasa bile, bir gün kaybolup gidecek.
Eğer hava böylece soğuk kalırsa, belki sonsuza dek böyle sürer gider…?
Böyle anlamsız ‘eğerler’ üzerine düşünüp duruyorum.Titreyerek bu serseri
düşünceleri bir kenara bıraktım.Tüm bunların cevabı küçüklüğümde kardanadam
yaptığım zaman verilmişti zaten.
Kafamı salladım ve banktan kalktım.Gözlerimin ucuyla yarı mavi yarı kırmızı
olan otomatı kestim.Tam o tarafa doğru yönelmişken başımı çevirip sordum, ‘Bir
şeyler içmek ister misiniz?’
Sorumu duyunca kısa bir süre birbirlerine baktılar, bir o kadar kısa bir
sürede de başlarını salladılar.Ben de aynı şekilde başımı sallayarak anladığımı
ilettim.
Otomata doğru yürüdüm ve cüzdanım birkaç parça bozukluk çıkardım.Her
zamanki gibi kahveyi seçtim.Sonra iki plastik kap kırmızı çay aldım.Çömelerek
sessizce onları paltomun ceplerine attım.
İçecekleri bir bir çıkarırken elime ulaşan sonuncusu biraz kaynar geldi,
aynı zamanda garip bir serinliği vardı.Eğer biraz daha tutmaya devam etsem,
muhtemelen elim haşlanacaktı.Hızlıca kutuyu bir elimden diğerine atıp dururken
neden bir yandan böyle serin hissettirdiğini düşündüm.
Elim kutunun sıcaklığına alıştığında cevabı bulmuştum.
İnsanın vücudunda hissettiği sıcaklık sayılarla temsil edilebilir.Her
birine bir anlam yüklemesek de onlar sayılardır.Ama, bundan daha da sıcağını
tecrübe etmiştim.İkisi arasındaki sıcaklık farkı sadece sözle değildi.Artık
gerçek bir tecrübem de var.Buna rağmen bunda övgüye değer bir yan göremedim,
çünkü daha yeni fark ettim.
100 yene aldığım bir kahveyle elde ettiğim sıcaklığı kıyasladığımda, o
bacaklarımızın değdiği anlık sıcaklığın çok daha sıcak olduğunu hissettim.
Elimdeki ısıyı umursamadan banka doğru yürümeye devam ettim.Yürürken,
bugünden kalma göğsümdeki sıcaklığı anımsadım.İçimden bir ses bu sıcaklığı,
büyük ihtimalle, bir daha asla hissedemeyeceğimi söylüyordu.Bu yüzden, tam da
bu anda zamanın durmasını istedim, aksine kendimi aynı şekilde ilerlerken
buldum.
Kalkmadan önce oturmakta olduğum yer döndüğümde hala boştu.Artık sıcaklığı
daha iyi anladığımdan oturasım gelmedi.
O halde, olması gereken doğru mesafe ne? Şuana kadar bu soruya bir yanıt
bulabilmiş değilim.Böylece ‘Şu ana kadar iyiyim.Muhtemelen bir adım daha atmama
izin vardır’ diye düşündüm yavaşça onlara doğru yürürken.
Bu sene her şey nasıl bir bir geçtiyse, ben de öyle adım adım onlara
yanaştım, sanki bir adım daha yanaşabilir miymişim gibi sınırlarımı ölçerek,
aynı zamanda sürekli aramızdaki mesafeyi algılayıp hesaba katarak.
Hiçbir şey bilmeden cesur adımlar attım, bir şey farkettiğimdeyse
dikkatlice adımlarımı küçülttüm.Ama hiçbir şey anlamadığımı fark ettiğimde
bacaklarım bir adım dahi atamaz oldular.
Bir adım daha.Yarım adım bile yeterli olabilir.
Ama, tam da bu mesafede, durdum.
Sokak lambaları bankı sanki spot lambasıymış gibi aydınlatıyordu.Gölgeler
sayısız yöne kıvrılmış, mesafe azaldıkça dağılıyordu.Aklım başımda değilmiş
gibi gölgelere daldım, bir yandan da cebimdeki kırmızı çay kutularını usulca
çıkardım.
İkisi de sıkılgan bir moddaydı ama teşekkür etmeyi ihmal etmediler.Çay
içine ellerini uzattılar, ben de parmakuçlarımız dahi değmeyecek şekilde
dikkatlice verdim.Sonrasında ellerimi ceplerime geri soktum.
O an belirgin bir hışırtı sesi geldi.Ceplerimde yumuşak bir şey olduğunu
hissettim ve iyice baktığımda hemen öncesinde aldığım bir paket kurabiyeyi fark
ettim.Kurabiyelerin sayısı ne artmış ne de azalmıştı.Eh, ne kadar ezsem de
artacak hali yoktu zaten.Aynı şekilde, mutluluk da öyle basitçe artacak
değildi.Peter, Chita, yahut Carrousel hep bundan bahsetmişler.
ꕥ 3
Japon yazarın sanırım mahlası, bağlantıları ne hiç bilmiyorum, küçük bir detay
sadece
Tabi bariz bir şekilde artmıyor olmasına rağmen böyle kolayca azalabileceği
gerçeği bana çok vahim geliyor.Ezilmiş veya garip gurup şekillere kırılmış
olabileceğinden endişe ederek hemen cebimden çıkardım kurabiyeleri.Neyseki
etrafını saran pembe örtü bir nevi yastık görevi görmüştü.Ferahlamış bir
şekilde iç çekerek onları cebime geri koymaya niyetlendim ama birden yanımda
birinin soluk verdiğini duydum.
Sesin kaynağına döndüğümde Yukinoshita’nın kurabiyelere baktığını gördüm.
‘Kurabiyeler baya güzelmiş…’
Kurabiyelere bakarken yemek için can atıyormuş gibi konuştu.Ağzından kaçan
bu sözler Yuigahama’yı baya şaşkına çevirmiş gibiydi.Ama hemen bozuntuya
vermeden göğsünü kabartarak cevapladı, ‘Ah, tabi! Kutusu ve masute, onları
bulmak baya zamanımı aldı.’
‘Heh? Masute? Hindistan’da bir çeşit selamlama gibi mi?’
Yukinoshita parmaklarını şakaklarına dayayarak, ‘O selamlalama namasute,
bahsettiği şeyse maskeleme bandı.’
‘Kendin selamlamada bulunmamamana rağmen selamlamalar hakkında bu kadar
gereksiz bilgiye sahip olman şaşırtıcı.’
‘Salak mısın? Doğru bir selamlamayla tüm atmosfer çabucak dostane bir
konuşmaya dönüşebilir.Selamlama kalıplarını bilmek olmazsa olmazlardan.’
Dedikten sonra Yukinoshita yorulmuş göründü ve çarpık bir kahkaha attı.
‘Eh, bahsettiğimiz kişi sen oluyorsan selamlamayı da yapılmış bir muhabbet
olarak görebiliriz.’
‘Ay doğru.Bu yüzden insanlarla selamlaşmaktan kaçıyorum zaten.’
‘Hikki, hiç mi laklak etmekten anlamıyorsun!?’
Yani adım ‘Hikki’ olduğundan elimden bir şey gelmez.Bir insanın ismi
davranışlarına tesir edermiş lafı ne kadar doğru.Aslına bakarsan Yuigahama’nın
bana Hikki demesine çok da alışmıştım…Eskiden olsa böylesine utanç verici bir
şekilde biri bana seslense bakmaya tenezzül bile etmezdim…Hatta belki de
kızarıp başka taraflara bakardım bana gelen bu sesi inkar eder gibi.Tabi tabi,
sanki öyle anılarım varmış gibi.Baya bildiğin ilk andan itibaren böyle
seslenmesini kabul ettim.
Masute, yani maskeleme bandının kısaltılmışı he? Peki, aklıma kazıdım ama
hala ne çeşit bir bant olduğunu ve nasıl kullanıldığını bilmiyorum.Aslına
bakarsan, Sayın Yukinoshita, bakıyorum da gençliğin terminolojisiyle aranız
baya iyi.Çok şaşırtıcı.Böyle düşünerek bakışlarımı ona doğru kaydırdım.
Sanki ne düşündüğümü anlamışçasına, gülümsedi kibar bir şekilde.
‘Maskeleme bandı.Tek kullanım amacı bir şeylerin ağzını sıkı sıkı kapatmak
içindir.Ama son zamanlarda dekorasyon ve moda alanlarında da kullanılmaya
başlandı.’
‘Evvet! Hem de çok tatlı çeşitleri var, artık iyice yaygınlaştı! Genelde
paketleme ve not defterlerini kaplamada kullanılıyor.’
Bir yandan Yuigahama’nın açıklamasını dinlerken diğer yandan pakete bir göz
attım.Anladım, görüntüsü gerçekten de fiyakalı.
Paket tam olarak yeterli miktarda altın rengi bir bağla
bağlanmıştı.Paketteki ufak köpek patisi baskıları da paketi hayli şirin
göstermişti.Tüm bunlarla birlikte güzel bir dizaynı vardı.
Pakete bakmaya devam ettim.Tedirgin görünen Yuigahama da zırt pırt ordan
oraya hareket etmeye başladı gözleriyle bizi keserek.
‘Eh, zevk konusundaa…Pek özgüvenim olmasa da elimden geleni yaptım.’
Diyerek bana keskin bir bakış attı.Gözlerinde bu konuyu şakaya almadığına
dair ciddi bir ifade vardı.Nazikçe kurabiye paketini okşadım.
Kinayeden mümkün mertebe kaçınarak cevapladım, ‘…Evet, eminim öyle
olduğuna.’
Bu onun çabalarıyla hazırlayabildiği en güzel şeydi.Şuan tatmamış olduğum
için bilmemekle birlikte, bu, elinden geleni yapıp sınırlarını zorlayarak
hazırladığı bir şey, yemekte pek iyi olmamasına rağmen.Bu yüzden gerçekten
yaparken kalbinden ve ruhundan bir parça akıttığının farkındayım.Dolayısıyla,
mümkün mertebe hiç kandırıkçılığa güzellemeye başvurmadan, dürüstçe içimden
geçenleri söyleyeceğim.Ama içimden bir ses diyeceklerimi önceden bildiğini
söylüyor.
‘Değil mi Hikki? Öncesinde de söylemiştin hani? ‘Elinden geleni yaptığın
sürece’ gibisinden bir şeyler.’
Yuigahama göğsünü kabartıp güldü.Bunu yaparken bir yandan da muzaffer bir
şekilde parmağını sallıyordu.
‘…O dediğimi hala hatırlıyor musun?’
Şaşırdım doğrusu.Şaşırtıcı bir şekilde iyi bir hafızası var.Eh tabiki ben
de hatırlıyordum.O zaman söylediğim bir yalan değildi.Kalben de öyle
hissediyordum.Ama başkasının geçmişte bu dediğimi demesi nedense biraz
utandırdı.Ben herhalde geçmişte söylediklerini hatırlayınca ölmek isteyen
insanlardanım.
Fakat, utanan bir ben değilmişim oysaki.
‘Şey, o…hatırlıyorum demekten ziyade, unutabileceğimi zannetmiyorum.Hatta
ilkin baya sarsılmıştım sözlerinle ve öylece…’
Bir mahcup kahkaha daha atarak bedenini hafiften tedirgincesine ileri geri
hareket ettirdi.Hey, böyle yapmaya devam edersen beni de tedirgin edeceksin!
Ben de kahkahasına eşlik ettim.Gözlerimiz kesiştiğinde Yuigahama hızla
bakışlarını kaçırdı.
‘Eh, Hikki her zaman böyle şeyler söylediğinden artık alıştım.’
Ardından Yukinoshita şaka yapıyormuş gibi gülerek ekledi, ‘Evet, cidden
insanların beklentilerinin aksini çıkarmakta üstüne yok.’
Yuigahama, Yukinoshita’nın sözüne katıldığını ispatlamak istercesine hızlı
hızlı başını salladı.
‘Evet evet.’
Meh, en azından bu düşüncelerini kendilerine saklamalarını isterdim.Böyle
düşünürken kısa bir süre Yukinoshita’ya baktım, katılmadığımı belli edercesine.
‘O hususta, bence bir öyle olan ben değilim.Siz de aynı değil misiniz,
Nanameshita-san?’
ꕥ Yukino’nun adına ithafen kelime oyunu.
‘Bu şüpheli hitap tarzı ne böyle?’
Nanameshita-san’ın kaşları bana yan bakarken seğirdi.Bunun
aksine yanımdaki Yuigahama’nın kaşları düştü ve merakla ağzını açtı.
‘Ehm…Hayvan terapisi gibi mi…?’
‘Evet evet, öyle bir şey.Gerçi beklentilerin altında mı üstünde mi
bilemedim.’
Kafası biraz karışmış gibi yanağını kaşıyan Yuigahama’ya doğru onaylayarak
salladım başımı.O zamanlar ilişkimiz pek iyi değildi, o yüzden bir şey
diyememiştim.Ama şimdi bakınca sanki ‘Ne dedin ney…?’ diyebilirmişim
gibi geliyor.Belki Yuigahama da böyle düşünüyordur, çünkü o da bir şey düşünüyormuş
gibi başını sallıyordu.
‘Hmm…Acaba.O çok zeki diye düşünmüştüm ama…’
Oooo, galiba bir paradoks anındayız.Cümleyi ‘ama’ ile bitirirsen devamında
gelenler sadece paçayı kurtarmak için söylenir.Halbuki muhtemelen Yukino’nun
kediyle oynamak istediğini söylemişti.
Ama ona bunu söylememek de bir çeşit nezakettir.Sonuçta çok derine
deşersek, bizi çabucak aksini ispatlayacak gerekçelerle boğacaktı.Sessizce
düşüncemelerimi kalbime gömüyorum.
Fakat, sanırım Yuigahama kalbinde tutamadı.Gerçi göğsü de cidden pek içinde
tutabilecekmiş gibi değil!
‘Ama yine de; Yukinon da bazen içgüdüsel davranabiliyor!’
Yuigahama sözlerini zayıf bir şekilde dile getirdi.Belki de devamını
getirmeyi planlıyordu ama Yukinoshita’nın içler ürperten bakışlarıyla karşı
karşıyaydı.
‘Kendini anlatmadın mı?’
‘A-a ne münasebet! Kart oynarken kafamı kullandım bir kere…’
Yuigahama geçmişi irdelerken duraksamanın ortasında aksini ispat etme
çabalarına başladı.Sözleri bir kez daha o karanlık günlerde oyun oynadığımız
vakitle alakalı hatıraları canlandırdı.
‘Bence sadece şanslıydın…’
‘N-ne önemi var ki? Şans da birinin hakiki yeteneklerinin
göstergesidir.Ayrıca o gün benim doğum günümdü, yani şansımın yaver gitmesi
gayet doğal.O gün güzel şeyler olmuştum ve gayet mutluydum.’
Birden gaza gelip konuşmaya başlayan Yuigahama devamında başını öne eğip
sesini hafifçe alçalttı.Lütfen yarısında utanıp böyle olacağın şeyler söyleme.O
zamanki hediyeyi düşününce, birden utancımdan ölmek istedim.Bilmeden ben de
başımı eğmiştim.
Birdenbire Yukinoshita kendi kendine mırıldanmaya başladı.
‘Demek doğum günün olduğu için şanslıydın…’
‘Ne fark eder?! Kazandım mı, gerisi boş.’
Yukinoshita başını büküp fikrini dile getirdi.Diğer yandan Yuigahama
nedense gücenmiş ve mutsuz göründü.İkisine bakınca beni bir gülme tuttu.
Tıpkı Yuigahama’nın dediği gibi, yaparken ne olduğu önemsiz, sonuç olarak
Yuigahama kazandı.Kazanmış olması yeterli.
Ondaki bu pozitiflik zaten beni kurtaran şey.Yukinoshita için de
öyle.Yukinoshita da bunun farkındaydı, o yüzden gülümsedi.Ardından omuzlarına
uzanan saçlarını silkip halinden memnun bir ifadeyle başını salladı.
‘Eh…kazanmak güzel bir şey sonuçta.’
‘Yine başlıyoruz, şu senin kaybetmekten nefret ederim tavrın.’
Düşünmeden, çarpık bir gülümsemeyle ağzımdan kaçırdım bu sözleri.Ve der demez
gözlerini kocaman açmış Yukinoshita’nın bakışlarına maruz kaldım.
‘Sen galiba kaybetmekten zevk alıyorsun.’
‘Pek değil…Kazanmak için her seferinde elimden geleni yaparım.’
Böyle dememe rağmen ikisi pek kulak veriyormuş gibi gözükmüyordu.Öyle ki
Yuigahama, Yukinoshita’ya bu konuda katılırmış gibi iç çekti.
‘Tıpkı tenis ve judoda yaptığın gibi…’
‘İyi hatırlattın, bence orda boşa çabaladın.’
Yukinoshita birden yorulmuş gibi oldu, yahut o kadar söyleyecek bir şey
bulamadı ki iç geçirmekle yetindi.Bu kadar hafife alınmam mutsuz hissetmeme
sebep oldu.Bu yüzden onları düzeltmek için çabaladım.
‘Öyle bir şey olmadı.Kemiklerim kırılmadı, sadece judo yaparken belim
ağrıdı hepsi bu.’
ꕥ Hachiman burada yanlış anlamış, boşa
çabalamayı kemiklerin kırılması olarak algılamış.Kanjiler benzermiş.
Cevabımı duyunca Yukinoshita birden sinirlendi.
‘Sadece bir ifade tarzıydı.Ne demek belini ağrıttın? Her neyse doktora
göründün mü? Bel ağrılarının uzun dönem etkileri olabiliyor.Geleceğin açısından
olumsuz etkileri olabilir.’
‘Bu insanı hayrete düşüren ilgilenme de nereden çıktı? B-ben de endişe
etmeye başladım.’
Birden belimi sormaya başlayan Yukinoshita’ya bakınca Yuigahama şaştı
kaldı, öyle ki umursadığını belli etmek için laf arasına girdi.Böyle
ilgilenmenize inanın çok minnettarım ama keşke bu düşüncenizi hakikaten
sakatlandığımda dile getirseniz…Neyse, bana ilgi alaka gösterdiklerine göre
onlara durum hakkında bilgi vermek boynumun borcu sanırım.
‘Gittim gittim, gerçi sadece kemik hastalıklarına bakan bir klinikti ama beden
eğitimi dersinden yırtmak için geçerli resmi bir belge almayı başardım.’
Halimden memnun tavrıma bakınca Yuigahama gönülsüz bir şekilde: ‘ N’aptın?!
Ben de ne diye senin için endişeleniyorsam!’
Yo, o ara pek de endişelenmediğine eminim…Herhalde sitemkar
bakışlarımı fark edip hızlıca ‘Ama böyle herkesin katıldığı aptalca aktiviteler
eğlenceli oluyordu.’ diye ekleme gereği hissetti.
‘…Gerçekten mi?’
Aptalca kısmına katılırım ama işin içine herkes dahil olunca eğlenceli olma
kısmına biraz takıldım.Yuigahama göğsünü gererek cevapladı: ’Evet, Yumiko,
Hina, Hayato-kun, Sai-chan ve Komachi-chan’la…Hepsiyle birlikte oynamak
eğlenceliydi.Yaz tatilindeki o zaman gibi.’
Yuigahama birden uzaklara dalmıştı.Yukinoshita bu sözlerine katılıp başıyla
onadı.
‘Rinkan Okulu, değil mi? Eğlenceli olup olmaması bir yana, her şey cidden
çok neşeliydi…O kızı unutmadın değil mi?’
Chiba köyüne kim gitti kim gitmedi bir kafa hesabı yaptım ve hatırlamaya
başladım.
‘Hiratsuka-sensei de vardı…Eh kendisi öğretmendi gerçi, o yüzden hep
birlikte oynuyorduk demek pek doğru gelmiyor.’
‘…Ama bence o da eğlendi.’
Şuan kaş çatan Yukinoshita’nın duygularını anlamıyor değildim.Ah, doğru,
Hiratsuka-sensei hep halinden mutlu göründü…Tobe de oradaydı.Boşver gitsin
onu.Tobe sonuçta.Tobe, ricanı hala dün gibi hatırlıyorum, o yüzden huzur içinde
yatabilirsin.Tobe muhtemelen yaptığım onca garip şeyi Hayama’dan
duymuştur.Bunları hatırlayan bir ben olsam ne de güzel olurdu.
O yaz tatilinde, ardında derin izler bırakan bir sürü şey oldu.O burukluk
katmanlar gibi birikti, kalbimin derinliklerine saklandı.Tsurumi Rumi denen
şahsı görmezden gelemiyordum, çünkü tıpkı tanıdığım birine benziyordu.Herkes kavramı
çok belirsiz olmasına rağmen, bu herkesle uyum içinde olmak
için muazzam bir baskı vardı.Onu neredeyse yıkan da bu baskıydı veya belki bana
baskı yapılmaması gerekiyormuş gibi geldi.
Onun sonucu iyi olarak nitelenemezdi.
Fakat tüm her şeyin yapmacık olduğunu bilmesine rağmen dayandı ve ben hala
en ufak bir umut kırıntısına tutunarak ona bir nevi iyilik temenni ediyorum.Bu
da sadece kendim hatırlamayayım dediğim başka bir şey.
Ama, biri olayla ilgili ne düşünürse düşünsün, anılar aynı anı tecrübe eden
insanlar arasında paylaşılır.Dolayısıyla, muhtemelen o da sadece kendisinin
hatırlayacağını umduğu şeylerden konuşmuştur.
Başını göğe kaldırarak ‘Havaifişekleri izlemek eğlenceliydi.’ dedi
Yuigahama.
Ona bakınca, istemsizce başımı kaldırdım.Gökyüzünde devasa altın
parıltılarından yağmur izlenimi, halkaları yoktu, kopkoyu karanlığın hüküm
sürdüğü bir gece.
‘Havaifişekler heh?’
‘Hatırlıyor musun?’
‘Eh, hiçbir şey yapmamış olsam dahi o günü hatırlıyorum.’
Yuigahama’nın sesi biraz alaycı çıkmıştı.Bu yüzden omuzlarımı silkip
cevaplarken kendimi alçaltır bir tavır takındım.
Tüm bu yaşadıklarımızdan sonra paylaştığımız anıların değerini
bildik.Ardından da kısa kahkahalar geldi yerini sığ soluk seslerine
bıraktı.Soluklarımız yavaşça kayboldu, ta ki her şey sessizliğe gömülene dek.
Yukinoshita, sessizliği bozmak istermişçesine derince nefes aldı.
‘O yaz tatili 40 gün sürdü, aklımda kalansa sadece geçirdiğimiz birkaç
gün…’
‘Bu muhtemelen her yaz tatili için aynı.Sen daha anlamadan bitip
gidiyor…Düşündüm de sonrasında baya meşgul insanlar olduk.’
‘Sonrasında gelen yarıyılda bir sürü şey oldu.’
‘Ah…Bence bu komite başkanının suçu…’
Birdenbire, o kişi hakkında düşünmeye başladım ve ses
tonum gittikçe tatsızlaşmaya başladı.
Yuigahama tedirgin görünerek dudağını ısırdı.
‘Hmm…yorum yok.’
Ah, Yuigahama-san, ne kadar naziksiniz! Normalde şuanda tam da enerjik bir
şekilde yerinden sıçrayıp idama mahkum edecek bir hakime ihtiyacımız vardı!
Böyle düşünürken Yukinoshita’nın omuz silktiğini fark ettim.Galiba Yukinoshita
da bu konu hakkında fikrini söylemek istiyor.Güzel! Yukinoshita-san öyle nazik
bir insan olmayacak!
‘Bir tek Sagami’nin suçu değildi.’
‘Ah, kızın adı, öncesinde söylemiştin…’
‘…Sen hiç konuşma, kızın adını anacağından bile şüpheliyim.’
Yukinoshita parmaklarını şakağına götürdü ve somurtarak bana baktı.Başımı
sadece ‘aynen, aynen’ gibisinden sallayabildim, biliyorum, suç bende.
Devam etmeden önce hafifçe öksürdü, ‘ O zamanlar, öyle olmasının çeşitli
sebepleri vardı.’
Olayları söyleme tarzı bir yandan çok özet, diğer yandan da çok genel
geldi.Gerçi başka nasıl ifade edebilirdi ki? Buna rağmen demek istediğini
anlayabiliyorduk.
Ana problemler birilerinin kendi ideallerini düşüncesizce başkalarına
dayatması, inatlaşma, başkalarına güvenmeme ve verilen kararlar üzerine
düşünmeyi istememe…
Buna rağmen, tüm bunların üzerinden tekrar tekrar geçerken ve birbirimiz
hakkında biraz daha fazla şeyler öğrendikçe, artık birkaç yeni cevaba
ulaştığımızı hissediyorum.
Bu cevaplar muhtemelen her birimiz için biraz değişiktir ama sonuç olarak
aynı şeyi ifade ediyor.
‘Her neyse, programımız çok sıkış tıkıştı.’
Yuigahama ve ben başımızla onadık.
‘Haklısın.Okul gezisi kamptan hemen sonraya denk geldi.’
‘Gezide de bir hayli meşguldük zaten.’
Meseleyi daha fazla irdelemedim.Ama Yuigahama ve Yukinoshita irdeledi.
‘Hiç böyle bir yerlere gidip de boş zamanımızda sakin bir kafayla manzarayı
seyre gideceğimizi düşünmezdim.Galiba sadece Kiyomizudera’ya mı ne gitmiştik?
Sonra kuş yuvalarıyla dolu bir yer vardı, belki orası? Öyle pek yöresel
tatlardan yemeye de gitmedik…Ama film köyüne(Toei Uzumasa Eigamura) yaptığımız
gezi cidden çok eğlenceliydi! Korku evi de öyle!’
‘…Aslına bakarsan korku evinin gidebileceğimiz en sıkıcı yer olduğunu
düşünmüştüm.’
Yuigahama’nın coşkusunun aksine Yukinoshita’nın kılı kıpırdamıyordu.Farklı
sınıflarda olduğumuzdan farklı programlarımız olmasına rağmen, birlikte olsaydık
da Yukinoshita’nın korku evine gideceğini düşünmezdim.Dürüst olmak gerekirse,
böyle şeyleri kaldırabileceğini hiç sanmıyordum! Yo yo , ben hiç mi hiç
kaldıramam, anladın mı?
‘Bence gezilip görülebilecek yerlerin hepsine az çok gittik.Ryuanji,
Fushimi Inari, Toufukuji, Kitano Tenmangu ve diğerleri…Gittiğim başka yerler de
vardı.Yemek olarak o zaman kaldığımız handa tofu ve udon sukiyaki yahnisi
yedik.Üstelik devamlı gitmek istediğim o kafeye de gidebildim.’
Yukinoshita baya mutlu görünüyordu…Ah ah.Demek düşündüğüm gibiymiş, o sabah
gittiğin kafe tamamen kendi tercihlerinden ötürüydü.Eh, dükkanın görünümü gayet
tarzdı ve yemekleri de güzeldi, dolayısıyla herhangi bir şikayetim yok…
Yukinoshita geçmişi anımsarken bir şey aklına gelmiş olacak ki hemen ekledi
: ‘Rameni unutmamak lazım…’
‘Ramen?’
Yuigahama kafası karışmış bir şekilde başını eğdi.Yukinoshita hemen
konuşmasını kesti ben de çabucak lafı başka yere çekmeye çalıştım.
‘Ah, Kyoto’da bir sürü meşhur dükkan var.Kitashirakawa ve Ichijiyoji gibi
yerler aşırı popüler.Daha fazla boş zamanım olsaydı oraları da gezip görmek
isterdim.Takayasu ve Tentenyu’dan bahsetmeme gerek bile yoktur herhalde…’
‘Heh? Ney?’
‘Ah, yok bir şey.Bunlar sadece gitmek istediğim ramen dükkanlarının
isimleri, boşver gitsin.’
‘Ha-a, tamam…’
Ohh, sonunda Yuigahama’nın şüphelerini ekarte ettiğime göre önceki
muhabbeti devam ettirmeye karar verdim.
‘Eh, sonrasında baya sıkıntıya girmiştik.Sagami meselesinden kendimizi azad
etmemizden hemen sonra Isshiki’nin meseleleriyle uğraşmak zorunda kaldık.’
‘Ahaha…Öğrenci kurulu seçimleri cidden apayrı bir şeydi.’
Yuigahama tiz bir kahkaha attı ve Yukinoshita’nın omuzları biraz düştü.Bunu
görünce abartılı bir soluk verdim.
‘Seçimlerden sonra o noel olayı oldu.Cidden o günler mantıklı,
büyülü ve nutuk dolu berbat günlerdi…’
Yukinoshita kıkırdayarak hırçın bir tarizde bulundu, ‘ O kişinin neden
bahsettiğini anlamak gerçekten zordu…Gerçi az önce senin neden bahsettiğini
kavramak da bir o kadar güçtü.’
Az önce kambur duran sırtı artık dik duruyordu.Yuigahama onu hafifçe
dürttü.
‘Olsun, Disneyland’a bedavadan gittik ve orada bir sürü eğlendik! Hatta bir
sürü Pan-san malzemesi aldık!’
‘…Ehm, sanırım haklısınız.O kadar da kötü geçmemişti.’
Yuigahama bir gülücük attı ve Yukinoshita’ya doğru baktı.Yukinoshita gözlerini
kaçırdı.İkisini böyle görmek insanın içini ısıtıyor doğrusu.
Hakikaten, o kadar da kötü değildi.
O günlerde yaptıklarımızın bir anlamı olduğunu düşünüyordum.Isshiki’ye
sahip çıkıp ona yardım etmek için elimizden geleni yapmış mıydık? Belki hayır.Tsurumi
Rumi’nin doğru yere varmasına yardımcı olmuş muyduk? Bilmem. Hatta o sözleri
neden söylediği hakkında hiçbir fikrim olmadığına dile getirmeme bile gerek
yoktur herhalde.
Ama, en azından tüm bunlar boşa değildi.
Tüm bu düşünceler sayesinde bu yılı huzur içerisinde geçirmiştik.Galiba
sadece ben değil, önümdeki ikili de bu sıcaklığı kucaklıyordu.
Muhtemelen Yuigahama’nın geçen seneki anılarından böyle rahatça
konuşabilmesi sayesinde olmuştu bu.
‘Hep, her şeyin hıphızlı geçip gittiğini düşündüm.Acaba geçen seneye bir
sürü şey sığdırdığımızdan mı…?’
‘Yeni Yıl sonrasında da çok meşgul olduğumuzu düşündüm ben
aslında…Özellikle o zamanlar Komachi’nin giriş sınavlarına ciddi olarak
hazırlanmasına denk geldiği için.’
Yeni dönemin başlamasıyla tüm söylentiler ve diğer olan bitenler yüzünden
iyice meşgul olduk.Kafamızı dinlediğimiz tek vakit o Yeni Yıl’daki kısa
aralıktı.Dolayısıyla benim hatırlayabildiğim tek kısım Yeni Yıl’ın
başlangıcı.Ne zaman bunu düşünsem, birden Komachi’nin sınav akıbetine endişe
edip duruyorum.
Sınav sonucuyla alakalı endişelerim yüzüme öylesine tesir etmiş olacak ki
Yukinoshita merhamet edip birkaç cesaret sözünde bulundu.
‘Yeni Yıl’ın başında yaptığımız tapınak ziyareti umarım ona bol şans
getirmiştir.’
‘He? Ah doğru.Umarım öyle olmuştur…’
Sohbetin atmosferini değiştirmeye karar verip ekledim: ‘Eh, endişe edip
dursam da ona bir faydam olmaz zaten.’
Yuigahama bu sözüm üzerine başını salladı ve ‘Evet.Peki bu nasıl olur? Tüm
bunlar bittiğinde Komachi’nin sıkı çalışmasını kutlayalım.’
‘Ah tabiki.Sınavları geçmesini kutlamak için kocaman bir parti düzenleyip
kutlayalım.’
‘…Tamam.’
‘Yaşasın!’
Tüm konuştuklarımız Komachi’nin gerçekten geçmesine bağlı ama ikisi de
bundan bahsetmedi bile.Güleç bir şekilde durmaya devam ettiler.Dediklerine gerçekten
minnettarım, bu yüzden ben de gülümsedim.
Sonrasında Yuigahama birden ciddileşti.
‘Ama, yakında sıra bize gelecek he?’
‘Evet.Gelecek sene bu vakitlerde üniversite giriş sınavına giriyor
olacağız.Ve sonrasında…’
Bir yandan gezinirken, Yukinoshita’nın gözleri yavaşça yeri süzmeye
başladı.Demese bile o dile getirmeden kastettiğini anlamıştık.
Sınavlardan sonra, mezuniyet olacak.
‘Bu sene bir hayli hızlı geçti…’
Dediğimde tüm bu hakikat beni beklediğimden daha çok sarstı.Koca bir
sene.Bu sürecin uzunluğu az evvel konuşurken bahsettiğimiz olayların
toplamından fazlası değildi.Sanırım ikisi de bunun farkındalar.
‘Bu sene hayatımda şuana dek yaşadığım en hızlı yıldı.’
Yukinoshita derin bir iç geçirdi ve Yuigahama vakit kaybetmeden cevapladı.
‘Ben de öyle düşünüyorum! Nasıl desem? Bilirsiniz işte büyükler hep ne der?
İnsan yaşlandıkça zaman daha kısalırmış gibisinden.’
‘Ah, demek bu yüzdenmiş, tabi biz de devamlı meşgul olunca…Ricalar bir bir
gelmeye devam etti, ama bence tüm bunların suçlusu Hiratsuka-sensei.’
‘Öyle deyince sanki Hiratsuka-sensei Yeni Yıl Canavarı’ymış gibi
konuşuyorsun.’
Yukinoshita tiz bir kahkaha attı, üstüne Yuigahama ve ben benzer ifadeler
takındık.
Cidden her şey bu kişinin dediklerinden ötürü gerçekleşmişti.
Yaşananlar çok büyük şeyler değildi.Belki sadece o an için bize kakalamak
istediği şeylerdi.
Ve şimdi, tüm bunlar bir sona doğru yol alıyordu.
Nihayetinde, hiç kesin sonuçlara ulaşamıyordum, sadece birkaç belirsiz
olan.Yine de bu belirsizlikten kurtulmak istiyorum; hata yapma pahasına bile
olsa, yahut karşılığında bir şeyler kaybedecek olsam da kendi cevabımı bulmaya
karar verdim, bizim cevabımızı.
Geçmişten bahsetmeye devam edersek sonu gelmez; geçen seneyle alakalı
benden istediğin kadar şey sayabilirim.Eminim neşeli ve mutlu olurlardı,
devamlı kahkaha atacağımız şeyler.
Eğer birinin bir şeye ihtiyacı varsa söylersin, yoksa gizlersin.
Ama kişi gerçekten demek istediğini diyene kadar rahat rahat nefes alıp
veremez.
Amaçsızca veya bilerek bunları söylememek, kişinin tüm bunları umursadığının
kanıtıdır.Böyle düşününce, üçümüzün de bunun çok iyi farkında olduğunu
sanmıyorum.
Böylece sohbetimiz sekteye uğradı.
Birlikte geçirdiğimiz zaman aşağı yukarı bir seneydi.Bu bir senede bir sürü
anımız oldu.Hatırlasak da unutsak da, hatta unutmuşuz gibi yapsak da fark
etmez.
Geçmişle alakalı tüm bu konuşma bir gün bitecek.
Geçmişten başlayıp günümüze varana kadar konuşmayı sürdürsek bile,
konuşmanın durması kaçınılmaz.Dolayısıyla devamında gelmesi gereken kısım,
gelecek.
Belki de hepimiz bunu bildiğimizden oflayıp pofladık, ama kimse konuşmadı.
Gelecek görülemeyen, bilinmeyen, anlaşılmayan ve karşı gelinemeyen bir
şeydir.Öngörmek için, bilmek için bir yol yok.Bu kadar kavranılamaz bir gerçek
olmasına rağmen, bir girdin mi geri dönüşü yoktur.
Bu sessizlik anında atkının elbiselere sürtünme sesi geldi.
‘Kar durmuş gibi.’
Yuigahama lafı ortaya atarak başını sisli geceye bakmak üzere kaldırdı.
Yukinoshita bir cevap vermedi, sadece ayışığının sisli, bulutlu geceyi
yarıp göründüğü gibi bir gülümsemede bulundu.Başıyla onadıktan sonra göğü
izlemek üzere başını kaldırdı.
Galiba o da ayı izliyordu.Şuana kadar hep böyle oldu.Aynı yerde, aynı
şeylere bakarak vakit geçirdik.
Fakat vereceğimiz cevapların aynı olmayacağından korkuyorum.Sonuçta
kesinlikle değişmeyeceğini düşündüğümüz cevaplarımız bunlar.
Dolayısıyla söylemek istemiyormuşçasına havadan, tadına bayıldığımız
kahveden veya herhangi bir anımızdan konuşmaya devam ettik.
‘Doğduğum gün kar yağıyormuş.Bu yüzden adımı Yukino koymuşlar…ne kadar
sıradan değil mi?’
Bu sükut anında Yukinoshita birden adından bahsetti.Kendiyle dalga geçer
gibi konuştuğunu görünce Yuigahama nazik bir edayla ‘…Ama çok güzel, harika bir
adın var.’ dedi.
Yuigahama’nın yorumunun tasdik edilmesini beklemediğini bilmeme rağmen
spontan bir şekilde başımla onayladım.
‘…Güzel bir isim.’
Cevabımı duyunca Yuigahama şaşkın şaşkın bakındı.Yukinoshita da
şaşkınlıktan gözlerini kocaman açmıştı.Niye böyle bir tepki verdiniz ki? İşiniz
gücünüz utanmamı sağlamak.Bu yüzden bakışlarımı kaçırdım.
Kahvemi ağzıma götürdüm ve ortamdaki tuhaf atmosferi örtbas etmek
istercesine ufak bir yudum aldım.
Gerçekten güzel bir ad olduğunu düşünmüştüm, dolayısıyla şimdi gidip az
önce dediğimi inkar etmek saçma olur.Yapacak da bir şeyim olmadığından böyle
yaptım.
Yukino adı ona çok yakışıyor.
Güzel ve fani, üstelik yalnızlığı andıran bir tınısı var.
Normale kafa tutan tek şey onun adını bir çeşit soğukluk ve buz gibi
atıflarında bulunarak anmamamdı.
‘…Teşekkür ederim.’
Tatlı teşekkür sözünü duyunca gözlerimi Yukinoshita’ya çevirdim ve başını
öne eğdiğini fark ettim.Ellerini sıkıca eteğinin üzerinde
birleştirmişti.Yumuşacık siyah saçları sanki yüzünü örten bir perdeydi.Ama
saçlarından kalan ufak aralıktan kızardığını görebiliyorsunuz.Sanırım Yuigahama
da bunun farkına vardı.Dudakları kıvrıldı ve hafifçe gülümsedi.
Muhtemelen güldüğünü duydu çünkü duruşunu düzeltmeden başını kaldırdı ve
öksürdü.
‘Adımı annem koymuş.Gerçi bunu ablamdan duydum…’
Sesi ilkin sakin geldi ama sanki konuşmasının sonuna doğru sesi de yavaşça
gecenin sessizliğine karıştı.Başını kaldırıp bir kez daha indirdiğinde çarpık
bir gülümseme attı.
O an Yuigahama ve ben ne diyeceğimizi bilemedik.
Acaba aklımıza gelen herhangi bir şeyle konuşmasına katılsak mı? Mesela,
‘Adım Hachiman çok daha kolaya kaçarak konmuş.Anne babam herhalde Komachi’nin
adını koyabilmek için uzun uzun düşünmüşler, uğraşmışlar ama benimkine hemen
karar vermişler.’ Belki böylesine gelişigüzel bir şey?
Belki de konuşmayı Yuigahama’ya bırakmalıyım.Muhtemelen benden iyidir bu
konuda, değil mi?
Ama ikimiz de sessizliği seçtik.
Nefes alış verişlerimizi bir nevi cevap olarak kullandık.
Yukinoshita’nın annesi ve ablası Haruno-san…
Aralarındaki ilişki hakkında pek bir fikrimiz yok.Gerçi Yuigahama’nın
ailevi ilişkilerini de bilmiyorum.Hatta zerre fikrim yok.Üstelik diğer ikisinin
de ailem hakkında pek bir şey bildiğini sanmıyorum.
Bilmediğim asıl şey çok daha temel.
Yukino’yu veya ikisini anlamamıştım.Anlamadığım için doğru düzgün cevap
veremedim.
Mesele sadece benim düpedüz bir şey bilmemem olsa bir şekilde yırtardım.
Biri diğeri hakkında tanımadığı için tuhaf bir laf etmiş olsa sorun
olmaz.Birbirlerini tam olarak tanımadıkları için birkaç yanlış anlaşılmanın
olması doğaldır ve tam tanımadıkları için böyle şeyleri kafaya
takmazsın.Sıkıntılı bir duruma düşülse bile o kişinin durumu bilmediğini
düşünmek yeterli bir gerekçe olur.Sonuçta bilmiyoruz.
Ama aramızdaki anlayış artık bunları yok sayamayacağımız bir seviyeye
ulaştı.Artık bilmezlikten gelemeyiz.Şu noktada bir şeyleri görmezlikten geliyormuş
gibi yapmak tam bir arsızlık olurdu.
Sonuç olarak hala üçümüz arasındaki bu ilişkiye doğru yaklaşım şeklinden
bihaberim.Görünüşte tek yaptığım onlarla şakalaşmak, görüşler hakkında onayımı
vermek, kendi hikayelerimizden bahsetmek ve çok da kendinden emin olmayan
tavsiyelerde bulunmak.Aşağı yukarı bunların hepsini yapıyorum.Sanırım olması
gerekenler bu yönde.Başka kim olsa bunları sonuna kadar yapardı.
Ama bugün buradaysak, tüm bunları artık kabullenmediğimiz içindi.
Farkında olmadan ellerimde tuttuğum kahve kutusunu iyice sıkmışım.Metalik
kutu sırf bu güçle ezilecek değil tabi.Dolayısıyla parmaklarım titremeye ve
içindeki sıvının sesi duyulmaya başladı.
Bu sesin bile duyulması ortamın ne kadar sükunet içinde olduğunun
göstergesi.
Usulca kutuyu yukarı kaldırdım ve içinde ne kadar kaldığını anlamak için
hafifçe salldım.Kararımı verdim.Bitirdikten sonra konuşacağım.
Karar verdiğim bir şeyse, yaparım.Her zaman böyle olmuştur.Belki
sürüklenebilirim, tükenebilirim veya ordan oraya çekiştirilebilirim, nihayetinde
son hükmü veren ben olmalıyım.
Kişiliğim bu şekilde.Kesin karar duygusuna sahip olmak övgüye değer bir
özellike değil.Aksine mizacımın bir diğer yanı gibi.Sadece kendine sahipsin,
dolayısıyla her şeyi kendin yapmalısın.Yalnız olmanın kaidelerindendir bu.Bana
on parmağında on marifet diyebilrsiniz ama her şeyi de bir başıma
yapamam.Aslına bakarsanız hayatta iyi olmadığım pek çok şey var.Eğer gerçekten
iyi olduğum bir şey duymak istiyorsanız, bu muhtemelen bir şeyden vazgeçmekte
kendimi kandırma yeteneğim olurdu.
Fakat, gün kendini kandırma günü değil.
Artık kendime karşı dürüst olmam gerek.
Açıkçası, iş geleceği düşünmeye gelince hep kaçındığımı hissediyorum.
Kaçınmak tam olarak doğru bir tabir değil.Ama seçebildiğim en yakın sözcük
buydu.
Belki sakınma da denebilir.
Ama asla kaçmak değildi.
Şuan bile biraz kızgınım.
Sonuçta bir çeşit çözüm, sonuç, cevap beklemiyordum.Sadece bir şeylerin yok
olmasını ümit ediyordum.Sadece tüm bu zor sorunların sırra kadem basmasını
istiyordum.
Korkarımki muhtemelen üçümüz de bilmeden aynı şeyleri diliyorduk.Belki
işime geldiği için böyle düşünüyordumdur.Onların hisleri hakkında böyle bir
varsayımda bulunmam her ne kadar küstahça olsa da gerçekten pek de ırak
sayılmam.
Sonuçta birlikte geçirdiğimiz bunca zaman, pineklemek gibi bir şeydi yahut
gereksiz uzamış olaylar silsilesi.Yine de pek çok gelgitleri olan anılardı.
Fakat bunun gerçekleşmeyeceğini biliyordum.
Yuigahama Yui çoktan soruyu ortaya atmıştı.
Yukinoshita Yukino cevaplamaya hazırlanıyordu.
Peki ya Hikigaya Hachiman ne yapmalı?
Eski ben eminim bu donuk vaziyete gülüp geçerdi.Gelecekteki bense cevap
bile sayılamayacak bu çözümümü dile getirmeme izin vermeyecektir.Fakat şimdiki
ben yapılması gereken doğru şeyin ne olduğunu bilmiyor, hatta bu durumda ne
yaparsan yap doğru olmayacakmış gibi geliyor.
Eğer öyleyse, yapmam gereken bu yanlışı doğrultmak için elimden geleni
yapmak olur.Yani yapmam gereken şey konuşmak.
Soğuyalı yıllar olmuş kahvemden son bir yudum alıp konuşmaya başladım.
İlkin sadece hızlı hızlı solumalarım duyuldu.Ardından hangi sözcükleri
seçeyim diye düşünürken çıkardığım tiz inleme sesi.Sonunda elle tutulur bir şey
diyebildim.
‘…Yukinoshita, söylemek istediklerini…dinleyebilir miyim?’
Acaba bu sözlerle ona ne anlatmaya çalıştım.Neyi dinlemek istediğimi tam
olarak anlayamamıştı bariz bir şekilde.
Fakat bu, ikisi için de yeterli olmalı.Cümlem yazı tura hesabı değildi,
önemsiz bir şey de atmamıştım ortaya.Bununla birlikte bir şeylerin başlangıcı
olması muhtemeldi.En azından bu cümlemle adamakıllı konuşmak istediğimi,
ilişkimizde artık sekteden çıkıp adım atmak istediğimi belli ettim diye
düşünüyorum.
Yuigahama hafifçe soluk aldı ve dik dik bana baktı.Bakışları bana kararımı
sorgular gibiydi.
Diğer yandan Yukinoshita’nın bedeni katılaşmış gibiydi ve başını öne eğmişti.
‘…Gerçekten dinlemeye devam etmek istiyor musun?’
İkircikli tavrı ses tonundan anlaşılabiliyordu.Bana ve Yukinoshita’ya
attığı bakışlar zayıf ve kararsızdı.
Yukinoshita’nın sorusu.Yo, soru olduğundan bile şüpheliyim.Söylediği şey
bana yöneltilmemişti.Bunu açığa kavuşturmak için biraz öksürüp ona bakarak
teyit etmesini bekledim.Yukinoshita bir nebze sıkıntılı görünüyordu, kaşlarını
düşürüp iyice sustu.
Sanırım ben gibi o da doğru sözleri arıyordu.
Yukinoshita’ya arka çıkmak istercesine Yuigahama yanına oturup eline
dokundu.
‘Her zaman….beklemeye devam etmenin doğru şey olduğunu düşündüm.Şuana dek,
az buz da olsa bize bir sürü şeyini anlattın.’
Yuigahama başını Yukinoshita’nın omzuna yasladı.Kapalı göz kapakları
ardındaki gözlerinin rengini meraka daldım.Bilmiyordum.Fakat Yukinoshita’nın
katılaşmış vücudu yavaşça gevşemeye başlamıştı, tıpkı buzun erimesi gibi.Bu ya
Yuigahama’nın ödül bekleyen minik köpekler gibi davranmasından ya da etrafa
yaydığı sıcak atmosferden kaynaklıydı.Eteğinin üzerinde birleşip kenetlenmiş
elleri yavaşça çözülmeye başladı.Elini Yuigahama’nın eline uzatıp tuttu.
Sanki sıcaklıklarını anlamak istermiş gibi iki elini de tuttu ve usulca
konuşmaya başladı.
‘Yuigahama-san, bir keresinde bana ne yapmak istediğimi sormuştun değil mi…?
Sorun şu ki, bunu kendim de tam olarak bilmiyorum.’
Yukinoshita’nın sesini hep garip bir şekilde büyüleyici bulmuşumdur, tıpkı
henüz konuşmasını beceremeyen küçük çocuklar gibi.Galiba onu sessizce
dinlerken, muhtemelen bende de nereye gideceğini bilmeyen bir ufaklığın izleri
vardı.
Yuigahama incinmiş görünerek yeri izliyordu.
Yukinoshita da bunu fark etmiş oalcak ki elinden geldiğince ihtiyatlı
davranıp bir nevi onu cesaretlendirmek ister gibi neşeli ve kibar bir şekilde
gülümsedi.
‘Ama biliyorsun, eskiden benim de yapmak istediğim şeyler vardı…yapmayı
istediğim şeyler olmuştu.’
‘…Yapmayı istediğim şeyler olmuştu derken?’
Yukinoshita’nın sözlerini tekrarladığına göre Yuigahama hayli şaşırmış
olmalı.Yukinoshita mağrurca başıyla onadı.
‘Babamın işi.’
‘Ah…ama o…’
Bahsi geçince ben de hatırladım.Yukinoshita’nın babasının bir zamanlar
millet meclisi üyesi olduğunu duymuştum ve eskiden inşa sektöründe bir şirket
işletiyormuş.Bunları Haruno-san’dan duymuştum.Bir şeyler diyebilmek için
düşünürken bu silik anılar canlandı, sessizliği bozan Yukinoshita oldu.
‘Evet.Fakat ablam olduğu sürece…bu karar bana düşmüyor.Hep annemin
kararıydı.’
Yukinoshita’nın sesi mahzunlaştı.Gözleri uzaklara dalmıştı, sanki orada bir
şeyler varmış gibi.Onu böyle görünce bir şey diyemedik.
Halk arasında şöyle bir tabir vardır, biri ancak bir şey hatırladığında
gözleri uzaklara dalarmış.Yukinoshita şuan gökyüzüne bakıyordu, ben de onun
bakışlarını takip ettim.
Havanın rüzgarlı olmasından mı bilmiyorum ama pamuk şekeri gibi yumuşacık
bulutlar gökyüzünde süzülüyor ve ayışığının cümbüşüyle şekilden şekile
giriyorlardı.
Galiba havanın iyiliği hakkında kaygılanmam yersizmiş.Kar yağdıracakmış
gibi duran bulutlar çoktan süzüldü gitti.Belki zorlarsak birkaç yıldız görmek
işten bile değil.
Yıldızların yaydığı ışık bize onlarca ışık yılı uzaktan gelir.Işığın
varlığı öyle belirsizdi ki şuan bile varolup olmadığını kanaat
getiremiyorum.Sırf bu yüzden gözüme daha bir güzel görünüyor.Elde edilemeyen,
belki de dokunsan dağılacak cinsinden şeyler en güzelidir.
Bunu bildiğimden ellerimi uzatamadım.Biliyorum ki dokunsam, rengi sararıp
solacak.Ayrıca biliyorum ki benim gibi bir insanın elde edebileceği bir şey
değildi bu.
Hem dileklerini geçmiş zamanda anlatan Yukinoshita hem de ona kulak veren
Yuigahama sanırım bunun farkındaydı.
‘En başından beri her şeye annem karar verdi.Ablamın elini kolunu
bağlamışken bana sınırsız özgürlük tanıyor.Bu yüzden ablamın izinden gittim,
çünkü kendi başıma ne yapmam gerektiğini bilmiyordum…’
Kendi kendine söylenmesi bana biraz nostalji biraz da pişmanlık havası
verdi.Ona yandan bakınca gözlerinde üzüntü ve yalnızlığı sezebiliyorum.
‘…Şimdi bile bir şey bildiğim yok…Cidden, tıpkı ablamın dediği gibi her
şey.’
Sözlerini usulca sarf ederken bakışları uzaklardan ayaklarına doğru kaydı.Kımıldamadan,
sanki hareket edemediğini tespit etmeye çalışır gibi güzel botlarının ucuna dik
dik bakıyordu.
Tüm bu usul kendi kendine söylenmeler bizi sükut içinde bırakmıştı.
Yukinoshita bu acı sessizliği fark etmiş olacak ki başını kaldırıp
gülümsedi.
‘İlk defa bunu birine anlatıyorum.’
Bu gülüşüyle beni cezbetmişti.Kurumuş dudaklarımdan rahatlamanın verdiği
bir oh ile cevapladım.
‘Başka kimseye anlatmadın mı yani?’
‘Belki ucundan annemlere bahsetmiş olabilirim…’
Bunu derken iyice düşünmeye zorluyor gibiydi kendini.Galiba çok çok uzun
zaman önce yaptığı bir şeydi.Yukinoshita anımsamak için elinden geleni denedi,
fakat sonunda başını salladı.
‘Ama konu bu meselelere gelince beni hiç ciddiye almadılar.Tek yaptıkları
bunlar hakkında endişe etmememi söylemekti, ama…Zaten ailenin işini devralacak
varisi ablam olmak üzere çoktan kararlaştırılmıştı.’
‘Bundan Haruno-san’a bahsettin mi?’
‘…Sanmıyorum.’
Yuigahama’nın sorusu üzerine Yukinoshita ellerini çenesine koyup bir süre
düşündü ve sonra acı bir tebessümde bulundu.
‘O, öyle bir kişiliğe sahip ne de olsa.’
‘Ah, haklısın…’
Ablası olsun, Yukinoshita olsun, yahut çocukluk arkadaşı Hayama olsun; konu
gelecek, aşk, hayaller, umutlar gibi şeylere geldiğinde Yukinoshita Haruno bu
tarz muhabbetleri pek sevmezdi.
Eğer karşısındaki tamamen tanımadığı biriyse muhtemelen dürüst bir ifade
takınıp toplumun genelyargılarına göre bir öneride bulunur.İyi bir cevap
vermekle kalmayıp karşısındakinin de onaylayacağını bilerek onun iyi
hissetmesini sağlar.Bu dediğimiz, O kişi için çocuk oyuncağı.
Fakat söz konusu kendisine yakın biriyse tamamen farklı bir yaklaşımda
bulunur.Sana gülüp dalga geçmekle kalmaz ardından problem çoktan çözülmüş
olmasına rağmen oyuncağıymış gibi muameleye devam edip sataşır durur.Bu, Hayama
Hayato’nun uzun zaman önce dile getirdiği bir bahis.
O ve Yukinoshita muhtemelen bunu daha önce yaşadılar.Dolayısıyla
Yukinoshita’nın Haruno-san’a bu konudan bahsetmemiş olmasının sebebi bu.
Eh, ben olsam gelecekle ilgili planlarımı ailemle paylaşmazdım.Artık
şansımın yaver gittiğinden midir bilmiyorum ama hayatımda şuana dek basiretimi
aşan büyük bir karar almam gerekmedi.
Fakat, tam da bu sebepten, aileyle ilgili problemlerden konuşulduğunda
onunla empati yapamadım.Eğer benim ailem de bir şirket işletiyor olsaydı belki
biraz olsun anlayabilirdim neler hissettiğini.Maalesef ki benim ailem
bildiğiniz klasik maaşına bakan tiplerden, hal böyle olunca konuyla pek
bağlantı kuramadım.
Muhtemelen Yuigahama da benim gibi hissediyordur.Başını bükmüş, pek
anlamamışçasına bakıyordu.
Yukinoshita bizim tepkilerimizi pek kale almadan devam etti.
‘Ama bunu ona eğrisiyle doğrusuyla anlatmam gerek.Bir ihtimal mümkün olsa
da sonuçta gerçekleşmeyecek…Ama, galiba o değiştirilemez cevabı almaktan
böylesine korktuğum için teyit etme cesaretini kendimde bulamıyorum.’
Yukinoshita’nın sesinden nostalji rüzgarları esiyordu.Belki bu ona göre
pişmanlıktı.Ne olursa olsun, geçmiş değiştirilemez.
Ama gözleri dosdoğru bakıyordu.
Tam karşısında ben ve Yuigahama.
‘Bu yüzden artık doğru cevabı arama vakti geldi…Artık kendi irademle kendi
kararlarımı almak istiyorum, başkasının sözüne bakmadan, kendim dosdoğru
düşünmek istediğim için, anlamak için…vazgeçmeyi isteyebilmek için.’
Zayıf soluma sesine sakin bir tebessüm eşlik etti.
Sakin sesiyle Yukinoshita ifade etti.Sonunda bırakmak istediğini.
Yukinoshita kendi içinde kararını vermişti muhtemelen.Ama bu düşüncesi
şuana dek hiçbir şekilde onaylanmamıştı, dolayısıyla kafasında dönüp durmuştu.
Denemeden bilemezsin.O an gelene dek, gözlem anından önce, sonuç belirlenmiş
değildir.Öyle olsa bile eğer gözlemci bunu anlıyorsa ve kabulleniyorsa, sonucun
ne olduğu önemli değildir.
Nihayetinde sonuç değişmeyecek.
‘Tek bir ricam var…Sonuna kadar benimle olmanızı istiyorum.Bu kadarı
yeterli.’
Yukinoshita atkısına tutundu ve gözlerini yumdu.Etrafındaki soğuğa karşı
koymaktan ziyade atkısını düzeltmek ister gibi bir hali vardı.Duraksayarak ve
büyük özenle, her sözünü bir bir tanrının karşısında bir yeminmiş gibi dile
getirdi.
‘Bu…Yukinon’un cevabı mı?’
Dedi Yuigahama kısa bir duraksamadan sonra.Bu bir soru gibi görünmesine
rağmen Yuigahama gözlerini yere indirmiş Yukinoshita’ya bakmıyordu.Bilakis
Yukinoshita dosdoğru Yuigahama’ya bakarak devam etti.
‘Öyle sanırım, ama yanılıyor da olabilirim…’
Yukinoshita buruk bir gülümsemeyle Yuigahama’nın elini tuttu.Yuigahama
başını kaldırdı.
‘O halde…’
Sözünün ortasındayken gözleri Yukinoshita’nınkilerle buluştu ve bu söylemek
istedikleriyle beraber sözlerinin kesildiği an oldu.
Ben de suspus kaldım, belki de nefes almayı unuttuğumdandır.
Yukinoshita’nın gülümsemesi pek zarifti.
Uzun, taranmış gibi duran siyah saçları beyaz, narin yüzünü göstererek
zarifçe salındı; kristal berraklığındaki gözleri beni içine çekti.
Bakışları ne bir şüphe ne de bir sarsıntı olmaksızın bize
kenetlenmişti.Beni böylesine içine çeken o derin, mavi gözlerin ardında hiçbir
yalan olmadığını düşündüm.
‘Ama, ben…Ben yine de herkese neler yapabileceğimi göstermek istiyorum.Bir
şeylerin gerçek manada başlamasının tek yolu bu.’
Sadece sözlerinde bir nebze dahi duraksama değil, sımsıkı tutunmuş
ellerinde, çivilenmiş bakışlarında ve dosdoğru duruşunda bile en ufak bir şüphe
yoktu.
‘Başlamak…gerçek manada…’
Yuigahama hafifçe bunları tekrarlarken iyice gaza gelmiş gibi
görünüyordu.Yukinoshita da onaylayarak başını salladı.
‘Evet.Eve gidip doğru düzgün bu konuyu ailemle konuşmam lazım.’
‘…Demek senin cevabın bu.’
Söyleyiş tarzım sanki az önce dediğim bir soru ifadesi değilmiş
gibiydi.Böyle kimseye hitap etmeyen cümlelerin monologdan bir farkı yoktu.Fakat
sessizce söylenen bu sözler Yukinoshita’nın kulağına ulaşmıştı.Ellerine yumruk
yapıp hafifçe dizlerine koyarak kibarca konuştu.
‘Üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin vazgeçmedim bundan…Bu yüzden gerçek
hislerimin böyle olduğundan eminim…Bu bir yanlışlık değil.’
Bitirirken kısa bir bakış attı Yukinoshita bana.
Dediklerini anlayabiliyordum, ama bu muhtemelen bu konuda empati
yapabildiğimdendi.
Eğer bir duygu üzerinden geçen zamana rağmen değişmiyorsa, kaybolmuyorsa
yahut bir kenara atılmıyorsa, hiç düşünmeden bunun hakiki olduğunu söyleyebilirim.Bu
o hani bir süre geçtikten sonra kaybolup onlara elveda dediğin sahte
duygulardan çok farklı.
Eğer bir şey sen ondan yüz çevirmene veya gözlerini kaçırıp görmezden
gelmene, unutmuş gibi yapmana rağmen kaybolmuyorsa, buna hakiki arzu demek yanlış
olmaz.
Eğer istediği son böyleyse, bana bir şey demek düşmez.
Üstünde durduğum tek bir nokta var.
Yukinoshita kendi başına karar verip kendi harekete geçmeli.
Başkalarının düşüncelerine, beklentilerine, baskılarına, durum veya keyfine
göre karar vermemeli.
Bir şeylerin zararına sebebiyet verecek olsa bile bu onun değerini veya
itibarını zedelememeli.
Ondan istediğim başkasının taleplerine göre değil, kendi kalbinden geçtiği
gibi konuşması.
‘Denemekten zarar gelmez, değil mi?’
Özgüvende bocalayan bakışlarına destek çıkarcasına hafifçe başımı hafifçe
sallayıp böyle dedim.Dediklerimi duyunca biraz rahatlamış gibi eli göğsüne
dokundu.
‘Peki…Yapacağım, çünkü bence bu da bir cevap sayılır.’
Yukinoshita’ya sessizce yandan bakan Yuigahama hızlıca dik dik bakmayı
kesip gözlerini yere çevirdi.
Ardından sanki bir şeyden emin olmak istercesine Yukinoshita başını usulca
birkaç kez salladı.
‘Teşekkür ederim.’
Diye sessizce fısıldadı Yukinoshita başını öne eğerek.Başını eğdiğinden
yüzünde ne tür bir ifade var göremedim.Sanırım asla bilemicem bunu.Görsem bile
eminim hemen unuturdum.
Çünkü Yukinoshita başını bir kez daha kaldırdığında yüzü resmen
parıldıyordu.
Bana ve Yuigahama’ya bir şey deme fırsatı bırakmadan hemen doğruldu.
‘Yola koyulsak iyi olacak.Hava iyice soğumaya başladı.’
Demesiyle Yukinoshita ileri bir adım attı.Yöneldiği yer muhtemelen parkın
çıkışı ve tabi kaldığı odaydı.Yukinoshita hala direnmekte olan bize doğru
baktı.
Havada süzülen saçları, çırpınan eteği, sallanan atkısı ve dimdik vücuduyla
öyle güzeldi ki ona yanaşmakta tereddüt ettim.
Ama, sonuna kadar yanında olacağıma söz verdim.
Böylece ona doğru yürümeye başladım.
Kendimce sözlerinde en azından bir doğruluk payı vardır diye umdum, sonunda
pişman olan ben olsam bile.