20.06.2020
Kişiliğinin tersine, Yukinoshita Yukino'nun gözleri berrak ve parlıyordu.
Çevirmen: Forevertr3
Sevgililer günü için yaptığımız şekerleme yapma etkinliğinin üzerinden bir
süre geçmişti.
Son bir kaç gündür gök yüzü açıktı fakat
bugün hava bulutluydu. Sanırım soğumuyordu, hatta hiç soğumuyordu
denilebilirdi. Yine de Chiba'nın kışı çok soğuk geçiyor.
Okulun bitimiyle güneş batıyordu ve
havadaki ufaktan bu kararsız haller inatla devam edecek gibiydiler. Geceleri
hava gündüze oranla değişimini hemen hissediyordum.
Her zamanki gibi, okulun buz gibi soğuk
olan özel bloğunun koridorlarından geçerek kulüp odasına gittim. Odamızın içi
sıcaktı, işte şimdi kitabımı okuyabilirdim.
Uzun masamızın üzerinde bir bardak, bir
kupa ve görünüşü ile diğerlerden farklı olan bir tane daha bardak vardı.
Gözlerimin köşesinden baktığımda Yukinoshita'nın tümüne çay doldurduğunu
gördüm. Sonra Yuigahama ile bana bardakları uzattı.
Başımı önümdeki kitaptan kaldırdım ve
çayımı almak için elimi uzattım. Bu sırada gözlerim Yukinoshita'ya bakıyordu.
Yukinoshita başını eğdi fakat bir an bile
geçmeden başını kaldırdı. Sonra bakışlarını yine alçalttı. Bu davranışları
kesinlikle her zamankinden farklıydı. Yuigahama da bunu sezmiş olmalıydı.
“Yukinon?”
Seslenildiğini duyan Yukinoshita çekingen
tavırlarla önce ona sonra bana baktı ve sonrasında konuşmak için kendini
zorladı.
“Geçen olanlar için özür dilerim... İşte,
benim annem, biraz....”
Bunları söylemeyi başarabildikden sonra
sessizce başını eğdi. Pek bir şey söylememesine rağmen konuşma tarzına bakarak
hemen ne için özür dilemek istediğini anlamıştım. Etkinliğin olduğu gün çok
hızlı geçmişti ve olan biteni düşününce beynimi yoruyordu. O günü asla
unutamam, o gün istemsizce kafamda canlanıp duruyordu. Onun annesiyle olan
atışması dayanılabilecek değildi, Haruno-san'ın bana dedikleri de öyle, ve
günün sonunda Yuigahama'ya evine bırakabilirim dedikten sonra onun söyledikleri
de öyle, hepsi beynimde tekrar tekrar canlanıyordu.
O gün hakkında konuşmanın gereği yoktu
artık, zaten o gün kimse suçlu falan değildi.
Ona endişelenecek bir şey yok demek için
başımı eğerek sorun değil dedim. Aynı zamanda çaprazımda oturan Yuigahama da
ellerini sağa sola hızlıca çırparak sorun değil demişti.
“ Sorun etme! Benim annemde geç geldiğimde
çok kızıyor.”
“Zaten tüm anneler böyle ya. Çocuklarına
dırdır etmeyi çok seviyorlar. Dahası kendi odamı bile temizliyorlar, kafası
estiği zaman bugün okulun nasıl geçti tarzında şeyler soruyorlar.”
Neden tüm anneler evlatlarının yaşadığı
bölgeyle bu kadar ilgililer, hatta evlatlarının arkadaşlarına ve hobilerine de
karşı öyle değiller mi?... Neden? Benim hayranım falan mı? Teşekkürler
anneciğim, fakat lütfen masamdaki çekmecelere dokunma.
İkimizden gelen yanıtlar üzerine tavırları
yumuşadı. Küçük bir gülümseme ile her zamanki gibi eliyle omzunun yanından
saçlarını attırdı.
“... Demek Hikigaya-kun annesini sorun
olarak görüyor.”
“Hikki'nin annesi, acaba nasıl biri?”
“Ne diyeyim... yani normal bir anne. Bir
tane daha Komachi gibi. Komachi'nin giriş sınavı olduğundan dolayı annemiz ile
duraksamadan konuşup dururlar.”
O ikisi arasındaki ilişki hep iyi olmuştur
ama bu zamanlar biraz çatışıyorlar gibi. Fakat bunların oluşmasının en büyük
nedeni ise babamın tavırları. Babam Komachi hakkında çok endişelendiği zaman
ona dırdır ediyor ve bu gören annemde işin içine giriyor. Sonra Komachi de
sinirleniyor ve evdeki moraller sıfırlanıyor.
...Ah tabi bahsettiğim çatışma anne ile
kızı arasında olmuyor. Bir de babamı dışlamaları yok mu. Yani aile içinde bu tip
şeyler özellikle sınav dönemleri veya kariyer tercihleri yaptıkları sırada çok
oluyorlar.
Kelimelerimin ardından Yuigahama başıyla
onaylıyordu.
“Ah doğru, Komachi yarın sınava girecek, ve
sınavlardan dolayı da okullar tatil olacak.”
“Ben Komachi'nin sınavlarda sorun
yaşayacağını düşünmüyorum.”
“Ah...”
Kelimelerinde biraz emin olamama
hissetmiştim. Kelimelerine karşı çektiğim iç de benim emin olamamayışımdandı.
Yarın Komachi lise giriş sınavına
girecekti.
Ve ayrıca yarın sevgililer günüydü.
Buradaki mevzu yarın ondan çikolata alamayışım olacaktı. Neyse gelecek seneye
kadar dayanacağım artık! Gelecek sene için gelişigüzel konuşmasam iyi ederim,
gelecek sene kim, ne olur, kim bilir. Geleceğini çok fazla düşünmek insanı
kasvetli yapar.
Yuigahama endişelerimi anlamış gibiydi,
aynı endişe içine kapılmış gibi bir gülümseme yaptı bana.
“Meraklanmaman elde mi ki, abisisin
sonuçta.”
“Aynen...”
Kelimelerinin karşısında başımı eğmiştim.
Derin bir nefes verdim ve bu nefesimle
beraberinde geleceğe dair düşünmek istemediğim şeyler geliyordu aklıma.
“Komachi tatlı bir kız, ve kesinlikle
popüler biri olacak, değil mi? Yani her zaman tetikte olmam gerekecek, sonuçta
benim gibi birinin onun abisi olduğum bilinmemesi gerekecek. Yoksa popülerliği
bundan kötü etkilenir.”
“Endişelendiğin şey bu muydu!? Sınavdan
geçeceğini garantiledin yani?!”
“Burada pozitif misin negatif misin
anlayamadım.”
Yuigahama'nın çok olmasına karşın
Yukinoshita sadece bir soluk vermişti. Birbirlerine bakıp kıkırdadılar.
Sanırsam bugün kimse gelmeyecekti. Kulüp
odasında her zamanki sessizlik ve huzur vardı. Kendimi rahat hissediyordum ve
önümdeki kitaptan bir sayfa daha çevirdim. Yuigahama tembelce masanın üzerine
yığılmıştı ve telefonuyla kurcalanıyordu. Bu sırada Yukinoshita birer bardak
çay daha dolduruyordu.
Sonra Yukinoshita bir plastik tabak
çıkardı ve üzerine çantasından çıkardığı şekerlemeleri dizmeye başladı. Bunlar
çikolata ile yapılmış, tek renkte olmayan kurabiye tarzı şeylerdi.
Kurabiyelerini örttüğü kağıttan ve kurabiyelerin tiplerinden dolayı onların
marketten alınmadığını anlamıştım.
“Ah, bunları sen mi yaptın?”
Yuigahama'nın gözleri bunları
bekliyormuşçasına parlıyordu.
Yukinoshita'nın mutfak becerileri
muazzamdı. Hele bir kaç gün önceki etkinlikte kendisini birden fazla kez
göstermek zorunda kalmıştı ve her seferinde Yuigahama'nın iştahı bayram
etmişti.
Şaşırılacak durum değildi.
Şaşırılacak durum değildi ama Yuigama'nın
sıradan tepkisine karşın Yukinoshita nasıl cevap vereceğinde emin değildi.
“...Şey, evet. Bunları dün gece yaptım.”
Sonrasında başını biraz eğdi ve parmağını
plastik tabağın kenarlarında gezdirdi. Küçük bir soluklandı ve bana doğru
baktı.
Yere bakan gözleri ile başı ile kolları
hareket etmiyordu. Bana bakmaktan kaçındığını anlamıştım ve üzerimde bir çeşit
baskı uyguluyordu. Bu tavırları herkesi şaşırtacak türden bir şeydi.
Yukinoshita'nın dudakları hafifçe
kapanmadan önce açılmıştı. Söylemek istediklerinde çok kararsız veya zorlanıyor
gibiydi. Çok tatlı görünen dudaklarına bakınca gözlerimi kaçırdım.
Sonrasında tüm oda sessizliğe büründü.
“Ben de... Ben de sonrasında bir şeyler
denedim ama pek güzel olmadılar.”
Yuigahama bu sessizlikten hoşlanmamış
gibiydi ve bir gülümseme ile olanların üzerinden geçmeye çalıştı.
Başını hafiften sallayarak saçının
topuzuyla oynuyordu.
“Evimde ki fırında kötü becerimden nasibi
almış gibi oldu. Tuhafça sesler çıkarıyordu ve artık pişirmeyecek hale
gelmişti.”
“Mikrodalga fırın kullandığından dolayı
olmuştur.”
Bunu söyledikten sonra bir soluk verdim.
Onun her zamanki salaklığını duyunca rahatlamıştım. Yukinoshita da gülüşünü
saklamak için elini ağzında tutuyordu. Sonrasında Yukinoshita okul çantasını
dizine aldı ve küçük bir paket çıkardı.
Sanırsam bunu Yuigahama'ya verecekti.
Paketin üzerinde pembe bir kuşak ile kedi patisi dekorasyonu vardı.
“Eğer bunu kabul edersen.”
“Bunu bana mı veriyorsun!? Çok
teşekkürler!”
“İçindekilerde buradakiler ile aynılar.”
Paketi aldığına çok sevinen Yuigahama'ya
karşı Yukinoshita sanki özür diler gibiydi.
“Şey, cidden çok mutlu oldum! Yukinon'un
şekerlemeleri çok güzeller.”
Yuigahama paketi kucakladı. Sonrasında onu
ellerinin arasına aldı ve nazikçe baktı. Birkaç kez gözünü kırptı ve
Yukinoshita'ya baktı.
“Eh... bunlardan sadece bana mı var?”
Sorusunun arkasındaki anlamı anladığım için
başka yerlere baktım. Başımı zerre kıpırdatmadan önümdeki kitabı okumaya
çalıştım, fakat bu imkansız gibiydi.
Neden gözlerimi kaçırdım?
Düşen demir kasenin çıkardığı 'ding' sesi
kulaklarımda yankılandı. Gözlerimle bakamasam da içimde çıkan sesleri duymanın
önüne geçemiyordum. Yapabildiğim tek şey düşüncelerim ile onları bastırmaktı.
Gerçekten anlamak istiyorum, gerçek anlamda
farkında olmayı, gerçek beklentilere sahip olmayı. Bana şekerleme hazırlasın
veya hazırlamasın, bundan bir mana çıkartmaya çalışmak çok tuhaf. Bu kulüp
sadece üç kişi. Nasıl düşünürsen düşün, bana hazırlamış olması veya olmaması
tamamen ona kalmış. Bunun hakkında daha derin düşünmeye çalışırsam, daha farklı
anlamlar yüklemeye çalışırsam çok içine kapanık biri olurum. Bunu düşünmek bu
yüzden iğrenç. Hele böyle düşündüğüm halde hala başımı bile oynatamam da
iğrenç. Bu tip iğrençlikler ise kesinlikle yanlışlar.
Her ne kadar bu düşüncelerimi boğmaya
çalışsam da rahat durmayan duygularım bir türlü yatışmıyor. Elimle saçımı önden
arkaya doğru tarar gibi bir davranışa yeltendim. Gözlerim oradan oraya
durmaksızın çevrede dolanıyordu.
Gözlerimin bir köşesinden Yuigahama'nın
dudaklarını sıkılaştırdığını gördüm. İnce ve beyaz boynu aniden hareketlendi.
“Hikki'ye de var mı?”
Böyle bir soruya gerek yoktu. Zaten çokta
istiyor falan da değilim. Cidden öyle.
Fakat bu düşüncem ağzımdan çıkmadı.
Yuigahama'nın ağzı ve gözleri her zamanki
gibi herkes için çalışıyordu. Bu sorunun üzerinde ürküyormuşça tavır almıştı,
fakat yine de, onun sol elinin dizinin üstünde olduğunu ve eteğinin ucunu
sıkıca kavramış olduğunu görüyordum. Bu durumu görünce demek istediklerim
boğazımda kalmıştı.
“Ah, şey, pek de...”
Bu kelimeleri bir şekil çıkartmıştım. Ortam
ağırlaşmıştı, ve sonra Yukinoshita'dan bir soluk geldi.
Yukinoshita dizinin üzerinde olan çantasını
koltuk altına almadan önce yerinden kalkmıştı. Kendisini uzun masaya eğmişti ve
plastik tabağı bana doğru uzatmıştı.
“Eğer istiyorsan, buyur.”
“Oh, oh...”
Bir cevap vermek istiyordum fakat gözleri
farklı yere bakıyordu. Yüzünün görebildiğim tarafı batmakta olan güneş ışığı
parlıyordu. Bulutlu havadan dolayı olsa gerekti, fakat bugünkü güneşte her
zamankinden daha kırmızı tondaydı, tüm odada kırmızıya boyanmıştı.
Gözleri ve boynu da kırmızıydı, dudakları
utancından dolayı hafiften titriyordu ve onun uzun kirpikleri o her gözünü
kırptığında hareketleniyordu. Ona böyle direk bakamıyordum, kitabımı kapattım
ve o şekerleme tabağına uzattım elimi.
“...Çok lezzetliler.”
“Evet, öyleler!”
Yuigahama öne doğru eğilerek benim çekimser
tepkime cevap verdi. Sonrasında kendisine bir şekerle aldı ve bir süre
çiğnedikten sonra ellerini sevinçle birleştirdi.
“...Ö-öyle mi. Her zamanki gibi yapmaya
çalıştım.”
Verdiğimiz tepkilerden sonra ortamın
sakinleştiğini Yukinoshita'nın omuzlarının düşmesinden çıkarabiliyordum, sonra
Yukinoshita kendi sırasına geri döndü.
Kurabiyeler masanın ortasındaydı, olması
gereken yerdeydi. Çaydan ve çay dolu bardaklardan buhar çıkıyordu.
Bugün geri kalan zamanda çaydan ve
kurabiyelerden bahsettik, bazen sessizlik oluştu, bazen telefonları çıkarttık
veya kitaplarımız okuduk. Sonrasında yine muhabbete girdik ve ara ara
gülüşlerimiz odayı doldurdu.
Kimse bir ricası üzerine gelmeyişi ile
ortam sakindi.
Zaman yavaşça aktı geçti ve güneş uzak
denizler ile buluşmak üzereydi.
Kışın batan güneş dünyayı ısıtmıyordu. Işık
saçıyordu ama sıcak değildi.
Eğer biz burayı görmezden gelirsek, burası
da soğuyacaktır.
Zaten ısınmak için buraya gelmek istiyoruz
ya.
Tabi bunu yaparken de az biraz rahatsızlık
çekiyorum.
ꕥ ꕥ ꕥ
Okulda zamanımız sonra erdi, bugün kimse
gelmemişti ve kulüp aktivitemizi sona erdirdik, eve dönüş başlamıştı.
Kapıyı kapadım ve Yukinoshita'nın kapının
anahtarını geri veriyorken onu bekledik. Sonrasında okulun binasından çıktık.
Her nedense odada kalan muhabbeti kaldığı yerden devam ettiriyorduk, ve
bisikletimi park ettiğim yere geldik.
O ikisinin yanına bisikletimi elimle iterek
okul kapısına vardık.
Ben genellikle bu kapıyı pek kullanmazdım,
okulun diğer yanındaki kapıyı kullanır ve oradan direk ana yola çıkardım.
Yukarı baktığımda artık hava kararmıştı.
Siyah bulutlar vardı, yağmur yağacak
gibiydi.
“Uu-- Çok soğuk!”
“Atkını daha sıkı sarmalısın.”
Okul kapısından dışarı bir adım attık ve
Yuigahama üşüdüğünü ifade etti. Yanında olan Yukinoshita onun atkısını daha
sıkılaştırdı.
Bu sahne sıcak hissettiriyordu ama bedenimi
ısıtmada hiç bir katkısı yoktu.
“Bugün cidden soğuk he...”
Eve dönmeyi düşündüğümde daha
kasvetlenmiştim. Bu soğuk havada bisikletimle eve dönecektim. Şimdiden
hissedeceğim soğuk rüzgar aklıma girmişti, yapamayacağım gibi... Ben de atkımı
sıkıca sardım, eldivenlerimi sıkılaştırdım ve elimi kaldırdım.
“Görüşürüz.”
“Yarın görüşürüz.”
Yuigahama elini fazla kaldırmadan bana el
salladı. Sonrasında bisikletimin pedalına ayağımı koydum.
Bu sırada soluğa karışmış, hafiften bir ses
duydum.
“...Ah.”
Arkama baktım, sanırsam Yukinoshita bana
sesleniyordu, yarım bir adım attıktan sonra vazgeçti.
Gözlerim ona ne oldu diye soruyordu, fakat
onun tavrı değişmemişti. Bir şey demek istiyordu ama bir türlü dudaklarını
oynatamıyordu. Oracıkta ayakta kalmıştı ve çantasına soktuğu eli de hala
oradaydı.
Onun titreyişini ve tuhaf bakışlarını
gördüğüm halde ağzımı açıp ne oldu diyebilmek yerine önce ondan bir cevap
bekliyordum.
Bu sessizlik 'savaşı' bir süre devam etti
ve sonrasında bir çakıl taşı sesi duydum.
“Ah, eh, ben sanırım önden gitsem iyi
olacak?”
Yuigahama zoraki bir gülümseme ile bunları
söyledi ve bir adım geri attı. Eldivenli eliyle saçının topuzuyla oynadı ve
Yukinoshita'ya baktı, onun davranışlarını izliyordu.
Yukinoshita onun bu tavra bürünmesinden
hoşlanmadığı görülüyordu ve ona manalı bakışlar attı. Bunu gören Yuigahama
başını eğdi fakat sonra hızlıca yine kaldırdı ve narince baktı ve tekrar sordu.
“Eh... Ne yapsak acaba?”
Sesinde hiç şaşkınlık yoktu, onay bekleyen
bir ses gibiydi.
“...Şey.”
Söylemek üzere olduğu kelimeler uzaklara
doğru karıştı, rüzgar alıp götürmüştü sanki. Doğru kelimeler bulamıyordu,
yüzünde darda kalmış tavır vardı, yüzünü eğdi ve kendi ayaklarına baktı.
Kendini ne olduğunu anlamadın şey için zorluyor gibiydi, omuzları da
titriyordu, çantasını daha sıkı tutuyordu.
Onun kelimelerine devam etmesini bekledik,
hiç hareket etmiyordu. Kimseden ses çıkmıyordu, fakat fazla geçmeden kulağıma
sesler geldi.
'Tak'
Uzun topuklu ayakkabının asfalta vuruşundan
dolayı oluşuyordu bu ses.
Her adımda daha duyula bilinir oldu, kalp
atışımdan gelen bir ses olduğunu hissettiriyordu. Muhtemelen bu ses kendimin
ürettiği hayal bir sesti. Hatta bu sesin hep içimde kök salan ve büyüyen
rahatsızlık duyma dürtümün fiziksel bir eylemi olduğunu düşündüm.
Fakat bu sesi yalnızca ben duymuyor
olduğumu anladım. Yuigahama'da adım seslerinin geldiği yöne baktı. Sonrasında
şaşkınlıktan ağlayacak gibiydi.
“Ah...”
“Nee-san...”
Ablasını görünce Yukinoshita istemsizce ona
seslendi.
Yukinoshita Haruno'nun topuklu sesleri yine
önümüzde bitmişti. Ellerini cebine atmıştı, ve korkusuz bir gülümsemeye
sahipti. Bize yandan bakıyordu.
“Beni okuldan alacağın hakkında bir bilgi
almamıştım.”
“Annemiz böyle istiyor, bir süreliğine
ikimiz beraber yaşayalıyım diye. Senin dairen de kullanmadığın bir oda var,
değil mi? Bavullarımın yarın gelecek olması senin için sıkıntı olmaz değil mi?
Yani yarın sabah gelirse sorun olmazda akşama doğru gelirse sen içeri alırsın,
değil mi?”
Haruno-san bir bir sorularını soruyordu,
ben ve Yuigahama araya giremiyorduk.
Eğer bu kadar girişken konuşursa bize
söyleyebilecek bir şey bırakmayacaktır.
Dahası Haruno-san'ın konuşma tonu sanki
kendisinin bir sorun olduğunu belirtiyordu ve bunu çok doğal karşılıyordum.
Sanki bunu daha öncesinden karar vermiş gibiydim. Onun hakim tavırları bize
herhangi bir karşı çıkmamıza engel teşkil ediyordu.
“Be-bekle biraz. Ne bu anilik böyle...”
Yukinoshita biraz korku biraz reddeder
tavırları içerisinde konuşmuştu. Buna karşın Haruno-san'un omuzları gülüşünden
dolayı sarsıldı.
Sonrasında ileriye doğru eğildi ve
Yukinoshita'ya bakarak cevap verdi.
“Biliyor olman gerekmiyor mu? Bir fikrin
vardır yani.”
Bunun karşısında Yukinoshita'nın omuzları
şaşkınlıktan zıpladı.
“...Bu, benim yapmam gereken bir şey,
seninle bir alakası yok, Nee-san.”
Yukinoshita bu sefer ona dik dik bakıyordu,
keskin sesi ile tamamen onu reddediyordu.
Yukinoshita'nın kendi başına yapması
gereken bir şey. Korkarım ki bu, geçen günkü annesi ile yaşananlardan dolayı
meydana geliyordu.
O zaman annesi ile o bir tür söz yaptılar
ve Yukinoshita bir cevap vermeliydi.
Peki ya o zaman, neden Yukinoshita Haruno
burada ve tam önümüzde.
Acaba annesi Yukinoshita'nın cevabını daha
fazla beklemek istemedi mi, veya geç saatte eve döndüğünden dolayı bir ceza
mıydı? Emin olamadım. Muhtemelen yalnızca Haruno-san annesinin düşüncelerini
anlayabilirdi.
Haruno-san sessizce Yukinoshita'yı dinledi.
Az önceki gülümsemesi gitmişti. Gözleri
kardeşine bakıyordu, onu delen keskin gözlerdi bunlar, sankii dört tarafını
kuşatmış kaçmasına izin vermiyordu. Bu bakışlarla bir süre daha devam etti.
Yukinoshita'nın tüm tepkileri onun gözünde yansıyordu. Bu bakışlar
Yukinoshita'nın her şeyini görüyor olmalıydı.
Uzun sürmeden yine ağzını açtı.
“Acaba Yukino-chan'da 'kendi' diye bir şey
var mı?”
“Ne...”
Bu kelimeler düzensizce çıkmıştı. Tam bunun
ne anlama geldiğini soracaktı ki, Haruno-san kendi kelimeleri ile buna izin
vermedi.
“Sen benim ayak izlerimi takip ediyorsun,
sence kendi düşüncelerine 'benim' diyebilir misin?”
Her ne kadar inceden bir gülümsemesi olsa
da Haruno-san'ın kelimeleri her zamanınkinden daha soğuktu ve buz kesen
bakışlar Yukinoshita'yı parçalıyordu.
Yukinoshita onu direk reddedemiyor veya
bununla ilgili bir kelime de çıkaramıyordu. Ablasına bakıyordu, kendinden
geçmişti. Onun bu durumunu fark eden ablası omuzlarını silkti ve şaşkınlıkla
karışık bir soluk verdi.
“Yukino-chan her zaman istediğinin
yapılmasına izin verdi fakat hiç bir zaman kendin için bir şeye karar
veremedin.”
Bu seferki sesi nazik yankılandı, yine de
içinde bir acıma vardı.
Sonrasında o acıma dolu gözleri
Yukinoshita'dan ayrıldı. Bu gözler kardeşinin yanında olan Yuigahama'ya döndü,
ve sonra da bana.
Gözlerimiz karşılaştığında istemsizce
kıkırdadı.
“...Bu önemli anda bile ne yapman
gerektiğini bilmiyorsun, değil mi?”
Bu soru kime yöneltildi bilemiyorum.
Sadece Yukinoshita değil, ben de şaşkındım.
Haruno-san'ın daha fazla sözlü taciz etmesine dayanamıyordum, fakat benim de
kelimelerim boğazımda takılmıştı, dışarı çıkamıyorlardı. Şimdi yapılması
gereken en doğru şey ne olurdu? Hiç fikrim yoktu.
“Yukino-chan ne yapmak istiyor?”
“Eğer tartışacaksanız bunu başka bir yerde
yapabilir misiniz?”
Sonunda konuşmuştum, daha fazla devam
etmemesini sağlamalıydım.
Çünkü kesinlikle kâti bir sonuç
söyleyecekti. Ve hepimizi buna inandıracaktı. Bu yüzden devam etmesine izin
veremezdim. Sadece Yukinoshita için değil, benim için de.
Haruno-san'ın elinden tüm eğlencesi alınmış
gibiydi ve sıkıcı bir ifade ile bana baktı. Gözleri tamamen küçümseme
içeriyordu, sanki bana söyleyebileceğin en iyi şey bu muydu diyordu.
“Tartışma? Pek tartışma denmez buna. Onunla
gerçekten hiç tartışmadım.”
“Doğru olsan bile bunları söylemenin yeri
burası değil.”
Bununla beraberinde onunla soğuk bakışlar
geçi aramızda. Tüm isteğim ile ona bakmayı sürdürdüm, gözlerimi kaçırmamak için
elimden geleni yaptım.
“Bi-biz... Biz bunun üzerinde ciddice
düşünüyoruz, Yukinoshita da ben de.”
Yuigahama da katıldı. Yukinoshita'nın tam
yanında duruyordu ve güçlüce konuştu. Fakat Haruno-san'ın bakışlar altında
yavaştan zayıfladılar. En sonunda başının tamamı yere bakıyordu. Haruno-san ona
nazik ama acıyan gözlerle baktı ve konuştu.
“...Peki o zaman, tüm bunları eve dönünce
dinleyeceğim. Nasılsa geri döneceğin tek bir yer var.”
Bu cümleleriyle beraber arkasını döndü.
Topuklu sesleri solmaya başladı, tansiyonumun geri geldiğini hissediyordum.
İnce bulutların arasından neredeyse batmış
güneşin ışıkları Haruno-san figürünü aydınlatıyordu. Onun gidişini izlemem ile
sonunda sakinleşmiştim, bir soluk verdim. Sanki uzun zamandır soluklanmıyor
gibiydim.
Kimse birbirimizin yüzüne bakamıyordu.
Yukinoshita başını eğmiş dudaklarını ısırıyordu, hareketsizdi. Yuigahama da
incinmiş bir ifade vardı. Bense, gökyüzüne bakıyordum, tüm bu olanlardan sonra
bir veda cümlesi kurmaya çalışıyordu.
“Eh, eh... Millet, benim evime gelmeye ne
dersiniz?”
Ve bir gülümseme ile sorduğu soru ortamı
yumuşatmış gibiydi, en azından şimdilik geçiştirmiştik. Hayır demek için neden
bulamamıştım.
ꕥ ꕥ ꕥ
Okulun istasyonundan başlayan büyük caddeyi
yürüdükten sonra büyük bir siteye vardık.
Yuigahama bu sitedeki evlerden birinde
oturuyordu.
Yol boyunca bu zamanlarda işlerinden veya
okuldan ayrılıp eve giden kalabalıkla karşılaştık. Sağlı sollu hepsi
yanlarımızdan geçtiler. Bu ortam sessizce yürüyen bizler için çok iyi gelmişti.
Yukinoshita ve ben ağzımı açtığımız ilk an
Yuigahama'nın evine girerken 'Bizi misafir ettiğiniz için teşekkürler' demek
oldu. Fakat Yuigahama'nın odasında bir süre kalınca sonunda aramızda
konuşabiliyorduk.
“Özür, benim odam pek toplu olmuyor.”
Bunu söyledikten sonra alçak ayarlı bir
masanın etrafına oturdu ve bizim için birer minder verdi.
“...Teşekkürler.”
Yukinoshita tek bir kelime ile
teşekkürlerini sundu ve Yuigahama'nın yanına oturdu. Ben de onu taklit ettim ve
bağdaş kurarak yere oturdum.
Pembe renkli minder sayesinde ayaklarım
ısınmıştı.
Mindere sıkıca oturuyordum, onun etrafına
sarılasım bile vardı.
Odasındaki vitrinde bazı tatlı kuklalar,
Asyalı duyusu oluşturacak bazı eşyalar ve üst üste yığılmış moda dergileri
vardı. Bir de çalışma masası vardı ama kullanılmışa benzemiyordu, şu an
üzerinde küçük eşyalar falan vardı.
Odasının pek düzenli olmadığını söylemişti
ama bence benim açımdan düzenlinin de üzerindeydi, yani en azından benimkinden
daha iyi durumdaydı.
Fakat rahat hissetmiyordum. Oda da bir koku
vardı ve sadece bu beni rahat ettirmiyordu. Bu koku yanımdan geliyordu ve oraya
bakınıyordum. Orada küçük bir şişe vardı. Şişenin içinde ise bir çok çubuk
vardı. Sanırım kokunun kaynağı bu gibiydi.
Ne bu böyle... Ona baktığımda birinin
boğazını temizlediğini duydum. Başımı geri çevirdim ve Yuigahama'nın vücudunu
utanarak büktüğünü gördüm.
“Acaba, acaba oraya bakmayı keser misin?”
“Eh, ah, hayır, şey, orada yanmış bir pasta
gibi bir şey var da?”
Hızlıca bir cevap verdim. Yuigahama
şaşırırken güldü.
“O bir oda kokusu...”
Demek o odalar için tasarlanmış bir
parfümmüş... Ben de onu pastadan yapılmış çubuklar zannetmiştim. Nereden
bilebilirdim ki? Demek kızlar odalarında böyle şeyler bulundururlar.
Şaşırmıştım, gözlerimin ucundan birinin gülüşlerini saklamaya çalıştığını
gördüm.
“Yanmış pasta...”
Oraya baktım, Yukinoshita minderine
gömülmüş gülüşünü saklamaya çalışıyordu. Hayır, bu komik değil... Bu insanın
espiri anlayışı çok farklı.
Bunu düşünmeye devam ederken farkında
olmadan gülümsemiştim, Yuigahama rahatlamış bir soluk vermişti.
Sonunda konuşabiliyor olduğumuzu görünce
Yukinoshita yüzünü minderden kaldırdı ve duruşunu düzeltti.
Sonrasında başını sessizce eğdi.
“Kusura bakma... Sana zahmet verdik...”
“Önemli değil! Kafana takma!”
Yuigahama elini sağa sola salladı ve neşe
içinde konuştu. Bu sırada ondan daha da neşeli bir ses duydum.
“Aynen öyle~. Endişe etmene gerek yok.”
Bir bayan göründü, kapıyı tıklamadan
girmişti. Elindeki tepside çay taşıyordu. Uzun eteğinin üzeride kalın bir
örgüden kazak vardı. Bir türlü çocuksu yüzü vardı ve genç gösteriyordu. Neşe
içinde her gülümsediğinde saçının topuzu dinçlikle sallanıyordu.
“Anne! Tıklamadan girmesen.”
Bunu söylerken kızgın olsa da annesi ona
bir 'Eh?' çekip gülümsedi. Onun Yuigahama'nın annesi olduğunu bilmek için dahi
olmaya gerek yoktu. Arkadaşça bir gülümse ve iyi figürü ile ha annesi ha kızı.
...Bekle. Eğer biri çıkıp onun annesi
değilde ablası olduğunu söylerse hemen inanırım. Fakat ona anne diye
seslendiğine göre bu ihtimal kalmadı. Yuigahama'nın annesi, kısaca Yuigahamama.
Pek kısaltma olmadı ve okunuşu da zor oldu.
ꕥ MAMA = ANNE, YuigahaMAMA
Yuigahama'nın annesi masaya eğildi ve çayı
koydu. Sonrasında bana 'Buyur~' diyerek bir bardak çay verdi.
“Ah, teşekkürler. Zahmetiniz içinde...”
Acaba bu gibi çay seremonisinde 'Beni
takmayın' veya 'Benim hakkımda endişelenmeyin' veya 'Benim için zahmet etmeyin'
demek daha mı iyi olurdu? Başkalarının evinde misafir olmaya deneyimim
neredeyse hiç yok. Dahası şu an karşımda olan kişi Yuigahama'nın annesi, ve bu
da daha gergin hissettiriyor, ve kekeleyerek cevap vermiş olmama yol açmıştı.
Bir de ona bakarken utanıyordum ve üstten
bakıldığım için de onun neşe dolu halini yakından görüyordum.
Şöyle dikkatlice baktım ki Yuigahama'nın
annesi tam bana bakıyordu.
Bir süre beni izledi, bu süre
zarfında ise 'Hee' ve 'Hmm' diye sesler çıkarıyordu.
Ona karşı bir tepki veremiyordum,
Yuigahama'nın annesi neşeyle güldü.
“Sen Hikki-kun... olmalısın? Senin hakkında
Yui hep konuşur.”
“Oh, oh...”
Ölmek istiyorum. Ölmek isteyecek kadar
utandım şu an.
“Anne gereksizce şeyler söyleme.”
Yuigahama annesinin yanına gitti.
Sonrasında Yuigahama annesinin elindeki kurabiye dolu tepsiyi aldı ve annesini
iterek uzaklaştırmak istedi.
“Eh... Anne de Hikki ile konuşmak istiyor.”
“Ne olur git artık.”
Yuigahama annesini arkasından kapıya kadar
ittirdi.
Yukinoshita bu ikisine bakarken
gülümsüyordu, ve sonrasında o ile Yuigahama'nın annesi göz göze geldi.”
“Ah, Yukino-chan.”
“...Efendim.”
Yuigahama'nın annesi gülümsüyordu ve
Yukinoshita'nın şaşkın ifadesine karşın kelimelerini devam ettirdi.
“Bu gece burada kalacaksın, değil mi? Sana
bir yorgan ha...”
“Bunu ben yaparım!”
Yuigahama tüm gücü ile annesini attı ve
kapıyı kilitledi. Hala kapının ardından bazı sesler geliyordu fakat Yuigahama
hepsini duymazdan geldi.
“Ahahah... Özür. Annem Yukinon'un
geleceğini duyunca çok mutlu oldu. Aslında bu kadar heyecanlı olmazdı ama. Çok
utanıyorum...”
Utanmış Yuigahama karşısında Yukinoshita
başını salladı ve ona nazikçe sorun yok dedi. Sonrasında umutsuzca gülümsedi.
“Annen ile ilişkin ne iyi... Biraz
kıskandım.”
Sesinde biraz da yalnızlık vardı. Öyle bir
anne ve kız kardeşe sahip olan kim olursa olsun onlarla geçinmek zor
olurdu. Yuigahama ve ben bunu düşündük ama bir şey söyleyemedik.
“Özür, tuhaf bir şey söyledim... Ben geri
dönmeliyim.”
Yukinoshita ayağa kalkmaya hazırlandı fakat
Yuigahama zorla onu tekrar oturttu. Neşeli bir ses ile ellerini çırptı.
“Bu gece burada kalsana? Ben sık sık
başkalarında kalırım. ...Eve dönmenin müsait olmadığı durumlar oluyor, değil
mi?”
“Eh, fakat...”
Söylediklerini düşünüyordu, Yukinoshita
şaşkındı, ve biraz aceleciydi. Gözleri içinde bulunduğu hali açıklarcasına
odada dört dönüyordu, ve sonunda bana baktı. Hayır, bana bakma, sana yardım
falan edebilecek biri değilim ki ben...
Fakat Haruno-san ile arasında geçenleri göz
önünde bulundurursak, eğer Yukinoshita eve giderse aynı şeyler yaşanacak.
Yuigahama'nın ses tonundan da onun bunu
düşündüğünü anlamıştım. Bunu düşünürken Yuigahama'ya baktım ve bana karşı
başını eğmişti.
Eğer biriyle karşılaşman zor geliyorsa o
zaman karşılaşma. Geri çekilmekte ortamı yumuşatmak için işe yarar. Fakat
elinde sonunda karşılaşacak olan iki insan için bu olay sadece kaçmak olurdu.
Yine de şu an için kaçmanın kötü fikir olduğunu düşünmüyorum.
“...Şu sırada ikinizde henüz sakin
değilsiniz. O yüzden bu günün geçip ortamın yumuşamasını sağlayalım derim.
Fakat yine de arayıp söylesen iyi olur.”
“İyi bir fikir gibi.”
Yuigahama beni onayladı, Yukinoshita biraz
kapandı ve düşündü sonrasında o da onayladı.
“...Haklı olabilirsin.”
Cep telefonunu eline aldı ve arama yaptı.
Muhtemelen ablasını arıyordu. Biraz bekletti ama sonunda telefona yanıt verdi.
Yukinoshita konuşmaya başladı.
“...Selam. Şu sırada ikimizde henüz sakin
değiliz. O yüzden bu günün geçip ortamın yumuşamasını sağlayalım derim. Seni
bilgilendirmek için aradım.”
Yukinoshita iletmek istediğini söyledi ve
karşı taraftan cevap bekledi. Bu sırada oda sessizliğe gömüldü. Yalnızca
Yukinoshita'nın nefesini duyuyordum bir de “Az önce o...” diye çıkan fısıltıyı.
Fısıltının geldiği yöne baktığımda
Yuigahama bir bana bir ona bakıyordu. Ne olduğunu ona sormak istediğim sırada
telefondaki karşı taraf cevap verdi.
“Oh, anladım. Hikki-kun orada değil mi?
Telefonu ona ver.”
Sessiz odada onun sesi kulağıma
gelebilmişti. Ablasının dediği üzerine telefonu bana verdi, Yukinoshita arada
kalmıştı fakat ablasında 'acele et' diye duyunca hemen telefonu bana verdi.
“...Ablam seninle konuşmak istiyor.”
Telefonu elime aldım ve kulağıma dayadım,
yavaşça konuştum.
“...Buyur?”
“...Hikigaya-kun, sen çok naziksin.”
Kıkırdayan ve küçümseyen sesi sevimli ve
cazibe uyandırıyordu. Sanki bir goblinin beni ele geçirmiş olduğunu
hissetmiştim.
Eminim ki karşı taraftaki gülümseme ne
güzel görünüyordur. Tavrını hayal edebiliyordum. Muhtemelen Yukinoshita'nın
kilere benziyordur, fakat yine de çok farklıdırlar.
Boğazımı temizledim ve Yukinoshita'ya
baktım, telefondan hiç bir ses sızmasına izin vermemiştim.
Yukinoshita camın kenarlarında ellerini
göğsünde bileştirmiş bekliyordu. Yandan pencereye bakıyordu ve bana bakmaktan
kaçınıyordu.
Sokak lambaları ve gökdelenlerin
üzerilerinde görünen kırmızı led ışıklar karanlık geceyi delmeye yetmiyordu.
Camın ardında görünen tek şey siyah aynaydı.
Onun gözleri onu yansıtıyordu, açıkça
yansıtıyordu fakat çok boştular.
ꕥ ꕥ ꕥ
Haruno-san sadece bu cümleyi söyleyerek
kapattı. Konuşma tuhafça sona erdi.
Bir peçete çıkarıp telefonun ekranını
sildikten sonra sahibine geri verdim. Bir soğuk su kovası üzerimden boşalır
gibi oldu. Kendime geldiğimde saatin çok geçtiğinin farkına vardım.
“Peki ben gitsem iyi olur.”
“Şey...”
Okul çantamı aldım ve ayağa kalktım,
Yuigahama da kalktı. Ardından Yukinoshita da. Sanırsam beni uğurlayacaklar.
“Gerek yok.”
“Burada vedalaşmak tuhaf olur ama.”
Yuigahama cümlesinin ardından kapıyı açtı.
Sonrasında bir tüy yumağı hızlıca önümdeki koridordan geçti.
Bu Yuigahama'nın köpeği Sable. Sonra Sable
bana yapıştı.
“Oh....”
“Hey! Sable.”
Yuigahama onu azarladı ve ayağımdan aldı,
sonra da kucakladı. Yukinoshita Sable'yi görünce durakladı. Opps, bu kız
köpekleri kaldıramıyor.
Kapının girişine kadar Yukinoshita
Yuigahama'yı üç adım gerisinden takip etti, elinden geldiğince köpekle olası
bir iletişimden kaçınıyordu.
Diğer yandan Sable Yuigahama'nın ellerinde
havlayıp duruyordu. Şey... Bu iyi fikir mi? Sanırsam Yuigahama'ya bir kaç
tavsiye vermeliydim.
Ayakkabılarımı giydim, ve ayrılmadan önce
Yuigahama ile konuştum.
“Hey, Yuigahama. Eğer Yukinoshita burada
kalacaksa, Sable de...”
“Hikigaya-kun.”
Yukinoshita katı bir sesle benim
kelimelerimi engelledi. Suratını astı ve ellerini çiçek yaparak bana baktı.
Anladım, köpeklere karşı olan korkusunu söylememi istemiyordu. Arkadaşının çok
sevdiği bir şeyin kendisinin sevmediğinin söylenmesini istemiyordu.
Muhtemelen yeterince zahmet verdiğini
düşünürken bir de köpeği uzak tutmaya çalışacağından dolayı fazladan bir zahmet
çıkarmak istemiyordu.
Peki madem öyle, isteklerine saygı
duyacağım.
Fakat şuraya kadar söylediğim sözlerle ne
yapacağımı bilemiyordum.
Yuigahama da sorgulayıcı tonla sordu.
“Sable? Ne olmuş Sable'ye?”
Bu soruya karşın iyi bir cevabım yoktu.
“Şey. Ah... Sable biraz yalnız hissediyor
olabilir, fakat böyle yaşamayı ona öğrettirebilirseniz iyi olabilir. Evet
özellikle ona lazım bence.”
“Bence gerek yok.”
Kafamdan sallama seçtiğim kelimelere rağmen
Yuigahama bir anlam çıkarmış gibiydi. Bu 'öğretin' dememe kandın demek he...
Yuigahama'yı o kadar iyi dinlemediğimi düşündüm... Bu sırada Yuigahama
omuzlarını düşürdü ve konuştu.
“...Hep evde olduğu için Sable, genelde
annem ile uğraşıyor.”
“Oh, anladım, tamamdır...”
Bu köpek 'kast' sistemini biliyor olmalı.
Muhtemelen Yuigahama gibi insanlarla ilgilenmiyor bile. Yani onun
Yukinoshita'ya yaklaşma ihtimalinin daha Yuigahama'dan da düşük olduğunu
gösteriyor. Bir de, Yukinoshita bunu iyi değerlendirip köpeklere biraz alışmalı
bence.
ꕥ Kast sistemi = Hindulardaki sosyal sınıf
derecesi
“Ben gidiyorum.”
Bunu söyledim ve Yuigahama'nın elindeki
Sable'yi kafasından okşadım.
“Güle güle.”
“Güle güle.”
İkisi de beni kapıda geçirdi. Sable'nin
yalnızca havlamalarını duyuyor gibiydim. Yuigahama'nın evi ile olan her
düşüncemi bir kenara attım.
ꕥ ꕥ ꕥ
Eve dönüp yemeğimi yedikten sonra
kotatsunun altına sızdım ve kitap okumaya başladım.
Annem ve babamda bugün eve erken
gelmişlerdi, fakat çoktan uyumuşlardı. Oturma odasında bir ben birde Kamakura
vardı. Kamakura da yumrulmuş uyuyordu. Tek uyanık bir ben vardım.
Sonra oturma odasının kapısı açıldı ve
Komachi içeri girdi, pijama ve uyurken taktığı şapkası vardı.
“Sen hala uyanık mısın?”
“Şey tam uyuyacaktım da öncesinde sana bir
şey yapmam lazım.”
Ben konuşurken Komachi mutfağa girmişti.
“Her neyse işte erken uyu.”
“Hmm.”
Yarın sınavı olmasına rağmen bu saatte
ayakta olmasını sormak iyi fikir olduğunu düşünmüştüm. Fakat tek aldığım cevap
'hmm'dı. Bu sesi Chichichi sobadan duyardı.
Bir şeyler pişirdikten sonra yatmayı
düşünüyor olduğu düşünüyordum, bu sırada ondan bir ses duydum. Düşündüğüm gibi
uykusunun tutmamasının sebebi açlığıydı, o da kotatsuya girdi.
“Al bunu.”
“Ah, teşekkürler.”
Komachi bana bir kutu MAX KAHVEsi vermişti.
Bir yudum ile kendimi daha iyi hissettim. Sanırım bunu sıcak suyun içine atar
ısıtmış ve bana getirmişti. Bu kız muhteşem...
“Onii-chan ayaklarını çek.”
Bunu söylerken kotatsunun içinde ayaklarıma
tekmeyi bastı. Sonrasında ikimizde kahvelerimizi içmeye başladık.
Komachi halinden memnun bir soluk verdi.
“...Yarın büyük gün.”
“Evet. Acele et ve bunu içtikten sonra uyu.
Yarın sınavına uykusuz gitmek istemiyorsundur.”
Sıcak bir kahve iyi uykular yaşatabiliyor.
Acaba bu kahve gelecekte ilaç sanayisinde de kullanılır mı? Bu düşünce bile
kalbimi küt küt attırmıştı. Heh heh, iyi etkiler, eğer biri bunu söylediği
sırada bu kahveden içerse, o insan, doğal olmayan bir tatlılığın ortasındaymış
gibi tuhaf bir hisse kapılır. Herkese bunu yapmayı öneriyorum.
Fakat Komachi'nin hissettiği bu olmasa
gerek.
“...Ondan bahsetmiyordum. Yarın Sevgililer
Günü. Bir erkek olarak heyecanlı ve tutkulu hissetmiyor musun?”
Bir soluklandı ve şaşırmıştım.
Yarın sınavının olduğunu bildiği halde...
Bu evin prensesi çok çetin cevizmiş. Sanrım 'yarın için hazır mısın' diye
sormaya gerek yoktu.
“Öyle olacağına hiç ihtimal vermiyorum. Hem
tüm aklım şimdiden itibaren sende.”
“Bunun sebebi Onii-chan Komachi'yi çok
şımartıyor. İğrençsin. Aynı şekilde kendini şımartmayı denesen çok işler
başarabilirdin.”
“Ben zaten kendimi şımarttım.”
“Ondan bahsetmiyorum. Yani kahvedeki şeker
ile kendini şımartamazsın.”
O konuştukça kahvemi içiyordum. Komachi
aniden güldü. ...Bekle bir saniye, bana kötü şeyler söylediğini sezdim.
Eğer abini iğrenç görüyorsan, belki de onun
için yaptıklarımın hepsi iğrenç şeylerdi demek oluyor. Kotatsuya doğru ellerimi
yapıştırdım ve çocuk gibi yaygara çıkardım. Ben çok iğrencim.
“Tatlı demişken, bana çikolata versene.”
“Sana onun eşdeğerinde bir şey verdim ya.”
Komachi bana elimdeki kahveyi gösterdi.
Hayır, hayır bu kesinlikle kabul değil. Bunda kahve dışında bir şey yok ki.
“...Komachi Onii-chan'ı hiç mi
sevmiyorsun?”
“Hem de hiç.”
Bir kahkaha ile aniden cevap verdi.
İstemsizce sızlanmaya başladım.
Çok kötüsün... Yüz yüze, iyice
anlaşabildiğim bu an her şeye tanıklık ederdi.
Şaka olsun veya takılmak olsun, veya
sevdiğimiz ve sevmediğimiz şeyler olsun, cevaplarımızın içeriği her ne olursa
olsun birbirimize kalplerimizin içindeki gerçek duygulardan bahsedebiliyorduk.
Aile olarak on beş yıldır onunla yaşıyor
olmamız bir şovun parçası falan olamazdı.
Peki ya o kız kardeşler, ve bir de o ile
onun annesi arasında olanlar?
Onlar on beş yıldan daha fazla zamanda aynı
aile içinde yaşadılar ve aynı çatı altındaydılar, aynı anıları ve aynı zamanı
aynı derece paylaştılar. Buna karşın, yolları karşılaşsa bile birbirlerini
anlayamadılar, peki o zaman, bunlar diğer insanlarla normalce nasıl
yaklaşabileceklerdi?
Bizim abi-kardeş aile ilişkisi Komachi
doğmasa olmayacaktı. Aslında Komachi'ye teşekkür etmem için çok sebep var.
...Fakat şimdi o mevzu ayrı, şu an çikolata
istiyordum.
“Acele et ve bana çikolata ver...”
Ağlar halde olduğumu gören Komachi
sinirlenmişti, kotatsudan çıktı ve gitti.
Sanırsam beni daha fazla çekmek
istemiyordu... Umutsuzca kotatsunun içinde uzanıyor iken Komachi kotatsuya geri
döndü.
“Al.”
Sonra sırtıma bastı ve bana bir şey uzattı.
Başımı döndüğümde güzelce sarılmış çikolata
vardı.
“...Bu bana mı?”
“Biraz basit ama madem çok istiyorsun...”
Komachi biraz mutsuz gibiydi. Sıcak
gözyaşları düşerken benden ona teşekkürlerimi sunuyordum, ellerimde sıkıca
tutuğum çikolata vardı. Bunu benim için yapmıştı. Kardeşim ne muhteşemmiş...
Sonrasında Komachi yüzünde acı tatlı bir
gülümseme ile konuştu.
“Bu teşekkürlerini bu yıl benden başka
birilerine sunarsan daha mutlu olurdum.”
“Bu tip utanç dolu sözleri senden başkasına
nasıl söylerim ki ben...? Ayrıca sadece istediğin zaman alacaksam çikolatayı,
hala bir değeri kalır mı ki?”,
Komachi aniden bana baktı.
“Peki aynı mantıkla, benim çikolatam
değersiz mi yani?”
“...H, Ah, Hayır... Öyle değil? Komachi'nin
çikolatası ayrı. Bu özel. Komachi dünya tatlısı.”
“Ciddi konuşsan şaşardım zaten, seni çöp
abi.”
Komachi bir 'Uwa--' çekerek iğrençmişim
gibi bakıyordu.
“...Fakat senin gibi insanları kandırmakta
iyi olmayan biri çikolatamı kabul ediyorsa, sanırsam bundan biraz mutlu
olmalıyım.”
Komachi her zamankinden daha doğal
gülümsemişti. Elini çenesine götürdü, kotatsuda uzandı, başını kaldırdı, bana
baktı.
Böyle nazikçe bakınca utanmıştım, başka
yerlere baktım. Ve sonrasında çok tuhafça güldü.
“Ne diyorsun, Komachi puanlarım yeterince
yükselmiş olmalı?”
“Şu andan sonra düşüşe geçtiler.”
Kahvemden son yudumu aldım ve yüzümde acı
ifade vardı.
“Peki ben uyusam iyi olacak.”
“Hadi git ve uyu.”
Komachi boş kahve kutularını aldı ve
mutfaktaki çöpe attı. Komachi kapı ağzına geldiğinde Kamakura uyandı ve onu
takip etti.
“Oh, Ka-kun. Hadi beraber uyuyalım?”
Kamakura miyavlamadı, başını onun bacağına
sürttü. Komachi bunu görünce hafiften kıkırdadı onu kucağına aldı ve kapıyı
açtı.
Ona seslendim.
“Komachi.”
“Ne var?”
Bir eli kapı kulpunda bana döndü.
“Sınavında başarılar ve iyi uykular.”
“Teşekkürler. En iyimi yapacağım. İyi
geceler.”
Komachi pek bir şey söylemedi ama
gülümsüyordu, odasına geri döndü.
Gidişini izledim, ellerimi arkada
birleştirdim ve öyle uzandım.
“Kandırmakta iyi değil demek...”
Bu kelimelerle ifade etti beni Komachi,
fakat bugünün beni, bunu kendime yakıştıramıyordu.
Asla başkalarına yakınlaşmayı denemedim,
fakat, diğerleriyle arama büyük mesafeler koymadım.
Ne yaptığımın farkındaydım, bir çizgi
çekmiştim, dikkatlice boyuyordum onu, her zamankinden daha fazla çabalıyordum
onu renksizleştirmek için, orada durmuyordum ama, en iyi izleyici rolünü
oynuyordum. Kendimi adil olmayan pozisyona soktuğumu ben hep biliyordum.
Yüzleşmemek için, beni hep tırmalayan o
rahatsızlık hissini yaşamamak için, mesafe koymayı tercih ediyordum.
Bunun kesinlikle farkındaydım, böylece pot
kırmış da olmuyordum. Şunu biliyorum ki sadece bir cevap var ve bu cevap
kesinlikle şimdiki yaptıklarım değil. Yine de onları aşmak istiyorum.
İşte bu yüzden o insan benim içimi tamamen
görebiliyordu.
Bir kez daha bir ses beni rahatsız etti.
Sen böyle bir insan mısın, Hikigaya
Hachiman? Seni ahmak, istediğin cidden bu muydu?
Seni salak gürültücü iç ses. Hakkımda
hiçbir şey bilemeden bozuk ağzınla bana laf atma.
En sonunda, ondan sonrasında da, sessizliğe
boğuldum.