20.06.2020
Ulaşmak istediği o gerçek şey hala ondan uzaklarda ve gerçeğin ne olduğunu karıştırıyor.
Çevirmen: Forevertr3
Fırının üzerindeki zamanlayıcıdan çıkan her
seste odadakiler bir soluk beraberinde seviniyorlardı ve odayı tatlı kokular
sarmıştı.
Fırının önüne üşüşen topluluğa baktığımda
Miura'nın tüm hevesiyle yaptığı kendi şaheseri olan çikolatalı pastanın hiç bir
sorun çıkmadan tamamlandığını gördüm.
Miura kapağı hafifçe açtı, içinden
çikolatalı pastasını aldı ve hemen onu Yukinoshita'ya götürdü.
Yukinoshita, Miura'nın pastasını inceledi.
Her baktığında ikisinin soluğu birbiri ardından çıkıyordu. Miura kendini rahat
hissetmiyordu ve yakınlarında olan Yuigahama da diken diken olmuştu.
Fazla sürmeden kısa bir soluk verdi ve
onlara baktı.
“...Ben bir sorun görmüyorum. Güzel
yapılmış olduğunu düşünüyorum.”
Miura bunları duyunca rahatladı ve omuzları
indi.
“Yumiko çok muhteşemsin!”
Yuigahama Miura'ya sarıldı ve ikisi de çok
sevinçliydiler.
“Şey, teşekkürler, Yui... Yu-Yukinoshita'ya
da.”
Yüzünü onlardan kaçırmıştı, fakat gözlerinin
uçları Yukinoshita'ya bakıyordu. Teşekkülerini sunmak için ne tuhaf bir yöntem,
verdiği tepki de çok tuhaf.
“Tatmadım pek de bilemeyeceğim fakat iyi
gibi görünüyor.”
Bu kız neden samimi bir tepki vermekten
kaçınıyor ki... Yine de Yukinoshita'nın söylediği yanlış değildi. Bugünkü
etkinliğin amacı sadece çikolata veya şekerleme yapmayı öğretmek değildi.
“Yumiko.”
Yuigahama cesaret verircesine onun
omuzlarını sıvazladı.
Bunun üzerine Miura eldivenlerini çıkarmayı
unutup sanki elinde altın taşıyormuşçasına oradan ayrıldı ve Hayama'nın önüne
gitti. Vücudunu tuhafça büküp durdu ve utanç içinde konuştu.
“Ha-Hayato... Acaba, yardım eder misin...
tadını bir test etsen?”
Hayama kendisinin yüzüne bile bakamayacak
kadar utanan ve kaçak göçek bakışlar atan Miura'yı görünce bir gülümseme ile
cevap verdi.
“Tabiki. Eğer bu iş için uygun görüyorsan.”
“Şey... şey...”
Miura diyebilecek bir şeyler arıyor gibiydi
ve yapabildiği tek şey utangaç şekilde başını bir iki kere eğmek oldu.
Görünen o ki, o elinden geleni deniyordu,
diye düşünüyordum. Bu sırada yakınımda olan biri mırıldanıyordu.
“Mmmmm....”
“Ne diye mırıldanıyorsun?”
Isshiki'ye baktım fakat o Miura'ya nefret
dolu gözlerle bakıyordu. Elinde iyice paketlenmiş şekerlemeler ve onun üzerinde
küçük bir karpostal gibi bir şey vardı.
Elinde sıkıca onları tutuyordu.
“İyi bir kek yapmışa benziyor
Miura-senpai.”
“Ah, işte çikolatalı pasta denemişti ve iyi
bir şey oldu gibi.”
Bunu duyunca Isshiki bir 'Haa?' çekti ve
bana şüphe içinde baktı. Lütfen bana 'Bu kız neden bahsediyor acaba?'
bakışlarıyla bakma.
Isshiki yapmacıklı bir şekilde aksırdı,
sonrasında jest ve mimikleriyle ne demek istediğini söyledi.
“Hayır, hayır, onu demiyorum.
Farklılıklarından bahsediyordum, farklılık. Normalde serseri görünümde 'kötü
kız' havası veren bu kız her nasıl da bir anda bu kadar tatlı olabildi? Bu
kadar tatlı olmak hiç adil değil, haklıyım değil mi?”
“Ah, ah, bu muydu...”
Bu usta kurnazdan daha ne beklenirdi. Fakat
Miura böyle sinsice bir harekete kalkışmamıştı. Onun yaptığı tek şey genç kız
gönlünün dışa vurmuş bir haliydi. Isshiki de bunu anlamışa benziyordu ve,
'Aslında o kadar kötü bir kız gibi görünmüyor.' diye homurdandı. Evet ben de
buna katılıyorum. Fakat senin kişiliğin bayağı kötü.
Homurdanması bittikten sonra minnettar bir
yüzle gülümsedi.
“Fakat böylesi benim için daha iyi oluyor,
yani rakibimin dişli biri olması beni mutlu ediyor.”
Bunu söylerken bir şekilde mutsuzca bir
soluk verdi ve sanki aniden aklına bir şey gelmiş gibi, 'Demek öyle,ha' dedi ve
sonra önlüğünün cebini biraz karıştırdı ve bir 'Al!' diyerek bana bir şey
fırlattı.
“Senpai, bunu kabul et.”
Elime aldıktan sonra ona biraz baktım. Bu
şey, içinde şekerlemeler olan küçük vinil bir poşetti. Üzerinde bulunan
kurdelenin dışında başka bir süsleme bulunmuyordu. Isshiki'nin elinde tuttuğu
lüks, dünya değerinde, süslemelerle kaplı olan şekerlemeden
farklıydı.
“Ne, neden bunu bana veriyorsun?
Teşekkürler ama?”
Yani böyle bir şey yaparsan tabiki ne
yapacağımı bilemeden böyle bir cevap veririm.
Sanırsam bana bir erkeğin onuru falan olan
nezaketen çikolatalardan vermek istiyordu. Yani aslında kişiliği o kadar kötü
değil! Az önce kişiliği hakkında söylediklerimden dolayı çok üzüldüm.
Benim özür dileyen tavırlarımı görünce
Isshiki birden gülümsedi ve başparmağını dudaklarının önüne yasladı.
“...Bunu herkesten gizli tut, olur mu?”
Şeytanca bir gülümseme vardı yüzünde.
Sonrasında gözünü kırparak, 'Eğer başkaları duyarsa çok iş açar başıma~' derken
yürüyüp gitti. Sanırsam Hayama'ya doğru gidiyordu.
Ben ise, Isshiki'nin hal ve hareketlerinden
dolayı yerimde çakılı kalmıştım.
Kouhai'mden gelen bu muazzam yıkıcı gücün
karşısında çok korkmuştum, Hayama'nın karşısında sergileyeceklerini görmek için
ona baktım.
Isshiki aşağıdan Hayama'ya bakıyordu ve
Kyarurun~ derken elindeki şekerlemeleri ona uzattı.
ꕥ Idolmaster'dan Makoto Kikuchi'nin sıkça
kullandığı anlamsız kelime.
“Hayama-senpai bunun da tadına bakar
mısın?”
“Haha, hepsini yesem olur mu?”
Hayama halihazırda hala Miura'nın pastasını
yiyorken, Isshiki'ye taze bir gülümseme yaptı.
Ve bir kez daha Hayama, Miura ile Isshiki
arasında kalmıştı.
Sonrasında arkalarından gelen çiğneme
sesleri ile Tobe Hayama'nın yanına geldi ve ona bir 'yaşasın!' dedi.
“Hayato-kun, istersen bitirme de ben de
yardım edeyim.”
“Olmaz, Tobe için değil bunlar.”
Tobe'nin kelimeleri Isshiki'nin soğuk sesi
ile kesildi. Bunun karşısında Tobe mız mız oldu.
“Irohasu çok kötüsün!? Hayato-kun.”
“Beni düşündüğün için çok minnettarım fakat
kendim için yapılan bu şekerlemeyi paylaşmasam daha iyi olur gibi, Tobe.”
Hayama Tobe'ye bunları neredeyse fısıldar
gibi bir ses tonuyla söylemişti. Bunun üzerine Tobe gülümseyerek 'peki!' dedi.
Şimdi anladım, ağzında çiğneyerek geldiği
çikolatalar Ebina-san'ın yaptıklarıydı. Hiç beklemezdim ve bunu düşünürken
Ebina-san'a baktım.”
“HayaxTobe? Çok iyi eşleşme değil gibi.”
Ebina-san durumdan tatmin olmuş gibi
görünmüyordu, katır kutur kendi yaptığı şekerlemeleri yiyordu. Evet o yolda hiç
bir gelecek yok.
Neyse boş ver Miura tarafını, acaba
diğerleri ne yapıyor. Tam tersi yöne, Kaihinsougou Lisesi öğrencilerinin olduğu
yöne gözlerimi çevirdim. Onlar da şekerleme yapımını tamamlamışlardı.
Meguri-senpai ve diğer bir kaçı
Kaihinsougou Lisesi öğrenci konseyi üyeleri ile neşe içinde muhabbet
ediyorlardı. Onların arasından birisi benim varlığımı fark etti ve bana doğru
el salladı. Bu kişi Orimoto Kaori'ydi. Bu sefer niye elini bana sallıyorsun?
Liseli olduğumuz halde hala değişmemişsin. ...Neyse artık bunu düşünmek bile
çok gereksiz.
Orimoto masanın birinden eline bir şey aldı
ve koşar adımlarla yanıma geldi.
“Hikigaya, al.”
Kelimelerinin ardından üzerinde bir iki
şekerleme olan bir plastik tabağı bana uzattı. Sanırım onları bana vermek
istiyordu. Herhangi bir kaplama veya süslemeleri yoktu. Hayır, aslında ondan
bir şeyler almak bile çok büyük bir marifet olduğunu düşündüğüm için bunun için
bile minnettar olmam gerekiyor.
“Bakalım şuna...”
İçlerinden birini aldım ve ağzıma
attım. Sonrasında birinin Orimoto'nun arkasında belirdiğini gördüm.
“Bu aslında birbirimize teşekkürlerimizi
sunmak olmuyor mu? Okul ağının izin verdiği sınırları aşarak, dışarıda da
birbirimiz arasına SAMİMİ bir ortaklık kurmakta her iki tarafında geleceği için
çok önemli olduğunu düşünüyorum.”
Konuşmasından hemen kim olduğunu
çıkarmıştım. Bu adam Kaihinsouguo Lisesinin Öğrenci Konseyi başkanı
Tamanawa-san'dı.
Onun gelişini fark eden Orimoto, tabağı ona
da uzattı.
“Ah, başkanım, buyur sen de al.”
“Te-Teşeküürler... Bunlar benim için çok
yeni şeyler.”
Teşekkürlerini sunduktan sonra tabaktan bir
tane aldı. Sanırım tabaktakilerin hepsini onların okulu beraberce hazırlamıştı.
Orimoto tabağa bakıp bakıp durdu.
“Ne? Neden?”
Soruyu duyan Tamanawa bir aksırdı ve
sonrasında saçma, tuhaf jest ve mimikleriyle olayını anlatmaya çalıştı.
“Sevigiler Günü'nde deniz aşırı uzak
ülkelerde genellikle erkekler hediye verenler olurlar. Ben hep bu
KÜRESELLEŞMEYİ hissetmek istemişimdir. Fakat Japonya'dakilerde ise muhtemelen
ETKİLENMEK denilmesi daha makbul olurdu.
“Oh?”
Orimoto'nun bu seferki verdiği tepki
cansızdı, en azından 'Bu olur!' gibi bir şey demedi. Bu zayıf tepkiyi fark eden
Tamanawa kelimelerine yenilerini ekledi ve el hareketleri daha da hızlandı.
ꕥ Bu Olur! -> Sore Aru!
“Bu muhtemelen Japonya ve diğer ülkeler
arasındaki KÜLTÜREL FARKLILIKLARDAN kaynaklanıyordur. Eğer bir örnek ile
açıklamak gerekirse, Fransa'da insanların sadece önemli insanların karşısında
etek giymesi denilebilir.”
Oh... Diğer bir deyişle, Totsuka bu yüzden
etek giymiyor! Onun gözüne girmek için çabalamalıyım! 'Bu olur!'
Kendimce düşüncelere dalmışken, Orimoto aniden
tabaktan şekerleme aldı ve yedi.
“Bu çok lezzetli olmuş.”
“Ah, şey. Şimdi... Şu sıralarda bir KAHVE
MOLASI vereceğiz, geri dönsek iyi olur.”
“KAHVE MOLAsı da neyin nesi? Çok komiksin.”
Orimoto güldü ve bana, 'Sonra görüşürüz”
derken ellerini salladı ve Kaihinsougou Lisesi öğrencilerinin yanına geri
döndü. Sonra solumdaki Tamanawa bana baktı.
“Peki, gelecek sefer daha ADİL olsun.”
Bu savaş açar kelimeleri söyledikten sonra
gitti.
“Meraklanma, ben onu tavlamaya çalışıyor
falan değilim...”
Acaba son mırıldanmam ona ulaştı mı?
Muhtemelen hayır. Kelimelerim KATAKANA olmadığı sürece duyabileceğini
zannetmiyorum.
ꕥ Tamanawa sıkça İngilizce kelimeler kullanır
ve bu kelimeler Japonca'da KATAKANA ile yazılır.
Acaba Tamanawa onu tavlamayı falan mı
düşünüyor ki! Dışarıdan bakıldığında onun amaçlarının Orimoto'ya pek ulaşmadığı
görülüyor... Aman, bana ne, gram umurumda değil.
Onun meselesini beynimden attım, ama
benimde sıkı çalışmam gerekiyor. Totsuka'nın önümde etek giymesi için bu
gerekiyor.
Eh, Totsuka, Totsuka, Totsuka, Totsuka. Onu
gözlerimle arıyordum, ve hemencecik onu buldum. Tam beklediğim gibi, o hangi
dünyada olursa olsun onu hemen buluyorum!
Ona doğru yaklaştım, yanında Zaimokuza
vardı ve Keika da yanlarındaydı. Biraz daha yakından bakınca onlara en yakın
masada Kawasaki vardı ve temizleme işi ile meşguldü. Sanırım bu ikisine
temizlik bitene kadar Keika'ya göz kulak olma görevi verilmişti.
Fakat bu ikisi çocuklarla iletişimi iyi
değilmiş gibi görünüyorlardı. Zor bir savaş veriyor gibi görünüyorlardı. Zaimokuza
yüzünü yere gömmüş, çoktan pes etmişti. En azından Totsuka tek başına bir
şeyler yapmaya çabalıyordu. Bir 'Eh' çekmekten başka bir şey bulamıyordu, Keika
ile bir türlü iletişim başlatamamıştı.
“Merhaba Keika-chan, ben Totsuka Saika.
Merhabalar.”
“Oh. Saika... Saika... Sa-chan? Sa-chan?”
Muhtemelen ablasının ismine benzer bir isim
olarak gördüğünden dolayı ona nasıl sesleneceğini şaşırdı.
Seni anlıyorum. Benim de Totsuka'nın o
tatlılığı karşısında dilim tutuluyor.
Neyse ki küçük kızlar ile iletişimde
kendime güvenim vardı. Totsuka'ya yardım etmek için atılmam gerekiyordu.
“Ah, Hachiman.”
“Ha-chan!”
Totsuka beni görünce rahatlamışça
soluklandı, Keika masum gözlerle bana bakıyordu. Onun başını okşarken, onun
Totsuka'ya bakmasını sağladım.
“Sai-chan. Onu Sai-chan diye çağır.”
“Sai-chan.”
Keika'nın şaşkına dönmüş tavrı sonunda
çözülmüştü ve sonunda ikisi arasındaki farkı anlamıştı. Totsuka da ismi Keika
tarafından çağrılınca sevinmişti ve 'Aha!' yaparak gülümsedi.
Şimdi sıra Totsuka'nın arkasındaki kalan
diğer kişi de.
“Bu Zaimokuza Yoshiteru. Ona Zai-chan de.”
“Zaimokuza.”
“Ne, neden bana saygı ifadesi kullanmadan
sesleniyorsun!? Niye bunu sadece bana yapıyorsun!?”
Zaimokuza her zamanki gibi olayı
abartıyordu fakat küçük bir kızın ona böylesine seslenmesi onu hayretler içinde
bırakmaya yetmişti. Olduğu yerde çakılı kalmıştı. Bu gibi durumlar gülünmesi
gereken şeyler mi acaba? Aman kimin umurumda alt tarafı Zaimokuza, üzülmeye
değmez.
Fakat Totsuka gibi nazik insanlar her zaman
geçiştirme cümlelerine sahiptirler.
“O kadar kafana takma. Çocuklar tuhaf
buldukları kelimeleri ezberleme eğilimindedirler.”
“U, Uumu... Fakat benim adım tuhaf falan
değil...”
Zaimokuza'nın durumu hiç iyileşmemiş ve
onun dediklerini de kabullenememişti.
Bu sırada Kawasaki ellerini önlüğüne
silerken bize doğru hızlı adımlarla geliyordu. Keika ablasını görünce ona doğru
gitti.
“Ona göz kulak olduğunuz için teşekkürler.”
“Önemli değil, Hachiman da bize yardım
etti. Temizliğin bitti mi, Kawasaki?”
“Evet, sağ olun.”
Totsuka'ya teşekkürlerini sunarken bana
baktı. Ağzını açtı kapadı, bir şeyler söylemek istiyordu.
“Bizim geri dönmemiz lazım... Akşam yemeği
hazırlayacağım daha.”
“Ah, peki.”
Onu duyunca gözlerim saati aradı. Evet bu
saat bir akşam yemeği için yeterince yakın bir zamandı. Bu yüzden temizliği
hızlıca yapmaya çalışmıştı.
Gerçi olduğu gibi bıraksa da olurdu, yine
de Kawasaki düşünceli davranmıştı. Kawasaki tüm erkeklerin hayalindeki ev
hanımı olabilir.
“Peki o zaman, Ke-chan, hadi gidiyoruz.”
“Tamam... Sa-chan.”
Kawasaki, Keika'nın omuzlarını okşadı.
Sonrasında Keika ablasının eteklerinden tutundu ve bir şeyler mırıldandı.
Ablası Keika'nın demek istediklerini anlamış gibiydi.
“...Anladım. Bekle biraz.”
Bunu söyledikten sonra çikolatalar ile dolu
bir çantayı Keika'ya verdi. Keika ablasından onu aldı, tatmin olmuşça baktı ve
bana sundu.
“Buyur, Ha-chan.”
“Sanırsam bunların hepsini sana vermek
istiyor... Lütfen kabul et.”
“Oh, teşekkürler. İyi yapılmışa benziyor.
İyi iş becerdin Ke-chan.”
Başını okşadım ve o da beni belimden
kucakladı. Haha, ne tatlı kız, daha fazla başını okşayasım var.
“...Muhtemelen içlerinde benim de yaptığım
çikolatalar var.”
Kawasaki ceketini giyerken, başka yöne
bakan yüzüyle söyledi. Onu duyunca çantanın içindeki çikolata trüflerine
baktım.
“Öyle mi?... Ablan müthiş bir insan.”
“Biliyorum! Fakat, Sa-chan şimdi bile
elinden geleni yapıyor.”
Bir öksürme ile Keika göğsünü kabarttı,
küstah bir tavırla ablasını övdü. Kawasaki önce şaşırdı sonrasında gülümsedi.
“Ona çikolatalarını verdiğine göre hadi
artık gidelim Ke-chan.”
Bunu duymasına rağmen Keika beni bırakmadı.
Buna şahit olan Kawasaki, Keika'ya bakıp durdu. Keika'nın titremelerini
hissediyor gibiydim. Hey, ona öyle korkutucu bir yüzde bakma...
“Hadi gidelim, Ke-chan.”
Söylememin ardından yürümeye başladım, Keika
hala bana sarılıyordu.
“Şey, gidelim!”
Keika beni takip etmeyi sürdürdü. Kawasaki
bir 'Haa' çekerek arkamızdan takip etti.
“Bay bay Ke-chan. Görüşürüz.”
“Evet, SALAD BAR.”
ꕥ Aslı Sa-ra-ba-da (Elveda), fakat yanlış kullanımdan SALAD BAR
Totsuka ve Zaimokuza ayrılışımız izlediler,
Keika ellerini sallayarak 'Bay bay' dedi onlara. Böylece odadan çıktık ve
merdivenlerden alt kata indik. Bu sırada Kawasaki kardeşine mont ve atkısını
giydirdi. Kardeşini ne de çok seviyormuş be.
Bütün bunları yaptıktan sonra topluluk
merkezinin girişine vardık. Hava çoktan kararmıştı.
“İstasyona kadar eşlik edeyim mi?”
“Gerek yok. Ben zaten hep bu saatlerde eve
dönerim. Hem senin yapacak bir şeyin yok mu?”
Kawasaki çantasına asıldı ve kardeşini
benden almak için eğildi. Bu sırada eteği biraz salındı gibi oldu. Tüm gücümle
gözlerimi kaçırdım. Sanki siyah dantel gibi şey aklıma geldi, fakat ben bir şey
görmedim.
“Peki o zaman görüşürüz.”
“Ha-chan, bay bay.”
Kawasaki vedasını yaparken başını eğdi ve
onun kucağındaki Keika da benimle vedalaştı.
“Dikkatli olun.”
Evlerine doğru giden bu ikisini izliyordum,
izdüşümleri yavaş yavaş, uzaklaştıkça küçülüyorlardı.
Hava rüzgarlı veya bulutlu değildi, kış
gökyüzü apaçıktı. Fakat hava kuru soğuktu. Bu ikisi birbirine iyice
sarılmışlardı, muhtemelen soğukluğu hissetmiyorlardı.
Çıkarken ceket giymediğime pişman oldum.
Fakat geri dönmem gerekiyorsa da her
nedense bir adım daha atmak istemediğimi düşünmemiştim.
Soğuktan titriyorken kapının yakınlarındaki
merdivenlere oturdum ve derinden soluklandım.
Bu etkinlikte kayda değer hiç bir şey
yapmamıştım, fakat yine de çok yorgun hissediyordum.
Yine de yeterince iş yapmış gibi
hissediyordum.
Miura, Ebina-san ve Kawasaki'nin kız
kardeşinin isteklerini duyduktan sonra, Isshiki ve öğrenci konseyinin diğer
üyeleriyle birlikte bu etkinliği organize ettik. Orimoto da vardı ve Tamanawa
da Kaihinsougou Lisesi'nin öğrenci konsey başkanı olarak buradaydı ve
Meguri-senpai ve Haruno-san katılmışlardı ve hatta Hayama ve Tobe de tat testi
yapmak amacıyla gelmişlerdi. Bir de Totsuka ile Zaimokuza gelmişlerdi ve
Hiratsuka-sensei de bir uğramıştı.
Bu yeterinden bile fazlaydı.
Mutluyum.
Ve bunu mırıldanmıştım.
Bir karıncanın vücudunda gezinirken verdiği
kaşıntı hissiyle aynı his tüm boynumda yayılmıştı, dudaklarımın kenarları
yukarı çevrilmiş, gülümsememi sürdürüyordum. Yüzümün hala gülümsemesinin sebebi
muhtemelen soğukluktan dolayı donmuş olmasıydı.
Yüzümü ovarak ısıtmaya çalıştım ve sonunda
ayağa kalktım.
ꕥ ꕥ ꕥ
Odaya geri dönmüştüm, artık hiç bir pişirme
sesi duymuyordum. Herkes kendi yaptığı şekerlemelerini yiyor, çaylarını içiyor
ve neşe içinde muhabbet ediyorlardı.
Sevgililer Günü öncesi şekerleme yapma
etkinliği sonunda bitmişti. Kalan tek şey geri kalan zamanı geçirmek ve resmi
olarak etkinliği bitirmekti.
Çantamı koyduğum sandalyeye doğru yürüdüm.
Yukinoshita da oradaydı. Bize siyah çay demlemişti.
Masanın üzerinde bulunan bir kettle ile
suyu koymuştu ve şimdi su kaynamıştı. Yukinoshita buradaki suyu kullanarak çayı
demlemişti.
Diğer bir yanında çay kupaları falan yoktu,
sadece plastik bardaklar vardı. Fakat onları kulüpten buraya getirme zahmetine
katlanmasına gerek yoktu.
Yukinoshita siyah çayı üç plastik bardağa
doldurdu ve geri yerine oturdu. Sonrasında benim ona doğru yürüdüğümü fark
etti.
“Görünüşe göre bayağı çalıştın.”
“Pek öyle yaptığımı düşünmüyorum.”
Cevabımı verdikten sonra yerime oturdum, ve
Yukinoshita plastik bardakların birini önüme koydu. Gözlerinde alaycı bir ifade
vardı.
“Öyle mi? Dediğinin tersine bugün meşgul
gibiydin.”
“Meşgul?”
Çikolatalardan dolayı mıydı? Evet,
çikolatalar insanın yorgunluğunu dindirmekte çok etkilidirler. Şimdi aklıma
geldi de oradan oraya koşuşturmuştum, yani onun dediğini reddetmek yanlış
olurdu.
“Sonunda dinlenmek için vakit bulmuşsun
gibi.”
Bunu söylerken çayından bir yudum aldı.
Çayımın üzerini üfledim ve sonrasında ben de bir yudum aldım.
Şimdiki hislerim normalde çay
içtiğimkilerden farklıydı ve rahat hissetmiyordum, dahası bardaktaki sıcaklık
elime vuruyordu ve çayı içtiğim hız sıcaklığından dolayı yavaşlamıştı. Yine de
dışarıda soğumuş olan vücudumu ısıtmaya yetiyordu. Birkaç yudum aldıktan sonra
bir soluk verdim.
“Sen de çok çalıştın.”
“Evet. Haklısın, çok çalıştım.”
Bununla birlikte Yukinoshita'nın bakışları
fırına çevrildi.
Yuigahama da oradaydı.
İki elinde de eldivenler vardı ve tepsi
vardı, bize doğru geliyordu.
Ah ah, şimdi anladım. Yukinoshita sadece
Miura ve Kawasaki'ye pişirmeyi öğretmedi, Yuigahama ile de çok uğraştı. Evet bu
çok yorucu olmuştur.
“Hikki, bunu dene!”
Bir 'Buyur' yaparak bir tabak çikolatayı
bize uzattı. Yuigahama fırının önünde bu şansı kovalıyordu, şekerlemelerden
çıkan kokular fırından daha yeni çıktığını ifade ediyordu.
Normal şekerlemelere benzemiyordu.
Şekilleri pek normale benzemiyorlardı ama açıkça görünen yanık izleri yoktu.
Ayrıca içinde şüpheli bir şey görünmüyordu Sorun yok gibiydi.
Peki şimdi kalan test etmek.
Hemen önümdeki Yuigahama'nın ifadesini
kontrol ettim. Gördüğüm şey ise onun göz bebeklerinin beklenti içinde
parlamasıydı, omuzları titriyordu, dudaklarındaki gülümseme kendisindeki güven
eksikliğini saklamak istiyordu.
Yaptığı bu ifade de neyin nesiydi, yemekten
başka bir çarem yoktu...
Bir yutkundum ve bu ses çıkarmıştı. Tabiki
yutkunduğum şey tükürük falan değildi. Eğer söylemek gerekirse kendi çözümümü
yutmuştum!
“...Peki, yiyeyim madem.”
Uzun ve derin bir soluktan sonra
kollarımı sıvadım! Tam elimi şekerlemelere doğru uzatma eğilimindeyken hemen
yanımda olan Yukinoshita ağzını açtım.
“Kendini hazırlıyormuş gibi görünüyorsun, fakat
merek etme. Ben de yapımında yardım ettim.”
“...Öyle miydi? Rahatladım.”
“Sanırım hakkımda çok kötü şeyler
söylediniz!?”
Omuzlarımı düşürdüm ve birini alıp ağzıma
attım. Birkaç kere çiğnedikten sonra onu yuttum. Biraz bekledim ama vücudum
buna karşı pek bir şeye ulaşmamıştı.
“...Çok muhteşem. Cidden yenilebiliyor.”
“Yenilebiliyor da ne demek... Şekerlemeler
zaten yenilebilir şeyler, yani yenilmesi için varlar.”
Benim samimi düşüncelerim istemeden
döküldü, Yuigahama yanaklarını şişirdi. Hayır, hayır, senin pişirmede olan
yeteneklerini düşününce bence bu çok büyük bir övgü.
Fakat şaşkınlığım gerçekti. Yuigahama
elinden gelenin en iyisini yapmıştı. Fakat hepsi Yukinoshita'nın
sayesindeydi...
Bunu düşünürken Yukinoshita'ya baktım, o
omuzlarının yanından eliyle saçlarını savurdu ve övgü ile göğsünü kabarttı.
“Zaten ben de bunu beklerdim. Sonuçta her
önemli adımda onu dikkatlice izledim.”
“Buna izlemek mi diyorsun!? Normalce
öğrettiğini düşünüyordum.”
Yuigahama keyifsiz görünüyordu ama buna
gerek yoktu çünkü Yukinoshita'nın sözlüğünde izlemek ve öğretmek aynı anlama
geliyordu, yani ciddiye almasına gerek yoktu.
Yukinoshita için bu iki kelime arasındaki
fark bir değer taşımıyordu, ve şekerlemeleri tepsiden plastik tabağa doldurup
teker teker inceliyordu.
Sonrasında elini çenesine götürdü ve
tatmin olmuşçasına başını eğdi.
“Bir sorun yok gibi. Tatlarında da sorun
yok gibi, ben de bir tane alayım.”
“Demek öyle ha, ilk önce bana test
ettirerek zehirli mi diye kontrol ettirdin... Niye böylesine tehlikeli bir
görevi ben yapıyorum?”
“Şuna zehirli falan demeyin! Ben de
bunlardan yemek istiyorum.”
Üçümüz oturduk ve ellerimizi kurabiyelere
attık.
Çatırdama hissetmiştim ve terayağ tadı
aldım. Öncesinde tattığım yumuşak tatlılıktan ve acı çikolatadan sonra bunun
tadı dayanılmaz lezzetliydi.
“...Çok lezzetli.”
Bir tanesini tattıktan sonra Yuigahama
hemen yorum yaptı, Yukinoshita da başını eğerek onaylamıştı. Bu ikisi birbirine
baktı ve Yuigahama neşe içinde hafiften güldü, Yukinoshita da buna karşı kendi
gülümsemesini göstermişti.
Bunun üzerine Yuigahama tüm vücudu ile bana
döndü.
“İyi olmuş, değil mi?”
“Tadının normal olduğunu söylememiş
miydim?”
Söylemiştim, değil mi ya? Yuigahama'nın
enerjik çıkışından dolayı bir tepki vermem gerekiyordu, bu ikisinin ifadeleri
hemen koyulaşmıştı.
“Sıradan...”
“Normal?”
Yuigahama hafiften omuzlarını düşürdü ve
Yukinoshita bana bakındı. Eh eh, bekleyin biraz, bu gibi bir durumda ne
demeliyim ki... Hikigaya Hachiman Onii-chan'dan gelebilecek bir kelimeye
ihtiyacım vardı ve kelime dağarcığımı Komachi'ye konuşurken kullandığıma
çevirdim.
“Ah, eh. Peki, tamam, bu kurabiyeler çok
lezzetliler... Çok teşekkürler.”
Temkinlice kullanabileceğim kelimeler
aradım, ve Yuigahama'nın yüzü canlandı ve Yukinoshita'nın bakışları yumuşadı.
“Peki!”
Yuigahama enerji dolu bir tepki verdi, bu
sırada Yukinoshita çayımı tazeliyordu.
Bu iyi oldu, Komachi, Onii-chan sonunda
doğru cevabı buldu...
Ama şunu söylemek gerekirse Komachi'den
yola çıkayım veya çıkmayayım, bu kurabiyelerin tadı cidden lezzetliydi. Teşekkürlerimi
sunmam ona karşı minnettarlığımdandı.
Yine de, o rahatsızlık veren his hala
vardı.
Tam bu sırada uzun topuklu ayakkabılardan
çıkan sesler duydum.
Bizim yanımıza çaktırmadan gelme konusunda
hiç istekli değildi, hatta varlığını gözümüzün içine sokmak istiyordu. Adım
adım bize yaklaştı, ve kendini bize gösterdi.
Topuklu seslerini duyan Yukinoshita da
yanımdan oraya bakışlar gönderdi. Hemen kaşlarını çattı.
Sadece bu bile arkamda kim olduğunu
anlamıştım. Yukinoshita Haruno'ydu.
“Nee-san. Ne oldu?”
Haruno-san Yukinoshita'nın sorusuna cevap
vermedi. Sessiz gözlerle bana bakıyordu. Parmaklarını dudaklarına götürmüştü
sonra o cezbeden dudaklarını açtı.
“Demek bu Hikigaya-kun için gerçek?”
Söyler söylemez baştan aşağı titredim,
hemen yüzümü Haruno-san'dan kaçırdım. Fakat Haruno-san kaçmama izin vermedi ve
bir adım atarak aramızdaki mesafeyi azalttı.
“Gerçek şey derken bundan mı bahsediyordun
acaba?”
“...Bilmiyorum.”
Bu anlam yüklü cümle karşısında nasıl tepki
vermem gerektiğini bilmiyordum.
Haruno-san'ın sorusu soğukluk veren his
gibiydi, fakat hem de gerçek bir şeydi.
Sanki bana kendisinin de anlamadığını, pek
idrak edemediğini de söylüyordu. Çıkan sesi beni terk ediyormuşçasına
yankılanmıştı.
“Nee-san, ne yapmaya çalışıyorsun?”
“Bu, bu, bu,b, ...”
Hafifçe elimi kaldırdım, konuşmaya
çalışan Yukinoshita ve Yuigahama'yı durdurdum, daha fazla katlanamadım. Şu an
soru sorulan insan bendim.
Şimdi sakin olmalıyım, bir şey yapmama
gerek yok. Yukinoshita Haruno ilgisi sadece vereceğim cevap. Bana manalı
gözlerle bakıyordu, her davranışımı ve her nefesimi inceliyordu.
“Öyle mi yani? ...Senin böyle biri
olmadığını düşünmüştüm.”
Bunu söyledi ve arkamdan bana yanaştı, ve
başını eğerek gözlerimin içine baktı.
“Sen bu kadar sıkıcı biri misin?”
Ondan çıkan nefesleri algılayabilecek kadar
yakındık, sadece biraz hareketlensem bile ona dokunabilecektim. Fakat
kelimeleri beni çok uzaklardan vuruyordu.
“Eğer ilgi çekici biri olsaydım, sınıfta
popüler bir insan olabilirdim.”
“Mesela ben senden bunları duymak isterim.”
Gözlerimi kaçırarak verdiğim cevabı komik
bulmuş ve gülmüştü. Sonrasında bir adım geri atarak, sonunda benden
uzaklaşmıştı.
Eğer sadece böyle bırakıp giderse çok mutlu
olurdum. Fakat Yukinoshita Haruno bunu yapmazdı. Bunu yapacak kadar cömert bir
insan olmadığını çok önce öğrenmiştim.
Haruno-san bir adım daha geriledi ve
hepimize baktı.
“...Fakat şu an hepiniz sıkıcısınız. Ben...
eski Yukino-chan'ı tercih ederdim.”
Bu cümle ile nefesimi yutmuştum. Yüzümün
katılaştığını hissediyordum.
Yüzleri yere bakan Yukinoshita ve
Yuigahama'nın yüz ifadelerini görebilmemin imkanı yoktu, gerçi onların
ifadelerinin benimkiyle farklı olmadığını düşünüyordum. Düşünmek değil, öyle
olmasını istiyordum.
Haruno-san kimsenin ona cevap
veremeyeceğini anladı ve kısa bir soluklandı. Kısa zaman sonra
topuklu ayakkabısından sesler çıkmaya başladı, uzaklaşıyordu.
Bu sesi duyduktan sonra onun apaçık bize
bir şeyler iletmek istediğini anladım.
Yukinoshita Haruno'nun kelimelerinin
ardındaki şey, o gerçek değildi.
Evet katılıyorum.
Bu tip durumlarla yüzleşmiş olduğuma, bu
tip ilişkilerle sahip olmuşluğuma, bu tip bir rahatsızlık hissine sahip
olduğuma.
Yetersiz deneyimimden dolayı burada hiç bir
şey beceremedim, ben hep bu rahatsızlık duygusunun bundan kaynaklandığını
düşündüm. Ben hep zamanla bunlara alışacağımı ve bunları normal olarak
kabulleneceğimi düşünmüştüm.
Ve bu, Haruno-san'ın gözünden
kaçmadı.
Göğsümde bir şeyler donmuş ve orada
saplanıp kalmıştı ve sakinleşemeyen soğukluk halini almıştı. Hep orada bulunan
tiksinmenin hissi bugüne kadar kendini göstermemişti.
Düşünmek istemediğim şeyler Haruno-san
tarafından gözüme sokuluyordu.
Bu güven değil, daha kötü, daha
affedilemeyecek bir şey.
ꕥ ꕥ ꕥ
Bir festivalden geriye kalan şey
yalnızlıktır.
Etkinliğin yapıldığı bu odada bize ayrılan
vaktin sonuna geliyorduk, Isshiki etkinliğin son adımlarını yaptıktan sonra
herkes birer ikişer odayı terk etmeye başladı.
Zaman ilerledikçe odadakiler çıkıyorlardı
ve bu telaşeli oda artık sessizliğe yerini veriyordu. Öğrenci konseyinin
dışında biz, Gönüllüler Kulübü kalmıştık.
Öğrenci konseyinin çöpü atma, her
şeyi eski haline getirme gibi işlerine yardım ediyordum, Isshiki posterleri
topladıktan sonra geri döndü.
“Öğrenci konseyi bundan sonrasını halleder,
artık gidebilirsiniz.”
Onu dinledikten sonra odaya bir göz attım.
Geriye pek bir şey kalmamıştı. Bu kalan işleri de onlara yüklesek sorun
olmazdı.
Fakat benim cevabım tam tersiydi.
“Şey... Tüm işler bitene kadar yardım etmek
istiyorum.”
“Evet, bize karşı öyle düşünceli olmana
gerek yok.”
Yukinoshita veya Yuigahama veya ben, üçümüz
de kalmayı tercih ettik.
Verdiğim cevabı duyunca Isshiki şaşırdı ve
benden onay bekliyordu. Başımı eğerek tepki verdikten sonra gülümsedi.
“Öyle mi? Peki o zaman kalan işleri bitirmeye
devam edelim.”
Asıl minnettar olmam gereken bendim. Çünkü
bütün bunlar bittiğinde kendimi düşünmek istemediğim şeyleri düşünmekten
alıkoyamayacaktım ve de en azından o zamanı olabildiğince ileri atmak
istiyordum.
Fakat bu direnişim fazla uzun sürmeyecek
gibiydi.
Temizleme işi neredeyse bitmişti, tek kalan
şey masaları silmekti.
Soğumuş olan çayı bulunduran plastik
bardakları da çöpe atmıştım. Çöp poşetlerinin ağzını bağlayıp atmaktan başla
bir şey görünmüyordu.
Kapıyı kilitlemeden önce unuttuğumuz bir
şey var mı diye kontrol ettik ve sonrasında topluluk merkezinden çıktık.
Girişin yanındaki çöplüğe doldurduğumuz çöp poşetleri bıraktık.
“Senpai, gayretleriniz için çok teşekkür
ederim.”
Isshiki önümüzde hızlıca eğilerek
teşekkürlerini sundu. Diğer öğrenci konseyi üyeleri de aynı şekildeydiler. Bu
etkinlik aniden ortaya çıkmıştı ve herkesin yüzlerinde bitkinlik vardı.
Kimsede 'Hadi gidip kutlayalım!' veya bunun
gibi bir şey diyebilecek kuvvet kalmamıştı ve her birisi evlerine yollarını
aldı.
Üçümüz de öyle.
Yukinoshita çantasını ve elindeki
bagaj gibi bir şeyi kontrol etti. Muhtemelen onun içinde etkinliğe getirdiği
çay ve bazı pişirme alet edevatları vardı.
“...Hadi gidelim.”
“Ah.”
Ben de bisikletimi yanıma aldım ve
istasyona gitmeye koyuldum. Fakat Yuigahama bisikletimin bir ucundan tuttu.
“Ne oldu?”
Tepkimi görünce zoraki bir gülümseme
çıkardı.
“Ben, ben diyordum ki, bir yemeğe gitsek
beraber?”
“Ne yapsak acaba? Çok geç oldu ama.”
“Peki mesela ben geceyi Yukinon'un evinde
kalsam ve onun evinin yakınlarında bir yere gitsek?”
“Bu gece... Bunu kendi başına karar verdin,
değil mi...”
Evet, Yuigahama Yukinoshita'nın evinde
bazen kaldığını biliyorum. Bu gibi etkinliklerden sonra beraberce evine
gittiğini hatırlıyor gibiyim.”
“Bu senin için uygun olur mu? Olmaz mı
yoksa?”
Yuigahama işveli çıkan ses tonu karşısında
Yukinoshita zayıfça soluk verdi.
“Pek sorun olmaz...”
“Voohoo! Peki o zaman gidelim! Hikki... Ya
sen?”
Tatlı sesi Yukinoshita'ya yaptığı işveden
biraz farklı çıkmıştı ve üzerimde baskı oluşturmuştu.
Onu reddedebilecek, uygun bir mazeret
bulamayınca kabullenmiştim.
“Ben de geleyim, hem açım da. İstasyonda
buluşsak nasıl olur?”
“Peki!”
Cevabını duyduktan sonra başımı eğerek
onaylama tepkisi verdim.
Bisikletimin yönünü değiştirdim ve pedala
asıldım.
ꕥ ꕥ ꕥ
İstasyona vardığımda onları trenin
rampasından inerken görmüştüm.
Ben buraya bisiklet üzerinde onlar ise tren
ile gelmişti. Tabiki trenin hızı çok çok daha hızlı olur ama onların istasyonda
treni bekleme zamanını katınca aramızda fazla zaman farkı oluşmamıştı. Bu
sefer, ne şans ama üçümüzde aynı anda oraya varmıştık.
Buluşmamızın ardından Yukinoshita'nın
bagajını bırakmak için evine doğru gittik.
Yukinoshita'nın evi istasyondan çok uzakta
değildi, ve üçümüz her zamanki muhabbetleri ediyor, ara ara sessizce sadece
yürüyorduk.
Büyük parkın yanındaki yoldan ilerlerken az
sonra yanında olacağım kule gibi olan büyük apartman bakış açıma girmişti.
Yaya geçidinden karşıya geçtikten sonra
apartmanın girişine gelecektik ama Yukinoshita aniden durdu.
“Bir şey mi oldu?”
“Yok, yok bir şey...”
Soru yöneltilen Yukinoshita verdiği tepki
yavaştı. Meraklı gözlerle bir şeye bakıyordu. Onun gözlerinin ardına baktım ve
bir araba gördüm. Bu siyah lüks arabayı hatırlıyordum.
Arabayı gözlüyordum... Bu sırada arabanın
kapısı açıldı ve bir bayan indi.
Onun parlak siyah saçları arkadan
topuzlanmıştı ve kimono giyiyordu. Hal ve tavırları asaletli bir bayan gibiydi.
Bu kişi Yukinoshita'nın annesiydi.
“Anne... Burada ne yapıyorsun?”
“Senin geleceğin hakkındaki eğitim
tercihini duydum ve bu konuda konuşmak için gelmiştim. Asıl sen bu gece
saatinde dışarıda ne yapıyorsun...”
Annesinin evladını düşünen bakışlarının
karşısında Yukinoshita başını yere eğdi. Kızının tepkisinin karşısında Yukinoshita'nın
annesi hafifçe soluk verdi.
“Oysaki senin bu gibi işler yapan kızlardan
olmadığı düşünüyordum.”
Yukinoshita bu cümleyi duyunca aniden elini
kaldırdı, annesinin gözlerine baktı.
Fakat ona karşı sunabilecek bir mazereti
bulamadı ve hafiften dudaklarını ısırdı ve uzaklara baktı. Evlat sevgisi içeren
fakat soğuk olan bu kelimeler Yukinoshita'yı sarmalamıştı. Onun durumunu
kontrol etmek için veya onu reddetmek için bu cümle yeterliydi.
Yukinoshita'nın annesi ona keskince
bakmıyordu. Ses tonu da her hangi bir öfke veya isyan içermiyordu. Eğer daha
doğru bir şeyler denilebilecek olsa bu dert veya üzüntü olabilirdi.
“Sana güvendiğim için sana özgürlük verdim,
fakat... Hayır, bu benim sorumluluğum, bu benim bir hatamdı.”
Kimsenin herhangi bir şekilde karşı
çıkmasına izin vermiyordu. Annesinin cümlesi bitene kadar yüzü yerde geziyordu.
“Bu...”
Yukinoshita zayıf ses tonu ile bir şeyler
söylemek istiyordu, fakat bu da annesinin sesi ile yarıda kesildi.
“Muhtemelen hata bende...”
Ona ait olan bu monolog özür dilenecek
türdendi ve bir şeylere dövünmek de denilebilirdi. Ondan duyduğumuz monoloğu
parça parça çıkmıştı, kendisini azarlayan ve zayıf insan tavırları ile de
kimseyi suçu kendisine almasına izin vermiyordu.
Hiçbir kimse, hatta konuşmasının konusu olan
Yukinoshita bile.
Yuigahama ,Yukinoshita'nın annesinin
pişmanlık içinde soluklandığını görünce ürkekçe konuştu.
“Bugün... Bugün şey, okuldaki öğrenci
konseyinin bir etkinliği vardı, bu vakte kadar onlara yardım ediyorduk...”
“Öyle mi, sen de ona evine kadar eşlik
ettin demek, çok teşekkür ederim. Fakat saat çok geç olmuş, senin de ailen
meraklanmaz mı... Değil mi?”
Lütfen hemen geri dön. Evet bunu direk
söylemedi ama bu nazik ses tonu ve gülümsemesi ile bunu ifade ediyordu, ne
kadar ararsan ara kelimelerinde hiç bir keskinlik bulamazdın.
Aynı zamanda tavırları da bizim için bir
sınır çizgisi çiziyordu, bu çizginin adı onun ailesinin problemi olmasıydı,
yani aile dışındakiler karışamazdılar. Karşısında söylenebilecek bir şey
kalamamıştı. İkimizde bir şey söyleyebilecek bir pozisyonda olmadığımız
biliyorduk.
Biz sessizliğimizi koruduktan sonra
Yukinoshita'nın annesi biz ile olan mesafesini azalttı ve nazikçe
Yukinoshita'nın omuzlarına dokundu.
“Umarım kendin olmayı becerir ve kendince
yaşayabilirsin... Fakat yanlış bir yola düşmenden çok korkuyorum... Peki şimdi,
sen ne yapmak istiyorsun?”
Bu soru beraberinde çokça şeyi getiriyordu.
Ben tamamen anlayamamıştım.
“...Daha sonra açıklarım, lütfen bugün
gidiver sadece?”
“Peki... Öyle diyorsan...”
Hala yüzü yerlerde olan Yukinoshita'nın
kelimelerini duyduktan sonra onun annesinin yüzünde şaşkınlık ifadesi hakimdi.
Sonrasında bakışları ben ve Yuigahama'ya döndü.
“...Onu bıraktığımıza göre ben de evime
dönsem iyi olacak.”
Bunu söyledikten sonra Yukinoshita'nın
annesine başını eğerek cevabımı verdim. Yalnız yaşayan kızına yakın bir erkek
görmesi onun için pek rahatlatıcı bir durum oluşturmamıştır. Eğer burada daha
fazla kalırsam bu Yukinoshita için olumsuz bir durum oluştururdu.
Birkaç metre uzaklaştıktan sonra geriye baktım,
Yukinoshita annesi ile bir kaç çift laf ediyordu. Sonrasında Yukinoshita'nın
annesi arabaya geri döndü. Bir süre yerinde çakılı kalan Yukinoshita sonunda
apartmanın kapısından girebilmişti.
Ben ve Yuigahama yaya geçidinde trafik
ışıklarının yanmasını beklerken Yukinoshita'nın annesinin bulunduğu araç
yavaşça yanımızdan geçti. Arabanın arka koltukların camları ışığı yansıtan bir
şeyle kaplıydı, içerisini göremiyordum. Fakat içerisinden birinin beni
izlediğin hissetmem yüzünden sakinliğimi koruyamıyordum.
Fazla zaman geçmeden ışıklar yeşile yandı
ve Yuigahama benden bir iki adın önde karşıya geçti.
“Peki ben dönüyorum.”
“Ah... Sana eşlik edeyim.”
Fakat Yuigahama başını salladı.
“Gerek yok. Benim istasyonum buradan uzak
da değil. Hem, biraz... adil olmayacağını düşünüyorum.”
“...Peki.”
Ona yardımı dokunamayacak bir durum
içerisinde tepkimi verdim ve benden uzaklaşan figürünü izledim.
Eğer onun ineceği istasyon üzerinden eve
gitsem bile eve döneceğim uzaklık değişmeyecekti. Yine de onun arkasından
gitmedim.
Onun figürü sokak lambalarının altından
zamanla küçülüyordu, sonunda bisikletime binmiştim.
Rüzgar fazla şiddetli değildi, fakat kışın
soğuk havası yüzümü bıçaklıyordu.
Her şeyi geride bırakarak, durmadan sadece
pedalladım, vücudum hareketten ne kadar ısınıyorsa da beynim tam tersine buz
kesmişti.
Ben nasıl görünüyorum. O beni nasıl
görüyor. Asıl benliklerimiz nasıl görünüyor.
Her kim olursa olsun herkesin bir kişiliği
var ve bunlar her zaman diğerleri tarafından belirleniyorlar, o birileri bizi
belirliyor. Ben veya o, hepimiz aynıyız. Asıl benliklerimiz ile görünüşlerimiz
her farklı kimse tarafından farklı görünüyorlar.
Bu olgu, kimsenin sana demesine gerek
kalmadan kolayca anlaşılan bir şeydir.
Bu, geçmişte de söylediğim şeydi. Bu,
Hikigaya Hachiman'ın geçmişinde söyleyip durduğu bir şeydi.
İyi oldu? Bu istediğin bir şey miydi? Bu
Hikigaya Hachiman mıydı?
Bu yuhlama, bu öfkeli bağırış, bu feryat;
gözlerimi kapadım ve kendimi duymamak için kulaklarımı tıkadım. Ağzımdan
çıkması gereken kelimelerin yerini sıcak bir soluk almıştı.
Asıl benliklerimizi bile kendimiz
atayamıyorduk. Peki ya gerçek şey. Asıl benliklerimizi nerede bulabilirdik?
Neden bu dünyada aramızdaki ilişkileri kapsayacak bir şey yok mu?
Rahat hissetmiyordum. Bir kere de olsa buna
bir ad versem, artık bunu lanet bir rahatsızlık diye düşünmeyeceğim.
Bu duygu, bu ilişki, tanımlanabilecek bir
şey değil. Bu, ad verilmesi gereken bir şey değildi. Birileri asla buna bir ad
falan vermemeliydi. Çünkü ona bir anlam yüklendiğinde, kendisinde olan bütün
diğer anlamları yitirecekler.
Eğer sadece kabullenirsem, bu kesinlikle
daha kolay olacaktır, fakat bunu yapmamamın sebebini biliyordum. Eğer bunu
farklı kalıba sokarsam, eğer bunu değiştirirsem, bu bizi yalnızca parçalanmaya
sürükleyecekti.
Çünkü benim istediğim şey parçalanmayan bir
şey ve ona bir isim vermekten kaçınıyordum.
Ben veya başkası, veya o, biçimsiz
kelimelere bel bağlamışız. Beynim bu gibi şeylerle doluydu.
En azından, eğer kar üzerime yağıp bu tip
ekstra düşüncelerin üzerini örtüp saklasa, düşünmek zorunda kalmazdım.
Fakat bu şehirde kar çok nadirdir, ve bu
gece, gece gökyüzü bulanık değildi, tamamen apaçıktı.
Yıldızlardan gelen ışık çok parlaktı ve
tamamen üzerime yansıyorlardı.