20.06.2020

Ulaşmak istediği o gerçek şey hala ondan uzaklarda ve gerçeğin ne olduğunu karıştırıyor.

resim
Çevirmen: Forevertr3

 

Fırının üzerindeki zamanlayıcıdan çıkan her seste odadakiler bir soluk beraberinde seviniyorlardı ve odayı tatlı kokular sarmıştı.

Fırının önüne üşüşen topluluğa baktığımda Miura'nın tüm hevesiyle yaptığı kendi şaheseri olan çikolatalı pastanın hiç bir sorun çıkmadan tamamlandığını gördüm.

Miura kapağı hafifçe açtı, içinden çikolatalı pastasını aldı ve hemen onu Yukinoshita'ya götürdü.

Yukinoshita, Miura'nın pastasını inceledi. Her baktığında ikisinin soluğu birbiri ardından çıkıyordu. Miura kendini rahat hissetmiyordu ve yakınlarında olan Yuigahama da diken diken olmuştu.

Fazla sürmeden kısa bir soluk verdi ve onlara baktı.

“...Ben bir sorun görmüyorum. Güzel yapılmış olduğunu düşünüyorum.”

Miura bunları duyunca rahatladı ve omuzları indi.

“Yumiko çok muhteşemsin!”

Yuigahama Miura'ya sarıldı ve ikisi de çok sevinçliydiler.

“Şey, teşekkürler, Yui... Yu-Yukinoshita'ya da.”

Yüzünü onlardan kaçırmıştı, fakat gözlerinin uçları Yukinoshita'ya bakıyordu. Teşekkülerini sunmak için ne tuhaf bir yöntem, verdiği tepki de çok tuhaf.

“Tatmadım pek de bilemeyeceğim fakat iyi gibi görünüyor.”

Bu kız neden samimi bir tepki vermekten kaçınıyor ki... Yine de Yukinoshita'nın söylediği yanlış değildi. Bugünkü etkinliğin amacı sadece çikolata veya şekerleme yapmayı öğretmek değildi.

“Yumiko.”

Yuigahama cesaret verircesine onun omuzlarını sıvazladı.

Bunun üzerine Miura eldivenlerini çıkarmayı unutup sanki elinde altın taşıyormuşçasına oradan ayrıldı ve Hayama'nın önüne gitti. Vücudunu tuhafça büküp durdu ve utanç içinde konuştu.

“Ha-Hayato... Acaba, yardım eder misin... tadını bir test etsen?”

Hayama kendisinin yüzüne bile bakamayacak kadar utanan ve kaçak göçek bakışlar atan Miura'yı görünce bir gülümseme ile cevap verdi.

“Tabiki. Eğer bu iş için uygun görüyorsan.”

“Şey... şey...”

Miura diyebilecek bir şeyler arıyor gibiydi ve yapabildiği tek şey utangaç şekilde başını bir iki kere eğmek oldu.

Görünen o ki, o elinden geleni deniyordu, diye düşünüyordum. Bu sırada yakınımda olan biri mırıldanıyordu.

“Mmmmm....”

“Ne diye mırıldanıyorsun?”

Isshiki'ye baktım fakat o Miura'ya nefret dolu gözlerle bakıyordu. Elinde iyice paketlenmiş şekerlemeler ve onun üzerinde küçük bir karpostal gibi bir şey vardı.

Elinde sıkıca onları tutuyordu.

“İyi bir kek yapmışa benziyor Miura-senpai.”

“Ah, işte çikolatalı pasta denemişti ve iyi bir şey oldu gibi.”

Bunu duyunca Isshiki bir 'Haa?' çekti ve bana şüphe içinde baktı. Lütfen bana 'Bu kız neden bahsediyor acaba?' bakışlarıyla bakma.

Isshiki yapmacıklı bir şekilde aksırdı, sonrasında jest ve mimikleriyle ne demek istediğini söyledi.

“Hayır, hayır, onu demiyorum. Farklılıklarından bahsediyordum, farklılık. Normalde serseri görünümde 'kötü kız' havası veren bu kız her nasıl da bir anda bu kadar tatlı olabildi? Bu kadar tatlı olmak hiç adil değil, haklıyım değil mi?”

“Ah, ah, bu muydu...”

Bu usta kurnazdan daha ne beklenirdi. Fakat Miura böyle sinsice bir harekete kalkışmamıştı. Onun yaptığı tek şey genç kız gönlünün dışa vurmuş bir haliydi. Isshiki de bunu anlamışa benziyordu ve, 'Aslında o kadar kötü bir kız gibi görünmüyor.' diye homurdandı. Evet ben de buna katılıyorum. Fakat senin kişiliğin bayağı kötü.

Homurdanması bittikten sonra minnettar bir yüzle gülümsedi.

“Fakat böylesi benim için daha iyi oluyor, yani rakibimin dişli biri olması beni mutlu ediyor.”

Bunu söylerken bir şekilde mutsuzca bir soluk verdi ve sanki aniden aklına bir şey gelmiş gibi, 'Demek öyle,ha' dedi ve sonra önlüğünün cebini biraz karıştırdı ve bir 'Al!' diyerek bana bir şey fırlattı.

“Senpai, bunu kabul et.”

Elime aldıktan sonra ona biraz baktım. Bu şey, içinde şekerlemeler olan küçük vinil bir poşetti. Üzerinde bulunan kurdelenin dışında başka bir süsleme bulunmuyordu. Isshiki'nin elinde tuttuğu lüks, dünya değerinde, süslemelerle kaplı olan şekerlemeden farklıydı.  

“Ne, neden bunu bana veriyorsun? Teşekkürler ama?”

Yani böyle bir şey yaparsan tabiki ne yapacağımı bilemeden böyle bir cevap veririm.  

Sanırsam bana bir erkeğin onuru falan olan nezaketen çikolatalardan vermek istiyordu. Yani aslında kişiliği o kadar kötü değil! Az önce kişiliği hakkında söylediklerimden dolayı çok üzüldüm.

Benim özür dileyen tavırlarımı görünce Isshiki birden gülümsedi ve başparmağını dudaklarının önüne yasladı.

“...Bunu herkesten gizli tut, olur mu?”

Şeytanca bir gülümseme vardı yüzünde. Sonrasında gözünü kırparak, 'Eğer başkaları duyarsa çok iş açar başıma~' derken yürüyüp gitti. Sanırsam Hayama'ya doğru gidiyordu.

Ben ise, Isshiki'nin hal ve hareketlerinden dolayı yerimde çakılı kalmıştım.

Kouhai'mden gelen bu muazzam yıkıcı gücün karşısında çok korkmuştum, Hayama'nın karşısında sergileyeceklerini görmek için ona baktım.

Isshiki aşağıdan Hayama'ya bakıyordu ve Kyarurun~ derken elindeki şekerlemeleri ona uzattı. 
Idolmaster'dan Makoto Kikuchi'nin sıkça kullandığı anlamsız kelime.


“Hayama-senpai bunun da tadına bakar mısın?”

“Haha, hepsini yesem olur mu?”

Hayama halihazırda hala Miura'nın pastasını yiyorken, Isshiki'ye taze bir gülümseme yaptı.

Ve bir kez daha Hayama, Miura ile Isshiki arasında kalmıştı.

Sonrasında arkalarından gelen çiğneme sesleri ile Tobe Hayama'nın yanına geldi ve ona bir 'yaşasın!' dedi.

“Hayato-kun, istersen bitirme de ben de yardım edeyim.”

“Olmaz, Tobe için değil bunlar.”

Tobe'nin kelimeleri Isshiki'nin soğuk sesi ile kesildi. Bunun karşısında Tobe mız mız oldu.

“Irohasu çok kötüsün!? Hayato-kun.”

“Beni düşündüğün için çok minnettarım fakat kendim için yapılan bu şekerlemeyi paylaşmasam daha iyi olur gibi, Tobe.”

Hayama Tobe'ye bunları neredeyse fısıldar gibi bir ses tonuyla söylemişti. Bunun üzerine Tobe gülümseyerek 'peki!' dedi.

Şimdi anladım, ağzında çiğneyerek geldiği çikolatalar Ebina-san'ın yaptıklarıydı. Hiç beklemezdim ve bunu düşünürken Ebina-san'a baktım.”

“HayaxTobe? Çok iyi eşleşme değil gibi.”

Ebina-san durumdan tatmin olmuş gibi görünmüyordu, katır kutur kendi yaptığı şekerlemeleri yiyordu. Evet o yolda hiç bir gelecek yok.

Neyse boş ver Miura tarafını, acaba diğerleri ne yapıyor. Tam tersi yöne, Kaihinsougou Lisesi öğrencilerinin olduğu yöne gözlerimi çevirdim. Onlar da şekerleme yapımını tamamlamışlardı.

Meguri-senpai ve diğer bir kaçı Kaihinsougou Lisesi öğrenci konseyi üyeleri ile neşe içinde muhabbet ediyorlardı. Onların arasından birisi benim varlığımı fark etti ve bana doğru el salladı. Bu kişi Orimoto Kaori'ydi. Bu sefer niye elini bana sallıyorsun? Liseli olduğumuz halde hala değişmemişsin. ...Neyse artık bunu düşünmek bile çok gereksiz.

Orimoto masanın birinden eline bir şey aldı ve koşar adımlarla yanıma geldi.

“Hikigaya, al.”

Kelimelerinin ardından üzerinde bir iki şekerleme olan bir plastik tabağı bana uzattı. Sanırım onları bana vermek istiyordu. Herhangi bir kaplama veya süslemeleri yoktu. Hayır, aslında ondan bir şeyler almak bile çok büyük bir marifet olduğunu düşündüğüm için bunun için bile minnettar olmam gerekiyor.

“Bakalım şuna...”

 İçlerinden birini aldım ve ağzıma attım. Sonrasında birinin Orimoto'nun arkasında belirdiğini gördüm.

“Bu aslında birbirimize teşekkürlerimizi sunmak olmuyor mu? Okul ağının izin verdiği sınırları aşarak, dışarıda da birbirimiz arasına SAMİMİ bir ortaklık kurmakta her iki tarafında geleceği için çok önemli olduğunu düşünüyorum.”

Konuşmasından hemen kim olduğunu çıkarmıştım. Bu adam Kaihinsouguo Lisesinin Öğrenci Konseyi başkanı Tamanawa-san'dı.

Onun gelişini fark eden Orimoto, tabağı ona da uzattı.

“Ah, başkanım, buyur sen de al.”

“Te-Teşeküürler... Bunlar benim için çok yeni şeyler.”

Teşekkürlerini sunduktan sonra tabaktan bir tane aldı. Sanırım tabaktakilerin hepsini onların okulu beraberce hazırlamıştı.

Orimoto tabağa bakıp bakıp durdu.

“Ne? Neden?”

Soruyu duyan Tamanawa bir aksırdı ve sonrasında saçma, tuhaf jest ve mimikleriyle olayını anlatmaya çalıştı.

“Sevigiler Günü'nde deniz aşırı uzak ülkelerde genellikle erkekler hediye verenler olurlar. Ben hep bu KÜRESELLEŞMEYİ hissetmek istemişimdir. Fakat Japonya'dakilerde ise muhtemelen ETKİLENMEK denilmesi daha makbul olurdu.

“Oh?”

Orimoto'nun bu seferki verdiği tepki cansızdı, en azından 'Bu olur!' gibi bir şey demedi. Bu zayıf tepkiyi fark eden Tamanawa kelimelerine yenilerini ekledi ve el hareketleri daha da hızlandı.
Bu Olur! ->  Sore Aru!

 

“Bu muhtemelen Japonya ve diğer ülkeler arasındaki KÜLTÜREL FARKLILIKLARDAN kaynaklanıyordur. Eğer bir örnek ile açıklamak gerekirse, Fransa'da insanların sadece önemli insanların karşısında etek giymesi denilebilir.”

Oh... Diğer bir deyişle, Totsuka bu yüzden etek giymiyor! Onun gözüne girmek için çabalamalıyım! 'Bu olur!'

Kendimce düşüncelere dalmışken, Orimoto aniden tabaktan şekerleme aldı ve yedi.

“Bu çok lezzetli olmuş.”

“Ah, şey. Şimdi... Şu sıralarda bir KAHVE MOLASI vereceğiz, geri dönsek iyi olur.”

“KAHVE MOLAsı da neyin nesi? Çok komiksin.”

Orimoto güldü ve bana, 'Sonra görüşürüz” derken ellerini salladı ve Kaihinsougou Lisesi öğrencilerinin yanına geri döndü. Sonra solumdaki Tamanawa bana baktı.

“Peki, gelecek sefer daha ADİL olsun.”

Bu savaş açar kelimeleri söyledikten sonra gitti.

“Meraklanma, ben onu tavlamaya çalışıyor falan değilim...”

Acaba son mırıldanmam ona ulaştı mı? Muhtemelen hayır. Kelimelerim KATAKANA olmadığı sürece duyabileceğini zannetmiyorum.
Tamanawa sıkça İngilizce kelimeler kullanır ve bu kelimeler Japonca'da KATAKANA ile yazılır.

Acaba Tamanawa onu tavlamayı falan mı düşünüyor ki! Dışarıdan bakıldığında onun amaçlarının Orimoto'ya pek ulaşmadığı görülüyor... Aman, bana ne, gram umurumda değil.

Onun meselesini beynimden attım, ama benimde sıkı çalışmam gerekiyor. Totsuka'nın önümde etek giymesi için bu gerekiyor.

Eh, Totsuka, Totsuka, Totsuka, Totsuka. Onu gözlerimle arıyordum, ve hemencecik onu buldum. Tam beklediğim gibi, o hangi dünyada olursa olsun onu hemen buluyorum!

Ona doğru yaklaştım, yanında Zaimokuza vardı ve Keika da yanlarındaydı. Biraz daha yakından bakınca onlara en yakın masada Kawasaki vardı ve temizleme işi ile meşguldü. Sanırım bu ikisine temizlik bitene kadar Keika'ya göz kulak olma görevi verilmişti.

Fakat bu ikisi çocuklarla iletişimi iyi değilmiş gibi görünüyorlardı. Zor bir savaş veriyor gibi görünüyorlardı. Zaimokuza yüzünü yere gömmüş, çoktan pes etmişti. En azından Totsuka tek başına bir şeyler yapmaya çabalıyordu. Bir 'Eh' çekmekten başka bir şey bulamıyordu, Keika ile bir türlü iletişim başlatamamıştı.

“Merhaba Keika-chan, ben Totsuka Saika. Merhabalar.”

“Oh. Saika... Saika... Sa-chan? Sa-chan?”

Muhtemelen ablasının ismine benzer bir isim olarak gördüğünden dolayı ona nasıl sesleneceğini şaşırdı.

Seni anlıyorum. Benim de Totsuka'nın o tatlılığı karşısında dilim tutuluyor.

Neyse ki küçük kızlar ile iletişimde kendime güvenim vardı. Totsuka'ya yardım etmek için atılmam gerekiyordu.

“Ah, Hachiman.”

“Ha-chan!”

Totsuka beni görünce rahatlamışça soluklandı, Keika masum gözlerle bana bakıyordu. Onun başını okşarken, onun Totsuka'ya bakmasını sağladım.

“Sai-chan. Onu Sai-chan diye çağır.”

“Sai-chan.”

Keika'nın şaşkına dönmüş tavrı sonunda çözülmüştü ve sonunda ikisi arasındaki farkı anlamıştı. Totsuka da ismi Keika tarafından çağrılınca sevinmişti ve 'Aha!' yaparak gülümsedi.

Şimdi sıra Totsuka'nın arkasındaki kalan diğer kişi de.

“Bu Zaimokuza Yoshiteru. Ona Zai-chan de.”

“Zaimokuza.”

“Ne, neden bana saygı ifadesi kullanmadan sesleniyorsun!? Niye bunu sadece bana yapıyorsun!?”

Zaimokuza her zamanki gibi olayı abartıyordu fakat küçük bir kızın ona böylesine seslenmesi onu hayretler içinde bırakmaya yetmişti. Olduğu yerde çakılı kalmıştı. Bu gibi durumlar gülünmesi gereken şeyler mi acaba? Aman kimin umurumda alt tarafı Zaimokuza, üzülmeye değmez.

Fakat Totsuka gibi nazik insanlar her zaman geçiştirme cümlelerine sahiptirler.

“O kadar kafana takma. Çocuklar tuhaf buldukları kelimeleri ezberleme eğilimindedirler.”

“U, Uumu... Fakat benim adım tuhaf falan değil...”

Zaimokuza'nın durumu hiç iyileşmemiş ve onun dediklerini de kabullenememişti.

Bu sırada Kawasaki ellerini önlüğüne silerken bize doğru hızlı adımlarla geliyordu. Keika ablasını görünce ona doğru gitti.

“Ona göz kulak olduğunuz için teşekkürler.”

“Önemli değil, Hachiman da bize yardım etti. Temizliğin bitti mi, Kawasaki?”

“Evet, sağ olun.”

Totsuka'ya teşekkürlerini sunarken bana baktı. Ağzını açtı kapadı, bir şeyler söylemek istiyordu.

“Bizim geri dönmemiz lazım... Akşam yemeği hazırlayacağım daha.”

“Ah, peki.”

Onu duyunca gözlerim saati aradı. Evet bu saat bir akşam yemeği için yeterince yakın bir zamandı. Bu yüzden temizliği hızlıca yapmaya çalışmıştı.

Gerçi olduğu gibi bıraksa da olurdu, yine de Kawasaki düşünceli davranmıştı. Kawasaki tüm erkeklerin hayalindeki ev hanımı olabilir.

“Peki o zaman, Ke-chan, hadi gidiyoruz.”

“Tamam... Sa-chan.”

Kawasaki, Keika'nın omuzlarını okşadı. Sonrasında Keika ablasının eteklerinden tutundu ve bir şeyler mırıldandı. Ablası Keika'nın demek istediklerini anlamış gibiydi.

“...Anladım. Bekle biraz.”

Bunu söyledikten sonra çikolatalar ile dolu bir çantayı Keika'ya verdi. Keika ablasından onu aldı, tatmin olmuşça baktı ve bana sundu.

“Buyur, Ha-chan.”

“Sanırsam bunların hepsini sana vermek istiyor... Lütfen kabul et.”

“Oh, teşekkürler. İyi yapılmışa benziyor. İyi iş becerdin Ke-chan.”

 Başını okşadım ve o da beni belimden kucakladı. Haha, ne tatlı kız, daha fazla başını okşayasım var.

“...Muhtemelen içlerinde benim de yaptığım çikolatalar var.”

Kawasaki ceketini giyerken, başka yöne bakan yüzüyle söyledi. Onu duyunca çantanın içindeki çikolata trüflerine baktım.

“Öyle mi?... Ablan müthiş bir insan.”

“Biliyorum! Fakat, Sa-chan şimdi bile elinden geleni yapıyor.”

Bir öksürme ile Keika göğsünü kabarttı, küstah bir tavırla ablasını övdü. Kawasaki önce şaşırdı sonrasında gülümsedi.

“Ona çikolatalarını verdiğine göre hadi artık gidelim Ke-chan.”

Bunu duymasına rağmen Keika beni bırakmadı. Buna şahit olan Kawasaki, Keika'ya bakıp durdu. Keika'nın titremelerini hissediyor gibiydim. Hey, ona öyle korkutucu bir yüzde bakma...

“Hadi gidelim, Ke-chan.”

Söylememin ardından yürümeye başladım, Keika hala bana sarılıyordu.

“Şey, gidelim!”

Keika beni takip etmeyi sürdürdü. Kawasaki bir 'Haa' çekerek arkamızdan takip etti.

“Bay bay Ke-chan. Görüşürüz.”

“Evet, SALAD BAR.” 
  Aslı Sa-ra-ba-da (Elveda), fakat yanlış kullanımdan SALAD BAR

Totsuka ve Zaimokuza ayrılışımız izlediler, Keika ellerini sallayarak 'Bay bay' dedi onlara. Böylece odadan çıktık ve merdivenlerden alt kata indik. Bu sırada Kawasaki kardeşine mont ve atkısını giydirdi. Kardeşini ne de çok seviyormuş be.

Bütün bunları yaptıktan sonra topluluk merkezinin girişine vardık. Hava çoktan kararmıştı.

“İstasyona kadar eşlik edeyim mi?”

“Gerek yok. Ben zaten hep bu saatlerde eve dönerim. Hem senin yapacak bir şeyin yok mu?”

Kawasaki çantasına asıldı ve kardeşini benden almak için eğildi. Bu sırada eteği biraz salındı gibi oldu. Tüm gücümle gözlerimi kaçırdım. Sanki siyah dantel gibi şey aklıma geldi, fakat ben bir şey görmedim.

“Peki o zaman görüşürüz.”

“Ha-chan, bay bay.”

Kawasaki vedasını yaparken başını eğdi ve onun kucağındaki Keika da benimle vedalaştı.

“Dikkatli olun.”

Evlerine doğru giden bu ikisini izliyordum, izdüşümleri yavaş yavaş, uzaklaştıkça küçülüyorlardı.

Hava rüzgarlı veya bulutlu değildi, kış gökyüzü apaçıktı. Fakat hava kuru soğuktu. Bu ikisi birbirine iyice sarılmışlardı, muhtemelen soğukluğu hissetmiyorlardı.

Çıkarken ceket giymediğime pişman oldum.

Fakat geri dönmem gerekiyorsa da her nedense bir adım daha atmak istemediğimi düşünmemiştim.

Soğuktan titriyorken kapının yakınlarındaki merdivenlere oturdum ve derinden soluklandım.

Bu etkinlikte kayda değer hiç bir şey yapmamıştım, fakat yine de çok yorgun hissediyordum.

Yine de yeterince iş yapmış gibi hissediyordum.

Miura, Ebina-san ve Kawasaki'nin kız kardeşinin isteklerini duyduktan sonra, Isshiki ve öğrenci konseyinin diğer üyeleriyle birlikte bu etkinliği organize ettik. Orimoto da vardı ve Tamanawa da Kaihinsougou Lisesi'nin öğrenci konsey başkanı olarak buradaydı ve Meguri-senpai ve Haruno-san katılmışlardı ve hatta Hayama ve Tobe de tat testi yapmak amacıyla gelmişlerdi. Bir de Totsuka ile Zaimokuza gelmişlerdi ve Hiratsuka-sensei de bir uğramıştı.

Bu yeterinden bile fazlaydı.

Mutluyum.

Ve bunu mırıldanmıştım.

Bir karıncanın vücudunda gezinirken verdiği kaşıntı hissiyle aynı his tüm boynumda yayılmıştı, dudaklarımın kenarları yukarı çevrilmiş, gülümsememi sürdürüyordum. Yüzümün hala gülümsemesinin sebebi muhtemelen soğukluktan dolayı donmuş olmasıydı.

Yüzümü ovarak ısıtmaya çalıştım ve sonunda ayağa kalktım.

 

   

 

Odaya geri dönmüştüm, artık hiç bir pişirme sesi duymuyordum. Herkes kendi yaptığı şekerlemelerini yiyor, çaylarını içiyor ve neşe içinde muhabbet ediyorlardı.

Sevgililer Günü öncesi şekerleme yapma etkinliği sonunda bitmişti. Kalan tek şey geri kalan zamanı geçirmek ve resmi olarak etkinliği bitirmekti.

Çantamı koyduğum sandalyeye doğru yürüdüm. Yukinoshita da oradaydı. Bize siyah çay demlemişti.

Masanın üzerinde bulunan bir kettle ile suyu koymuştu ve şimdi su kaynamıştı. Yukinoshita buradaki suyu kullanarak çayı demlemişti.

Diğer bir yanında çay kupaları falan yoktu, sadece plastik bardaklar vardı. Fakat onları kulüpten buraya getirme zahmetine katlanmasına gerek yoktu.

Yukinoshita siyah çayı üç plastik bardağa doldurdu ve geri yerine oturdu. Sonrasında benim ona doğru yürüdüğümü fark etti.

“Görünüşe göre bayağı çalıştın.”

“Pek öyle yaptığımı düşünmüyorum.”

Cevabımı verdikten sonra yerime oturdum, ve Yukinoshita plastik bardakların birini önüme koydu. Gözlerinde alaycı bir ifade vardı.

“Öyle mi? Dediğinin tersine bugün meşgul gibiydin.”

“Meşgul?”

Çikolatalardan dolayı mıydı? Evet, çikolatalar insanın yorgunluğunu dindirmekte çok etkilidirler. Şimdi aklıma geldi de oradan oraya koşuşturmuştum, yani onun dediğini reddetmek yanlış olurdu.

“Sonunda dinlenmek için vakit bulmuşsun gibi.”

Bunu söylerken çayından bir yudum aldı. Çayımın üzerini üfledim ve sonrasında ben de bir yudum aldım.

Şimdiki hislerim normalde çay içtiğimkilerden farklıydı ve rahat hissetmiyordum, dahası bardaktaki sıcaklık elime vuruyordu ve çayı içtiğim hız sıcaklığından dolayı yavaşlamıştı. Yine de dışarıda soğumuş olan vücudumu ısıtmaya yetiyordu. Birkaç yudum aldıktan sonra bir soluk verdim.

“Sen de çok çalıştın.”

“Evet. Haklısın, çok çalıştım.”

Bununla birlikte Yukinoshita'nın bakışları fırına çevrildi.

Yuigahama da oradaydı.

İki elinde de eldivenler vardı ve tepsi vardı, bize doğru geliyordu.

Ah ah, şimdi anladım. Yukinoshita sadece Miura ve Kawasaki'ye pişirmeyi öğretmedi, Yuigahama ile de çok uğraştı. Evet bu çok yorucu olmuştur.

“Hikki, bunu dene!”

Bir 'Buyur' yaparak bir tabak çikolatayı bize uzattı. Yuigahama fırının önünde bu şansı kovalıyordu, şekerlemelerden çıkan kokular fırından daha yeni çıktığını ifade ediyordu.

Normal şekerlemelere benzemiyordu. Şekilleri pek normale benzemiyorlardı ama açıkça görünen yanık izleri yoktu. Ayrıca içinde şüpheli bir şey görünmüyordu Sorun yok gibiydi.

Peki şimdi kalan test etmek.

Hemen önümdeki Yuigahama'nın ifadesini kontrol ettim. Gördüğüm şey ise onun göz bebeklerinin beklenti içinde parlamasıydı, omuzları titriyordu, dudaklarındaki gülümseme kendisindeki güven eksikliğini saklamak istiyordu.

Yaptığı bu ifade de neyin nesiydi, yemekten başka bir çarem yoktu...

Bir yutkundum ve bu ses çıkarmıştı. Tabiki yutkunduğum şey tükürük falan değildi. Eğer söylemek gerekirse kendi çözümümü yutmuştum!

“...Peki, yiyeyim madem.”

  Uzun ve derin bir soluktan sonra kollarımı sıvadım! Tam elimi şekerlemelere doğru uzatma eğilimindeyken hemen yanımda olan Yukinoshita ağzını açtım.

“Kendini hazırlıyormuş gibi görünüyorsun, fakat merek etme. Ben de yapımında yardım ettim.”

“...Öyle miydi? Rahatladım.”

“Sanırım hakkımda çok kötü şeyler söylediniz!?”

Omuzlarımı düşürdüm ve birini alıp ağzıma attım. Birkaç kere çiğnedikten sonra onu yuttum. Biraz bekledim ama vücudum buna karşı pek bir şeye ulaşmamıştı.

“...Çok muhteşem. Cidden yenilebiliyor.”

“Yenilebiliyor da ne demek... Şekerlemeler zaten yenilebilir şeyler, yani yenilmesi için varlar.”

Benim samimi düşüncelerim istemeden döküldü, Yuigahama yanaklarını şişirdi. Hayır, hayır, senin pişirmede olan yeteneklerini düşününce bence bu çok büyük bir övgü.

Fakat şaşkınlığım gerçekti. Yuigahama elinden gelenin en iyisini yapmıştı. Fakat hepsi Yukinoshita'nın sayesindeydi...

Bunu düşünürken Yukinoshita'ya baktım, o omuzlarının yanından eliyle saçlarını savurdu ve övgü ile göğsünü kabarttı.

“Zaten ben de bunu beklerdim. Sonuçta her önemli adımda onu dikkatlice izledim.”

“Buna izlemek mi diyorsun!? Normalce öğrettiğini düşünüyordum.”

Yuigahama keyifsiz görünüyordu ama buna gerek yoktu çünkü Yukinoshita'nın sözlüğünde izlemek ve öğretmek aynı anlama geliyordu, yani ciddiye almasına gerek yoktu.

Yukinoshita için bu iki kelime arasındaki fark bir değer taşımıyordu, ve şekerlemeleri tepsiden plastik tabağa doldurup teker teker inceliyordu.

  Sonrasında elini çenesine götürdü ve tatmin olmuşçasına başını eğdi.

“Bir sorun yok gibi. Tatlarında da sorun yok gibi, ben de bir tane alayım.”

“Demek öyle ha, ilk önce bana test ettirerek zehirli mi diye kontrol ettirdin... Niye böylesine tehlikeli bir görevi ben yapıyorum?”

“Şuna zehirli falan demeyin! Ben de bunlardan yemek istiyorum.”

Üçümüz oturduk ve ellerimizi kurabiyelere attık.

Çatırdama hissetmiştim ve terayağ tadı aldım. Öncesinde tattığım yumuşak tatlılıktan ve acı çikolatadan sonra bunun tadı dayanılmaz lezzetliydi.

“...Çok lezzetli.”

Bir tanesini tattıktan sonra Yuigahama hemen yorum yaptı, Yukinoshita da başını eğerek onaylamıştı. Bu ikisi birbirine baktı ve Yuigahama neşe içinde hafiften güldü, Yukinoshita da buna karşı kendi gülümsemesini göstermişti.

Bunun üzerine Yuigahama tüm vücudu ile bana döndü.

“İyi olmuş, değil mi?”

“Tadının normal olduğunu söylememiş miydim?”

Söylemiştim, değil mi ya? Yuigahama'nın enerjik çıkışından dolayı bir tepki vermem gerekiyordu, bu ikisinin ifadeleri hemen koyulaşmıştı.

“Sıradan...”

“Normal?”

Yuigahama hafiften omuzlarını düşürdü ve Yukinoshita bana bakındı. Eh eh, bekleyin biraz, bu gibi bir durumda ne demeliyim ki... Hikigaya Hachiman Onii-chan'dan gelebilecek bir kelimeye ihtiyacım vardı ve kelime dağarcığımı Komachi'ye konuşurken kullandığıma çevirdim.

“Ah, eh. Peki, tamam, bu kurabiyeler çok lezzetliler... Çok teşekkürler.”

Temkinlice kullanabileceğim kelimeler aradım, ve Yuigahama'nın yüzü canlandı ve Yukinoshita'nın bakışları yumuşadı.

“Peki!”

Yuigahama enerji dolu bir tepki verdi, bu sırada Yukinoshita çayımı tazeliyordu.

Bu iyi oldu, Komachi, Onii-chan sonunda doğru cevabı buldu...

Ama şunu söylemek gerekirse Komachi'den yola çıkayım veya çıkmayayım, bu kurabiyelerin tadı cidden lezzetliydi. Teşekkürlerimi sunmam ona karşı minnettarlığımdandı.

Yine de, o rahatsızlık veren his hala vardı.

Tam bu sırada uzun topuklu ayakkabılardan çıkan sesler duydum.

Bizim yanımıza çaktırmadan gelme konusunda hiç istekli değildi, hatta varlığını gözümüzün içine sokmak istiyordu. Adım adım bize yaklaştı, ve kendini bize gösterdi.

Topuklu seslerini duyan Yukinoshita da yanımdan oraya bakışlar gönderdi. Hemen kaşlarını çattı.

Sadece bu bile arkamda kim olduğunu anlamıştım. Yukinoshita Haruno'ydu.

“Nee-san. Ne oldu?”

Haruno-san Yukinoshita'nın sorusuna cevap vermedi. Sessiz gözlerle bana bakıyordu. Parmaklarını dudaklarına götürmüştü sonra o cezbeden dudaklarını açtı. 

“Demek bu Hikigaya-kun için gerçek?”

Söyler söylemez baştan aşağı titredim, hemen yüzümü Haruno-san'dan kaçırdım. Fakat Haruno-san kaçmama izin vermedi ve bir adım atarak aramızdaki mesafeyi azalttı.

“Gerçek şey derken bundan mı bahsediyordun acaba?”

“...Bilmiyorum.”

Bu anlam yüklü cümle karşısında nasıl tepki vermem gerektiğini bilmiyordum.

Haruno-san'ın sorusu soğukluk veren his gibiydi, fakat hem de gerçek bir şeydi.

Sanki bana kendisinin de anlamadığını, pek idrak edemediğini de söylüyordu. Çıkan sesi beni terk ediyormuşçasına yankılanmıştı.

“Nee-san, ne yapmaya çalışıyorsun?”

“Bu, bu, bu,b, ...”

 Hafifçe elimi kaldırdım, konuşmaya çalışan Yukinoshita ve Yuigahama'yı durdurdum, daha fazla katlanamadım. Şu an soru sorulan insan bendim.

Şimdi sakin olmalıyım, bir şey yapmama gerek yok. Yukinoshita Haruno ilgisi sadece vereceğim cevap. Bana manalı gözlerle bakıyordu, her davranışımı ve her nefesimi inceliyordu.

“Öyle mi yani? ...Senin böyle biri olmadığını düşünmüştüm.”

Bunu söyledi ve arkamdan bana yanaştı, ve başını eğerek gözlerimin içine baktı.

 “Sen bu kadar sıkıcı biri misin?”

Ondan çıkan nefesleri algılayabilecek kadar yakındık, sadece biraz hareketlensem bile ona dokunabilecektim. Fakat kelimeleri beni çok uzaklardan vuruyordu.

“Eğer ilgi çekici biri olsaydım, sınıfta popüler bir insan olabilirdim.”

“Mesela ben senden bunları duymak isterim.”

Gözlerimi kaçırarak verdiğim cevabı komik bulmuş ve gülmüştü. Sonrasında bir adım geri atarak, sonunda benden uzaklaşmıştı.

Eğer sadece böyle bırakıp giderse çok mutlu olurdum. Fakat Yukinoshita Haruno bunu yapmazdı. Bunu yapacak kadar cömert bir insan olmadığını çok önce öğrenmiştim.

Haruno-san bir adım daha geriledi ve hepimize baktı.

“...Fakat şu an hepiniz sıkıcısınız. Ben... eski Yukino-chan'ı tercih ederdim.”

Bu cümle ile nefesimi yutmuştum. Yüzümün katılaştığını hissediyordum.

Yüzleri yere bakan Yukinoshita ve Yuigahama'nın yüz ifadelerini görebilmemin imkanı yoktu, gerçi onların ifadelerinin benimkiyle farklı olmadığını düşünüyordum. Düşünmek değil, öyle olmasını istiyordum.

Haruno-san kimsenin ona cevap veremeyeceğini anladı ve kısa bir soluklandı. Kısa zaman sonra topuklu ayakkabısından sesler çıkmaya başladı, uzaklaşıyordu.

Bu sesi duyduktan sonra onun apaçık bize bir şeyler iletmek istediğini anladım.

Yukinoshita Haruno'nun kelimelerinin ardındaki şey, o gerçek değildi.

Evet katılıyorum.

Bu tip durumlarla yüzleşmiş olduğuma, bu tip ilişkilerle sahip olmuşluğuma, bu tip bir rahatsızlık hissine sahip olduğuma.

Yetersiz deneyimimden dolayı burada hiç bir şey beceremedim, ben hep bu rahatsızlık duygusunun bundan kaynaklandığını düşündüm. Ben hep zamanla bunlara alışacağımı ve bunları normal olarak kabulleneceğimi düşünmüştüm.

Ve bu, Haruno-san'ın gözünden kaçmadı. 

Göğsümde bir şeyler donmuş ve orada saplanıp kalmıştı ve sakinleşemeyen soğukluk halini almıştı. Hep orada bulunan tiksinmenin hissi bugüne kadar kendini göstermemişti.

Düşünmek istemediğim şeyler Haruno-san tarafından gözüme sokuluyordu.

Bu güven değil, daha kötü, daha affedilemeyecek bir şey.

 

   

 

 

Bir festivalden geriye kalan şey yalnızlıktır.

Etkinliğin yapıldığı bu odada bize ayrılan vaktin sonuna geliyorduk, Isshiki etkinliğin son adımlarını yaptıktan sonra herkes birer ikişer odayı terk etmeye başladı.

Zaman ilerledikçe odadakiler çıkıyorlardı ve bu telaşeli oda artık sessizliğe yerini veriyordu. Öğrenci konseyinin dışında biz, Gönüllüler Kulübü kalmıştık.

 Öğrenci konseyinin çöpü atma, her şeyi eski haline getirme gibi işlerine yardım ediyordum, Isshiki posterleri topladıktan sonra geri döndü.

“Öğrenci konseyi bundan sonrasını halleder, artık gidebilirsiniz.”

Onu dinledikten sonra odaya bir göz attım. Geriye pek bir şey kalmamıştı. Bu kalan işleri de onlara yüklesek sorun olmazdı.

Fakat benim cevabım tam tersiydi.

“Şey... Tüm işler bitene kadar yardım etmek istiyorum.”

“Evet, bize karşı öyle düşünceli olmana gerek yok.”

Yukinoshita veya Yuigahama veya ben, üçümüz de kalmayı tercih ettik.

Verdiğim cevabı duyunca Isshiki şaşırdı ve benden onay bekliyordu. Başımı eğerek tepki verdikten sonra gülümsedi.

“Öyle mi? Peki o zaman kalan işleri bitirmeye devam edelim.”

Asıl minnettar olmam gereken bendim. Çünkü bütün bunlar bittiğinde kendimi düşünmek istemediğim şeyleri düşünmekten alıkoyamayacaktım ve de en azından o zamanı olabildiğince ileri atmak istiyordum.

Fakat bu direnişim fazla uzun sürmeyecek gibiydi.

Temizleme işi neredeyse bitmişti, tek kalan şey masaları silmekti.

Soğumuş olan çayı bulunduran plastik bardakları da çöpe atmıştım. Çöp poşetlerinin ağzını bağlayıp atmaktan başla bir şey görünmüyordu.

Kapıyı kilitlemeden önce unuttuğumuz bir şey var mı diye kontrol ettik ve sonrasında topluluk merkezinden çıktık. Girişin yanındaki çöplüğe doldurduğumuz çöp poşetleri bıraktık.

“Senpai, gayretleriniz için çok teşekkür ederim.”

Isshiki önümüzde hızlıca eğilerek teşekkürlerini sundu. Diğer öğrenci konseyi üyeleri de aynı şekildeydiler. Bu etkinlik aniden ortaya çıkmıştı ve herkesin yüzlerinde bitkinlik vardı.

Kimsede 'Hadi gidip kutlayalım!' veya bunun gibi bir şey diyebilecek kuvvet kalmamıştı ve her birisi evlerine yollarını aldı.

Üçümüz de öyle.

 Yukinoshita çantasını ve elindeki bagaj gibi bir şeyi kontrol etti. Muhtemelen onun içinde etkinliğe getirdiği çay ve bazı pişirme alet edevatları vardı.

“...Hadi gidelim.”

“Ah.”

Ben de bisikletimi yanıma aldım ve istasyona gitmeye koyuldum. Fakat Yuigahama bisikletimin bir ucundan tuttu.

“Ne oldu?”

Tepkimi görünce zoraki bir gülümseme çıkardı.

“Ben, ben diyordum ki, bir yemeğe gitsek beraber?”

“Ne yapsak acaba? Çok geç oldu ama.”

“Peki mesela ben geceyi Yukinon'un evinde kalsam ve onun evinin yakınlarında bir yere gitsek?”

“Bu gece... Bunu kendi başına karar verdin, değil mi...”

Evet, Yuigahama Yukinoshita'nın evinde bazen kaldığını biliyorum. Bu gibi etkinliklerden sonra beraberce evine gittiğini hatırlıyor gibiyim.”

“Bu senin için uygun olur mu? Olmaz mı yoksa?”

Yuigahama işveli çıkan ses tonu karşısında Yukinoshita zayıfça soluk verdi.

“Pek sorun olmaz...”

“Voohoo! Peki o zaman gidelim! Hikki... Ya sen?”

Tatlı sesi Yukinoshita'ya yaptığı işveden biraz farklı çıkmıştı ve üzerimde baskı oluşturmuştu.

Onu reddedebilecek, uygun bir mazeret bulamayınca kabullenmiştim.

“Ben de geleyim, hem açım da. İstasyonda buluşsak nasıl olur?”

“Peki!”

Cevabını duyduktan sonra başımı eğerek onaylama tepkisi verdim.

Bisikletimin yönünü değiştirdim ve pedala asıldım.

 

   

 

 

 İstasyona vardığımda onları trenin rampasından inerken görmüştüm.

Ben buraya bisiklet üzerinde onlar ise tren ile gelmişti. Tabiki trenin hızı çok çok daha hızlı olur ama onların istasyonda treni bekleme zamanını katınca aramızda fazla zaman farkı oluşmamıştı. Bu sefer, ne şans ama üçümüzde aynı anda oraya varmıştık.

Buluşmamızın ardından Yukinoshita'nın bagajını bırakmak için evine doğru gittik.

Yukinoshita'nın evi istasyondan çok uzakta değildi, ve üçümüz her zamanki muhabbetleri ediyor, ara ara sessizce sadece yürüyorduk.

Büyük parkın yanındaki yoldan ilerlerken az sonra yanında olacağım kule gibi olan büyük apartman bakış açıma girmişti.

Yaya geçidinden karşıya geçtikten sonra apartmanın girişine gelecektik ama Yukinoshita aniden durdu.

“Bir şey mi oldu?”

“Yok, yok bir şey...”

Soru yöneltilen Yukinoshita verdiği tepki yavaştı. Meraklı gözlerle bir şeye bakıyordu. Onun gözlerinin ardına baktım ve bir araba gördüm. Bu siyah lüks arabayı hatırlıyordum.

Arabayı gözlüyordum... Bu sırada arabanın kapısı açıldı ve bir bayan indi.

Onun parlak siyah saçları arkadan topuzlanmıştı ve kimono giyiyordu. Hal ve tavırları asaletli bir bayan gibiydi. Bu kişi Yukinoshita'nın annesiydi.

“Anne... Burada ne yapıyorsun?”

“Senin geleceğin hakkındaki eğitim tercihini duydum ve bu konuda konuşmak için gelmiştim. Asıl sen bu gece saatinde dışarıda ne yapıyorsun...”

Annesinin evladını düşünen bakışlarının karşısında Yukinoshita başını yere eğdi. Kızının tepkisinin karşısında Yukinoshita'nın annesi hafifçe soluk verdi.

“Oysaki senin bu gibi işler yapan kızlardan olmadığı düşünüyordum.”

Yukinoshita bu cümleyi duyunca aniden elini kaldırdı, annesinin gözlerine baktı.

Fakat ona karşı sunabilecek bir mazereti bulamadı ve hafiften dudaklarını ısırdı ve uzaklara baktı. Evlat sevgisi içeren fakat soğuk olan bu kelimeler Yukinoshita'yı sarmalamıştı. Onun durumunu kontrol etmek için veya onu reddetmek için bu cümle yeterliydi.

Yukinoshita'nın annesi ona keskince bakmıyordu. Ses tonu da her hangi bir öfke veya isyan içermiyordu. Eğer daha doğru bir şeyler denilebilecek olsa bu dert veya üzüntü olabilirdi.

“Sana güvendiğim için sana özgürlük verdim, fakat... Hayır, bu benim sorumluluğum, bu benim bir hatamdı.”

Kimsenin herhangi bir şekilde karşı çıkmasına izin vermiyordu. Annesinin cümlesi bitene kadar yüzü yerde geziyordu.

“Bu...”

Yukinoshita zayıf ses tonu ile bir şeyler söylemek istiyordu, fakat bu da annesinin sesi ile yarıda kesildi.

“Muhtemelen hata bende...”

Ona ait olan bu monolog özür dilenecek türdendi ve bir şeylere dövünmek de denilebilirdi. Ondan duyduğumuz monoloğu parça parça çıkmıştı, kendisini azarlayan ve zayıf insan tavırları ile de kimseyi suçu kendisine almasına izin vermiyordu.

Hiçbir kimse, hatta konuşmasının konusu olan Yukinoshita bile.

Yuigahama ,Yukinoshita'nın annesinin pişmanlık içinde soluklandığını görünce ürkekçe konuştu.

“Bugün... Bugün şey, okuldaki öğrenci konseyinin bir etkinliği vardı, bu vakte kadar onlara yardım ediyorduk...”

“Öyle mi, sen de ona evine kadar eşlik ettin demek, çok teşekkür ederim. Fakat saat çok geç olmuş, senin de ailen meraklanmaz mı... Değil mi?”

Lütfen hemen geri dön. Evet bunu direk söylemedi ama bu nazik ses tonu ve gülümsemesi ile bunu ifade ediyordu, ne kadar ararsan ara kelimelerinde hiç bir keskinlik bulamazdın.

Aynı zamanda tavırları da bizim için bir sınır çizgisi çiziyordu, bu çizginin adı onun ailesinin problemi olmasıydı, yani aile dışındakiler karışamazdılar. Karşısında söylenebilecek bir şey kalamamıştı. İkimizde bir şey söyleyebilecek bir pozisyonda olmadığımız biliyorduk.

Biz sessizliğimizi koruduktan sonra Yukinoshita'nın annesi biz ile olan mesafesini azalttı ve nazikçe Yukinoshita'nın omuzlarına dokundu.

“Umarım kendin olmayı becerir ve kendince yaşayabilirsin... Fakat yanlış bir yola düşmenden çok korkuyorum... Peki şimdi, sen ne yapmak istiyorsun?”

Bu soru beraberinde çokça şeyi getiriyordu. Ben tamamen anlayamamıştım.

“...Daha sonra açıklarım, lütfen bugün gidiver sadece?”

“Peki... Öyle diyorsan...”

Hala yüzü yerlerde olan Yukinoshita'nın kelimelerini duyduktan sonra onun annesinin yüzünde şaşkınlık ifadesi hakimdi. Sonrasında bakışları ben ve Yuigahama'ya döndü.

“...Onu bıraktığımıza göre ben de evime dönsem iyi olacak.”

Bunu söyledikten sonra Yukinoshita'nın annesine başını eğerek cevabımı verdim. Yalnız yaşayan kızına yakın bir erkek görmesi onun için pek rahatlatıcı bir durum oluşturmamıştır. Eğer burada daha fazla kalırsam bu Yukinoshita için olumsuz bir durum oluştururdu.

Birkaç metre uzaklaştıktan sonra geriye baktım, Yukinoshita annesi ile bir kaç çift laf ediyordu. Sonrasında Yukinoshita'nın annesi arabaya geri döndü. Bir süre yerinde çakılı kalan Yukinoshita sonunda apartmanın kapısından girebilmişti.

Ben ve Yuigahama yaya geçidinde trafik ışıklarının yanmasını beklerken Yukinoshita'nın annesinin bulunduğu araç yavaşça yanımızdan geçti. Arabanın arka koltukların camları ışığı yansıtan bir şeyle kaplıydı, içerisini göremiyordum. Fakat içerisinden birinin beni izlediğin hissetmem yüzünden sakinliğimi koruyamıyordum.

Fazla zaman geçmeden ışıklar yeşile yandı ve Yuigahama benden bir iki adın önde karşıya geçti.

“Peki ben dönüyorum.”

“Ah... Sana eşlik edeyim.”

Fakat Yuigahama başını salladı.

“Gerek yok. Benim istasyonum buradan uzak da değil. Hem, biraz... adil olmayacağını düşünüyorum.”

“...Peki.”

Ona yardımı dokunamayacak bir durum içerisinde tepkimi verdim ve benden uzaklaşan figürünü izledim.

Eğer onun ineceği istasyon üzerinden eve gitsem bile eve döneceğim uzaklık değişmeyecekti. Yine de onun arkasından gitmedim.

Onun figürü sokak lambalarının altından zamanla küçülüyordu, sonunda bisikletime binmiştim.

Rüzgar fazla şiddetli değildi, fakat kışın soğuk havası yüzümü bıçaklıyordu.

Her şeyi geride bırakarak, durmadan sadece pedalladım, vücudum hareketten ne kadar ısınıyorsa da beynim tam tersine buz kesmişti.

Ben nasıl görünüyorum. O beni nasıl görüyor. Asıl benliklerimiz nasıl görünüyor.

Her kim olursa olsun herkesin bir kişiliği var ve bunlar her zaman diğerleri tarafından belirleniyorlar, o birileri bizi belirliyor. Ben veya o, hepimiz aynıyız. Asıl benliklerimiz ile görünüşlerimiz her farklı kimse tarafından farklı görünüyorlar.

Bu olgu, kimsenin sana demesine gerek kalmadan kolayca anlaşılan bir şeydir.

Bu, geçmişte de söylediğim şeydi. Bu, Hikigaya Hachiman'ın geçmişinde söyleyip durduğu bir şeydi.  

İyi oldu? Bu istediğin bir şey miydi? Bu Hikigaya Hachiman mıydı?

Bu yuhlama, bu öfkeli bağırış, bu feryat; gözlerimi kapadım ve kendimi duymamak için kulaklarımı tıkadım. Ağzımdan çıkması gereken kelimelerin yerini sıcak bir soluk almıştı.

Asıl benliklerimizi bile kendimiz atayamıyorduk. Peki ya gerçek şey. Asıl benliklerimizi nerede bulabilirdik? Neden bu dünyada aramızdaki ilişkileri kapsayacak bir şey yok mu?

Rahat hissetmiyordum. Bir kere de olsa buna bir ad versem, artık bunu lanet bir rahatsızlık diye düşünmeyeceğim.

Bu duygu, bu ilişki, tanımlanabilecek bir şey değil. Bu, ad verilmesi gereken bir şey değildi. Birileri asla buna bir ad falan vermemeliydi. Çünkü ona bir anlam yüklendiğinde, kendisinde olan bütün diğer anlamları yitirecekler.

Eğer sadece kabullenirsem, bu kesinlikle daha kolay olacaktır, fakat bunu yapmamamın sebebini biliyordum. Eğer bunu farklı kalıba sokarsam, eğer bunu değiştirirsem, bu bizi yalnızca parçalanmaya sürükleyecekti.

Çünkü benim istediğim şey parçalanmayan bir şey ve ona bir isim vermekten kaçınıyordum.

Ben veya başkası, veya o, biçimsiz kelimelere bel bağlamışız. Beynim bu gibi şeylerle doluydu.

En azından, eğer kar üzerime yağıp bu tip ekstra düşüncelerin üzerini örtüp saklasa, düşünmek zorunda kalmazdım.

Fakat bu şehirde kar çok nadirdir, ve bu gece, gece gökyüzü bulanık değildi, tamamen apaçıktı.

Yıldızlardan gelen ışık çok parlaktı ve tamamen üzerime yansıyorlardı.