19.06.2020
Her zamanki gibi Hayama Hayato beklentileri karşılıyor.
Çevirmen: Forevertr3
Kitabımı kapattım ve kanepeye uzandım.
Kanepenin yayından çıkan gıcırtı bir
anlığına sessiz odada yankılandı. Kamakura kotatsunun kenarında kulakları
kalkık şekilde yatıyordu.
Her zamanki gibi ailem işten geç geliyordu
ve Komachi de dershaneye gitmişti. Bu sessiz odada ben ve kedimiz vardı.
Kanepede uzanıyorken lambanın ışık yüzünden
yüzümü pencereye çevirdim. Dışarısı çoktan karanlık olmuştu ve pencereye soğuk
kış rüzgarları vuruyordu.
Akademi ve kariyer etkinliğinin üzerinden
bir kaç gün geçmişti, fakat Hayama'nın tercihi hakkında hala bir
fikrim yoktu. Birçok kere sormayı denedim fakat cevap alamadım.
Hiç cevaba ulaşamadan zaman geçmişti ve
yarın olacak olan maraton farkına varmadan gelip çatmıştı. Ondan sonraki gün
Gelecekteki Kariyer Anketi'nin geri verilmesi gereken son tarihiydi. Bu aynı
zamanda ayın sonu oluyordu.
Uzandığım kanepeden kalktım ve yavaşça
kotatsuya doğru süründüm. Bana verilen anket doldurulmuş durumda ve kotatsunun
üzerindeydi.
Ben tercihimi çoktan yapmıştım.
Hiç düşünmeden sözeli seçmiştim. İstediğim
lisans bölümü özel üniversitedeki sözel tercih ile girilebilen bir yerdi. Bu
yüzden isteğime uygun bir bölüm ve altına da üniversite ismi yazmıştım.
Peki ben bu tercihimi neye göre belirledim?
Hiç zorlanmadım aslında. Tek yaptığım en iyi olduğum konu olan sözeli
seçmemdi. Sayısalda çok zayıf olduğum için bu tercihi en başta elemiştim zaten.
Ne şanslıyım ki, aslında şanslıyım demek ne
kadar uygun olur bilmem ama,tercihimi tamamen dersteki başarıma göre
belirledim, yani tercihimi en ufak bir endişe duymadan yaptım.
Zaten en başından beri pek bir seçeneğim de
yoktu. Bu yüzden eleme yöntemi ile kolayca gerçekleştirmiştim.
Fakat bu benim için geçerliydi. Çok fazla
seçeneği olan insanlar tercihlerini nasıl yapacak?
Mesela, Yukinoshita Yukino.
O nasıl karar verdi?
Keşke doğru vakti bulduğumda ona sorsaydım.
Yetenekler hakkında bahsedersek Hayama Hayato'ya en yakın olan kişi
Yukinoshita.
Buna rağmen, Yukinoshita'nın tercihini öğrenmenin
Hayama'nınkini bulmaya yardım edebileceği seçeneğini niyeyse dışlamıştım.
Tabiki bu saatten sonra bunu düşünmek çok saçma olur. Bunu kendime bir neden
olarak göstermem çok daha korkunç bir sorun ile karşılaşacağımı hissettirdi.
Fakat şimdi düşünmem gereken tek şey
Hayama'nın tercihi.
Acaba Hayama tercihini nasıl yaptı?
Hayama'nın seçebileceklerini düşünürsem çok şey aklıma gelir. O, tercihini
yapmak için eleme yapmasına gerek yok veya bir çok konuda iyi olduğu için de
elemeye başvurmasına gerek yok.
Başkalarından duyduğum şeyleri de düşününce
içinden çıkılmaz bir hal aldı.
Çünkü sadece sayısal ve sözel işin içinde
değil ki. Onun için spor okullarından gelebilecek tavsiyeler de olacaktır. Spor
okuluna yeterlilik sınavlarını veya bu okullara direk girebileceğin bir yöntem
olan tavsiye yöntemi düşününce iş daha da sarpa sarıyor.
Eğer Totsuka'ya benzer bir kişiliğe sahip
olsaydı, Totsuka'nın istediği lisans bölümünden yola çıkarak bir şeyler
bulabilirdim. Tabi Hayama'nın istediği bölümü direk sorsam da olurdu, fakat
cevap vermeyecektir. Eğer Zaimokuza gibi bir insan olsaydı belki yine bir
şeyler bulabilirdim.
Hayama'nın tercihini akademik başarıları ve
okullardan gelebilecek tavsiyeler üzerinden bulmak imkansıza yakın.
Başka bir yönden düşünmeye ihtiyacım var.
Mesela Kawasaki'nin ailevi durumlarının
onun tercihini etkilemesi gibi. Onun tercihi ailesine duyduğu saygı ve sevgiden
etkileniyor. Hayama'ya uyarlarsak; onun seçebileceği birçok seçeneği var ve
bunların hiçbiri ailesi tarafından önüne taş konuluyor falan değil.
Gelecekte Hayama'dan yapmış olduğu tercih
yüzünden gelebilecek bir endişe veya sitem olacağını da düşünmüyorum. Bu ben ve
Tobe için de geçerli bir durum. Eğer düşüncelerimi Ebina-san'ın
söylediklerine yoğunlaştırırsam, Hayama kendi zayıflıklarını gösteren bir
insan değil, kimseyi incitmiyor ve herkesin beklentilerini
karşılıyor.
Kime sorsam, kiminle konuşsam faydası yok.
Hayama mümkünatı bol olan birinden başka bir şey değil.
Hayama Hayato “O her şeyi yapabilir.”
'lerden biri.
Havalı, nazik, hep gülümseyen, edebi ve
dövüş sanatlarında bilgili bir süper insan.
Herkes onu buna benzer bir şekilde tanıyor.
Herkes onun iyi bir insan olduğunu düşünüyor.
Herkes?
Konu buraya nasıl geldi?
Sadece bir insan. Sadece bir insan
kesinlikle böyle düşünmüyor.
O insan bana açıkça şöyle demişti.
-Ben düşündüğünüz gibi iyi bir insan
değilim.
Bu kelimeler inanılası duruyor mu, bu
kişinin kendisi hakkında açıkça bir şüphesi var. Kendini iyi insan olarak
adlandırmayan tek kişi kendisi.
Herkesin övmesi iğrenç bir şey. Hem de
insanların sadece nezaketen övmesinden daha da iğrenç. Bunun tamamen
ikiyüzlülük, sadece aldatma ve kendini tatmin etmekten başka bir şey olmadığını
bilmelerine rağmen, başkalarının beklentilerini karşılıyorlar. Bu çok iğrenç.
Birisi daha önce şöyle demişti: “Kendini
kurban etmekten vazgeç.” Salak olma. Başkalarının beklentilerini cevap vermek
için ve kimseyi incitmemek için bir şeyler yapmak kendini kurban etmenin
simgesidir.
“Bu önceden de böyleydi,” demişti o kız.
“Hiçbir şey değişmeden hepsi aynı kaldılar” demişti yine o kız.
Tüm yaşamlarını anne ve babası başta olmak
üzere hiç bir kimsenin isteklerine karşı çıkmadan yaşayan insanlar var ve onlar
her şeyi kusursuzca yapabilirler. Bu tipten insanlar ne seçerler? Beklentiler
arasında sıkışmış, güvenilen ve bu beklentilere cevap vermeye devam eden
insanların kafalarında nasıl bir gelecek hayalleri var acaba?
Evet bu tamamen inanılası durmuyor.
Bu insanlardan biri olsaydım asla ayakta
kalamazdım. Bana sıkıntı veren her şeyi bir kenara iter, onları yok eder ve
kendime göre anlamsız hale getirirdim. Ben sanırım başkalarının bana olan
beklentilerini hissedebiliyorum, her ne kadar sinir bozucu olsalar da. Adlarını
bile bilmediğim veya benim ne arkadaşım ne de bir tanıdığım olmayan insanları
bir gram bile onaylamak istemiyorum. Üzerimde başkalarının beklentileri veya
övgüleri olmuş, ben muhtemelen bunları hiç umursamazdım.
Fakat Hayama Hayato böyle bir şey yapmaz.
O, kimseyi incitmemek ve tüm beklentileri karşılamak için en sonuna kadar
Hayama Hayato olmaya devam eder.
Birçok insanın ustalıkla, nezaketle ve
bazen de saçmaca beklentilerle Hayama Hayato'nun üzerine yığılıp ısrarla onu
kurban etmesi çok doğal. Onun gururu ve nezaketi tüm bu talepler ile
çevriliydi. Ne yazık ki Hayama Hayato, bunların hepsine cevap vermek için
bahşedilmişti.
Yine de bir tane bile olsa Hayama'nın kabul
etmediği bir talep vardı.
Bu sayısal ile sözel arasında ki seçimini
kimseye söylememesiydi.
Hem de herkesin beklentilerine karşılık
vermesine rağmen.
Peki niye söylemiyordu?
Yatıp uzanıyorken odanın aydınlatmasının
yansıdığı pencereye baktım. Cam saydamdı, buna rağmen arkasındakileri
görebiliyordum, gözlerim tanımlayamadığım yansıyan görüntülere bakıyordu.
Gecenin karanlığından dolayı ayna etkisi
yapan camda, yüzümün iyi yansımayacağını düşünmüştüm. Harekete geçtim ve yüzümü
pencereye yaklaştırdım.
Bu hareketi yaparken uzun zaman önce olan
bir şeyi hatırlardım. “Çelişkide kalacağın bir şey istenilseydi senden ne
yapardın?” Hayama sormuştu. “Başkalarının işlerine burun sokmaktan vazgeçer
misin?” Hayama söylemişti.
En sonunda ise Hayama ve ben bir şekilde
geçiştiren cevaplar verip konuyu kapatmıştık. Konuşanlardan biri bunu erteleyip
tekrar soruyordu diğeri de mütevazı gülümseme ile geçiştiriyordu.
Fakat bunlar aynı şeyler. İşlemler farklı
olsa da, tercih etmememe kararı aynıydı.
O zaman, Hayama'nın cevabı çoktandır vardı.
Kotatsunun üzerindeki bakımsız telefonumu
elime aldım.
Kısa rehberimde aradığım kişiyi buldum ve
ayağımı kaldırırken onu aradım.
Birkaç kere telefon çaldı.
Karşı tarafın telefonunu açmasını beklerken
acaba aramayı durdursam mı diye birkaç kere düşündüm. Bunu sormak iyi olur mu
bilemiyordum. Nefret edilebilirim. Küçümseme ile karşılaşabilirim.
Fakat yine de aklıma başka bir şey
gelmemişti, elimde kalan, yapabileceğim son şeydi.
Fazla sürmeden, karşı taraftan beklediğim
kişi yanıt verdi.
[…Alo?]
“Ben, Hachiman. Bu geç saatte aradığım için
üzgünüm,” dedim.
Karşı taraftaki Totsuka Saika canlı bir
sesle cevap verdi.
[Oh, meraklanma. Sorun yok. Sen beni daha
önce aramadığın için çok şaşırdım.]
Evet şaşırmış olmalı. Sanırım ilk defa
düzgünce aramış oldum. Fakat söyleyeceğimden sonra daha da şaşkın olur mu
acaba?
Totsuka'nın duyamayacağı yavaş bir nefes
verdim ve göremeyeceğini bilsem de başımı eğdim.
“…Senden bir isteğim olacak.”
ꕥ ꕥ ꕥ
Totsuka'yı aradığım günden sonraki gün
açık, az rüzgarlı bir kış günüydü.
Maratonun başlama yeri olan parkta gruplar
halinde birinci ve ikinci sınıf olan kız ve erkek öğrencileri gördüm.
Erkeklerin koşacağı patika sahile yolundan gidip Mihama Köprüsü'nden geçtikten
sonra buraya tekrar geliyordu.
Patika uzundu, çok uzundu. Bundan daha uzun
olan her şey aritmatikte kötü olan Hachiman için fazlalıktı!
Her neyse, kilometrelerin kaçı gösterdiği
yapmam gereken şeyi değiştirmiyordu.
Sıraya geçmemiz söylendiğinde istemsizce
başlangıç noktasındaki beyaz çizginin arkasına geçtik.
İnsanların arasından çizgiye yakın olan
öncü gruba doğru balık asalağı gibi kıvrılarak geçiyordum. Nedense
herkes bana yol veriyordu. Niye acaba? Sanırım çok sümüksü bir şey falan
olduğumdan.
Bu sadece bir okul maratonu. Çok önemli bir
etkinlik falan değil veya notlarımızı etkiliyor falan da değil. Bu soğuk havada
koşmaya zorlanmaktan dolayı isteksiz çok kişi vardı.
Tüm beklentiler biri için.
Bu yılda birinci olması beklenilen kişi
olan Hayama bu beklentiyi karşılıksız çıkaramazdı. Bunca kitlenin karşısında
ciddi olması şarttı.
Hayama benim çaprazımda, bir kaç sıra önde
ve çizgisinin hemen gerisindeydi. Başlangıç için çok iyi bir yerdeydi.
Elastik vücudunu her uzattığında bunu gören
kızlar destekleyici sesler çıkarıyorlardı.
Erkeklerden yarım saat sonra kızlar
başlayacaktı. Görünen o ki o zaman gelene kadar erkekleri destekleyip
izleyecekleri.
Hayama bu seslere karşı elini hafiften
kaldırdı. Baktığı son yer diğer kızlardan biraz ayrı duran enerji dolu
Miura'dı.
Diğer kızların yakınında olmaktan gerilen
Miura sadece Hayama'ya bakıyordu. Onun arkasında Ebina-san ve Yuigahama vardı.
Bir adım arkalarında ise Yukinoshita vardı.
Ve onlara doğru yürüyen Isshiki'ydi.
Miura'yı gören Isshiki selamlamak için
eğildi. Miura da aynı şekilde yanıt verdi. Isshiki Hayama ile Miura arasında
bakınıp durdu ve korkusuzca sırıttı.
Sonra iki elini ağzının iki yanına dik
olacak şekilde koydu ve yüksek sesle bağırdı. “Hayama-senpai, elinnndennnnn
geleniiiii yappppppppp...! Diğer Senpai sen de aynı şekilde!”
Bunu duyduktan sonra biraz ötede olan Tobe,
her nedense gülen yüzle elini salladı ve enerjik bir şekilde“Tamaaaaam!”
diye tepki verdi.
“Hayır, hayır Tobe-senpai seni
kastetmemiştim,” dedi Isshiki sanki “asla” der gibi ellerini hafifçe
sallıyorken.
Miura sessizce olanları gözetliyordu fakat
kararlılıkla derin bir nefes aldıktan sonra o da tezahürat yaptı. “Ha-Hayato...
Elinden geleni yap!”
Çekingence çıkan sesi bir tezahürat için
çok zayıftı. Fakat Hayama ses çıkarmadan, sadece elini kaldırıp güzel bir
gülümseme karşılık verdi.
Miura dalgın dalgın bunu izledi ve ses
çıkarmadan hafifçe başını eğdi.
Isshiki de bir yandan tatmin olmuşça onları
izledi ve yine benim olduğum yöne doğru döndü. “...Senpai, sen de elinden
geleni yappppppp!”
Sanırım bu sefer bana söylüyordu.
E-Evet... Niye ismimi de diyemeyecek kadar
inatçı bir kız ki...? Acaba ismimi hatırlayamadı mı.... Bunu düşünüyorken Isshiki'yi izleyen Yuigahama hızlıca bir adım öne çıktı.
Sonra Yuigahama ellerini salladı.
“E-Elinden geleni yap!”
Onun sesi Isshiki'nin sesine oranla çok
daha samimi ve zayıf çıkmıştı, yine de kulaklarıma ulaşmıştı... Oh iyi ki
ismimi kullanmadı. O bu gibi durumlarda düşünceli biri oluyor.
Tezahüratını duyduğumun göstergesi olarak
elimi kaldırdım ve Yuigahama yumruğunu sıktı ve kaldırdı. Sonrasında gözlerim
onun yanında olan Yukinoshita'nın gözleri ile karşılaştı.
O bir şey söylemeden sadece hafiften başını
eğdi. Sanki ağzının oynadığını gördüm gibiyim ama her neyse bana ulaşmadı.
Ne söylediğinden veya kime söylediğinden
emin değildim.
Fakat bir şekilde motive olmuştum.
Tamamdır, işe başlama zamanı geldi...
Vücudumu ileri atarak o kalabalık içinde
daha da öne gitmeyi becerdim ve başlangıç çizgisinin hemen arkasında olan Hayama'nın
arkasına geçtim. Gözleri sadece ileriye bakıyordu, beni görmüyordu.
Omuzlarımı bir sağa bir sola çevirerek ve
aşilllerimi gererek kendimi hazırlardım ve öne bir adım attım.
Isınmamı tamamladıktan sonra birisi
omuzlarıma dokundu.
Arkamı döndüm ve spor kıyafeti giymiş
Totsuka oradaydı. Şortunun altından çıkan o ince bacakları soğuktan titriyor
gibiydi. Bana bakarak gülümsüyordu. “Hachiman, elimizden geleni yapalım.”
“Tabiki, evet... Totsuka.”
Başlangıç çizgisinin olduğu kısımda izdiham
vardı, öyle ki başımı eğsem başkasına çarpacaktım. Fakat yine de başımı öne
eğdim. Dün Totsuka'dan istediğim yardım o kadar da yardım denilebilecek bir şey
değildi belki. Yine de telefonda Totsuka'dan böyle bir yardım istemek çok ayıp
bir şeymiş gibi hissettiriyordu.
Fakat Totsuka yumruğunu göğsüne vurarak
güven veren bir ses ile konuştu.
“Meraklanma, ben hallederim!” dedi Totsuka.
“Gerçi pek hoş karşılanmayacak gibi ama...”
Totsuka biraz yüzünü astı ve biraz
arkasındaki kulüp arkadaşlarına baktı. Ben de onlara doğru baktım. Evet onlar
tenis kulübünün üyeleriydi.
“Açıkça görünecek bir şey yapmana gerek
yok. Sadece gerekileni elinden geldiği kadar yapmaya çalış. Kendini zorlamana
gerek yok.” dedim ve Totsuka'nın omuzlarını sıvazladım. Fakat elimdeki ter ona
geçti mi acaba diye aşırı bir kaygı ile hemen elimi çektim. Oh aman
tanrım. Ona dokunduğumu düşünüce eriyip kuruyacak kadar daha fazla terledim...
Neredeyse ilk okuldaki bir anımı hatırlamak
üzereydim. O anımda öğretmenim beni bir kız ile el ele tutuşturmuştu ve sonunda
o kız Kurbağagaya diye anılmama sebep olan terli elimden dolayı benden nefret
etmişti... Dur ya, tüh, tamamen hatırladım.
Aman her neyse, hem bu mevsimde çok
terleyecek değilim ya. Deniz rüzgarı hala yanaklarıma çarpıyordu.
Aniden o rüzgar durdu.
“Oh, Hachiman. Buradasın demek... Funuu,
görünüşe göre Bay Totsuka da burada demek?”
“Ah, Zaimokuza-kun.”
O saçma selamlaması ile önüme gelen
Zaimokuza'ydı. Önümde kocaman bir engel olarak durup tüm rüzgarı durdurmuştu.
“Hachiman, hadi beraber koşalım.”
“Hayır... Aslında yapmanı istediğim başka
bir şey var.”
“Homuu?” Zaimokuza başıyla onaylıyor
hareketi yaparken tuhaf bir ses çıkardı.
Başka insanların duymasını istemediğim bir
şey olduğu için tüm vücudumla Zaimokuza'ya yakınlaştım... Her nedense,
onun çevresi çok sıcak hissettiriyordu, şu iğrençliğe baksana.
Kulaklarına fısıldadım ve
Zaimokuza “fushurururu” diyerek bir nefes aldı.
“Hmph... Ne yapmaya çalıştığını anladım.
Şüpheli veya yorucu bir şey yapmak istemiyorum...”
“…Bunu diyeceğini biliyordum.”
Zaimokuza'dan isteğim oldukça zahmetliydi.
Zaimokuza'nın atletik ve mental olarak zayıf olduğunu düşününce kolay kolay
kabul edeceğini zannetmiyorum. Tabi şöyle bir bakınca, eğer yardım isteyen o
olsaydı ben onu hemen reddederdim.
Zaimokuza'dan yardım istemiştim çünkü ona
bir paçavra gibi davranılsa da kalbimde en ufak bir acı duymam. Fakat o da bir
insan. Belki benim kalbimde bir şey olmayacak olsa da onunkinde olacaktır.
Konuşmamdan sonra omuzlarını dikleştirdi ve
ellerini çiçek yaptı ve küstahlaştı. “...Eğer bana Naritake'den süper boy kapta
ramen ısmarlarsan neden olmasın.”
“Emin misin?” diye sordum.
Zaimokuza pes edermiş ve abartıyormuş gibi
bir nefes verdi. “Acaba ben olmasam ne yaparsın...? Ne derler bilirsin, böyle
gözünün önündeki gerçekleri reddedemezsin.”
Ne sinir bozucu bir anlatım şekli... Yardımını isteyen ben olduğum halde şimdi sinirlendim. Acınası gözlerle ona
baktım.
Çevresine bakınıp duran Zaimokuza dedi,
“Fakat şüphe uyandıracak şeyler yapmayacağım! İnsanların arkamdan bir şeyler
söylemesini veya internette damga yememe sebep olacak şeyler olmasını asla
istemem! Niye bana zarar gelsin ki, eğer bir şey olursa hemen senin ismini ifşa
edeceğim. Bunu anladıysan sorun yok.!” Zaimokuza beni işaret ederek
açıklamasını yaptı.
Buna şahit olduktan sonra acı bir gülümseme
oluştu yüzümde. Evet, Zaimokuza böyle biri! Tam bir çöp! Havalı bir
çöp!
“Yine de olur. Çok yardımcı olursun.
Ismarlayacağım ramen'in üzerine batter'de* ekleyeceğim.”
“Hmph, Böylelikle harcadığım kaloriyi geri
kazanabilirim.”
Uh, nasıl bir hesaplama yaptığını
bilmiyorum ama bu maraton Naritake'de alacağın tüm kalorileri yakmaya yeter...
Zaimokuza ve Totsuka'ya tekrardan teşekkür
ettim ve beyaz başlangıç çizgisindeki Hayama'ya baktım.
Tobe ve diğerleri ile muhabbet ediyordu.
Benim varlığımı fark edince meşgul olup olmadığımı merak edercesine bana
gülümsedi.
Yüzümü başka yere çevirdim ve ileriye
baktım.
Maraton her an başlayabilirdi. Saate
bakmama bile gerek yok, tüm hazırlıklar tamamlanmış gibi görünüyordu.
Öğrencilerden çıkan gürültü büyük ölçüde
yok olmuştu. Kızlardan gelen tek tük tezahüratları artık duymuyordum.
Herkes başlangıç anını bekler gibi
sessizleştiğinde birisi beyaz çizginin hemen kenarında belirdi.
“Hazır mıyız?”
Bunu söyleyen ve tabancayı gök yüzüne
doğrultan Hiratsuka-sensei'ydi.
Neden Hiratsuka-sensei...? Normalde bu tip
şeyleri beden eğitimi öğretmenleri yapar. Bu insan sadece göz önünde olmaya
yarayacak şeyleri yapmak istiyor. Veya sadece o tabancayı ateşlemek istiyordu.
Hiratsuka-sensei tabancayı tamamen yukarı
tuttu ve diğer eliyle de kulağını kapadı. İşaret parmağını tetiğe koyduğunda
erkek öğrenciler tamamen önüne döndüler ve kızlar da nefeslerini kesmiş
izliyorlardı.
Birkaç saniye geçti ve Hiratsuka-sensei
yavaşça ağzını açtı. “Yerlerinizi alın... Hazır.”
Diğer bir komut geldiğinde tetik çekildi ve
ateş sesini duyduk.
Sonrasında ortamdaki herkes ısınıyormuş
gibi koşmaya başladılar.
İlk olarak yavaşça koşarak ayaklarımı
ısıttım. Amacım Hayama'yı yakalamaktı.
Fakat maratona arkamda başlayan büyük bir çoğunluk
tüm hızıyla koşmaya başladı.
Bunun nedeni sanırsam aralıksız patlayan
kameranın flashıydı. Bu fotoğraflar mezun yıllığına konulacak mı bilmiyorum ama
her nedense bu maratonda kameralar vardı.
Tüm gücüyle koşmaya başlayan bu salaklar
maratonun ilk düzine metresini geçtikten sonra maratonu bitiremeyecekmiş gibi
hissedecekler. Ve en sonunda da muhtemelen şöyle diyecekler, “Aslında ilk
kısımlarda birinci bendim!” Erkekler cidden çok salaklar.
Yaşamları boyunca hızlı çıkışlar yapan
insanlar enerjisini en çabuk yitiren insanlar olacaktır.
Bu yüzden asıl maraton okulun çıkışında
bulunan parkın kaldırımınında başladı.
Tüm gücüyle yarışa başlayan yenilgiyi
görecek bu grubun arasından ayrıldım ve Zaimokuza'ya seslendim, “Zaimokuza,
sana güveniyorum.”
“Hoh, hoh, hm…? Tamam başlıyoruz!”
Zaimokuza'nın nefesleri daha şimdiden umut
vaad etmeyecek düzeye gelmişti fakat cevap verdikten sonra hızını arttırdı. Bu
adam Zaimokuza olduğundan o kadar da hızlı koşamıyordu.
Önümdeki Hayama ve ben koşarken Zaimokuza
da “fushuru, fushuru” diye ses çıkararak arkamızdan bizi takip ediyordu.
Parkın olduğu kaldırımın sonuna kadar bu
şekilde koştuk ve Hayama sağa döndü. Onu takip ettim.
Fakat Zaimokuza'nın koşmaktaki en iyi
derecesi en fazla bir kaç yüz metreydi. Zamanla yavaşlamaya başladı ve
kaldırımın en dar yerine vardığımızda neredeyse yürüyor gibiydi.
“Haaaaaaa…. Daha gidemeyeceğim…”
Pes etti ve yürümeye başladı. Ama sayesinde
arkasında bulunan öğrencilerde yavaşlamak zorunda kaldı. Yorgunca koşan büyük
bir yapı çok iyi bir engelleme yapıyor.
Zaimokuza'nın sayesinde diğer grupla aramda
biraz mesafe açılmıştı.
Asıl sorun şimdi başlıyor.
Her ne kadar cüssesi büyük olsa da yolu
tamamen kapatamazdı. Fazla zaman geçmeden öğrenciler teker teker Zaimokuza'yı
geçip aramızdaki mesafesi daraltıyorlardı.
Sürekli arkamı dönüp durumu kontrol ederken
Totsuka'nın tenis kulübünü gördüm.
Arkama bakarken Totsuka ile gözlerimiz
buluştu. İkimiz de başımız ile onaylama hareketi yaptık.
Maratonda koştuğumuz kısım normal
kaldırımlar olduğu için yan yana en fazla üç kişi kullanabilirdi.
İşte bu yüzden Totsuka'dan ricada bulundum.
Ben önde koşarken onlarda olabildiğince iç içe geçmişlerdi.
Tabi ki çok açık bir engelleme sorun
yaratırdı. Bu yüzden her ne kadar öne geçmek insanlara engel olmaya çalışsalar da,
aralarında az biraz mesafe bırakarak cidden yarışı zirvede tamamlamak
isteyenlerin geçmesine şans tanıyorlardı.
Zaten yolu tamamen bloklamalarına gerek
yok.
Zirveyi hedefleyenlerin onları geçmek
istemesi çok normal olurdu.
Yarışı ciddiye almayan insanlar, önündeki
ikinci grup ile aynı hızda koşuyorken acaba ne yaparlar?
Muhtemelen onları geçmek istemeyeceklerdir.
Yarışı önemsemese de zirveyi hedefleyen insanlara saygılarından dolayı her ne
kadar önde olurlarsa olsunlar kimseyi geçmek istemeyeceklerdir. İkinci
olabilecek grupla beraber koşarken belki de öne geçmek için de bir şans
bekleyebilirler.
Her neyse yarışın bu noktasında en önde
olanlar ben ve Hayama'ydı, arkamızdan takip eden kimse görünmüyordu. Muhtemelen
yarışın son kısımlarına doğru bizi yakalayacaklardı, fakat bu gram umurumda
değildi.
Hayama ile yalnız olabileceğim bir ortam
yaratma amacındaydım.
İleride koşan Hayama'nın sırtına baktım.
Sahne hazırdı, sadece beni bekliyordu.
Bu noktadan sonra benim için asıl savaş
başlıyordu.
ꕥ ꕥ ꕥ
Denizden esen rüzgar yanaklarımı
sıyırıyordu. Vücudumdan çıkan sıcaklık soğuk havaya her dokunduğunda baştan
aşağı diken diken oluyordum.
Ayakkabımın tabanı asfalta her vurduğunda
vücudumun ortası sarsılıyordu.
Kulağıma gurultu seslerinin rüzgardan mı
yoksa vücudumdan mı geldiğini ayırt edemiyordum. İki ses de ağzımdan çıkan
soluğum ile karışıyordu.
Derince bir nefes aldım ve tuzlu suyun o
keskin kokusunu aldım.
Kıyı şeridine sıralanmış ağaçlar hep rüzgar
vurgunu yediklerinden dolayı çok kötü durumda görünüyorlardı. Maratona
başladığımız yerlerde sayısız çam ağacı vardı fakat o kısımları geçtikten sonra
gördüğüm her ağaç dökülmüş yapraklarıyla beyaz iskeletlere benziyordu.
Farkına bile varmadan asfalta kuvvetlice
adımlar atıyordum. Sanki kalbim istemsizce kan pompalıyordu. Kalp atışım ile
koştuğum hızım birbirine rakip olmuş ve birbirini yenmeye çalışıyordu.
Koştukça kafama düzenli düzensiz düşünceler
gelip gidiyordu.
İyiki okula bisikletle geliyorum. Yoksa
hiçbir spor kulübünde olmamama rağmen bu kadar iyi koşabileceğimi
zannetmiyorum. Maraton antrenmanında da tamamen kötü olduğumu söyleyemem. Hatta
şöyle diyebilirim ki top oyunları dışındaki her şey benim alanım. Çünkü oyunun
sonunu kendim görebiliyordum. Kimseye ayak bağı olmuyordum ve oyunun sonunu ben
belirliyordum. Koşarken bunun gibi saçma ve değersiz düşünceler kafamda
dolanıyordu.
Fakat bugünkü maraton biraz farklıydı.
Normal bir koşudan daha fazla acı çektiğimi
hissediyordum.
Bunun sebebi beden eğitimi dersindekine
göre daha hızlı koşmamdı. Bir diğer sebebi de havanın soğukluğu daha acımasız
bir hale geldiğindendi ve bir de hava rüzgarlıydı. Aslında bir sebebi de dün
gece maratonu düşünmekten gözüme uyku girmemesi olabilir.
Her neyse birçok sebebi var.
Fakat eminim ki en büyük sebep hemen önümde
koşan Hayama Hayato'ydu.
Kulüp etkinliklerinde böyle şeylere alışkın
biri olan Hayama hiç yorgun değil gibiydi ve koşusuna istikrarlı şekilde devam
ediyordu. Tamamen kararlı bir şekilde ilerliyordu. Geçen yıl nasıl
kazanabildiğini bir bakışla söyleyebilirim.
Diğer yandan ben hızımı arttırmaya
çalışırken ona bakıyordum ve neredeyse ona ulaşacaktım.
Fakat bu pek de uzun sürmeyecek.
Yarışın buraya kadar olan kısmında herhangi
bir hareketlilik olmadı. Şimdilik Hayama ve ben en önde koşuyoruz, bizim
arkamızda ise muhtemelen Totsuka ve kulüp arkadaşları yer alıyor. Görünüşe göre
onlar hızlarını normalden biraz daha az tutarak iyi bir engel oluşturdular.
Belki de engelin arkasındakiler güçlerini yarışın diğer yarısı için
saklıyorlardır.
Onların arkasında tonlarca öğrenci var
muhtemelen, ama arkamı dönüp baktığımda onları göremediğim için kesin bir şey
söyleyemiyorum.
Hayama ivmesiz hızını muhafaza ediyordu.
Arkadan gelen grup ile aramızda büyük bir mesafe açıldığına göre sabotaj
planımız yeterince iyi ilerlemişti, arkamızdan bizi izleyen kimse görünmüyordu.
Fakat tek sorun bendim.
Yarışın daha ilk yarısının içinde olmamıza
rağmen gücümün limitlerine varmıştım.
Bir süredir yan taraflarıma ağrı çöktü,
ayaklarım sızlayama başladı ve kulaklarım çınlıyordu. Cidden hemen eve gitmek
istiyorum. Eğer daha öncesinde bir şey yemiş olsaydım kesinlikle şu an
kusardım.
Bir şekilde buraya kadar koşmayı
becerebildim fakat bir hamle yapmam gerekiyor, daha ne kadar koşabilirim
bilemiyorum.
Koşuma devam ederken Hayama'nın sırtıma bakıyordum
ve aniden bacaklarımda tuhaf bir şey hissettim. Esen soğuk rüzgar şortumdan
içeri giriyordu.
Neredeyse köprünün olduğu kavşağa
varmıştık.
Köprünün üstünde bekleyen öğretmenler bize
kurdeleler vereceklerdi.
Sonunda maratonun ilk yarısı bitmişti, rahatlama
nefesi vermek üzereyken zorla onu yuttum ve ciğerime geri doldurdum.
Dikkatimi kaybedemem daha.
Birkaç adım ötede olan Hayama'ya tamamen
yetişmek için biraz daha hızlandım. Ayaklarımdan çıkan darbeler daha güçlü yere
çarpıyordu.
Gerçek şu ki eğer bunu yapmazsam Hayama'yı
yakalayamazdım. Malesef onun ayakları ile benimki arasında apaçık kuvvet farkı
var. Eğer ikimiz de kendi normalimizde koşuyor olsaydık bu durum asla
oluşamazdı.
İşte bu yüzden Zaimokuza ve Totsuka'dan
yardımlarını istedim ve tüm gücüm ile sınırlarımı zorladım.
Hepsi sadece bu an içindi.
Sayısız defa şiddetle nefes alıp verdim ve
Hayama'yı yakalamayı başardım.
Hemen onun yanına geldiğimde, arkasına bile
dönüp bakmayan Hayama sonunda yanına dönüp bana baktı. Gözleri tamamen
açılmıştı ve şaşırmış gibi bakıyordu.
“Beni yakalayabildin demek, ha...?” dedi
Hayama nefesini kesmeden.
Fakat ben nefesimi keserek zorlukla kesikli
bir ses ile cevap verdim. “Eh, biraz öyle oldu. Eğer hız kontrolüne odaklanmış
olsaydım yapamazdım.”
Hayama azcık başını biraz öne çevirdi ve
bana öyle bir baktı. Bu ifadesine karşılık ne yapacağımı bilemediğim için
sırıtmaktan başka bir şey aklıma gelmedi. Boğazımın kuruluğundan dolayı o anda
öksürdüm. Sonrasında ise ağzımı yavaştan yine açtım.
“Birilerinin benden maratonu bitirmem için
bile beklentisi olmadığı için yarıda pes etsem de kimsenin umurunda olmaz.”
Evet gerçekten de ben bırak maratonda
dereceye girmeyi onu bitirip bitirmemeyi bile önemsemiyorum. Köprüdeki kontrol
noktasından sonra Hayama Hayato ile yalnız kalmayı hedeflediğimden dolayı
maratonun nasıl bittiğini umursamıyorum. Tüm kuvvetimle koştum, sadece bu
durumu oluşturabilmek için... Buna rağmen hızını kontrol ederek koşan
Hayama'yla zar zor beraber koşabilme çaresizliği acı veriyordu. Her an yıkılma
eğilimindeydim fakat ikinci yarıya gelmiştik.
Acaba bir işin yarısına gelen insanların
akıllarına ne geliyordu?
Acaba yarışın daha ilk yarısına geldiğinin
umutsuzluğuna mı kapılıyorlar yoksa sadece bir yarısı kaldı diyerek içini mi
rahatlatıyorlar? Birçoğu bu ikisinden birini hisseder. Ve bu hissiyat
kalplerinde bir boşluk oluşturur.
Bu boşluk kendi yorgunluklarının farkına
varmalarını sağlar. Mesele ben. Açıkçası yarışın ilk yarısına vardığımda
rahatlama nefesi çıkarmak üzere olduğum anda yorgunluk hissiyatı sarmıştı beni
ve aşağıya baktığımda bacaklarım ağırlaşmıştı.
Bu açıklık ve bu yorgunluk benim için şans.
İnsanlar ilerlemek için gereken isteği kaybettiğinde kişinin asıl niyetleri
belli olur. Benim kız kardeşim Komachi'de olduğu gibi kalplerindeki saklı olan
şeyler bile yüzeye çıkabilir.
İşte tam da bu yüzden kendimi bu kadar
zorladım.
Eğer bu normal bir durum olsaydı eminim ki
beni duymazdan gelip bir gülümseme ile geçiştirirdi. Ben de geçiştirmemesi için
onu bu durumda yakaladım.
Fakat her ne kadar yanında koşabildiğime
şaşırmış olsa da çok sakin görünüyordu. Koştuğundan dolayı biraz haşin
görünüyordu ama hiç de sarsılmış görünmüyordu.
Hayama'nın dengesini bozmak için bir
darbeye daha ihtiyacım var.
Sadece bir şey Hayama'yı parçalayıp içine
girebilir.
Güçlükle şiddetli alıp verdiğim nefesi
bastırdım. Göğsüme ağrı girdi fakat buna katlandım ve dudaklarımın kenarlarını
çarpıttım, gülümsedim.
“...Miura diğer kızları uzaklaştırmada
kullanışlı oldu mu?” dedim.
Hayama bana döndü. Keskin bir şekilde
baktı, ağzından sıcak soluklar çıkardı. Evet, benim görmek istediğim bu
ifadeydi.
Tek kelime etmeden bana baktı ve beni
umursamamaya karar vermiş gibi biraz hızını arttırdı. Hemen arkasından yetiştim
ve bir kaç kelimeyi yüzüne vurdum.
“Söylesene, kullanışlı oldu mu?”
Tabiki Miura'nın kötü bir insan olmadığını
biliyorum. İçinde aşırı dürüst kişiliğe sahip olduğunun belirtisi olan biri
olarak söyledikleri benim kalbimi bir şekilde delmişti.
Bu durum dinleyici için de geçerli olmalı.
“Biraz sus.” Bana bakmadan öfkeyle karışık
bir ses ile konuştu. Bir adım geri attım, normal halindeki sakin sesinden
farklı olan bu küstahça halini kullanmaya karar verdim.
Tekrardan odaklandım ve ileri bir adım
attım.
“Böyle diyerek beni susturacağını sanma...
Ben senin düşündüğün kadar iyi biri değilim.”
Kendi lafını ona geri verdim ve adice bir
gülümseme yaptım. O da aynı zamanda küçümseyici bir gülümsemesiyle soğuk bir
bakış attı.
“Şaka mıydı bu? Seni hiç iyi bir insan
olarak düşünmemiştim.”
Onun kalıbından dolayı yanında durmakta
zorlanıyordum, hızımı düşürmek zorunda kaldım. Acaba burada bitirsem mi ki,
aramızdaki mesafe de açılıyordu. Bakışlarımı ona diktim.
“Ne nahoş bir adam ama...”
Bu kelimeler ağzımdan çıktı ve Hayama
alaylı bir şekilde güldü.
“Bunu senden duymak istemiyorum.”
Evet aynen öyle. Gülmenin eşiğine
gelmiştim. Fakat her zamanki o sakin halinden çok farklı bir hale büründüğünden
dolayı tüm emeklerim meyvesini veriyordu. O zaman şimdi sormalıyım.
Konuşurken sesim düzgün çıksın diye
soluklarımı yine düzenledim.
“Peki neyi seçtin, sayısal mı sözel mi?”
“Söylemem.”
“Tahmin edeyim, sayısalı seçtin, değil
mi?.” Hemen cevabımı yapıştırdım.
Hayama hayret içinde nefes verdi. “...Sence
böylesine bir soruyu cevaplar mıyım?”
“Peki ben de farklı bir şekilde derim,”
dedim. Hızımı az daha arttırdım. Ağırlaşmış kalçalarıma odaklandım, onları
kaldırdım ve azar azar, birkaç adım ile Hayama'yı geçtim. “Sayısalı seç. Neyi
seçtiğini bilmiyorum, umurumda da değil. Fakat hala değiştirebiliyorsun, git ve
sayısalı seç.”
“Ne?”
Hayama'nın yüzü sersemlemişti ve bunu daha
önce hiç görmemiştim ve ileriye doğru aniden hızlandı. Aramızdaki küçük
açıklığı kapattı ve tekrardan yanıma geldi.
“...Yine çok saçma şeyler söylüyorsun.”
Panik içindeymiş gibiydi, Hayama'nın bile
solukları hızlanmıştı.
“Ne yapacaktım? Hangisini seçtiğini bilmeme
ihtiyacım var, fakat... Bana hiçbir şey söylemiyorsun ve tahmin etme oyunları
beni hiç bir cevaba ulaştırmadı... Yani yapabileceğim tek şey seçimini
değiştirerek benim istediğim seçimi yapmana zorlamaktı.”
Hayama Hayato'nun seçebileceği çokça
kariyeri var, tahmin etmek çok zordu. Bu durumda en etkili yöntem tüm seçimleri
silmekti. Eğer onun seçmesi gerekeni onun yerine ben karar verirsem, Miura'nın
isteği yerine gelmiş olur.
“Bu, sadece önceliklerini geriye atmaktan
çok daha fazla bir şey...” Hayama kuru bir şekilde güldü.
Belki de şaşkınlıktan dili tutulmuş
olabilir. Fakat ben bunu öylesine söylemedim, arkasında bir neden var.
“Değiştirmene izin veriliyor. Aslında bu
hak ettiğin koşulları sağlayan tek yol.”
“Koşullar?” Hayama şüphe içinde baktı.
Bunun sayesinde Hayama'nın hızı düşmüştü. Ben de hızlarımızı eşitledim.
“Bana her işe burnunu sokma demiştin, değil
mi...? Diğer bir deyişle sen herkesin istediği o Hayama Hayato olmayı bırak.”
Hayama ansızın bacaklarını durdurdu. Fark
eder etmez bende durdum.
Bu anda terimim çıktığını hissediyordum.
Muhtemelen rüzgara karşı koştuğumuzdan dolayı hiç hissetmemiştim. Beden eğitimi
kıyafetimin koluyla terimi aldım ve Hayama'ya döndüm.
Hayama hayretler içinde bana baktı ve
yorulmuş olmamasına rağmen çok derin bir nefes verdi.
“Peki neden böyle düşünüyorsun?” Hayama
istekli bir ifade yaptı ve yürümeye başladı. Onu takip ettim.
“Pek bir nedeni yok. Ben sadece elemeyi
denediğin şeyleri düşündüm. Sonuçta sayısal ve sözel arasında seçim yaparken
daha kuvvetsiz olduğun ve yapmak istemediğin seçenekleri elersin.”
Eğer sadece giriş sınavlarından bahsediyor
olsaydık Hayama'nın akademik becerileri, okuldaki sınıf kararına çok tesir
etmezdi. Dershanelerde neyin ne kadar önemli olduğunu anlamakta yeterli
olmuştur. Burada giriş sınavı stratejileri veya ilgi duyduğun üniversitelerden
bahsetmiyoruz.
Asıl soru, Hayama Hayato hangi seçeneği
eledi?
Yaşamındaki kalan zamanın anlamı lisenin
üçüncü yılı olacaktı, diğer deyişle insan ilişkileriydi.
“Sayısal veya sözel seçmen senin için
herhangi bir sorun oluşturmaz, her nasılsa ikisinde de çok iyisin. Ve hala
kimseye tercihini söylemedin. Yani basitçe sessiz kalarak bir şeyleri elemeyi
düşünüyorsun, değil mi?”
Hayama sessizliğini korudu, bir cevap
vermeden yürüyüşüne devam etti. Fakat bu sessizlik konuşmana devam et anlamına
gelen bir sinyaldi.
“Başta kızlar olmak üzere sayısalı çok daha
az kişi tercih ediyor. Şimdilik en azından seni saran bu sorundan kurtulmuş
olursun. Hem tercihin grubundakilerinden farklı olursa onlardan rahatlıkla
ayrılırsın. Eğer bağlarınız doğal bir şekilde yok olursa, kimseyi de üzmüş veya
satmış olmazsın.” Boğazımın kuruluğundan dolayı sesim boğuk çıkıyordu. Fakat
bir şekilde kelimelerimi söylemiştim ve üzerine bir final cümlesi daha ekledim.
“Senin hak ettiğin koşullar ancak bu yolla sağlanır.”
Üzerinden boşalan terden rahatsız olan
Hayama saçlarını salladı, elleriyle saçlarını sildi ve denize doğru baktı.
Sonrasında küçük bir ses ile fısıldadı,
“Sanırım gerçekten de birbirimizle anlaşmamız mümkün değil...”
“Ah?”
Tam bu sırada hafiften ayak sesleri duymaya
başladım ve gittikçe yaklaşıyordu. Arkamı döndüğümde bir grup insan bize doğru
geliyordu. Sanırsam Hayama'nın yürüdüğünü görünce bu şansı kaçırmak
istemediler.
Hayama da ben de bizi geçmelerini izledik.
Onların bizden uzaklaşmalarını izlerken,
Hayama ağzını açtı.
“Sen... hayret verici bir insansın.”
“Yani zaten sayısalı mı seçecektin?”
“Hayır, ondan değil. Sadece sen cidden
sapıtmışsın,” dedi Hayama, başını sallayarak.
Bunu söylemesiyle birlikle benim
söylediğimin yanlış olduğunu ve aslında diğer tercihi yaptığını söyleyecekti.
“Demek sözel seçtin” gibi bir şey söylemeye çalışırken Hayama sakin bir ses ile
beni böldü.
“Senden nefret ediyorum.”
“P-Peki…”
Bana en ufak bir bakış atmadan söylediği
kelimeleriyle ne diyeceğimi şaşırdım. Ben en çok sevilen insan falan değilim
tabiki ama böylesine yüzüme karşı denilmesi, sanırsam daha önce hiç olmamıştı.
Hayama benim tepkimi önemsemedi ve ileriye bakmayı sürdürdü, uzaklara çok
uzaklara bakıyordu.
“Sana üstten bakma hissine hiç
katlanamıyorum. Bu yüzden eşitimden biri olmanı istiyorum. Bu yüzden seni daha
üste taşımak istiyorum, ve ancak böyle sana kaybettiğimde yenilgiyi
kabullenebilirim.”
“…Peki.”
Eminim bu benim içinde geçerliydi.
Hayama'yı sanki özel bir varlıkmış gibi yükselterek kendimi tatmin etmeye
çalıştım, bunca zamandır bir yalan söyledim kendime, Hayama Hayato'nun
kesinlikle çok iyi bir insan olduğu yalanıydı.
Çok anlamsızca tepki vermiştim ve
sonrasında Hayama bana döndü sanki bu sefer ona ulaşabilmişim gibi. Ve o her
seferinkinden daha rahatlatıcı ve proaktif bir gülümseme yaptı.
“İşte bu yüzden senin dediğin gibi
yapmayacağım.”
“Peki.”
Başımı eğdim ve Hayama da aynısını yaptı.
Muhtemelen iki seçenekten hiçbirinin Hayama
için o kadar özel bir anlamı yoktu. Ona göre her iki seçenek de pek bir
değişiklik göstermeyecek.
İşte bu yüzden bunu duymak yeterli olmuştu.
Miura'nın sorununu da çözmüş oldum. Gerçi asla tamamen bir çözüm olmayacak. Bu
noktadan sonraki şeylerin benimle bir alakası yok artık.
“Maratona dönsek iyi olur,” dedi Hayama,
hafiften adımlarını hızlandırdı ve koşmaya başladı.
Ahmak, daha fazla koşacak durumda değilim. Her ne kadar bunu düşümsem de onu bir şekilde takip ediyordum.
Takipteydim çünkü ona sormak istediğim bir
şey daha vardı.
Güçlükle ayaklarımı koşmaya zorluyordum. Ne
şans ki, azıcık verdiğimiz ara soluklarımı daha normal hale getirmişti. Kalbim
hala hızlı atıyordu fakat derinden aldığım nefesler ile yavaşlatmaya
çalışıyordum.
“...Aile sorunları yüzünden mi sözeli seçtin?
Şey, yani, aile ilişkilerin falan?”
“Ailem? Daha önce sana ailemden bahsetmiş
miydim?”
Beraber koştuğumuz hız Hayama için ısınma
gibi bir hızdı, bu yüzden onun koşuşu ve sesi de hafiflemişti.
“Hayır, şey, bir yerlerden duydum işte...”
Terim ile kaplanmış vücudum denizden esen
soğuk rüzgar ile donuyordu. Vücudum buz kesiyordu adeta, iyici rahatsızlık
veriyordu, sessizlik de çok tuhaf his uyandırıyordu.
Fakat artık maratonu zaferle bitirmeyi
kafasına takmıyorcasına o, merak dolu gözlerle bana baktı, derin düşünceler
içerisindeymiş gibi görünüyordu.
“Yoksa dedikodular seni sıkıntıya mı
sokuyor?”
“Ne? Hayır, cidden öyle değil... Sadece,
bilirsin, işte... Biraz öyle.”
Bir cevap vermek için akla karayı seçerken
Hayama sesini yükselterek güldü. O güzel şekilde koşuşuna rağmen vücudunun üstü
gülmekten sallanıyordu, koşu formunu bozuyordu.
“...Komik olan ne?” diye sordum.
Hayama gözlerini sildi. “Yok bir şey, özür.
Bunu kafana takmana gerek yok. Bir şekilde hallederim ben.”
“Ahh, mümkünse yap, çok yardımın dokunur.
Dedikodudan dolayı kulübümüzün şu anki durumu pek katlanılır gibi değil.”
İşte tam bu konuşmayı yaptığımız anda
arkadan başka öğrencilerin bize doğru yaklaştığını gördüm. Daha sonra tekrar
önüme döndüm. Bizi az önce geçenler artık bize büyük bir fark atmıştır.
Bacaklarım ağırlıklar taşıyormuş
gibiydiler, ne kadar istesem de onları oynatmak çok zor hale gelmişti.
“Bize bayağı bir fark attılar... Artık
yavaşlasak da olur. İkinci kesin zaferini böldüğüm için özür dilerim,” dedim
bir öneri sunarak.
Fakat Hayama tekrar bana döndü. Ellerini
hafiften geriyormuş gibi onları salladı ve sonrasında sırıttı. “...Hayır, ben
kazanacağım... Çünkü bu benim.”
Öyle bir duruşu vardı ki, galip olacak
olan, herkesin beklentilerini karşılayacak olan ve sonuna kadar Hayama Hayato
gibi davranan bir duruştu, sanki kendisiymiş gibi davranıyordu.
Hayama hızını arttırdı, Halsizce koşan
benden birkaç adım öne geçti ve arkasını döndü. “Ayrıca sana kaybetmek
istemiyorum.”
Bu kelimelerinin ardından koşup gitti.
Uzağa daha da uzağa koştu, ben geride
kalmıştım.
Artık koşup onu yakalamaya takatim
kalmamıştı, tek yapabildiğim arkasından onun uzaklaşmasını seyretmek oldu.
Hayama Hayato benim söyleyemediğim cevabı söyledi, olacağına inanmadığım
seçenekleri hayal ediyordu ve artık gözden kaybolmuştu.
Kahretsin, bu çok havalıydı.
Fakat aynı zamanda çok ezikçe
sanırım. Koşarken bu salakça ifadeye sahiptim ve sağ
ayağım sol bacağımın baldırına çarptı.
Düşüşüme engel olamadım ve yere yüzükoyun
serildim. Sonra yerde döndüm ve gök yüzüne baktım.
Beyaz soluklarım önümdeki mavi kış
gökyüzüne karışıyordu.
ꕥ ꕥ ꕥ
Ve en sonunda, maraton yerinde uzanıyorken,
hatta oracıkta uyuyorken yarış devam ediyordu.
Ayağa kalkmam bir süre almıştı. Totsuka
beni kaldırmaya gelmişti fakat ben onu zaten yaptığımdan daha fazla uğraştırmak
istemediğimden onu önden gönderdim. Yaralı bacağımı çekiştire çekiştire bitiş
çizgisine varmıştım.
Maratonun büyük çoğunluğunda sonuncu
olmamıştım, fakat şu son kısmında en arkadan gelen gruba katıldım ve bitirmek
için hummalı bir efor sarf ettim. Gözlerimle sağı solu incelediğim anda, “Artık
bitirmeme de gerek yok, değil mi...?” diye bir ses yarışın bu son kısmında
beraberinde olduğum Zaimokuza'ya aitti.
Maratonu tamamladığımda titreyen dizlerim
pes etti ve bu an Nico Nico Nii yapmak için çok uygun bir zaman...
ꕥ Love Live'da Nico'nun sürekli kullandığı
kalıp cümle. Bunu derken de çok tatlı el-yüz hareketleri yapıyor.
Düştükten sonraki durumumu gözden geçirdim,
çok berbat durumdaydım.
Dizlerim ve ayaklarım ayrılacak durumdaydı,
şortum ise çamurla kirlenmişti, arka tarafım kramp geçiriyordu, yarışın büyük
bir kısmından beridir de vücudumun yan tarafları ağrıyordu, incinmediğim tek
bir an bile olmadığını söylemek çok zor. Hem ben her zaman acı çeken bir
çocuktum, eğer şimdikinden daha fazla acı çekmiş olsam, ders çalışmakla aynı
acıya eş değer olurdu.(Acıtıyor).
Eğer kendime “En iyisini yap! ♡, en iyisini yap! ♡” diye tezahürat yapmış olsam hayatımın
koskoca bir sıfıra döneceğini düşünüyordum.
Ve tabiki bitişte kimse beni beklemiyordu.
Aslında oralarda bir tane beden eğitimi
öğretmeni isteksizce bekliyordu, bu sırada ise herkes bahçenin başka bir
yerinde toplanmıştı.
Oraya gittim ve kutlama törenine biraz göz
gezdirdim.
Genellikle bir maraton böylesine bir
kutlama törenine sahip olmaz, fakat Isshiki'nin etkinliğin ev sahibi olarak
davrandığını görünce, muhtemelen bunun öğrenci konseyinin alelacele planladığı
bir şey olduğu kanısına vardım. Şaşılacak şey ki Isshiki kabiliyetli biri.
Isshiki Iroha korkulacak insanlardan biri.
“Ve maratonun bitip kazananlar belli
olduğuna göre kazananlardan küçük bir zafer konuşması duymak isteriz!” Isshiki
neşelice konuştu, elinde muhtemelen öğrenci konseyi odasında bulduğu mikrofonu
tutarken. Konuşmasını yaparken öğrenci konseyi başkan yardımcısının mikrofonu
ayarlamaya çalışması tuhaftı.
O bölgeyi gözümle biraz taradım, bahçenin
bu bölgesine toplanmış birinci ve ikinci sınıf öğrencisi olan kızlar ve
erkekler zar zor ayırt ediliyordu. Benim sınıfımdan olan Yuigahama, Miura,
Ebina-san, Tobe ve Totsuka'yı görebilmiştim.
Uzaktan izlerken, Isshiki birinciyi
açıkladı. “Maraton birincisi Hayama Hayato lütfen sahneye geliniz!”
Hayama çağrıldığında defneden yapılmış bir
baş tacı ile sahneye çıktı. Birden ortam tezahüratlar ile doldu. Cidden
kazanabildiğine inanamıyorum...
“Hayama-senpai, tebrikler! Biliyor musunuz,
kazanacağınızdan emindim!”
“Teşekkür ederim.”
Isshiki açık, peşin hüküm içeren bir tebrik
konuşması yaptı ve Hayama canlandırıcı bir gülümseme ile cevap verdi.
“Peki şimdi lütfen kısa bir zafer konuşması
yapın.”
Hayama'ya mikrofonu verdikten sonra alkış
sesleri yükseldi ve ıslıklarla “HA-YA-TO” diye tezahüratlar duydum. Hayama'ya
mikrofon verildikten, alkış sesleri yükseldikten, ıslıklarla “HA-YA-TO”
tezahüratlarını duyduktan sonra Tobe'nin “Eveeeeet'”, “Heeeeeyaa'” ve “Evet,
evet, evet!” gibi tezahüratları son derece sinir bozucuydu.
Hayama utanmış gülümsemesiyle onlara
ellerini salladı ve konuşmaya başladı.
“Yarışın yarısını geçtikten sonra biraz
geriye düşmüştüm ama iyi rakiplerim ve sizlerden gelen tezahüratlar sayesinde
yarışı zirvede bitirmeyi başardım. Herkese çok teşekkür ederim,” dedi Hayama
hiç ara vermeden. Sonrasında bir ara durakladı. Kalabalıkta gözleriyle Miura'yı
bulduktan sonra ona el salladı. “Özellikle Yumiko ve Iroha... Çok teşekkür ederim.”
Sonrasında tezahüratlar iyice tavan yaptı.
Yamato görkemli alkışlar gönderirken Oooka parmaklarıyla ıslık çalıyordu. Miura
ve Isshiki de isimleri aniden söylendiği için kaskatı kesildiler, biraz
utançtan kıvrındılar ve ellerini kızaran yanaklarına tuttular. Yuigahama
nazikçe Miura'nın omuzlarını sıvazladı.
Bahçedeki diğerleri Hayama'nın sıcak
bakışlarını ve bu ikisinin tepkilerini görünce fısıldamaya başladılar. Demek
Hayama'nın bir şekilde hallederim dediği buymuş.
Galip gelen konuşmasına devam etti.
“Ve bundan sonra kulübümüze odaklanacağız,
son turnuvamızda elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Ve bir de bugün
maratonda koşup zayıf derecelerle bitiren kulüp arkadaşlarım hepinizi zorla
forma sokacağım.”
Hayama art niyetli bakışlarını Tobe ve
grubuna dikti. Tobe arkasına eğildi. “Hasssssi~”.
“Hayato-kuuun, bunu yapamazsın! Daha
önceden haber vermelisin!”
Tobe sesini duyurabilmek için daha yüksek
sesle konuştu ve herkes “dowahahah” diye kahkahalara boğuldu. Bu ne
biçim bir dünya...
“Peeeeki, biz de çok teşekkür ederiz. Ve
birincilimiz Hayama Hayato-san'ı dinlediniz. Alkışlayalım lütfen... İkinci ve
daha sonrakileri açıklamaya gerek yok, değil mi?”
Isshiki mikrofonu aldıktan sonra gürültülü
alkış sesleri arasında öğrenci konsey başkan yardımcısına gereksiz bir onay
gönderdi. Bu kız ne yapıyor ya...?
Isshiki bir şekilde dediklerini örtbas etti
ve Hayama sahneden indikten sonra muhabbet halinde olan Miura ve diğerlerinin
yanına gitt.
Aralarındaki o mesafe artık yoktu. Miura
çevresindekilerin bakışlarından dolayı Yuigahama ve Ebina-san'ın arkasına
geçmişti ve çok utanıyordu.
Buna gözümle şahit olduktan sonra oradan
ayrıldım.
Kesinlikle eminim ki, kendi gözlerimle
gördüğüm şey Hayama Hayato'nun Hayama Hayato gibi davranmasıydı. Muhtemelen bu
sadece onun başkalarının beklentilerini karşılamasındaki çok saçmaca olan yine
de yapmakta ilgi duyduğu uzmanlığıydı. Problemi çözmedeki mükemmel
yaklaşımından hiç şikayetçi değilim.
O bölgeden ayrıldığımda bir grubun
konuşmalarını duydum. Erkekler ve kızlar üstünkörü bir şeyler konuşuyorlardı.
“Demek dedikodu tamamen yalanmış!
Hayama-kun ve Miura-san çok iyi anlaşıyorlarmış!” Onları gözümün kenarından
bakarken sendeleyen bacağımı okulun revirine doğru sürüklüyordum.
ꕥ ꕥ ꕥ
Okul binası çok ıssızdı ve havası bahçede
olduğundan daha soğuktu.
Bazı öğrenciler hala kutlama töreninin
olduğu yerdeydi bazıları da kendilerine verilen zamanı bir şekilde
harcıyorlardı.
Ayakkabılarımı değiştirdim ve okulun boş
koridorundan özel bloğa doğru yol aldım. Yürüyorken bile çıkardığım küçük sarsıntıdan
bacağım acıyordu.
Revir kapısı çaldım.
“Buyrun!”
Çok tanıdık gelen bir ses beni
karşıladı. Bu ses... Tam da düşündüğüm gibi, kapıyı açtığım ve
tam karşımda Yukinoshita vardı. Hala beden eğitimi üniforması vardı üzerinde ve
sandalyede oturup boş gözlerle bana bakıyordu.
“Hikigaya-kun...? Yuigahama-san geldiğini
düşünmüştüm.”
“Eğer Yuigahama'dan bahsediyorsan, o hala
bahçede. Peki ya sen burada ne yapıyorsun?”
“Bir mola vermek istedim fakat beni zorla
pes ettirdiler...” dedi Yukinoshita, dişlerini gıcırtarak. Anlaşılan bir mola
vereyim derken yarıştan elenmiş. Onun hayal kırıklığını görünce en azından
yarışı bitirmek istediğini anladım.
“Hikigaya-kun...” Bacağıma baktı ve
gözlerini kıstı. “Yaralandın mı?”
“Evet, biraz öyle oldu.”
Ayaklarımı birbirine vurduğumu söylememin
imkanı yok. Yani bu çok ezikçe. Ve de sanki ailevi şiddete mağdur falan kalmış
gibi anlaşılır. Mesela “Hayır! Öyle giderken düştüm!” gibi bir şey desem
başkalarının benim baba dayağı yediğimi düşünüp gereksiz bir endişe
göstermesine de gerek yok.
“Bahçede tedavi ettirebilirdin. Hemşirenin
de orada olması gerekiyordu.”
“Bitiş çizgisini geçtiğimde kimse yoktu...”
diye cevap verdim.
Yukinoshita elini çenesine koydu, bir
şeyler söyleyecek gibiydi. “Demek zamanlaman kötüydü, belki de şansın kötüydü
veya o gözlerin, belki de—“
“Evet, evet, kişiliğim, ruh halim falan
hepsi çok kötüler. Boş ver onu da, buradaki dezenfekte ilaçları falan
kullanmamız izin veriliyor, değil mi?” İlaç vitrininin içini araştırırken
sordum ona.
Yukinoshita bir nefes verdi. “...Görünen o
ki ellerin de çok kötüler.” Ayağa kalktı, biraz arkamdan elleriyle uzanıp
dolabın içinden bandaj ve dezenfekte ilacı aldı ve hemen önünde bir yeri işaret
etti. “Otur buraya.”
“Hayır, bu kadarını kendim yaparım.”
“Otur işte.”
İsteksizce dediği gibi oraya oturdum. Bu
arada Yukinoshita daha önceden oturduğu sandalyeyi önüme çekti ve ona oturdu.
Elini yaralı olan bacağıma koydu ve yaranın
üzerine ilacı gezdirmeye başladı. Bu ilacın keskin kokusu burnuma kadar
geliyordu. Sonra yavaştan ilacı çekti, Yukinoshita'nın kafası o güzel şampuan
kokusuyla birlikte bana yaklaştı.
İlaç sürülü pamuk parçaları yarama değdiği
her seferinde, tatlı uyuz edici acıyı hissediyordum. Bu tür yara tedavisine hiç
alışık değildim. Yarama ürkekçe dokunduğu için yaramın üzerindeki ilaçtan
dolayı sızı hissediyordum.
“Şey, bu, a-acıtıyor, bu şey...”
“Tabi ki acıtacak. Yarayı temizliyor. Senin
üzerinde etkili olması çok normal Hikigaya-kun.”
“Peki, peki, insanlara bakteriymiş gibi
davranmayı bırak.”
“Bu işe yaradığının bir göstergesi. Dişini
sık biraz.”
Ne yani, bu, iyi ilacın acıttığını
teorisini doğruluyor, değil mi? Tabi ki buna inanmamı bekleme benden. Eğer
acıtması iyiye işaretse, bu, yaşamın en iyi şey olduğu anlamına mı geliyor?
Söylediklerimin üzerine, Yukinoshita'nın
hamleleri daha narinleşti, bir şekilde benim için endişeleniyordu ve daha
dikkatli tedavi etmeye başladı. Bu sefer de o kadar gıdık alıyordum ki bedenimi
yerinden zıplatacaktı adeta.
Yaramın etrafını ilaç ile temizleyene kadar
ikimiz de sessizdik. Zamanla bu acı dinmeye başladı ve biraz daha rahatlamış
hissettim. Yukinoshita bandajdan bir kesit aldı, sonra iki ve yavaştan ağzını
açtı.
“Sanırsam Hayama-kun ile beraber koştun...
Herhangi bir şey öğrenebildin mi?”
“Evet... En azından sayısal değil, sanırım.”
tuhafça yanıtladım, aklıma başka bir yanıtlama şekli gelmemişti.
Yukinoshita kıkırdadı. “Ne tuhaf bir
söyleme şekli bu... Tamamdır.”
Yukinoshita tatmin olmuşçasına bir nefes
verdi ve başını kaldırdı. Kaldırdığı anda Yukinoshita'nın yüzü benimkine çok yaklaştı.
Neredeyse dokunacak mesafedeydi.
“……”
İkimiz de bu pozisyonda kalakaldık.
Bedeni kar taneleri kadar beyazdı. Göz
bebekleri ıslak ve nemliydi. Onun uzun kirpikleri bir anlığına sarsılmıştı.
Burnu yüzünde çok güzel görünüyordu. Gülme formuna girmiş ağzından solukları
çıkıyordu.
Yukinoshita'nın ince omuzları titrediğinde
uzun, parlak saçı hafifçe sallandı.
Birden başımı tavana çevirdim, vücudumu
geri çekmiştim ve aramızdaki mesafeyi açmıştım. Bu sıralarda yaramdan gelen bir
acı hissettim.
“...Tedavi için teşekkürler.”
“...Yok, hiç önemli değil.”
Kendilerine teşekkürlerimi sunduktan sonra
Yukinoshita oturuşunu düzeltti ve yüzünü başka yöne çevirdi.
İşte tam bu anda revir sessizleşti.
Ne yapacağımı şaşırdım ve onun benim için
sardığı yarama baktım. Yaptığı bandajın üzerinde küçük bir kurdele
sarılıydı... Demek “tamamdır” derken bundan bahsediyordu. Bandajı
tutturmak için şu metal parçalardan yok mu? Onları kullansana. Bu kurdele de
neyin nesi...? Tabi tatlı durduğu kesin ama.
Kurdeleye baktıktan sonra gülümsedim. Her
nedense daha iyi hissetmeye başladım.
Sandalyede oturuşumu düzelttim ve vücudumu
gerdim. Yukinoshita duruşumu tuhaf bulduğundan başını eğdi.
Şimdi ona sormak istediğimi hissettim.
“...Şey, acaba neyi tercih ettiğini
sorabilir miyim?” diye sordum.
Yukinoshita hayret içinde bir nefes verdi.
Düşünmek için çenesine koyduğu elini sonrasında göğsüne kadar çekti ve orada
durdurdu.
“Ben Uluslararası Özel sınıftayım, sayısal
veya sözel arasındaki seçimim pek de önemli değil açıkçası...”
“...Doğru ya. Neyse bir sorayım demiştim.
Çok da önemli değil.”
Bu cevap benim beklediğim cevaplardan
biriydi fakat yine de tatmin olmuştum, kendini tatmin etme desek daha iyi olur
aslında.
Ben üzerinden geçme niyeti taşıyormuşçasına
konuşmuştum fakat Yukinoshita ellerini kucağına koydu ve biraz üzgün
gözlerle bana baktı.
“İlk defa bana bunun gibi bir şey sordun,
değil mi?”
“Öyle mi oldu?”
Öyle olduğunu biliyordum ama bilmiyormuş
gibi davrandım.
Bunca zamandır bunun gibi özel şeyleri
sorabilmem için bir çok vakit elime geçmişti aslında, fakat kendisi
bahsetmediği sürece sormamaya karar vermiştim. Çünkü sorarsam affedilmeyeceğimi
düşünmüştüm.
Yukinoshita konuşmakta zorlanıyor gibi bir
kere öksürdü ve gözlerime eğik bir açıyla baktı. “...Sözeli seçmeye karar
verdim.”
“Peki.”
“Evet. Bu yüzden... şimdilik, hepimiz
beraberiz,” dedi Yukinoshita, gülümseyerek. Sanki daha dünkü dışarı çıkmaya can
atan küçük kız gibi gülümsüyordu.
“Tabi kategori açısından bakarsak.”
Ben sözel seçmiştim ve eminim ki Yuigahama
da öyle yaptı.
Fakat bu seçme işlemi ne kadar anlam
taşıyor ki, bilemiyorum. Yani çok yüksek bir olasılıkla, zamanla hepimiz
birbirimizden ayrılacağız, başka yerlere gideceğiz, başka dünyalarda olacağız.
Üç kişiden oluşan bir grupta en genç olan asla diğerleriyle beraber olamaz.
Zaman geçtikçe her şey değişmeye mahkum kalacak.
Hiçbir şey geçmişi değiştiremez. Bunları
sorumluluk duygusu adı altında bağdaştırabiliriz fakat bunlar aynı zamanda
unutmaman, vazifeni yapmak gerektirecek şeylerdir. Çizgiyi geçen her kelime bir
ayak izi bıraktığı sürece sorun çıkmayacaktır.
“Neyse ben sınıfa geri döneceğim.”
“Peki, sonra görüşürüz.”
Bu vedalaşmanın ardından o her zamanki gibi
elini hafiften kaldırıp yavaşça salladı. Başımı eğerek vedaettim ve elimi
revirin kapısına attım.
Daha sonra kapı titredi. Acaba bir rüzgar
kapıyı mı sarstı diyerek kapıyı açtım ve hemen önümde biri duruyordu.
“Whoa... korkuttun yahu beni...”
Birden karşıma biri çıkınca ödüm patlar
gibi oldu ve sonra kendime geldim. Karşımdaki kişi Yuigahama Yui'ydi ve yüz
ifadesi kaskatıydı, hafif kekeleyerek ağzından kelime çıktı.
“…Ah, Hikki.”
“Yuigahama… Daha yeni mi gelmiştin?”
“Eh, şey, evet. Evet, öyle! Tam da kapıyı
tıklamak üzereydim...”
Sorduğumda şaşkınlıktan dolayı geç ve panik
içinde yanıt verdi. Ve sonrasında gözlerini kıstı, soluklarını düzenledi ve
başını kaldırdı.
“Yukinoooon! Geç kaldığım için özür!”
İçeriye girip gürültülü bir ses ile konuştuktan sonra Yukinoshita'nın çaprazına
oturdu. Yukinoshita şaşkın bir ifadeye sahipti fakat kendine geldi ve
Yuigahama'ya karşı gülümsedi.
“Yok, önemli değil. Hem canım sıkılmadı.”
“İyi, iyi o zaman... Ah, iyi. Hazır Hikki
de buradaysa iyi yani.”
Yuigahama bana döndü ve eliyle beni
çağırdı.
Eh yani kapıyı böyle açık bırakamam. Ana
koridor ile oda arasını sadece bir parça duvar ayırmasına rağmen koridor buz
kesiyordu.
Tekrardan revire girdim ve o sıcak havayla
tekrardan ısındım. Yuigahama Yukinoshita'nın hemen yanına oturdum, ısıtıcının
yanında yan yana oturuyorlardı.
“Yumiko'ya bugün isteği hakkında konuşmamız
gerekiyor, değil mi? Fakat bundan sonra bir parti olacak ve Yumiko oraya
gidecek. Ne yapacağız?”
Yuigahama'nın hızlı konuşmasına karşılık
Yukinoshita elini çenesine götürdü ve düşünmeye başladı.
“... O zaman eve giderken Miura-san ile
buluşup onunla konuşmalıyız.”
“Olur.”
“En azından partiye gideceğinizi
söyleseydiniz! Kederlice çığlık attı.
Yukinoshita ve ben birbirimize baktık. Evet
biz bu kızın böyle diyeceğini biliyorduk. İkimiz de başımızı eğerek onayladık
ve benzer kelimeler söyledik.
“Peki, mümkün olursa gideriz.”
“Evet, yolda kararlaştırırız.”
“Hala tamamen gideriz demiyorsunuz, değil
mi?”
Bıkkınca bir nefes verdikten sonra sakince
ağzını açtı.
“Tamam her neyse eskisine oranla çok daha
iyi...” dedi Yuigahama ve taburesini eline aldı.
“Hadi hep beraber gidelim...! Hep
beraber... birlikte.” Kelimelerini tekrarlayarak konuştu ve taburesini
Yukinoshita'nın tam dibine taşıdı.
“...Çok bunaltıcı.” Yukinoshita sanki
ısıtıcıdan gelen sıcaklık sorun yaratıyormuş gibi somurttu. Fakat Yuigahama'yı
zorla uzaklaştırmak istemedi ve öylece kaldı. Yuigahama da bu pozisyonu bozma
niyetinde değildi. Isıtıcının önünde huzurlu, neşeli bir yüz ifadesi yapıyordu.
Eminim ki okulun hemşiresi buraya gelecek
ve bizi kovacak...
O zaman gelene kadar bende bu sıcak odada
kalacağım.