19.06.2020
Yukinoshita Haruno cesurca zamanı kovalıyor.
Çevirmen: Forevertr3
Birkaç gün geçmişti fakat sınıfımdaki
insanların sesleri dışında Hayama'nın tercihi hakkında en ufak bir şey
duymamıştım.
Hayama'nın grubunu izliyordum, eskisi gibi
günlerini geçiriyorlardı. Miura, muhtemelen Tobe de gruplarının kalbinde olan
fakat açıkça görünmeyen büyüyen uzaklığın varlığından habersiz, onun hakkında
endişeleniyorlar yine de yoluna taş koymak da istemiyorlar.
Miura'nın bizle paylaştığı isteği yerine
getirmek için fazla zamanım yoktu.
Gelecekteki Kariyer Yolu Anketi'ni doldurup
geri vermemiz gereken en son tarih bu ayın sonunda, maratondan hemen sonraydı.
Bu tarih gelmeden Hayama'nın tercihi hakkında bir tür cevap bulmam gerekiyordu.
Şu an bildiğim tek şey Hayama'nın tercihini
kimseye söylemediği. Buldum. Şimdilik işe yarayabilecek bir yol olarak,
çıkarımlar yapmamı sağlayacak bazı materyalleri ve bilgileri toplamak
olmalı.
Haftaya, okulun ilk günüyle birlikte
gelecek olan maraton koşusu öncesinde kalan son bir kaç günümü de bu konu
üzerinde sarf edecektim.
Sınıfının durumunu kontrol ettikten sonra
koridora gittim. Sınıf kan dolaşımı durmuş gibi durgundu. Yuigahama Hayama ile
muhabbet halindeydi ve diğerleri de kulübe gitmeden önce sahip olduğu kısa
zaman aralığında Hayama'nın tercihini öğrenmek için Yuigahama'yı
kullanıyorlardı.
Bunlardan dolayı kulübe tek başıma gitmemin
hiç bir sakıncası olmazdı. Sınıfı terk ettim ve okulun özel bloğuna giden
koridorda yalnız başıma ilerledim.
Biraz ileride Hiratsuka-sensei benim
gelişimi izliyordu.
“Kulübe mi gidiyorsun?”
“Evet.”
“Peki. İyi zamanlama ben de oraya gitmek
istiyordum,” dedi Hiratsuka-sensei. Okulun özel bloğunu işaret etti ve sanki
bana şoförlük ediyormuş gibi önden gitmeye başladı. Sanırım yürürken benimle
konuşması gerek bir takım şeyler vardı.
Eğer bizim kulübü ziyaret ediyorsa, sanırım
şu anki istek hakkında konuşacak... Zaten umudum yoktu ama karşı gelmekten de elime bir şey geçmezdi. Sadece
itaatkar şekilde ona eşlik ettim.
“Yarın okuldan sonra boş musun?”
“Sanırım, evet.”
Aslında konuşacabileceğim doğru düzgün bir
şey yoktu. Miura'nın isteği hakkında söz açmak istiyordum ama konu hakkında
öyle spesifik bir şeyim yoktu.
Açıkçası zor bir durumdaydım.
Bir ardışık serinin üzerindeydim:
Çevremdeki konuşmalara gizlice kulak asmak, dikkatlice ve gizlice Hayama'nın
davranışlarını incelemek, gizlice Hayama'yı tek başına yakalamaya çalışmak, tüm
bunlar çabalarımın boşa çıkmaması için. Gelecekteki Kariyer Yolu
Anketi'nin teslim edilmesi gereken son tarihi ele alacak olursak, bu üç uğraşıyı
ne kadar iyi yaparsam yapayım oyunun bitmesi sadece an meselesi.
Hiratsuka-sensei tepkimden tatmin olmamış
ve planlarımın olmadığını farz ederek ilgisizce konuşmayı devam ettirdi.
“Yarın akademi ve kariyer adlı bir
etkinliğimiz olacak, fakat biraz yardıma ihtiyacım var... Öğrenci konseyi çok
çalışsa da yeterli değil.”
Deme ya. Isshiki beceremiyormuş gibi
görünüyor, fakat aslında görevini düzgünce yapıyor.
“...Ve tam bu anda Isshiki birini yardım için
tayin etti. Sanırım bu işte yardım etmeni istiyor.”
Isshiki bana emir mi veriyor? Fakat
bu “iş” kelimesi kalbimde hiç de çarpıntı yapmıyor...
“Peki ya siz niye bunu bana söyleme
zahmetine katlanıyorsunuz, Sensei...?”
Isshiki bizim odamıza amaçsızca gelip gelip
duruyor, direk yüzümüze karşı yardım istediğini söyleyebilirdi.
“Çünkü Isshiki öğrenci konseyi başkanı
olarak emir verdi,” dedi Hiratsuka-sensei başını onaylarca sallıyordu. “Bunun
anlamı, o danışman öğretmenden izin koparabilecek kadar büyümüş demek oluyor.
Amaçlarının ne olduğunu bilmiyorum, fakat rahatça kullanılabilecek insan
kaynakları olmak sizin kulübe verilecek en güzel tanım olmalı, bu yüzden çok
mantıklı bir tercih.”
Sanırım Hiratsuka-sensei Isshiki'nin
büyümesini kendince yorumluyor... Hayır, bu kesinlikle Isshiki'nin komplosu: O,
bizim reddedemememiz için Hiratsuka-sensei'yi kullandı. Aman her neyse, eğer
Isshiki bu işe kendi emeğini katıyorsa ona biraz yardım etmem çok da sorun
olmaz.
“Eğer sadece yardım etmekse sorun yok...
Fakat akademi ve kariyer etkinliği de neyin nesi?”
“Kısaca, test çözme stratejileri hakkında
tartışılacak. Üst sınıflardan birilerine istediğin soruları sorabileceğin bir
ortammış gibi düşün.”
“Sınavlara hazırlık için biraz erken değil
mi? Yani niye şimdi ki...?”
“Bu mevzuyu sınıfta bugünkü rehberlik
dersinde konuşmuştuk.” Hiratsuka-sensei öfkelenmişti.
...Harbi mi ya, demek konuşmuşuz... Acaba
uyuduğum zamana mı denk gelmişti... Ahaha... Belirsiz bir şekilde gülümsedim ve sanki unutmuşum gibi davrandım.
Hiratsuka-sensei buna aldırmadı ve kısaca
iç çekti. “Çünkü bizim okulumuz Uluslararası Sözel Bölüm dersleri veriyor. Ülke
dışında okumak isteyen öğrenciler de var. Bu öğrencilerin mümkün olan en erken
vakitte sınavlara hazır olması gerekiyor, muhtemelen normal liselerdekilerden
çok daha erken sınavlara çalışmaya başlanması gerekiyor.”
“Dışarıda okumak...”
Yeterince doğru, gelecekte yapmak
istediğimiz kariyer şu an seçebileceğimiz iki tercih ile sınırlı değil. Fakat
ben ülke dışına gitmek gibi gerçek olamayacak kadar iyi olan bu tercihi hiç
aklımdan geçirmedim. Tabi ki ülke dışında eğitim görmek isteyen insanlar da
var. Bizim okul Uluslararası Sözel Bölüm dersleri verebildiğinden dolayı ülke
dışı, hayale oranla daha somut bir şey.
Dışarıda okumak, ha...? Muhteşem olmalı...
Bir keresinde ülke dışına geziye gitmiştim fakat orada yaşamayı hiç düşünmedim.
En azından bu, üzerinde aceleci olunmayacak
bir şey. Yani ülke dışında eğitim görmek isteyenler üzerinde ciddi ciddi
düşünmüşlerdir.
“Muhtemelen tercihi hakkında kararını
vermiş çokça insan olmalı. Hem birçok insanın anketi doldurup geri verdiğini
duydum...”
“Hayır, bu doğru değil. Yalnızca bir avuç
insan doldurup geri verdi. Biz son tarihin ayın sonu olduğunu söylemiştik. Bu,
insanların son dakikasına kadar düşündüğü bir şey... Ama Hayama kendinkisini
doldurup geri verdi.
“Deme be…”
Şansa bak! Onun ismini söyledi. Şimdi
konuşmayı onun ismine getirebilmek için, dikkatlice yapmam gereken konuşma
hamlelerine gerek kalmadı, sanırım.
Fakat Hiratsuka-sensei yandan dik dik bana
baktı.
“Kişisel bilgi olduğu için benden hiç bir
şey alamazsın.”
“...B-B-B-B-Bilmek istediğim falan da yoktu
zaten.”
“Her neyse anlayabiliyorum. Okul çevrende
ilgi duyduğun insanları bilmek istediğinde meraklanman çok doğal. Ayrıca bu,
gerçek sınavlar başlayana kadar eğlenceli bir konu oluyor.” Hiratsuka-sensei
eskiyi hatırlar gibi gülümsedi. Sonra devam etti. “Hayama ve Yukinoshita
kalabalık ortamlarda bile çok öne çıkan insanlar.Öğretmenler arasından bile. Bu
yüzden okulun başarısı da onlara bağlı.”
“Onlardan çokça beklentiler var, değil mi?”
“Aslında senin sözel derslerin hiç de fena
değil... Ama ilgi odağı olma bakımından çok geride kalıyorsun,” dedi
Hiratsuka-sensei.
Yanaklarını şişirdi ve nedense azcık üzgün
görünüyordu. Fakat işte kurabiyeler burada parçalanıyor. Bu güne kadar bir
öğretmenle bile olumlu ilişkim olmadı. Bunun yüzünden sınavlarda iyi notlar
alsam da karnemdeki notlar bir şekilde eksik görünüyordu. Bu yüzden
asla ve asla öğretmenlerin orta okuldaki zırlayan serserileri daha çok sevimli
bulmasını anlamayacağım...
Hoşnut olmayan anılarıma dalmışken
Hiratsuka-sensei aniden durdu. Uzun saçlarını dalgalandırdı ve direk bana
baktı.
“Sen ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Sözel seçeceğim,” diye cevapladım aniden.
Hiratsuka-sensei başını salladı. ”Hayır,
gelecekte demek istedim.”
“Tam zamanlı ev kocası.”
Aniden cevap verirken başımı hafiften
incittim. Hiratsuka-sensei pes eder gibi elini beline koydu ve beni süzüyormuş
gibi baktı. Her zamanki o zorba tavırları yoktu, fakat bakışları daha çok
ablammış gibiydi ve beni rahatsız ediyordu. Sonra bir nefes verdi. “Gerçekçi
ol.”
G-Gerçeklikten kaçıyor falan değilim,
sadece hayallerimle yüzleşiyorum... Fakat bunu demek Hiratsuka-sensei'nin
o içten bakışlarına çok gelirdi.
Elimi yanaklarıma götürdüm, uzaklara baktım
ve cevap verdim, “Bir karar vermedim. Aklımda gelecekte özellikle yapmak
istediğim bir şey yok ve bir şeylere karar vermeye çalışmak da istemiyorum, bu
yüzden şu anlık sözeli seçmek en mantıklısı.”
“İlgi duyduğun bir şeyler yok mu?”
“Eğer ilgi duyduğum bir şey varsa bunu hobi
olarak yaparım. Geçinmek için ilgi duyduğun bir şeyi yapmak bana çok acı
verir.”
“Hayat zor!” En azından Jinsei'deki
karakterler böyle söylüyor. Sanırım “hayat çok aşırı zor!” demek istiyorlar
galiba.
ꕥ Jinsei adında bir anime var ve başlığının
anlamı da hayat demek, bu animede de başkalarına tavsiye vermek için toplanmış
bir kulüp var.
“...Hiç değişmeyeceksin, Hikigaya. Gerçi
senin dediklerinin de doğru olan kısımları var. Gerçek yaşamda, eğer senin
lisans eğitimin ile çokça etkilenecek geleceğin hakkında konuşuyorsak bu doğru
olur ama birçok insan için böyle değil.” Hiratsuka-sensei kollarını çiçek
yaptı ve pencereden dışarı baktı. “Dışarıda üniversitenin sayısal bir bölümünü
okurken aynı zamanda topluluğun önemli kademelerinde eğlence sektörüne
atılanlar da var. Hatta üniversitede yabancı diller okuyup başka ülkeleri
dolaşanlar da var. Ayrıca hukuk okuyarak muhtemel hakim ve savcı adayları var.
Mesela ben öğretmenlik bölümü okumamıştım. Her neyse doktorlar, hakimler
ve araştırma görevlileri sadece bunlardan bir kaçı...”
“Evet, Eczacılar da...” dedim.
Hiratsuka-sensei başıyla onayladı.
Evet gerçekten de gelecekteki mesleğin ve
ya uğraşın okuduğun lisans bölümüyle alakalı olmak zorunda değil. Mesela bak
babama. Çok akıl almaz bir lisans bölümünden mezun oldu ve şu an tam anlamıyla
akıl almaz, farklı bir mesleğe sahip. Yanlış oldu, burada bir ilişki var
sanırım...
Şu günlerde sayısal ile sözel arasında
açıkça görünen farklar var ve yine de her iki tercihi bağlantılı olarak görüp
ona göre düşünmemizi söylüyorlar. Hatta şirketler bile risk alıyorlar ve insan
kaynakları için farklı sistem üretmeye çalışıyorlar.
En sonunda, insanların kendince elemeler
yapması ve yetenekleri en büyük yardımcısı. Örneğin iletişim becerisi veya
iletişim becerisi, bir de iletişim becerisi. Bu iletişim becerileri toplum
tarafından önem taşıyor. Of ya ben nasıl iş bulacağım...
“Her neyse, bunlar öğretmen olarak seni
bilgilendirmem gereken konular...” dedi Hiratsuka-sensei ve omuzlarımı ovdu.
“Geleceğini şimdiden karar vermene gerek yok. İstediğin zaman üniversite
değiştirebilir, bölümünü değiştirebilir hatta iyi bir üniversiteye girmek için
bekleyebilirsin. Kariyerini değiştirmek mümkün. Bunlar sadece sana uyan sayısız
alternatiften bir kaçı.”
“Anladım.”
Eminim ki yolunu bulmak için bir çok
değişiklikler olacaktır. Kariyerin veya eğitimin ne olduğunun önemi yok. Yani
diğer bir deyişle evlilik bu sayısız olanaklardan sadece bir tanesi, değil mi?
Böyle bir olanağın olup olmadığı konusunda hiç emin değilim ama. Hem kendim hem
de Hiratsuka-sensei için!
Fakat bunlar sadece tekrar seçmek için
olanaklar. Asla kendi başarısızlıklarını geri alabileceğinin güvencesini
vermiyorlar. En sonunda, belki de daha fazla başarısız olup acını arttırmış
olacaksın.
“...Fakat ilk tercihinin bir hata olması
kötü olmaz mı?”
“Tabiki de. İşte bu yüzden öğretmenler
seçenekleri artırırlar...” dedi Hiratsuka-sensei. “Ve de onları azaltırlar.”
“Sizin seçenekleri azaltmanız iyi bir şey
mi?” diye sordum.
Hiratsuka-sensei karmaşık bir ifade yaptı.
“Olmaz, son kararı öğrenci verecek sonuçta.
Bizler en fazla öneri veririz. Bundan dolayı fazla zaman geçmeden... acele et
ve şu tam zamanlı ev kocası olma hayalinden vazgeç.”
Kafasından bir seçenek söyledi... Benim
için seçenek...
Fazla zaman geçmeden uzun koridoru
geçmiştik ve merdivenlerin önüne gelmiştik. Ben merdivenleri çıkacaktım, fakat
Hiratsuka-sensei köşeden dönecekti. Görünen o ki benimle kulübe gelmeyecekti.
Onun işi Isshiki'nin emrini bana ulaştırmaktı.
Hiratsuka-sensei hafiften elini kaldırdı ve
benden uzaklaşmaya başladı. Tepki olarak başımı eğdim.
Sonra olduğu yerde durdu ve başını bana
doğru döndürdü.
“...Üniversitede öğretim görevlisi olsan
nasıl olur? Ne dersin? Belki de bu mesleğe çok yakışırsın.”
“Hayatta olmaz, benim bir öğretmen olmam
mümkün değil. Çünkü öğrenciler ile uğraşmak zorunda kalacağım.” Omuzlarımı
silkerek cevap verdim.
Hiratsuka-sensei alaylı bir şekilde
gülümsedi. “Anlaşıldı. Bu noktada ben de öyle düşünüyorum.”
...Sadece konuşuyorsun, seni işgüzar seni.
Son bir kez daha başımı eğerek vedalaştım
ve Hiratsuka-sensei'in gitmesini izledim.
ꕥ ꕥ ꕥ
Kapıyı açtığımda gözlerim
Yukinoshita'nınkilerle karşılaştı.
Dizinin üstünde bir örtü ve elinde hayranı
olduğu o kedi kaplı kitap vardı. Gözleri kapıya, bana doğru bakıyordu.
Görünen o ki Yuigahama daha gelmemişti,
Yukinoshita yalnızdı. Nazikçe bana gülümsedi.
“İyi günler.”
“Selam.”
Selam verdikten sonra Yukinoshita kitabını
kapattı ve ayağa kalktı. Sonra her zamanki gibi çayı hazırlamaya başladı.
Su ısınırken Yukinoshita iki bardak çıkardı
ve benimle konuştu.
“Bugün biraz geciktin gibi.”
“Hiratsuka-sensei'in bir isteği falan
varmış...”
Yukinoshita çayı çaydanlığa doldurdu ve
şaşırmış bir yüzle başını kaldırdı.
“İstek?”
“Dedi ki yarın akademi ve kariyer adına
etkinlik olacakmış ve öğrenci konseyinin yardıma ihtiyacı varmış.”
“Anladım. Öğrenci konseyi... O zaman yarın
bunun için zaman ayıracağım,” dedi Yukinoshita.
“Evet.” Onun aşırı soğukkanlı cevabından
dolayı istemeden, doğal olarak böyle bir tepki verdim. “...Yo, yo tek giden ben
olsam da sıkıntı yok.”
Sadece benim ismimin çağrıldığını
düşünürsek sandalyeleri düzenlemek gibi hizmetçilik işleriyle uğraşacağım.
Yukinoshita'yı ve Yuigahama'yı gereksiz yere uğraştırmaya gerek yok.
Söylediğimin aksine o yine ilgisiz bir
tavır aldı ve hemen cevapladı, “Önemli değil... Hem yarın yapmam gereken
işlerim olduğu falan da yok.”
“Tamam, öyle olabilir de…”
Çıkmaza girmiştim fakat bu, Yukinoshita'nın
kendine ait herhangi özel planlarının olduğu anlamına da gelmiyor. Miura'ya
söylediklerimi düşününce çok utanıyorum, fakat bu şu anki durum. Bu yüzden
kendimizi başka bir şeyle meşgul etmek biraz rahatlatırdı.
Daha sonrasında ikimizde sessizdik,
çaydanlıktaki ısınan sudan çıkan buhar birbirimizi görmemize engel oluyordu.
Çayın olmasını beklerken odanın kapısı kuvvetlice açıldı.
“Yahallo!”
“Selam, selam.”
Bunlar çok tanıdık selamlama kelimeleriydi.
İlki Yuigahama'ya aitti. Diğeri de hemen
yanındaki Ebina-san'a aitti.
“İyi günler, Ebina-san.”
“Yıl başından beri görmüyordum seni, değil
mi?”
Yukinoshita nezaketen bir sandalye çek demişti
teşekkür edip oturan Ebina-san'a. Yukinoshita misafirimize çay ikram etme
hazırlığında iken ben de bir açıklamam yapmaya hazırlanan Yuigahama'ya
baktım. Söyle şimdi bu bayan niye burada...?
Yuigahama'ya başını eğerek onaylama
hareketi yaptı. “Hatırlıyor musunuz? Bizler Hayato-kun'un tercihini öğrenmek
için onun yakınındaki insanlarla konuşmayı deniyorduk, değil mi?”
“Evet.”
“İşte bu yüzden Hina'ya bu konudan
bahsettim ve hep beraber konuşup bir takım sonuçlara varabiliriz diye düşündük.
Değil mi, Hina?”
“Umarım yardımım dokunur.”
Yuigahama konuyu açmıştı ve Ebina-san
endişeli bir ifade yapmıştı.
Kötü oldu diyemem ama. Hayama ve Miura'nın
ilişkisi düşünecek olursak, bu ikisi arasında Ebina-san bayağı iyi bir konumda.
O, benim veya Yukinoshita'nın bu konu hakkında kolayca sorular sorabileceği
biri değildi, fakat Yuigahama aracı olursa sorularımızı sorabilir ve muhabbet
edebiliriz.
Ayrıca Ebina-san dış görünüşünün altında
çürümüş kız doğasını saklıyor olsa da bu onun gizemli bir tarafı olduğu
anlamına geliyor. Eğer bir cevaba varamazsak bile cevaba ulaştırabilecek bir
şeyler çıkabilir.
Yine de, Ebina-san'ın tavırları bulutlar
gibi muğlaktı. Gözlüklerinin camı Yukinoshita'nın yaptığı çayın buharından
dolayı buharlaşmıştı.
“Hayato-kun'un kariyer tercihi, he...? Onun
ağzından direk bir şeyler duyduğumu söyleyemem. Hem Hayato-kun'un her iki dalda
da iyi notları var. Bu yüzden tahmin etmek zor.”
“Evet. Öyle...” Yuigahama omuzlarını
düşürdü ve Ebina-san'ın dediklerini onayladı.
Her iki daldaki notları benimki gibi
birbirinin tam tersi olmadığı için akademik bir açıdan yaklaşarak tercihini
tahmin etmek zor olabilir.
İyi olmadığın şeylerden kaçma felsefesi
belki pesimistik bir şey olabilir, fakat mesela ben böyleyim. Sorun şu ki bu,
dışarıdaki herkes için geçerli değil.
Elim yanaklarımda derin bir iç çektim.
Ebina-san düşünmeye devam etti. Aklına bir
şeyler gelmiş gibi göründü ve konuşmak için ağzını açtı.
“Yanılmıyorsam bazı mesleklerden
bahsettiğini hatırlıyorum.”
“Ne, öyle mi? Ne zaman demişti?” diye sordu
Yuigahama.
Ebina-san başıyla onaylama hareketi yaptı.
“Üzerinden bir hayli zaman geçti ama iş yeri ziyaretine gitmiştik ya. İşte o
zaman medyadan veya yabancı sermayeden veya bunun gibi mesleklerden
bahsetmişti.”
“Evet, sanırsam böyle şeyler söylemişti.”
Yuigahama alkışlar gibi ellerini hızlıca birleştirdi.
Hatırlatması üzerine, evet, ben de eminim
ki Hayama'nın buna benzeyen kelimeler ile bir şeyler söylediğini hatırlıyorum.
Fakat medya veya yabancı sermaye şirketleri çok geniş bir kavram. Sözel birinin
kolayca bu tip çokça dalı olan kurum veya kuruluşlara girmesinin mümkünatı yok
diyemeyiz. Buradan yola çıkmak ancak salaklık olurdu.
“Herhakülarda bunlar onun o zamanki
merakından dolayı söylemiş olduğu şeyler. Tahmin etmeye başlamak için çok zayıf
bir nokta,” dedi Yukinoshita elini çenesine koyarak.
Kesinlikle haklıydı. Gerçeklikten yola
çıkalım, iş yeri ziyareti için gittiğimiz yer bilgi teknolojilerinden tamamen
alakasız bir kurumdu.
Fakat Ebina-san çoktan bunu anlamış gibi
görünüyordu.
“Evet, ben de öyle düşünüyordum zaten,
sadece...” Ebina-san aniden konuşmayı kesti. Odanın köşesine doğru baktı,
odada herhangi birimize bakmıyordu.
“Sadece…?” Yuigahama onun konuşmasına devam
etmeye zorladı.
Ebina-san bize doğru döndü. “Sadece, herkes
kendilerini aynı yere gitmiş bulacaklar. Çok da iyi olacağını da söylemem!”
“Evet, doğru,” dedi Yuigahama.
Ebina-san biraz istemeden de olsa son
kelimelerini etmişti ve Yuigahama da başıyla onaylamıştı. Herhalükarda ben
bunları onaylamamıştım.Acaba Ebina-san az önce gerçekte ne söylemek istiyordu?
Yukinoshita yine bacak bacak üstüne attı ve
Ebina-san'a bir soru sordu, “O bir şeyler söyledi mi?”
“Bununla alakalı bir şeyler söylediğini
hatırlamıyorum...” Ebina-san şaşkınca başını eğdi sanki anılarını hatırlamaya
çalışıyordu, fakat sonra yüzünü bana çevirdi. “Belki Hikitani-kun böyle küçük
şeyler hakkında bir şeyler biliyordur, değil mi?”
“Ne? Ben mi?” Bu konuşmanın içine
saçmaca atıldıktan sonra içgüdüsel olarak kendimi işaret ettim.
“Evet ya, Hikky insanları izliy—“
Ebina-san atlar gibi hızlıca hamle yaptı ve
Yuigahama'nın konuşmasını böldü. “Bak! Homolar arasında eşsiz bir göz
almalar-vermeler vardır! Anlarsın ya hani Haya-Hachi!”
“Hayır yok öyle bir şey,” dedim.
Homolar arasında eşsiz göz almalar-vermeler
de nedir? Yeni insan cinsine eğilim falan mı? Ah bu kız! Çürümüş kız olmayı
bırak!
“Bu şakalarına alet etme beni,” dedim.
“A-Ahaha…”
“Haa…”
Yuigahama zoraki bir gülümseme yaparken
Yukinoshita hafiften iç çekti, sanki baş ağrısından dolayı şakaklarına
bastırıyordu.
Ebina-san korkunç bir ses ile her zamanki
gibi çürük “gufufu” gülüşünü yaptı, fakat hemen ardından işaret parmağı ile
gözlüklerini ittirerek düzeltti. Gözlüğünün camındaki parlayan ışıktan dolayı
nereye baktığını bilmiyordum.
“...Her neyse, bu pek şaka gibi olmadı.” Ebina-san
hafif bir ses tonuyla ekledi. Hatta tamamen duyamayacağım bir ses tonu
diyebilirim. Kelimelerinin arkasında demek istediklerini söylemeden önce
Ebina-san sandalyesini bana doğru çekti ve öne eğildi. “Fakat Haya-Hachi için
olabilecek tüm olasılıklar hakkında her zaman tartışabiliriz!”
“Asla, asla olmaz...”
“Tüh ne yazık,” dedi Ebina-san. “Her neyse
ben gitsem iyi olacak. Görüşürüz Yui, Yukinoshita-san.”
Ayağa kalktı ve odanın kapısına doğru
ilerledi.
“Teşekkürler, görüşürüz!”
“Eğer aklına gelen bir şeyler olursa bizi
bilgilendirmenden memnun oluruz.”
“Tabiki. Görüşürüz.” Ebina-san ellerini
sallayarak Yuigahama ve Yukinoshita'yla vedalaştı ve odadan çıktı.
Bir anlığına kapıyı izlerken, kısa bir
nefes verdim. “Somut bir şeyler elde etmek biraz daha zaman alacak gibi
görünüyor.”
“Öyle gibi.” Yukinoshita onaylar gibi
başını eğdi ve soğumuş olan çayını eline aldı.
Yuigahama bir elinde kupa vardı diğer
elinde ise telefonuyla uğraşıyordu.
“...Ben hızlı bir lavabo.” Onları kısa bir
cümleyle bilgilendirdim ve odadan çıktım.
Ebina-san'ın Gönüllüler Kulübü'nden
ayrılalı pek zaman olmamıştı. Çok uzağa gitmiş olamaz. Ben biraz daha
detaylardan bahsetmek istiyordum, hayır, ben o kelimelerinin ardındaki gerçek
anlamı bilmek istiyordum.
Ve en çok da, o sadece benim ile
vedalaşmadığı için onun bu konu hakkında daha fazla konuşmak istediğini
hissediyordum. Ya da belki sadece benim de orada olduğumu unuttu. Eğer böyleyse
bu daha çok zulmetmek olmuyor mu? Bu görmezden gelme olayı Another olsaydı,
muhtemelen biri ölürdü.
ꕥ Another animesine eğer sınıfta olmayan
lakabı verilen ve kimsenin konuşmadığı, kafaya takmadığı bu insanla konuşursan
birileri ölmeye başlıyor.
Bu düşünceler kafamda dolaşıyorken, köşeyi
döndüğümde tabiki Ebina-san biraz önde yürüyordu.
Ayaklarımın çıkardığı sesler koridorda
yankılandı ve Ebina-san arkasını döndü.
“Biliyorsun, bunun çok saçma olduğunu
düşünüyorum.” diye başladı konuşmasına. Konuşma tonu benim onu arkasından takip
edeceğimi bekliyormuş gibiydi.
“Neymiş o saçma olan?”
“Bu şekilde dedektiflik yapmanız.
Hayato-kun zayıflıklarını kolayca gösteren biri değil.”
Gözlük camlarının arkasında üzerime
yoğunlaşan bakışlar ile yürümeyi bıraktı. Şu an bakışlarındaki soğukluk, her
gün yaptığı ifadenin tam tersiydiler. Veya belki de bu katı ifade doğal halinin
bir parçasıydı. Bu tavırlarını okul gezisinde yaşadığımız olaylarda da
hissetmiştim.
Hafiften omuz silktim ve gözlerinden başka
yerlere baktım. “...Bence de öyle. Fakat Miura'ya karşı büyük laf ettim, bunu
yapmam lazım.”
“Uh huh…”
Bundan sonra ikimizden de laf çıkmadı.
Bu koridorda bulunanlar sadece Ebina-san ve
bendim. İkimizden de laf çıkmayınca sessizlik tüm havayı doldurdu. Duyulabilen
tek ses pencerelerin camlarına vuran rüzgarın sesiydi.
Burada sessizce durmaktan kendimi bir garip
hissettim, ellerimle saçımı kazıdım ve Ebina-san'a sormak istediğim şey aklıma
geldi. Bir kez öksürdüm ve ağzımı açtım.
“Aslında benim sormak istediğim, sizin
tarafınız buna razı mı?”
“Ne demek istiyorsun?”
“Eğer işler böyle giderse, sizin grubunuzdakilerin
her zamanki gibi davranacağını düşünemi—“
“Bu asla olmayacak.” Ebina-san kısa ve tez
bir yanıt ile sözümü böldü. “Hayato-kun bunu önleyecek bir yol kesinlikle
bulacaktır ve Yumiko'nun da bunu anlayacağını düşünüyorum. Sınıfların değişecek
olmasının grubumuzu yıkacağını düşünmüyorum.”
Açıklaması çok belirsizdi, fakat sesi
inandırma bakımından oldukça yeterliydi.
“Peki. Onlara güveniyorsun, değil mi?
“Hayır ondan değil... Sadece Hayato-kun'un
kimsenin incinmeyeceği bir yol bulacağını düşünüyorum. Güvenden çok, bu benim
bencil bir isteğim.” Ebina-san dili hafiften görünecek şekilde gülümsedi.
Belki de, eğer ben eskisi gibi olsaydım,
eminim ki Ebina-san'ın kelimelerinden bir damla bile şüphe duymazdım. Bence ben
istemdışı olmadan Hayama Hayato'nun böyle bir insan olmasıyla Ebina-san'a saygı
duymaya karar vermiştim.
Fakat şu an bu farklı. Onun kelimeleri
belirsiz olabilir, elle tutulur bir şey olmayabilir, fakat yine de bunları
derinden açmak rahatsız olmanın karanlık hissiydi.
Bu yüzden sormak istemiştim.
“Peki niye böyle düşünüyorsun?”
“...Herkesin beklentilerini cevaplama
Hayato-kun'un işi de ondan.” Ebina-san gözlerini benden kaçırdı ve tekrar
gülümsedi. Hiç de gülümsüyor gibi değildi, yaptığı tek şey dudaklarını yukarıya
kıvırmaktı; soğuk bir ifade ile.
Buna bu kadar yakından şahit olmuştum,
cevaplayabilmek için herhangi bir kelime düşünememiştim. Küçük bir sessizlik
olmuştu, Ebina-san bir adım geriledi ve kısaca elini kaldırdı. “Ben eve
gidiyorum.”
“Ah, evet...” diye cevaplamayı başarmıştım.
Ebina-san'ın gidişini izledim.
Bu sefer de cevap niteliği taşıyan bir şey
elde edememiştim.
Fakat farklı ve tuhaf bir şeyler
hissetmiştim. Bunu hissettiren şeyin kaynağını düşünürken kulüp odasına
dönüyordum.
Aniden, koridordaki pencerelerden gök
yüzüne baktım. Gördüğüm şey bulanık, sönük, kızıl ve çivit mavisi karışımı
rengi olan kış gökyüzüydü.
Gök yüzü zamanla yavaş yavaş kararıyor.
Üzerinde düşünmeden, doğal olarak ve hiç
bir kimsenin beklentilerine yüz çevirmeden.
ꕥ ꕥ ꕥ
Ebina-san'ın kulübümüze gelip gittikten sonra
bugün daha fazla ziyaretçimiz olmamıştı. Kulüpte günlük işlerimiz hallettikten
sonra eve dönmüştüm.
Eve girdiğimi “Ben geldim” diyerek ev
ahalisine haber verdim, fakat karşılığında hiçbir cevap bulmadım. Benim
birleşmiş köle sıfatı taşıyan anne ve babam henüz evde olmaz ve Komachi de
dershanede veya odasındadır.
Merdivenleri çıktım, kapkaranlık oturma
odasının içine girdim ve ışıkları yaktım. Flippity-flip.
Işık odayı doldurdu.
Hemen sonrasında, boş olduğunu düşündüğüm
oturma odasında bir insan figürü belirdi karşımda.
“Whoa! Kimsin sen…”
Daha yakından bakınca elleri yanaklarında
dalgın dalgın masada oturuyordu.
Benim acıklı sesimi duyup geldiğimi fark
eden Komachi bana döndü ve sırıttı. “...Ah, abi. Hoş geldin.”
“E-Evet, hoş bulduk...”
Ceketimi ve çantamı kanepenin üzerine attım
ve ısıtıcıyı açtım. Görünüşe göre Komachi bir süredir böyle dalgın haldeymiş.
Oturma odası buz kesiyordu.
“Sorun ne Komachi?” Kanepeye oturdum ve
sordum.
Komachi utançla sırıttı ve masanın üzerine
iyice yaslandı.
“Daha olmaz... Artık katlanamam...” Komachi
hıçkırarak konuştu ve sonra kafasını tuttu. “Uuuu... Eminim ki bu sınavda
başarısız olduğum zaman hayatımın çöküşe başladığı zaman olacak... Ve sonra
komşular da bize gülecekler: 'Duydun mu Hikigaya ailesinde iki tane
kendini eve kapamış kardeş varmış? Al birini vur ötekine, fufufu' ...
Kesinlikle düzgün bir hayatım olmayacak!”
“Ben kendini eve kapatmış biri değilim
ama...”
Benim ani cevabımı takmayan Komachi,
saçlarıyla çırparmış gibi oynadı ve yine yüzükoyun masaya yüklendi.
Aman ya, yine başladı... Geçen yılın sonunda da aynısı olmamış mıydı?
Evlilik bunalımı veya annelik bunalımı diye
şeyler var, hatta Tail bunalımı diye bir şey de var. Komachi'nin durumunu
sınav bunalımı falan olmalı. Diğer kalanlar iste Sınav Puanları Kırmızısı ve Birleşmiş
Köle Siyahı gibi Sentai kuvvetleri olmalı. Ne huzur kaçıran Sentai
kuvvetleri ama.
ꕥ Tail bunalımı-> Ore Twintail ni Narimasu
animesinde yandan çift kuyruk saç stilini çok seven, adeta benimseyen kızları
anlatırdı.
ꕥ Sentai-> Kuvvet birliği, askeri birlik
falan anlamı var. Bir de Super Sentai adında mecha ve kahramanlık türünde TV
serisi var.
Her neyse benim aklımda Komachi'yi
düzeltebileceğim bir yöntem var.
“Biraz ara versen nasıl olur? Mesela
eğlenceli bir şeyler yapsan,” dedim benim abi olma kılavuzuma bakarak, fakat
Komachi'den bir tepki almadım. Çoğunlukla Komachi bunu hemen yerdi...
Bunu tuhaf bir durum olarak düşündüm ve
Komachi'ye doğru döndüm. Somurtarak masanın üzerinde toprak göçüğü gibi
yaslanmıştı. Masanın üzerindeki yumruğunu hafiften sıkmıştı.
“...Eğlenmemin mümkünatı yok.”
Öncelerde konuştuğu o komik ton gitmişti.
Bu somurtmaları bana küçüklüklüğümüzdeki anılarımızı hatırlattı.
“Bir şey mi oldu?”
“Yoo.”
Komachi'nin cevap verme sesi duygu
içermiyordu. Yine de kısa bir kelime ile yanıt vermiş olsa da daha söylemek
istedikleri olduğunu gösteriyordu.
Sessizce orada oturuyordum, onun devam
etmesini bekliyordum. Neredeyse bir dakika geçti, duyulan sesler duvardaki
saatin saniye kolundan gelen tik-tak sesiydi ve dışarıdaki hareket eden
arabaların çıkardığı sesti.
Daha fazla zaman geçmeden Komachi pes etmiş
bir nefes verdi.
“...Şey, sadece? Biraz mola verdiğimde veya
uyumadan hemen önce veya yemek yerken, ya bunu yaparsam veya ya bunu bitirirsem
diye meraklanıyorum,” dedi Komachi tane tane konuşurken. Bana doğru bakmıyordu,
hafifçe sıktığı yumruğuna yoğunlaşmıştı. “Mesela ya beceremezsem ne
yapacağım... veya sınavı geçemezsem ne yapacağım? Bunun gibi
şeyler.”
Yumruğunu daha da sıktı. Bunu gevşetmek
için onunla mümkün olabildiği kadar usulca konuştum. “Bu konu hakkından endişe
etmene gerek yok. Sonuçta özel okul için olan sınavı geçtin!”
“Oraya gitmek falan istemiyorum.”
Komachi yüzünü çevirdi. Bunun üzerine yüz
ifadelerini okuyamaz oldum. Sonra tutarsız bir ses duydum.
“Gitmek istemediğim okula para vermek çok
salakça olurdu... Ayrıca babamın ödeyeceği para yüzünden kendimi kötü
hissederdim.”
Her iki ebeveynlerimiz de çalıştığı için
ailemiz para konusunda biraz rahat olabiliyoruz. Gerçeği söylemek gerekirse
özel okul için de yeterince birikmişimiz var. Fakat para Komachi'nin konuşmak
istediği konu değildi.
Babam için kötü hissederim mi dedi? Normalde onu çok ihmal eder, savsaklayıp geçerdi, fakat bu gibi zamanlarda
neden ondan bahsediyor.
Tabi ki Komachi babamıza gerçek bir nefret
duymuyor.
Sadece sınavlara ramak kala, normalde
gizlediği doğası dışa vuruyor.
“Ve de, sınavda başarısız olduğumu duymak
istemiyorum...”
Sesi titriyordu.
Komachi her zaman gülümsemesiyle beraber
becerikli ve geleceği parlak bir kız kardeş. Sadece evi çekip çevirmekle
kalmıyor, abisine de göz kulak oluyordu. Hiç şüphem yok ki Komachi, enerji dolu
davranışlarını okulda da sergiliyordur.
Fakat kış tatili süresince, arkadaşlarıyla
arasına mesafe koymaya çalıştığı kesin. Şimdi ise, benim kavrayamadığım bu
insan ilişkilerinin baskısı ve bu anlaşılmazlık hakimdi onun
üzerinde.
Ne kadar enerjik olursan, bu enerjinin
dışarı yaydığı ışığın gittiği daha çok zaman olur. Özel okullar sınav
sonuçlarını çoktan yayınladı, bu şuan orta okullular arasında en önemli konu
olmalı. Hazırlıksızlığın dikeni ilk başlarda sorun yaratmaz fakat zamanla kalbi
parçalayan bıçağa dönüşürler.
Bu yüzden insanlar diğerleriyle arasına
mesafe koymak ve gerçeklikten kaçmak isterler.
Komachi parçalı parçalı kelimelerini
bitirdiğinde, hıçkırıyormuş gibi bir nefes verdiğini duydum.
Koltuktan kalkıp Komachi'nin çaprazında
kalan sandalyeye oturdum.
“Evet lise sınavları önemli. Eğer bundan
geçersen, eminim ki sen ve orta okuldaki arkadaşların arasında büyük bir fark
olacak ve onlarla yüzleşmek zor olacak.”
“Uh huh…” Komachi pek de anlamamış gibi bir
ses ile tepki verdi.
Bu sadece okul içinde değil, dershanede de
veya anne ve baban arasında bile geçerli. Yine de devam ettim.
“Fakat üniversite sınavları çok daha önemli
ve iş bulmak muhtemelen çok, çok, daha önemli. Ve sen bunlar ile uğraşıyorken
arkadaş sayın gittikçe azalacak ve bitecekler. En sonunda bir facia olacak.”
“E-Evet…”
Sesi hala anlamamış gibiydi. Tüm cesaretimi
topladım ve cevap verdim, ”Fakat meraklanma, ben yanında olacağım.”
Komachi yüzünü kaldırdı. Gözeleri hafiften
ıslaktı, ifadesi şaşırmış gibiydi. Böyle bir yüzle bana bakınca küçüklüğü
aklıma geldi ve gülümsedim.
“Aslında şöyle desem daha doğru olur: Eğer
her şey sonunda karar verilirse sen iyi olan taraftasın. Beyzbol playoff'ları
gibi. Normal sezonda iyi bir liseye gitmek ile özel okula gitmek aynı avantaj
sağlıyor. Her ne kadar avantajın olsa da, maçın asıl sonucunu belirlemiyor.”
Bir keresinde, Japonya'da en iyi olarak
adlandırılan takım bir dizi maçı kazandıktan sonra normal sezonda düşme
hattında gelip sezon sonrası playoff maçları ile üçüncülüğe tırmanmışlardı. Ne
olup bittiğini kimse anlamadı. Kaybediyorken, ezilmesine rağmen vurucu adamın
skor çizgisinin yakınına yaptığı tek bir vuruş ile oyunu tersine çevirdi. Hayat
ve Beyzbol senaryosu olmayan film gibiler.
Çok gereksiz olduğunu bildiğim halde bu
hikayeyi anlatmayı düşündüm, fakat Komachi beyzbol hakkında bir şeyler duymak
istemiyordu ve koridora doğru dönmüş ve sadece yüzü bana bana dönmüştü, cevap
vermeden.
Mmm, benim abilik radarıma göre,
Komachi'nin duymak istediği bu değildi.
Saçlarımı elimle karıştırdım biraz, ne
söylesem diye düşünüyordum ve rastgele bir şeyler söylemeye karar verdim.
“Şey, bilirsin... Eğer durum kötüleşirse,
senin için bir şeyler yapabilirim.”
“Abi…”
“İki kişiyi desteklemek birini
desteklemekten farkı yok. Annem ve babamla senin için konuşurum.”
“Desteklemek değil de benim için
çalışacağını demen gerekiyordu...” Komachi gözlerini sildi ve konuşurken
gülümsedi.
“Bu benim son çarem... Benden duymak biraz
tuhaf gelir ama abin çok muhteşem biri. Bir çok şeyi becerebilirim... Bu yüzden
rahat ol.” Elimi uzattım ve hafiften Komachi'nin başını okşadım, sonra başını
kazıdım adeta.
“Hey abi, seni izlediğimde...” dedi Komachi
sözünü yarıda keserek. Elini üzerindeki elime uzattı ve bana baktı hala hafifçe
ıslak olan gözleriyle. Bir bıkkınlık nefesi verdi. “Çok endişelenmenin çok
salakça olduğunu düşünüyorum.” Elimi üzerinden çekti.
“...İyi öyleyse.”
Bu kız kardeş yok mu... Ona nazik olduğum
zaman bana hep böyle yapıyor... Ama bu onu tatlı da yapıyor. Mmm, fakat abinin
beklediği tatlılık biraz farklıydı...
“Bu konu artık yeter. Ders çalışmaya
devam.”
Komachi sandalyeden kalktı, her zamanki
moda girdi ve oturma odasına doğru gitti. Kapının eşiğine geldiğinde aniden
durdu.
“Teşekkür.” Dedi, kapıyı hızlıca kapatıp
oturma odasına gitti.
Kapı kapanmasından sonra çıkan merdiven
tırmanan ayak sesleri normal daha çok meşgul bir ses olarak çıktı.
ꕥ ꕥ ꕥ
Bundan sonraki gün okuldan sonra
Yukinoshita, Yuigahama ve ben konferans odasının önündeydik.
Dün Hiratsuka-sensei'den gelen bir rica
üzerine bugün burada düzenlenecek olan akademi ve kariyer adlı etkinlik için
öğrenci konseyi yardıma geldik. Tabiki ben tek gelsem de sıkıntı yok der gibi
geldim buraya, fakat bu ikisi yapacak bir şeyleri olmadığı için onlar da buraya
geldiler ve en sonunda durum “Hadi üçümüz hızlıca şu işi bitirelim!” oldu.
En son buraya Kültür Festivali'nde
gelmiştim; bir de Spor Festivali için gelmiştim.
Elimi kapıya koydum, konferans odası kilitli
değildi. Muhtemelen Isshiki ve diğer öğrenci konseyi üyeleri içerideydi. Kapıyı
çaldım ve yavaşça söylenen bir ses duydum, “Giiiiiiiiiiiiiiiiiir.” Kapıyı açtım
ve Isshiki pencerenin önündeydi ve hafiften bize dönüktü.
“Ah, senpai!”
Sanki “Çok geç kaldınız” der gibi Isshiki
hemen kolumu kaptı. Fakat arkamdaki ikiliyi fark eder etmez geri çekildi ve
selamlamak için eğildi.
“İkiniz de geldiğiniz için teşekkür
ederim.”
“Yahallo, Iroha-chan!”
“Ne yapmamız gerekiyor?”
Yuigahama neşe içinde cevap verdi ve Yukinoshita
konferans odasının içine göz gezdirdi.
Benzer şekilde, ben de normal durumunda
olan bu odaya göz gezdirdim. Masalar uzun ve kare şeklini oluşturulmuş ve
sistematik olarak koltuklar yanlarına yerleştirilmiş.
“Akademi ve Kariyer adında etkinlik için bu
odayı düzenlememiz gerekecek. Bir de öğrenci konseyini bulunmak zorunda olacak
ve halihazırda destekçi olarak çalışacaklar veya bunun gibi şeyler.”
“Biraz zaman alacak gibi,” dedim.
Isshiki omuzlarını düşürdü. “Evet, öyle. Ve
bu da öğrenci konseyinin ilgilenmesi gereken bir iş... Bu hizmetçilerin falan
yapması gereken bir iş olmasına rağmen...” dedi Isshiki.
“Bu yüzden öğrenci konseyi yok mu zaten...”
“Kimse bana böyle bir şeyden bahsetmedi...
Tüh, birileri bana öğrenci konseyi başkanı ol demeseydi...”
Flick flick flick. Isshiki kasten bana bakış attı.
“Ne sinir bozucu... Fakat bu kadar
sızlamana rağmen cidden çalışıyormuş gibi görünüyorsun.”
“...Her neyse iş iştir,”
dedi Isshiki, vücudunu tuhaf bir şekle soktu ve gözlerini benden kaçırdı. Sonra
bir kere öksürdü ve elindeki kağıtları salladı. “H-Her neyse! Lütfen sandalye
ve masaları düzenleyin. Altışar masalık iki parça halinde dizin. Senpai ve
öğrenci konseyi başkan yardımcısı ağır işlerde yardımcı olsunlar.”
Peki kaptan! Diye başımı biraz eğdim ve hemen yandan parmaklarımla barış simgesi yaptım
ve Isshiki bu görevi verdikten sonra Yukinoshita ve Yuigahama'ya baktı.
“Kızlar da sandalyeleri düzenlesin. Gelecek
öğretim görevlisine bir sandalye, onun karşısına geçecek öğrenciler için ikişer
sandalye olacak şekilde düzenleyiniz, bittiği zaman da çay yapmaya başlayın
lütfen.”
Isshiki elindeki kağıttan yapılması
gerekenleri okumuş ve onları emir vermişti. Çok şaşırdım, bu kız becerikli
olmaya başlamış. Saçında kurdele olan konseyin sekreter kızı bu emirlere başını
hafiften eğerek tepki verdi.
Ve bizim tarafımızda ise aynı tepkiyi veren
tek biri vardı. Bu Yuigahama'ydı.
“Öğretim görevlileri...? Ne o fare
mi?”
ꕥ Öğretim görevlileri ile Fare farklı
alfabelerde yazılsa da aynı şekilde okunur.
“O bir hayvan ismi değil...”
Nyanta, Hamtaro, Ebizou veya Kikuzou 'dan
bahsetmiyoruz. Ona nasıl açıklayacağımı düşünürken,
Yukinoshita hemen bir adım öne çıktı.
ꕥ Nyanta, Hamtaro, Ebizou veya Kikuzou hepsi
de belli başlı animelerde fare gibi küçük fakat insanlar gibi konuşma yeteneği
olan karakterlerden.
“Onlar eğitim hakkında bilgilendirme ve
destek yapan insanlar. Şu anki durumda bizim danışacağımız insanlar olacaklar.”
“Evet öyle. Bu eğitimcilerin yanında bir de
üç yıl boynuca bu gibi etkinliklere katılmış olan mezunumuz var bugün
aramızda,” dedi Isshiki.
“Mezun…” Yukinoshita sayıkladı.
Bak sen şu işe.Şuan onun aklına gelen ilk
şey, benim de aklıma gelen ilk şey oldu. Bu sıkça yaşadığım bir önsezi.
“Peki, ben öğretim görevlilerini çağırmaya
gidiyorum, başkan yardımcısı geri kalan işleri sen halledersin.” Dedi Isshiki
ve konferans odasından çıktı.
Geri kalanlarımız verilen emirlerdeki gibi
hazırlıkları yapmaya başladık.
Başkan yardımcısı ile masaları taşırken, o
özür dilemek istiyormuş gibi görünüyordu ve konuştu.
“Cidden üzgünüm, yine çok yardım ettin.
Sadece odayı düzenlemekte yardım etmenizi istiyoruz.”
“Yo, yo, sıkıntı yok. Yapacak bir şeylerin
olması iyi oluyor.”
Noel'de olan etkinlikte ne yapmamız
gerektiğini bilmediğimiz için çok sıkıntı çekmiştik. O zamana göre şimdiki
durum çok daha iyi, Isshiki daha motive olmuş, öğrenci konseyi daha da oturmuş
ve bir de Yukinoshita, Yuigahama ve benim aramdaki ilişki daha düzgün hale
geldi.
Bu küçük etki her şeyi başlatabilir, şimdi
sadece beraber bu ağır şeyleri azar azar taşıyoruz, ama belki de sonrasında
yaşam tarzımızı değiştireceğiz.
Masaları taşıdık, onları bölümlere ayırdık
ve kalan son şey kızlara verilen görev oldu. Etkili çalışmamızdan dolayı
etkinliğin başlamasında çokça zaman vardı.
Ve kapıda, herkesten önce gelip odanın
içini durmadan süzen bir insan figürü gördüm. Tanıdık gelen at kuyruğu saçı
olan kişi kapıyı tıkladı.
Adı, sanırım Honda yok Suzuki... Yamaha
mıydı? Bunlar motorsiklet markaları değil mi? Yani onun serseriymiş gibi olan
tavırları motorsikleti de andırıyordu. Motorsiklet, motorsiklet... Motorsiklet,
Kawasaki, Motorsiklet? Evet, adı sanırım Kawasaki'ydi.
Kawasaki girip girmeme konusunda endişeli
göründüğü için onu çağırma karar verdim.
“Hey, etkinliğin başlamasına daha var.”
“…He.”
Kawasaki ile konuştuğum an kız donakaldı.
Çok kısa bir cevap verdi, çekindi de biraz. Bu kız hep böyle zaten,
değil mi...?
Fakat oracıkta durup, gereksiz yere bunca
vakti beklemeye çalışmasından dolayı ona özür dileyesim geldi, sonuçta bunca
yolu bu etkinlik için gelmiş. Odadaki işler tamamen bitene kadar onunla biraz
zaman geçirmeye karar verdim.
“Demek sen akademi ve kariyer etkinliği
için geldin, ha?”
“Y-Yani öyle de denilebilir…”
Cevap verdiğinde Kawasaki'nin tavırları
tedirginleşmeye başladı. Evet kesinlikle böyle davrandığında daha normal bir
kızmış hissettiriyor. Ona boğucu gelen bunun gibi bir ortama dürüstçe gelmesi
onu iyi bir kızmış gibi gösteriyor. Bu kızın bu yönünü gören bir amca onu
gelecek vaad eden biri olarak görürdü, kesinlikle.
Bu iyi bir şans. Ona tercihinini sormayı
deneyeceğim, gerçi hiçbir işime yaramayacak olsa da.
“Ne tercih etmeyi düşünüyorsun?”
“Ne? Ben mi? Ben... sözel seçmeyi
düşünüyorum... veya bunun gibi bir şey.”
“Hem kararlı hem de kararsızsın galiba…”
dedim.
Daha sonrasında ilgilendiği bir kaç
üniversite ismi saydı, fakat en sonunda belirsiz bir şeyler de dedi.
Sonra Kawasaki yarı-kapalı gözleri ile bana
baktı. “Bununla bir sorunun mu var?”
“Yo, Yok, kesinlikle yok.”
Nazikçe cevap verdim. Bu yüzden şimdi bana
şu kendisinin muhalefetçi tavırlarını sergilemeyecektir. Tabiki onunla bir
sorunum yok. Onun şu gerçek rahip davranışlarını bırakmasını istiyorum. Ayrıca
bana Yükselen Yumruklar'ını da kullanabilir...
ꕥ Gerçek Rahip-> FF11 oynunun Japon
serverlarında gerçek yaşamında da uzak doğu dövüş sanatlarını bilen insanlara
verilen ad. Yükselen Yumruklar hamlenin ismi.
“Peki aklında zaten belli yerler ve bölüm
varken ne diye geldin?”
“...Notlarım hakkında emin olamıyorum, bu
yüzden buraya bunu sormak için geldim.”
Sözleri tamamen açıktı, aslında biraz güven
eksikliği barındırıyordu. Sanırım devlet üniversitesine girmeyi kafasına
koymuş.
Evet doğru ya. Kardeşleri vardı değil mi?
Her ailenin kendine özel maddi durumları oluyor.
Her ailenin kendine göre durumları elbet
oluyor. Bu Yukinoshita ve Hayama için de geçerli. Kawasaki'nin ailesinde bir
çok kardeşi var. O geleceği de düşündüğü için devlet okuluna gitmeye karar
vermiş. Bir kardeşi de hemşirelik okuyor. Yani devlet okuluna gitmek maddi
açıdan büyük bir kayıp oluşturmayacaktır. Cidden ne iyi bir abla.
Buradaki birinin ablasından çok daha farklı bir abla...
“Peki küçük kız kardeşin nasıl? Adı neydi,
Mii-chan?”
“Ne? O da kim be?” Kawasaki şiddetli bir
bakış attı.
Hadi ama, sadece ismini yanlış söyledim...
Ah bu siscon yok mu... Adı neydi ya...? Haa-chan? Yok bu ben olurum, sanırım.
Hachiman yerine Haa-chan. Kaa-chan mıydı acaba...?
Üzerinde bir kaç sefer düşündüm ve kulağa
tanıdık gelen bir isim aklıma geldiğinde ellerimi çırptım.
“Adı Saa-chan.”
Hemen sessizlik devreye girmişti. Sonra
Kawasaki kendine geldi ve bir adım geri çekildi. Tamamen kıpkırmızı bir yüzünü
güçlükle eski haline geri getirmişti. “Ne!? Kime diyorsun Saa-chan—Bunu
söylemene hakkın yok.”
“Saki isminden dolayı...?”
Bu yüzden Saa-chan dediğimde kızarmıştı,
anladım şimdi. Kawasaki çok hoşnut görünmüyordu ve bir
adım daha geriye çekildi.
“N-Ne!?”
Kes şu sürekli “ne, ne!?” demeyi..
Tapınakta doğan T-san falan mısın? Kawasaki'nin durumunda K-chan. Aha aklıma
geldi. İsmi Kei-chan'dı.
ꕥ T-san adında bir rahip varmış ve hep (Huh!,
Ne!) tarzında şeyler dermiş.
“Kei-chan'dı, değil mi? Kei-chan. Şimdi
hatırladım,” dedim.
Kawasaki keskin bir bakış attı. “Bir daha
unutursan yumruklarım seni.”
“P-Peki…”
Söyleyemem... Kız kardeşinin ismini
unuttuğumu ve de bu Kawa..-bilmem ne-san'ın isminin bile zar zor
çıkarttığımı da söyleyemem... Fakat kız kardeşinden konuşunca biraz
yumuşamış görünüyordu ve öncekilerin aksine nazik bir hitap ile konuşmasına
devam etti.
“Gelecek sefer Kei-cha—Keika'yı görürsen
yine onunla oynar mısın?”
“Olur, da...Onu bir daha görebileceğimi
zannetmiyorum, fakat görürsem olur. ”
“Tamam…”
Çekingence cevabından sonra konferans
odasının kapısı açıldı ve Yuigahama'nın yüzü göründü.
“Hikki, hazırlıklar tamam.”
Ve sonra Yuigahama Kawasaki'yi farketti,
“Ohh” diye şaşırdı ve elini salladı. Kawasaki başını eğerek verilen selamı
aldı.
“Etkinlik için mi geldin buraya? Hadi içeri
gelsene!” dedi Yuigahama ve içeriyi işaret etti.
Onun içeri girişini izlerken konferans
odasının kapısını tamamen açtım. Bunu yapmak diğer öğrencilerin girmesini
kolaylaştırmış oldu.
Açmakta olduğum kapı engelinin hemen yanına
vardığında, bir ses bana doğru konuştu.
“Hey, Tercihini...sormayı unuttum.”
Arkamı döndüm ve sadece Kawasaki'nin yüzü
bana dönüktü.
“Ben sözel seçeceğim.”
“Uh huh... Sözel demek.” Kawasaki ilgisizce
tavır aldı ve Yuigahama'nın gittiği yönde yürüdü.
...Evet o da sözel seçecek gibi. Belki de
bir ihtimal gelecek yıl aynı sınıfa düşeriz ve belki onun kız kardeşini tekrar
görürüm. Öyle olursa onunla oynarım.
ꕥ ꕥ ꕥ
Kawasaki'den sonra başka öğrenciler de
birer birer gelmeye başladı. Saate baktım ve etkinliğin başlamasına biraz daha
vardı.
Kapının ötesinde, koridorda sesi
duyulabilecek kadar gürültülü bir ses geldi. Benim yanımda duran Yukinoshita
sesin geldiği yöne baktı. Yuigahama bize doğru geldi ve şüpheli bir şekilde
koridora baktı.
Bu ses bana da tanıdık geliyordu. Bu sesin
sahibinin kim olduğunu Isshiki Iroha daha önce açıklamıştı. Ve tahmin ettiğim
gibi bu Yukinoshita Haruno'ydu. Hemen arkasında Meguri-senpai vardı.
Haruno-san beni gördüğü an, can-ı gönülden
elini salladı.
“Oh, Hikigaya-kun burada.
Yahallo!”
“Selam.” Başımı hafiften eğdim.
Haruno-san içten bir gülümseme gösterdi ve
gözlerini Yukinoshita'ya kaydırdı. Yukinoshita bu bakışa aynı şiddetle karşılık
verdi.
“…Abla.”
“Demek Yukino-chan da burada. He tamam
ablacığın senden birçok şey duymaya hazır,” dedi Haruno-san onunla eğlenerek
oynuyor gibi.
Yukinoshita yüzünü astı ve kısık gözlerle
ona baktı. Durumlar kötü... Cidden siz ikiniz, böyle şeyleri evde yapın..
Yukinoshita'nın yanında duran Yuigahama
duruma engel olmak için hemen Haruno-san ile konuşmaya başladı.
“Mezun derken Haruno-san'dan
bahsediyormuşsun demek.”
“Evet, öyle. Ödül almak gibi bir şeyler
duydum...” Haruno-san büyük bir neşe ile gülümsedi. “Bu yüzden buradayım♪!”
Bu insanın kesinlikle çokça boş zamanı
var,belki de hiç arkadaşı yoktur...? Çok şüpheli, fakat Haruno-san başka
insanların seveceği tipte bir insan. Bugün de yanına bir takipçi takmış gibi.
Isshiki hemen Haruno-san'ın yanına geldi ve parlayan gözlerle konuşmaya
başladı.
“Sizin gibi muhteşem bir senpai'in
gelişinden çok memnun oldum, bize çok yardımcı oldunuz!”
“Öyle mi? Büyütülecek bir şey değil.”
Mütevazı davranmasına rağmen, Haruno-san'ın
gülümsemesi güven veriyordu, bir şekilde korkutucu çekiciliğe sahipti.
“Hayır, hayır. Haru-san-senpai sen çok
havalısın! Size saygım çok büyük! Sizin gibi biri olmak istiyorum... ”
“Teşekkürler!”
Haruno-san Isshiki'yi kucakladı ve onu
şımarttı. Kollarındaki Isshiki, kurnazca gülümsedi. Bu kız Haruno-san
gibi sözü geçen bir insan ile iyi ilişkiler kurmaya çalışıyor ve eğer umduğu
gibi giderse Haruno-san'ın ağzından bazı bilgileri yoklayacak...
Fakat Haruno-san dişli bir düşman,
Isshiki'yi saçlarından okşarken çok büyüleyici gülümsüyordu, sanki bu gibi
tavır alanları çokça görmüş gibi.
Çok huzursuz bir şeye şahit oldum... Mümkünse Isshiki'nin Haruno-san gibi olmasını istemiyorum. Fakat
Meguri-senpai onları izlerken keyif alıyor gibiydi. Bu sahte manzara, ona
bakanlar tarafından farklı yorumlanıyordu.
Solance no Hado'ya göre, Megu Megu
Megu☆rin Megurin Gücünün verdiği huzurdan,
kalbimin Meguri olmaya başladığını hissedebiliyorum.
ꕥ Solane no Hado-> Street Fighter adlı
konsol oyunda “Satsui no Hado”kavramına olan göndermedir.
Satsui no Hado= İçinde ki öldürme dürtüsü
demek iken;
Soloce no Hado= İçinde ki kendini teselli
etme dürtüsü demek.
Megu Megu... ->Oyunda ki özel bir
hamlenin adını değiştirerek kullanmamış.
Beni fark ettiğinde, ellerini bana doğru
salladı ve bana doğru yürüdü. “Hikigaya-kun görüşmeyeli bir hayli olmuştu!”
“Ah, evet... Senpai seni de mi çağırdılar?”
“Evet, sonuçta ben belirlenmiş okul
tavsiyesi aldım.”
Konuşmaya başladığımız an Yuigahama
yanımıza geldi ve o da katıldı. “B-Bu belirlenmiş okul tavsiyesi de nedir?”
“Belirlenmiş okul tavsiyesi üniversitelerin
belli kontenjanlar dahilinde lise son sınıf öğrencilerine kendi okullarına
gelmeyi tavsiye eden bir sistem. Gereken özelliklere sahip olduğu düşünülen
öğrenciler lise tarafından seçilip üniversitelere isimleri gönderilirler. Bu
sisteme göre okula sınavla girme yönünde diğerlerine oranla daha fazla önde
tutuluyorsun.”
Her nedense Yukinoshita Yuigahama'nın
sorusunu cevapladı. Meguri-senpai onu dinlerken başıyla onaylıyordu.
“Evet öyle. Yukinoshita-san bayağı
bilgilisin! Bizim okul çok seçkin üniversitelere tavsiyelerini sunuyor. Eğer
ders notların mükemmel ise sen de birine girebilirsin.”
“Fufun”, Meguri-senpai'nin küçük böbürlenen
göğüsleri çok tatlı. Offff, kalbim Meguri olmaya başladı...
Yine de bu eski öğrenci konseyi başkanı
sadece keyifli bir insan değildi. İş olması gerekiyorsa, kesinlikle onu
yapardı. Eğer yapamasaydı tavsiye gibi bir şeyi alamazdı. Meguri-senpai saate
bakıyordu. Etkinliğin başlama saatine bir kaç dakika vardı.
Hala Haruno-san'ın kollarında olan
Isshiki'ye doğru yürüdü ve sordu, “Başkan şimdi ne yapmamız gerekiyor?”
“Peki o zaman şöyle yapacağız.
Shiromeguri-senpai sen bir köşeyi alacaksın, Haru-san-senpai de hemen yanındaki
köşeyi alacak...”
Isshiki kendine geldiğinde bazı atamaları
yapmaya başladı. Bunu yaparken Yukinoshita yine saate baktı. Sonra Haruno-san'ı
çağırdı.
“Abla bir dakika gelebilir misin?”
“Buyur?”
“Sana sormam gerekenler var. Hikigaya-kun,
Yuigahama-san siz de gelebilir misiniz?” dedi Yukinoshita ve birlikte konferans
odasının bir köşesine çekti.
Bir şey sormak istediğini söyleyip bizi de
yanında götürdüğüne göre kafamda sormak istediğinin ne olduğu hakkında bir
fikrim var. Muhtemelen Haruno-san'a Hayama'nın tercihini soracak. Ve evet hem
okulda hem de okul dışında Hayama ile tanışmışlığı en uzun süre olan kesinlikle
Haruno-san. Yukinoshita çok iyi düşünmüştü.
Konferans odasının bir köşesine daire
oluşturarak dizildik ve Yukinoshita samimice sordu, “Hayama'nın tercihi
hakkında herhangi bir şey biliyor musun?”
Sanki böyle bir soru beklemiyormuş gibi
biraz duraksadı. Fakat hemen sonrasında kısa ve alaycı bir şekilde güldü.
“Hayato'nun tercihi mi? Bu muydu yani?”
Onun ses tonu bu konuyu umursamadığının
hissini veriyordu.
Bunu tavrını önemsemeyen Yukinoshita sordu,
“Bir şeyler biliyor musun?”
“Bilmem ki. Çok da umursamıyorum zaten, bu
yüzden sormadım. Bence zaten tercihini yapmıştır.” Haruno-san hemen cevabı
yapıştırmıştı ve şaşkın bir izlenim vermişti bize. Sonrasında Yukinoshita'ya
anlamlı bir gülümseme doğrulttu. Karanlıkta parıldamış gözlerini sadistik bir
şekilde kıstı. “...Ayrıca Yukino-chan sen bana sormana bile gerek kalmadan ne
seçeceğini biliyor olmalısın.”
“Eğer bilseydim sana sormazdım,” dedi
Yukinoshita, benzer keskin ve soğuk gözlerle cevap verdi.
Bu kışkırtıcı ses tonu Haruno-san'ın bir
anlığına hafiften yüzünü buruşturmasına neden oldu.
Fakat o hemen tepki verdi ve şiddetli
olmayan, fakat kendi halinde çıkan bir ses tonu ile açıkça söyledi, “İyi düşün
ve kendin bul.”
“……”
Sanki azarlıyormuş gibi konuşması
Yukinoshita'nın ağzından bir kelime daha çıkaramamasına neden oldu. Yuigahama
da onun gibi gözlerini iyice açmış ve Haruno-san'a bakıyordu. Ben bile bunu
beklemediğimden biraz hazırlıksız yakalandım. Bu ton düşmanlık veya kötü bir
niyet taşımıyordu, yine de arkasında sevecen veya dürüstçe bir anlam
çıkarmıyordu.
Haruno-san hemen dilini ısırdı ve bir
incitici laf daha etti, hoş olmayan bir gülümseme ile.
“Sonunda tek başına bir şeyler yaptığını
düşmeye başlamışken yine eskisi gibi hemen başkalarına bel bağlamışsın. Evet
eskiden, sen daha küçükken bu seni çok tatlı yapardı,” dedi Haruno-san. “Daha
önemlisi Yukino-chan senin kariyer yolu tercihin ne?”
Yukinoshita kendine soru sorulunca kendine
geldi. Eliyle omzunun yanından saçlarını salladı ve mağrurca ona baktı. “Sana
söyleyebilecek kadar önemli bir şey olduğunu düşünmüyorum abla.”
“Bunu aslında annem bana sordu. Ne güzel
bunun gibi bir şans buldum, yoksa hiç soracak zaman bulamazdım. Yukino-chan
asla ve asla böyle önemli şeyleri söylemiyorsun. Ablan ne yapması gerektiğini
şaşırdı.” Haruno-san elini yanaklarına koydu ve sıcak bir şekilde gülümsedi.
Sanki şaka yapıyor gibi söylemişti, fakat bu sevecenlik hemen kayboldu ve
bakışlarını bana çevirdi. “...Değil mi, Hikigaya-kun?”
“Ah, hayır...” Çok saçmaca konu bana
dönünce kekeleyerek cevap verdim.
Haruno-san'ın gözleri sanki beni tamamen
çevrelemiş ve çıkmama izin vermiyor gibi bakıyordu. Bu anda gözlerimin
kenarından Yukinoshita'nın üzgün bir yüz ile dudaklarını ısırdığını
görebiliyordum.
“...Seni ilgilendirmez abla.”
“Çok soğuksuuuuuuun. Ah, buldum.
Hikigaya-kun gel de ablan ile bir şeyler hakkında konuşalım.” dedi Haruno-san.
“... Bilirsin sana her şeyi söyleyebilirim.”
Yanaklarımı okşadı ve yüzüme baktı. Çünkü
içindeyiz, göğsünde, sanki dışarısı ile bağlantımız kesilmişçesine onun elle
dikilmiş atkısının içinde, güzel kokulu parfümden çıkan— yakın, yakın, çok
yakın!
“Hayır, şey. Ben tercihimi yaptım...”
Bana yaklaştığı mesafeyle eş değerde
uzaklık koydum aramıza ve güçlükle vücudumu geriye doğru çektim. Haruno-san'ın
yanakları tatmin olmayınca şişmişti. Sonra sıkılmışça bir iç çekti ve ardından
Yuigahama'ya doğru döndü.
“Peki o zaman. Bende Gahama-chan ile
konuşurum.”
“Ne yani ben sadece ek miyim?”
Bu aşırı nezaketsiz tutumdan dolayı
kıvranarak feryat etti ve Haruno-san güldü.
Bundan sonra Isshiki ve Meguri-senpai
yanımıza geldi. Muhtemelen Haruno-san'ı çağırmaya geldiler. Etkinliğin başlama
saatine gelmiştik.
Doğal olarak son anda etkinliğe gelen
öğrenciler vardı ve konferans odası öğrenci doluydu.
Bu kalabalıkta Hayama ve diğerlerini
gördüm. Muhtemelen Hayama Tobe'ye ya da Miura'ya eşlik etmek için gelmişti.
Tabiki o da bizi gördü. Her ne kadar köşede
olsak da öğrenci olmayan Haruno-san kolayca dikkat çekiyordu.
Odanın girişinin yakınlarından, biraz bize
uzaktan, Hayama ona seslendi.
“Haruno-san…”
“Ah, Hayato.” Haruno-san elini kaldırarak
karşıladı onu.
Sonra, sanki konferans odasındaki kargaşa
az biraz daha çoğalmış gibi ses çıktı. Bu reaksiyona karşı Haruno-san başını
eğdi.
“Bana mı öyle geliyor yoksa bu bakışlar
biraz tuhaf değil mi?”
“Evet, sen cidden çok dikkat çekiyorsun.”
Söylememe gerek yok, fakat bir seyirci
olarak düşünürsek, Haruno-san şehirde sadece yürüyen bir güzel kız olması
birilerinin ona bakmasına sebep oluyor. Bu okul ortamında ise sorunlu biri
olarak dikkat çekiyor.
Fakat Haruno-san söylediklerime hiç
aldırmamış gibi bir yüz yaptı.
“Sanki daha farklı bir şeymiş gibi
hissediyorum..” dedi Haruno-san.
“Ahh, sanırım dedikodudan dolayı.” Isshiki
ne olduğunu fark edince bunu kelimelere döktü.
Meguri-senpai de bu konuya değindi. “Ha, şu
dedikodu! Bu çok muhteşem, değil mi? Ben de bu tip dedikoduları çok severim.”
“Dedikodu? Ne, neymiş bu Iroha-chan?”
Haruno-san bu konunun geçmesine izin
vermedi ve gözlerini Isshiki'ye kaydırdı.
“Ah, ummm…” Isshiki ona söylemenin uygun
olup olmadığı hakkında düşünüyordu, cesaretsizce Yukinoshita ile uzaklarda
muhabbet içinde olan Hayama arasında gözlerini gezdirip durdu, ve ağzını bıçak
açmadı.
Fakat Haruno-san sanki bir cevap istiyor
gibi hafiften ellerini Isshiki'nin omuzlarına attı. “Söyle lütfen?”
Bu noktadan sonra reddedemez. Bu kelimeler
çok ağırdı. Haruno-san Isshiki'den bir cevap beklerken her zamanki
gülümsemesini takındı. Bundan birkaç saniye sonra, pes etmiş gibi, Isshiki
çevresinden gelebilecek tepkilerin farkında olarak Haruno-san'ın kulağına
fısıldadı.
Haruno-san meraklı bir ifade ile bir
kulağını eğdi. Eğer bu insan dedikodunun rüzgarına kapılırsa neler olur
bilemiyorum...
Haruno-san'ın yüz ifadesinin değişeceğini
düşünmüştüm ama olmadı.
“Ha, ne yani bu muydu.. Bu daha önceleri de
karşılaştığı bir şey,” dedi Haruno-san soğukça.
Isshiki'ye teşekkür ettikten sonra tüm
ilgisini kaybetmiş gibi arkasına döndü.
“Meguri hadi gidelim.”
“Tamaaaaam.”
Haruno-san Meguri-senpai'yi peşine taktı ve
sonra atanmış yerlerine doğru gittiler. Bizden ayrılırken bize el sallamıştı.
“Neyse yine görüşmek üzere!”
Hem ifadesi hem de tavırları çok neşeliydi,
fakat hemen yanımdaki Isshiki tam tersi bir gülümsemesi vardı. Sonra sanki
mekanik bir ses çıkarıyormuş gibi başını bana çevirdi ve rahatlamış bir nefes
verdi.
“B-Bu çok korkuuuuunçtu... Bu kesinlikle
Yukinoshita-senpai'nin ablası, hiç şüphem yok!”
“Evet aynen öyle.”
“Bizi böyle bir tutmanız hiç de hoş değil.”
Yukinoshita nefes verdi, sanki baş ağrısı varmış gibi şakaklarını tutarak.
Sonra Yuigahama hafifçe onun omuzlarını
sıvazladı. “Merak etme! Yukinon korkunç biri değil.”
“Yok sorun değil, fakat her nedense benimle
dalga geçiyormuşsun hissine kapıldım...”
“Ne? B-Bu doğru değil! Yukinon, sen, nasıl
desem... çok tatlısın!” Yuigahama yumrukları sıktı ve onu yatıştırdı.
Yukinoshita şaşkına dönmüş gibi bir ifadesi
vardı ve gözlerini benden kaçırdı. Fakat yine de siz ikiniz her zamanki
arkadaşça...
Her neyse akademi ve kariyer etkinliği
başlamak üzere. Ne şanslıyız ki bize sadece odayı hazırlama emri verildi. Daha
sonrası öğrenci konseyinin görevi artık.
“Tamamdır Isshiki, biz geri dönüyoruz.”
“Peki, çok teşekkür ederim!” Isshiki
nezaketen başını eğdi.
Ben de aynı şekilde başımı eğdim ve sonra
Yuigahama ve Yukinoshita'ya seslendim.
“Tamam, kulübe dönelim.”
“Peki dönelim.”
“Uh huh, olur.”
Bu ikisine konferans odasının çıkışına
kadar eşlik ettim ve hemen girişte duran Hayama ve diğerlerinin yanından
geçtik. Hayama'ya baktım ve o diğerleriyle muhabbete dalmıştı.
“Beeh, Acaba kiminle konuşsam?”
“Daha sıranın gelmesine biraz var, iyi
düşün.”
Hayama Tobe'nin kelimelerine tatlı bir
gülümseme yaptı ve sessizce öne doğru baktı. Orada Haruno-san vardı.
“Hey, Hayato... Sen ona yakın biri misin?”
Miura Hayama'ya dönmeden, Haruno-san'a bakarak hafif tonda bir ses ile sordu.
Hayama ona baktı, biraz şaşkındı, fakat
hemen her zamanki gibi gülümsedi. “...Sadece çocukluk arkadaşı.”
Bu konuşmalar arkamda kalırken kulüp
odasına geri döndük.
ꕥ ꕥ ꕥ
Kulüp odamızın masasında masaüstü takvim
vardı. Gerçi bir takvimden çok sayfanın her köşesinde kedi resmi olan kedi
albümüne benziyordu. Takvime bakıp duruyordum.
“...Bardağını hazırladım.”
“Hm? Ahh, teşekkürler.” Takvime bakarken
çayımı içmeye başladım.
Yuigahama takvime bön bön baktı.
“Tercihlerimizi yapmamız için fazla zaman kalmadı.”
“Evet. Fakat Hayama'nın tercihi hakkında en
ufak bir fikrim bile yok...”
Bu zamana kadar bir çok insana Hayama'nın
tercihini dolaylı olarak sordum, fakat hiçbirinde ipucu bile oluşacak bir şey
bulamadım. Belki de insanlara soru sormada çok zayıfımdır ama eğer ben
insanlara direk Hayama'nın tercihini sorsaydım bazı sorunlar çıkabilirdi. Hem
direk kendisine sorduğumda da bir cevap alamamıştım. Eğer onun tercihini neden
kimseye söylemediğini dedektif gibi araştırsam, bulmak çok uygunsuz olurdu.
Benim hakkımda ne düşündükleri gram umurumda değil fakat Miura'yı zor bir
duruma sokmak istemiyorum.
Kalan sayılı günleri sayıp bunları
düşünürken tabağıma konan bardak sesini duydum.
Başımı döndürdüm ve Yukinoshita kendisinden
beklenmeyen bir samimi ifadeye sahipti.
“Hikigaya-kun... Bir keresinde sana
Hayama'nın anne ve babasından bahsetmiştim, doğru mu?”
“Evet. Onların avukat ve doktor olduğunu
falan söylemiştin.”
“...Huh! Öyle mi!?” Yuigahama şaşırmıştı,
sanırım bunu ilk defa duyuyordu.
“Hiç sormadın ki?” dedim.
Yuigahama hafiften somurtuyormuş gibi
yanaklarını şişirdi. “Sen genelde böyle şeylerden bahsetmezsin ki... Yani
mesela senin anne ve babanın ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Hikki.”
“İkisi de bildiğin, tipik birleşmiş
köleler.”
“Bizde de öyle. Gerçi benim annem ev hanımı
ama...”
Evet bunu anlamıştım aslında... Yuigahama'nın yemek yapmada beceriksizliğini ve tuhaf durumlarda oluşan ev
hanımı izlenimiyle bunu anlamak hiç de zor değildi.
Kişiliğinin büyük bir bölümü doğup
büyüdüğün ortama göre şekil alıyor. Buradan yola çıkarak, ben bunca zamandır
örnek aldığım ailem gibi birleşmiş köle olmak istemiyorum. Fakat yine de
ailemizde çift maaş olduğu için ailemizin maddi durumunun kötü olmadığına
minnettarım. Hatta bayanların özgürlüğünü desteklememin sebeplerinden birinin
çalışan annem olduğunu bile söyleyebilirim. Ve gelecekte, Komachi çalışmaya
başladığında çift maaş üç maaş haline gelecek ve ev hanemiz daha da iyi durumda
olacak.
Benim şahane aile planımın hayalini
kuruyorken Yuigahama muhabbeti devam ettirdi.
“P-Peki Hayato-kun ailesini mi izleyecek?”
diye sordu Yuigahama.
Yukinoshita elini çenesine koydu ve başını
hafiften eğdi.
“Bilmem ki... Hayama'nın babası bir
avukatlık şirketinde çalışıyor ve anne tarafından olan dedesi de aile doktorluğu
yapıyor, her ikisi de olabilir...”
“Ailesinin izinden gitse bile sayısal veya
sözel olup olmadığını tam olarak söylemek zor olur.”
Avukatlık veya doktorluk, ikisi de tamamen
ayrı dallarda elde edilebilen meslekler. Eğer ailesi bunlardan sadece birini
yapıyor olsaydı, Hayama'nın tercihi hakkında elimizde somut bir ipucumuz
olurdu. Fakat öyle olmadığı için hala elimizde kayda değer hiç bir şey yok.
Yuigahama dinliyormuş gibi iniltiler
çıkardı. Sonra başını kaldırdı. “Fakat her iki meslekten birini seçse çok süper
olurdu herhalde.”
“Evet. Gördüğüm kadarıyla çok varlıklı bir
ailesinin olduğunu düşünüyorum.” Yukinoshita onayladı.
Kesinlikle eğer doktorluk veya avukatlıktan
bahsediyorsak akıllarda genel bir izlenim bırakan meslekler. Hayama'nın ailevi durumlardan
birkaçının ne olduğunun farkındayım, fakat bunu tekrar duymak acı veriyor.
Neden bu adam bizim okulda ki? Özel okula gitmiş olsa daha iyi olurdu.
Eh, gerçi Yukinoshita da aynı ailevi
durumlara sahip. Yukinoshita'ya baktım.
“Konu bankadaki maddi durumlarsa, evet
onlar zenginler. Gerçi bizim ailenin toplam serveti kadar olmasalar da.”
Yukinoshita sakin ve ilgisiz görünüyordu.
Evlenecek yaşa gelmiş genç bir kız para ve
toplam servet kelimelerini kullanmamalı. Diğer bir yandan Yuigahama dalmış gibiydi, başını döndürdü ve bir şeyler
fısıldadı.
“Banka... kartı?”
Demek banka kartının ne olduğunu
biliyordun. İyi iş Yuigahama. Gelecek sefer sana kredi kartının ne olduğunu
açıklarım.
Neyse
bırak şimdi Yuigahama'yı, Hayama'nın tercihini düşünsem iyi olacak.
İlk olarak hiç şüphem yok ki o üniversiteye
gitmeyi hedefliyor. Hayama mükemmel notları olan örnek bir öğrenci ve liseye
giriş sınavında ikinci olmuştu. Eğer eğitim hayatını devam ettirmeyecek olsa
eğitim sektörü ağır bir kayıp verirdi, fakat Hiratsuka-sensei'den duyduğuma
göre böyle bir ihtimal yok.
Buraya kadar sıkıntı yok.
Fakat Hayama'nın lisede son yılının sonunda
seçeceği kariyer bilmek istediğim şey değil, sadece sayısal mı sözel mi
seçeceğini bilmek istiyorum.
“...Hiç bir fikrim yok.” diye mırıldandım.
Benim gibi, hiçbir fikri olmayan olmayan
Yuigahama konuştu.
“Belki sözeldir? Görünüşe göre birçok kişi
onu seçecekmiş.”
“Belki de. Böyle düşününce iş kolay.”
Hayama Hayato isimli bu adamı aklına
getiren herkes genel olarak böyle düşünür. O işleri yokuşa sürmeyen, herkesle
iyi anlaşan, Zaimokuza ve benim gibi okul toplumunda en alt tabaka olanlara
bile nazik davranan biri. Bu cüretkar, eğlenceli ve gülümseyen insan profili
bugüne kadar hiç bozulmamıştı.
Fakat şimdi, bozulmama durumu değişti gibi.
Bunu nasıl yorumlayabileceğim hakkında pek bir fikrim yok.
Yine sessizce düşünüyorken, benim gibi
sessiz olan Yukinoshita bir şeyler söyleyecekmiş gibi bana baktı. Sadece
gözlerim ile devam et sinyali verdim ve o da konulmaya başladı.
“Bence... sayısalı seçecek...”
“Niye sayısal?” diye sordu Yuigahama.
Yukinoshita endişe içinde yere baktı. “Pek
bir neden söylemem ama şey, bu konu beni de ilgilendiriyor, bu yüzden...”
“...Söylemek istemiyorsan zorlamana gerek
yok.”
Benim içgüdüsel olarak yarıda kestiğim Yukinoshita'nın
sesi tedirgin ve kaygılı çıkıyordu. Yine de bir kaç kere dudaklarını açıp
kapadıktan sonra kendince nedenini bulmuş gibi başını kaldırdı.
“Yok, ondan değil... Bilsen bile ortada
kaybedecek bir şey olduğu falan yok, değil mi?”
Söylememe gerek yok herhalde, bu kız cümle
kurmakta beceriksiz. Yuigahama ve ben Yukinoshita'ya doğru
döndük. Sonra Yukinoshita yavaştan konuşmaya başladı.
“Hayama-kun'un ailem ile uzun süreli bir
tanışmışlığı olduğunu biliyorsun, değil mi? Biz daha küçükken ikimiz ablam ile
birlikte çok gezerdik. Ablamın ne tür insan olduğunu bildiği için, genellikle o
her nereye giderse biz de peşine takılırdık...” dedi Yukinoshita. “Yani
basitçe, onun yine ablamın attığı adımları izleyeceğini söyleyebiliriz.”
Konuşmasını bitirdikten sonra küçük bir
nefes verdi.
Noel zamanında bana söyledikleri ile
şimdiki söyledikleri arasında bir değişiklik yoktu. Fakat şimdi, eskiden
bunların üçünün birlikte olduğunu hayal edince ve direk Yukinoshita'nın
ağzından beraber olan anılarını tekrar duyunca gerçekliğin kuşkusuz hissiyatı
beni vurdu.
Şuanki Hayama Hayato. Ve başka insanlardan
duyduğum geçmişteki Hayama Hayato. Fakat burada düşünmem gereken gelecekteki
Hayama Hayato. Başka şeyleri bir kenara bırakacağım.
“Şey, Haruno-san sayısalı seçmişti, değil
mi? Belki Hayato-kun da sayısalı seçer. Küçük yaşlarda herkes birilerini örnek
almak ister.” dedi Yuigahama.
“Evet... Ama kesin öyle olur demek çok
zor.”
Yukinoshita'nın cevabı kararsızlık
taşıyordu. Yuigahama ve ben konuşmasını devam ettirmesi için Yukinoshita'ya
baktık, “Belki de tam tersini seçer.” dedi ve devam etti, “Eğer Hayama
gelecekte de benim ailem için çalışmayı tercih etmeyi planlıyorsa avukatlık
gibi hukuk alanını bitirmesi daha etkili ve daha mantıklı olur.”
“Bu sözel seçmesi gerektiği anlamına
geliyor değil mi?” dedim.
Yukinoshita bana baktı. “Ailelerimiz
arasında ki ilişkiyi devam ettirmenin başka yolları da var, bu yüzden...”
Eh, tabi ki.
Sadece hukukta değil, bu ilişkide başka iş
alanları da kullanılabilir olur. Hatta bu bir önemli bir iş alanı olmak zorunda
bile değil. Mesela bu bir evlilik bağı olabilir, gerçi bunun gerçeklikle
bağdaşmadığını düşünsem de, bu muhtemel bir şey.
Bunları düşünüyorken Yukinoshita üzerine
ekledi. “Tabiki Hayama'nın ailesinin bu konuda ne düşündüğünü bilmiyorum. Belki
de ailesi Hayama'nın tercihlerini belirliyor da olabilir. Onun ailesine karşı
herhangi bir asilik yaptığını hiç duymadım.”
“Evet, haklısın. Hayato-kun ailesinin
işleriyle uğraşıyormuş gibi görünüyor.”
Yukinoshita Yuigahama'nın bu basit düşüncesini
başıyla onayladı. Bu hikayeyi duyduktan sonra onun ailevi durumu hakkında
kafamda bir şeyler belirmeye başladı. Yine de, bir sonuç üretmek çok zor.
Bunları düşünüyorken ellerimle saçlarımı
karıştırıyordum ve bir nefes verdim.
“Hayama'nın ailesine soramayız. Ailesinin
bölgesine girdiğimizde bile yapabileceğimiz pek bir şey yok gibi.”
“Bence de öyle...” Yukinoshita'nın
tavırları ümitsiz görünüyordu. “Fakat en azından annem aileler arasında
bitmeyecek bir ilişki olmasını umuyor.”
Refleks olarak gözlerimi kaçırdım.
“Anladım. Şimdilik... üzerinde biraz daha
düşüneceğim,” dedim ve konuşmayı burada sonra erdirdim.
Şu an istediğim şey düşüncelerimi düzene
sokmaktı. Şu an elimde bulunan az sayıdaki parçaları birleştirip bazı
çıkarımlar yapmaktı. Hadi sadece Hayama'nın tercihi hakkında
yoğunlaşayım.
Eğer bunu yapmamış olsaydım, çok korkunç,
mide bulandırıcı bir şeyler düşüneceğim hissine kapıldım.
Uzun bir nefes verdim ve konuşma
kendiliğinden sona erdiğinde Yuigahama ve Yukinoshita daha gevşek oturmaya başladılar.
Herkes çaylarını eline aldı ve tatlı bir sükunet doğdu. Ilık çayın boğazımdan
geçişi çok hoş hissettirdi.
Çay bardaklarının tabaklarına konma sesi bu
sessiz odada yankılanıyordu ve Yukinoshita yavaşça ağzını açtı.
“Şey…”
“Hm?”
“Geçen gün için özür dilerim, annem sizi
oradan postalamış gibi oldu... O anda biraz daha iyi konuşacağımı
zannetmiştim.”
Konuşmasını bitirdiğinde bardağındaki çayın
yüzeyine baktı ve bir yudum aldı. Yuigahama elini nazikçe Yukinoshita'nın
omuzlarına götürdü.
“Hiç dert etme. Hem iki ailenin böylesine
önemli bir etkinliğinde bulunmamız saçma olurdu, değil mi Hikki?”
“Evet. Kendini suçlu hissetmene falan gerek
yok.”
“…Teşekkür ederim.”
Onun tavırları hakkındaki her şey çok
güzeldi. İnce uzun sırtı, diz üstündeki narince birleşmiş elleri, ince ve
elastik tırnakları, göz kapağının üstünde sıralanmış uzun kirpikleri.
Ona yoğunlaşmış ve izliyorken, Yukinoshita
başını kaldırdı ve gözlerimiz karşılaştı. İkimiz de hemen yüzlerimizi kaçırdık.
“Bu-Bugünlük burada bırakalım mı? Çayı ben
temizlerim.”
Bunu biraz garip bulan Yukinoshita hızlıca
ayağa kalktı ve temizliğe başladı. Çaydanlığı ve bardakları tepsiye üzerine
koydu, muhtemelen onları dışarıda temizleyecekti.
“B-Ben de yardım edeyim!”
“Sıkıntı yok, ben yaparım.”
Yukinoshita tam ayağa kalkmak üzere olan
Yuigahama'yı durdurdu ve hızlıca odayı terk etti. Yuigahama ve ben odada ikimiz
kaldık ve birbirimize baktık. Yuigahama önce gülümsedi ve sonra güldü.
“Yukinon kendi hakkında daha çok konuşmaya
başladı gibi. Bilirsin işte eskiden hiç ailesinden falan bahsetmezdi.”
“Bu... Evet, haklısın sanırım.”
Muhtemelen bu, Yukinoshita'nın bize
yaklaşma yöntemlerinden biri olabilir. Son derece tuhaf, tutarsız ve biraz geri
kafalı biri olsa da. Bir çok şeyde oldukça becerikli olsa bile, tam tersi olduğu
yönleri de var.
Hayır, ben başkalarına böyle kelimeler
edebilecek durumda değilim.
Elbet bir gün, düzgünce soracağım. Şu an
neler sorabilirim hakkında hiçbir fikrim yok, fakat eminim ki bir gün
soracağım.
ꕥ ꕥ ꕥ
Okulun girişinde Yukinoshita ve Yuigahama
ile ayrıldım ve bisikletimi park ettiğim yere doğru yöneldim.
Güneş neredeyse batmak üzereydi ve buz gibi
soğuk rüzgar okul binalarının aralarındaki açıklıklardan esiyordu. Okul çok
sessizdi, sanırım diğer kulüpler günlük etkinliklerini bitirmişti.
Okul bahçesindeki bisikletlerin park
edildiği yere gidiyordum ve bir anda “Heeeey” diye bağıran bir ses duydum.
Arkama döndüm ama kimse yoktu.
“Yukarı bak!”
Söylendiği gibi başımı yukarı çevirdim.
Baktığım yer öğrenci konseyi odasının yakınında olan bir yerdi ve oranın
penceresinde Yukinoshita Haruno elini sallıyordu.
“Hey, beni bekle,” dedi hızlıca ve sonra
gözden kayboldu.
“Bu kız ne yapmaya çalışıyor...?”
Tam da düşündüğüm gibi: Bu kızın
daha ne kadar boş vakti olabilir ki? Sonra o pencerede bir başkası
göründü. Biraz daha iyi bakınca bunun Isshiki Iroha olduğunu anladım. Başını
eğdi, bir gülümseme ile elini salladı ve perdeleri kapadı. Bu kızın
derdi ne...?
Neler döndüğünün merakı içinde pencereye
bakıyorken fazla vakit geçmeden ayak sesleri duydum. Geldiği yöne döndüğümde
Haruno-san bana doğru koşuyordu.
“Offf, Shizuka-chan ve Iroha-chan ile
konuşmaya dalmışım, çok geç kaldığımın farkında bile değildim.”
Nefes nefese kalan Haruno-san görünüşe göre
buraya koşarak gelmişti. Sonrasında etrafta göz gezdirdi.
“Yukino-chan nerede? Birlikte değil
miydiniz?”
“Trene yetişmek zorundaymış.”
“...Ha, öyle mi. Boş yere beklemişim
desene.”
Az önce konuşmaya dalmış olan sen değil
miydin? Bu insanın birilerini asıl bekleme sebebinin onları yakalamaya çalışmak
olması çok korkunç...Muhtemelen akademi ve kariyer etkinliği
bittikten sonra Haruno-san bizim çıkışımızı görmek için okul bahçesine bakarken
aynı zamanda odada ısınıyordu. Eminim ki Isshiki biraz zaman geçirmek için onu
tutmuştur. Bu benim hatam olmadığı halde her nedense özür dileyesim
geldi...
Sanki beni yanına alır gibi Haruno-san
hemen dibimde durdu ve omuzlarımı sıvazladı. “O zaman istasyona kadar bana
Hikigaya-kun eşlik edecek.”
“Ne?”
Haruno-san benim tepkime tatmin olmadı ve
elini beline koydu, somurtuyordu. “Ne yani, bu geç saatte bir kızı eve yalnız
mı göndereceksin? Eşlik etmek bir centilmenin görevidir!”
Bu geç saate kadar dışarıda olduğun için
bunun tek suçlusu sensin... Tam bu cümle ağzımdan çıkıyorken onu
yuttum. Daha doğrusu nefesimi yuttum gibiydi.
Haruno-san kolumu tuttu ve sanki gizli bir
şeyler söyler gibi dudaklarını kulağıma eğdi ve fısıldadı, “Benim gibi güzel
bir kız ile eve dönme fırsatı hayatında fazla eline geçmez!”
Bzzt, kaynağının soğuk kış mevsimi
olamadığı soğuk bir titreme başımdan aşağı süzüldü. Panik içinde bir adım
geriye attım ve Haruno-san eğlence içinde kahkahalar attı... Bu kız
benimle dalga geçiyor. Isshiki veya Komachi'nin yaptıklarından
farklıydı, Haruno-san'ın yaptığı şey şeytanlar kralı seviyesindeydi. Ve
bilindiği üzere şeytan kralından kaçamazsın.
Kızarmış yanaklarımı elimle yelledim ve
bisiklet park yerini işaret ettim.
“Benim için sorun yok... Ama önce gidip
bisikletimi alayım.”
“Olur, gel birlikte gidelim.” Haruno-san
cevabını verdi, yanıma sokuldu ve yürümeye başladık.
Vakit daha da ilerlemiş ve hava tamamen
kararmıştı. İstasyona giden yolda bir park ve dar sokaklara benzeyen belli
belirsiz yerler vardı.
Japon toplumunda yaşayan bir adamın yaşlar
arasındaki farktan ve cinsiyet durumundan gelen saygıyı kabullenip bayanlara
öncelik tanıdığı durumlar da oluyor. Mesela ben yaşlı bayanlara oranla daha
önemsizim. Daha da eklemek gerekirse kız kardeşim gibi benden daha küçüklerine
de zayıfım. Biraz daha eklemek gerekirse, bir erkeğin karşısında güçlü
davranamıyorum. Bu da demek oluyor ki ben bütün insanlığın karşısında zayıf
olanım.
Bisiklet park yerini geride bıraktık ve
okulun yan kapısından çıktık. Bisikletimi yanında ittirerek Haruno-san ile
birlikte şehrin derinliklerine ilerledik.
Tren istasyonu çok uzakta değildi. Parkın
yanındaki özel sitelerde hala ışıklandırmalar vardı, sanırım bunlar Noel'den
kalanlardı ve sayelerinde karanlık sokak biraz aydınlanıyordu.
Kendisine eşlik etmemi teklif eden o olması
rağmen bunca zamandır sessizdi. Tabi ki ben hiç ses çıkarmıyordum ve sadece
sokaklardan geçen arabaların sesleri, evlerden çıkan ufak tefek sesler, esen
soğuk kış rüzgarının sesi ve bizim ayak seslerimiz duyulabiliyordu.
Fazla vakit geçmeden hafifçe eğimi olan bir
yokuşun başına geldik ve Haruno-san ilk defa ağzını açtı.
“Hikigaya-kun, sen ne tercih ediyorsun?”
“Sözel seçeceğim.”
“Ha, anladım. Öyle ya sen hep kitap
okursun. Seni Edebiyatçı Çocuk seni.”
“Yok, hayır, ben her zaman... Evet öyle.”
Evet öyle ya Haruno-san ile tanıştığım
zaman da kitap okuyordum. Ben kitapları sadece okuyorum çünkü dışarıda
garipsediğim şeylere bakmak istemiyorum... Bu sadece benim kitaptan yapılma
savunma duvarım gibi bir şey. Aslında çok malca bir sebepten dolayı kitap
okuduğum için, Haruno-san'dan gözlerimi kaçırdım.
Haruno-san yarım adım öne çıktı, yandan
bana doğru eğildi ve yüzüme baktı.
“Ne tür kitapları okursun?”
“...Genelde tür seçimi yapmam, ama mesela
yabancı kitapları okumam.”
“Mmhmm. Peki ya Akutagawa veya Daizai'yi
okudun mu?”
ꕥ İkisi de kitap isimleri, ve sanırım bunlar
uzun kitaplarmış.
“Büyük kısımını okudum, ama... daha çok
genel edebiyat kitapları okumaya eğilimliyim.”
Açıkçası kendimi hazırlayıp içine girsem
edebiyat denen şeyin, belki daha çok eğlenceli olur, fakat öbür türlü benden
çıkan tek gereksiz ifade ancak “Vay be! Edebiyatım çok iyi! Yazar olarak ünlü
olurum belki! Bu kesinlikle çok iyi bir şey, beş yıldız veriyorum!” gibi şeyler
olurdu. Bu noktada Light Novel gibi içinde eğlence barındıran şeyler ağır
eleştirilere maruz kalırdı, fakat yine de pek bir içerik vaad etmeyen Light
Novel'ler bile oldukça eğlendiriciler. Light Novel en iyisi! Eğlenmek için ne
de kötü bir yol...?
Bunları düşünüyorken hemen yanımda yürüyen
Haruno-san söylediklerimi başıyla onayladı. Sonra konuştu.
“Peki o zaman edebiyat bölümü sana pek
uygun olmaz. Bence senin için soysal eğitim veya bunun gibi şeyler daha
eğlenceli olur,” dedi Haruno-san.
Bana bunları dediğinde ağzım açık kaldı. Bu
noktadan sonra bana eğitim tavsiyelerinde bulunuyordu. Fakat ben kendimi bu
havada hissetmiyordum, yine de samimice ve iyi tavırlı olduğu için dediklerini
bir kenara yazacağım.
“…Teşekkürler.”
“Teşekküre değmez bile.” Haruno-san güldü
ve sonra boğazını temizledi. “Peki ya Yukino-chan'dan ilgilendiği bölüm
hakkında bir şeyler duydun mu?”
Vay anasını, asıl konuşmak istediği konu
buymuş! Teşekkürüme yazık oldu...
“Hayır, neyi tercih edeceğini bile
bilmiyorum.”
“...Demek kendine gelince söylemiyor.
Hikigaya-kun sormayı sakın unutma, tamam mı?”
Sırtıma bir tane yerleştirdi. Şey,
sormamı istesen bile... Fakat git ve kendin sorsana diyemedim.
Yukinoshita'nın ona düzgünce bir yanıt vereceğinden şüpheliydim ve bir de ben
şahsen sormadığımdan dolayı yapmadığım bir şeyi başkasına git ve yap
diyemedim.
“Bir daha gördüğünde sormayı unutma sakın,”
dedi Haruno-san lafın gelişi. Sonra sanki bir şey hatırlamış gibi “Ah” çekti.
“Peki Hayato'ya tercihini sormayı denedin mi?”
“Evet ama bir şeyler dediyse de tercihini
söylemedi.”
“Ohh. Demek Hayato söylemedi...”
Haruno-san gözlerini benden aldı. Biraz
daha ilerleyince istasyona açılan ana cadde gözükmeye başladı. Fakat Haruno-san
yoldan geçen insanları izlemiyordu. Onun dar, güzel şekle sahip gözleri içinde
bulunduğumuz ana bakıyor gibi görünmüyordu.
“Anladım. Demek Hayama da bir şey umuyor.”
“Neyi?”
Konuşması bana sesleniyor gibi durmuyordu,
yine de refleks olarak sordum. Bir zaman geçtikten sonra Haruno-san bana baktı
ve etkileyici bir gülümseme yaptı.
“Birilerinin bulması, mesela.”
Belli bir süre pozunu devam ettirdikten
sonra, biraz hızını arttırdı ve önüme geçti. Kırmızı ceketinin uçlarını
silkeledi ve arkasını döndü.
“Buradan sonrasını kendim giderim. Zaten
iki adım sonrası istasyon. Bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim.”
“Peki, görüşürüz o zaman...”
Nezaketen başımı eğmek üzereyken,
Haruno-san işaret parmağını yüzümün hemen önüne getirdi ve canlı bir ses
tonuyla konuşmasını sürdürdü.
“Yukino-chan'a sormayı unutma sakın. Tekrar
görüştüğümüzde cevapları karşılaştırırız.”
“Sen buna cevapları karşılaştırmak mı
diyorsun...? dedim.”
Haruno-san işaret parmağını yanağıma daldırdı.
“Ayrıntıları kafana takma. Hadi görüşürüz!”
Ellerini salladı hafiften ve kibarca
yürüyerek uzaklaştı. Daldırılmış yanağımı elimle sıvazlarken Haruno-san'ın
gidişini izledim. Hiçbir yöne dönmeden ilerliyordu ve bir zaman sonra insan
yoğunluğu tarafından yutuldu.
Fakat bu insan kalabalığının arasında bile
Yukinoshita Haruno hala açıkça görünebiliyordu.