19.06.2020
Yine de Miura Yumiko bilmek istediğini hissediyor.
Çevirmen: Forevertr3
Dersler bittikten sonra okul binası kuru
ayaz gibi soğuktu. O maili aldıktan sonra birkaç gün geçti ve kışın daha da
ortalarına girdik.
Aslında bu vakte kadar açık ve sıcak olan
hava, güneş batar batmaz birden sıcaklığını düşürdü.
Ayrıca soğuk rüzgar esiyordu.
Deniz kıyısından gelen soğuk kış rüzgarı
okulumuzun konumundan dolayı büyük bir binaya çarpmadan direk içeri giriyordu.
Tabi bir de Chiba Bölgesi'nin Japonya'daki en alçak yeri olması durumu da var.
Burası iyi havalandırılan bir bölge olmalı. Bu sebeple genç insanların
evlerinde daha aktif olduğu bir bölge burası. Ne ki şimdi bu? Sanki Siyah
Şirkete reklam yapacak adam aranması gibi. Kendimi Tokyo'nun yatak kenti olan
Chiba'nın birleşmiş köleler besleme yeri olacağına inandırmışım. Ne
tuhaf!
ꕥ Siyah Şirket işçilerini haddinden fazla
çalıştırıp onların güvenliğini bile önemsemeyen şirketler için kullanılırmış.
ꕥ Bir yerin yatağı olmak diğer ilçenin
sakinlerinin çoğunlukla çalışmak için tercih ettiği benzer ilçeye denir. O ilçe
diğer ilçenin yatak kenti olması denir.
Fakat on yedi yıldır Chiba'nın bir yerlisi
olarak, bedenim bile bu dondurucu soğuklara alışmış gibi. Bunun sayesinde
toplumdan gelebilecek her türlü kötü eleştirilere de alıştırmışım kendimi.
Rüzgar kuvvetli estikçe atkımı daha da
sıkıyordum. Gözlerimi ileride ki futbol kulübüne çevirdim.
Okulun özel binasına gömülmüş olan bisiklet
park alanının yanında futbol kulübünün antrenmanlarını bitirmelerini
bekliyordum.
Önceki gün konuştuğumuz gibi Hayama'nın
kariyer yolu tercihini soracaktım. Bir kaç gündür uygun bir zaman gözlüyordum,
fakat kulüptekiler ile eve döndüğünden birebir durum yakalayamadığım için geri
dönüyordum.
Ah be, kulüp odamız ne kadar sıcaktı öyle,
dışarısı buz gibi.
Onlar kulüp odasını temizliyorlarken ben de
pencereden futbol kulübünü izliyordum. O sırada dışarı çıkmaya karar vermiştim
fakat görünen o ki çok erken çıkmışım. Daha ısınmalarını bile yeni yapıyorlar.
Bitmesini bekliyorken soğuktan dolayı
kendimden geçtim ve kolumu biri çekiştirene kadar hafifçe olduğum yerde
çömelmişim.
Arkamı döndüm ve kedimsi tüylü bir şey
kahve kutusu tutuyordu.
“Buyur al.”
Bu sese yanıt olarak başımı kaldırdım,
elinde takılı kedi eldivenleri ile Yukinoshita bir kutu MAX KAHVE tutuyordu. Demek
hemen de kullanmaya başlamış eldivenleri...?
ꕥ Aslında biliyorsunuzdur da bu Vol'da ilk
defa karşıma çıktığı için ekledim. Hikigaya'nın hep içtiği kahve.
“Ohhh, teşekkürler!”
Kutuyu elime aldığıma ne kadar
sevindim. Çooooook sıcak! El ısıtıcısı kullanıyormuş gibi
MAX KAHVE'mi kullanıyordum.
ꕥ Ben bizim ülkede görmedim ama eli ısıtmak
için rulo şeklinde bir cihaz varmış.
Yukinoshita kedi eldivenleriyle yanaklarına
dokunurken, Yuigahama ellerini arkada birleştirmişti. Bu ikisi durumu kontrol
etmeye gelmişti. Fakat görüldüğü üzere Hayama'nın kulüp antrenmanı bitmedi.
Sanki içinde mürekkep olan bir kaptaki gibi
kararmaya başlayan gök yüzüne baktım ve dedim ki, “Ben hallederim siz gidin.”
“Fakat her şeyi sana yığamayız...”
Yuigahama şaşırdı ve Yukinoshita ne der
acaba diyerek ona baktı. Yukinoshita başıyla onayladı.
Başımı titrettim. “Gerek yok hem böyle
yalnız sormam daha iyi olur, muhtemelen. Siz etrafımda olursanız işi
zorlaştırmış olursunuz.”
Yukinoshita'nın böyle bir yerde Hayama ile hele
bu zamanlarda birlikte görülmesi iyi bir fikir olmazdı. Şu dedikoducu kızların
olan ve olmayan şeyler hakkında konuşmaya başlamaları için yeterince makul bir
neden oluştururdu. Fakat onlara bunu böyle direk söyleyemezdim ve bahane
uydurmuştum.
Yukinoshita elini çenesine götürdü ve biraz
düşündükten sonra başını kaldırdı. ”Evet... Öyle ama...”
“Ben hala kendim bizzat sorsam daha iyi
olur diye düşünüyorum.”
“Peki o zaman. Ama yine her şeyi sana
yıkmış olduk...”
“Yo yo sıkıntı yok. İş iştir yapacak bi şey
yok.” Bu ikisi bana endişe ile baktı ve ben de onlara sarhoşça bir ses tonu ile
cevap verdim.
Yukinoshita gülümsedi. “Senden
beklenmeyecek sözler.”
Ciddi misin? İçimden gelen ve kendimce duruma itiraz eden bir gülümseme ile başımı
eğdim. Yuigahama da çoktan eve gitme kararını almış gibiydi ve omuzlarına asılı
çantasını düzeltti.
“Peki, yarın görüşürüz.”
“Evet, görüşürüz.”
Hafiften ellerimi okulun kapısına doğru
ilerleyen bu ikisine doğru salladım ve gözlerimi tekrar futbol kulübüne
çevirdim. Sonunda antrenmanları bitmiş ve kulüp odasına doğru gidiyorlardı. Ah,
doğru. Doğru ya, üstlerini kulüp odasında değiştirecekler sanırım. Belki de duş
almaya gidiyorlardır. Daha önce spor ile alakalı bir kulüpte bulunmadığımdan
dolayı ne yapacaklarından emin değilim...
Sanırım biraz onların tarafına geçsem iyi
olacak. MAX KAHVE'mi son damlasına kadar
yudumlarken kulüp odasının hemen yanında bulunan okulun yeni binasının duvarına
yaslanmıştım.
ꕥ ꕥ ꕥ
Güneş ufuk çizgisinden tamamen kaybolduktan
sonra hava çok daha çok soğuk hissettirdi kendini. Yine de onları izlemeye
devam ediyordum ve odadan çıkmalarını bekliyordum.
Fakat hava çok soğuktu... Bir işim olabilir ama neden Hayama'yı beklemek zorundayım ki? Ona direk
sormak yerine onun koruma meleği ile röportaj yapamaz mıyız?
ꕥ Koruyucu melek ile röportaj--> Bir kitap
serisi ismidir. Kitapta yazarın birinin koruyucu meleğini çağırıp onunla
röportaj yaptığını anlatıyormuş kitap.
Kalbim çoktan kırılmıştı. Çok soğuktu,
ayaklarım buz tutmuştu... Burada durduğumdan beri odadan kimsenin çıkacağına
dair bir işaret yoktu. Ben Doğuştan Sınırlı Alan özelliğimi falan
aktifleştirmeyi bile düşündüm...
ꕥ Doğuştan Sınırlı Alan--> Fate
izlemediğim için böyle bir çeviri yaptım. Fate de özel bir yeteneğin adıymış,
dünya ile bir yumurta arasında kendini çiftliyor muymuşsun gibi bir şeymiş.
İnternetten bakın derim, yada fate izleyenlere sorun derim.
Fakat bunca bekleyişe değmişti. Futbol
kulübü üyeleri bana doğru geliyordu.
Ne yazık ki Hayama onların arasında değildi.
Neden orada değilsin...?
Yaslandığım duvardan ayrıldım ve etrafa
bakındım. Sonra o gruptan birini çağırdım. Uzaktan bile o kahverengi saçıyla
tanıyabileceğiniz neşeli haliyle Tobe'yi çağırdım.
“Ohh ahbap. Hayırdır, noldu?”
Beni samimice ellerini sallayarak karşıladı
ve ben de elimi kaldırdım.
“Hayama nerede biliyor musun?”
“Hayato-kun...? Şu an bir şeyler ile
meşguldü ama,” dedi Tobe ve etrafta gözlerini gezdirmeye başladı.
Ben de onun gibi gezdirdim ama Hayama
hiçbir yerde görünmüyordu.
“Burada değil demek?”
“Yok burada olmadığından falan değil.
Burada yani buradaydı?”
Tobe belli belirsiz bir şeyler
saçmalıyordu. Bir karar ver. Cidden acı çekiyor...
“Eğer burada değilse şansın yokmuş...
Tamamdır ben kaçar.”
Biraz da olsa, bu kadar bekledikten sonra
eli boş döneceğime tatmin olamıyordum, fakat hiç denemeseydim daha başlamadan
elim boş olurdu. Neyse eve dönsem iyi olur. Kumarda kayıplarını azaltmak oyunun
temelidir. Burada yaşama kumar diyebiliriz. Cidden neden hayatım hep
kayıplarımı azaltmak ile geçiyor?
Tobe'ye veda ettikten sonra bisikletimi
park ettiğim yere doğru ilerledim.
“…Ah!”
Arkamdan Tobe'nin sesini duyduğumu
zannettim fakat hiç umursamadım ve yoluma devam ettim.
Ve sonra okulun arkasında Hayama'yı
buldum. Nereden bilecektim ki? Hala buradaymış ya. Sanırsam Hayama
okulun ön çıkışına giden yolu değil de okulun yan kapısına giden yolu
kullanıyormuş.
İleriye doğru adım atarken onunla nasıl
konuşma başlatacağımı düşünüyordum, fakat aniden durdum.
Çünkü aydınlatma direğinden saçılan turuncu
ışığın ulaşabildiği en uç sınırlarında Hayama'dan başka birinin orada olduğunu
gördüm.
Refleks olarak kendimi okul binasının
duvarlarından birinin arkasına saklandım. Öyle duvara yapıştım ki zemininin
soğuğu iyice içime işliyordu.
Havanın karanlığından dolayı Hayama ile
konuşanın kim olduğunu çıkartamadım. Fakat yapısına bakarak o kesinlikle bir
kızdı. Ayrıca “Aniden çağırdığım için özür dilerim” diyerek konuşmasına
başlarken kullandığı ses tonuna bakarak ve rüzgardan dolayı ancak duyabildiğim
konuşmanın devamından yola çıkarak büyük ihtimalle bizimle aynı yaşta bir
kızdı.
Kız kapalı mavi ceket ve kırmızı atkı
giyiyordu. Boynundaki atkıyı elleriyle sıkıyorken gözlerini de yukarı dikmişti
ve Hayama'nın yüzüne bakıyordu. Aramızdaki uzaklığa rağmen kızın incecik
omuzlarının heyecandan titrediğini görebiliyordum.
—-Ahh, neler oluyor burada.
Tobe'nin neden böyle kaçamak konuştuğunu
anladım şimdi.
Kız ufak bir nefes aldı ve sanki kendini
hazırlıyormuş gibi ceketinin yakalarını tuttu.
“Şey... Arkadaşlarımdan duydum da,
Hayama-kun şu sıralar biriyle çıktığın doğru mu?”
“Hayır, değil.”
“Peki o zaman benimle...”
“Özür dilerim fakat şuan kendimi hazır
hissetmiyorum.”
Sesleri oldukça alçak çıkıyordu ve
konuşmalarını ancak buraya kadar duyabildim.
Bu noktadan sonra daha da bir şey duymadım.
Eminim ki son duyduklarım son sözleriydi.
Sesler olsun veya olmasın, olan biteni
anlamıştım.
Bu ortamın gerilmesinden çok daha uzak bir
ümitsizlik duygusuydu ve memnuniyet söz konusu değildi. Hayama ile o kız
arasında oluşan ve dikkatleri üzerine çeken bu ortam, soğuk kış gökyüzüne
benziyordu ve son zamanlarda bir kere daha görmüştüm.
Bu Noel zamanında Destinyland'a
gittiğimizde Isshiki Iroha ile Hayama Hayato arasında geçen ortam ile aynıydı.
Fazla sürmeden veda konuşmasına benzeyen
bir iki kelime daha ettiler. Kız hafiften ellerini salladı, arkasını döndü ve
uzaklaştı.
Hayama'nın omuzları kızın gidişini izlerken
yavaşça düştü. Derinden bir nefes aldı ve yüzünü kaldırdı. Ve o anda onun görüş
alanına girdim.
Hayama güldü fakat mahçupluktan, utançtan
veya eğlenceden bile değil, sadece pes etmişti. “Sanırım çok tuhaf bir durumda
yakaladın.”
“Ahh,şey, hmmm... Özür.”
Yanına kendisi çağırmış olduğu için tüm
girişkenliğimi kaybetmiştim. Cevap olabilecek bir şey söyleyemedim. Hayır, eğer
ilk konuşan o olmasaydı eminim onu nasıl yanıma çağıracağımı bilemeyecektim. Az
önce kız tarafından reddedilmiş olsaydı belki bir-iki öneri verebilirdim fakat
reddeden o olduğu için ne diyeceğimi bilemedim.
Benim duraksamalarımı görünce Hayama gülümsedi. “Merak etme. Bugün
kulübümdekiler de benim hakkımda bayağı düşünceliydiler.”
Öyle bir söyledi ki görsen son günlerde
böyle şeyleri bir çok sefer yaşamış zannedersin.
“Ha... Zor geliyor olmalı.”
Samimi olarak söyleyebileceğim başka lafım
yoktu. Hayama Hayato'nun aşk hayatına ne ilgim vardı ne de onun birçokları
tarafından ilgi duyulmasına karşı duyduğum bir kıskançlığım vardı. Belki de
onla hafiften iğneleyici şakalar ile dalga geçebilirdim, fakat ne yazık ki
onunla o kadar yakın değiliz.
Bir anlığına Hayama'nın dudakları haddinden
fazla yukarı kıvrılmıştı ve öyle bir gülümsüyordu ki sanki nefes alamıyormuş
gibi veya acı çekiyormuş gibi.
Fakat hemen sonrasında hafiften başını
titretti ve normal gülümsemesi ile bisikletleri park edilen yere doğru
hareketlendi. Ben de onu takip ettim.
“Muhtemelen Yukinoshita-san benden daha
kötülerini yaşıyordur.”
“Ne? Yukinoshita? Neden?” Adını söylediği
anda aniden sordum.
Arkasına dönmeden Hayama kabaca konuştu.
“Çünkü başka insanların yaşamlarına karışmayı seven çok insan var. Belki de
sadece meraklarını gidermek istiyorlar fakat bunları sadece uğraş olarak
görenler var.”
Hayama'nın ses tonu normal halinden daha
keskindi. Şu anki halini her zaman nazikçe gülümseyen o insan ile
bağdaştıramıyorum.
Fakat son zamanlarda ortada dolaşan
dedikodudan bahsettiğini biliyorum.
Eminim ki az önceki kızın Hayama'ya çıkma
teklifi ettiğinin nedeni yine bu dedikodudan olmalı. Kızın arkadaşları
dedikoduyu bahane göstererek onu teşvik ettiler. Muhtemelen geçen birkaç gün
böyle şeyler çokça olmuştur.
Hayama yürürken dönüp bana baktı. Özürler
içindeki hali ve düşmüş kaşları ile Hayama aydınlatma direğinden saçılan ışık
ışınları ile parıldıyordu.
“Yukinoshita-san için de sorun oluştur
olabilir. Rica etsem benim yerime ondan özür diler misin?”
“Kendin dile.”
“Ben de öyle yapmak isterim fakat bu
zamanda onun yakınına gidemem... Eğer yaparsam düşüncesizce saçma sapan
dedikodular yayacak yeterince insan var. Böyle olacaksa özür dilememek bile
daha iyi.”
Konuşmasından yola çıkarak daha önce de
böyle şeyler olmuş gibiydi. Geçmişinde yaşadığı deneyimlerini anlatıyormuş gibi
hissettim.
Ve muhtemelen bu deneyimleri yalnızca o
yaşamadı. Diğeri de bu deneyimi yaşamış olmalı.
Kafamdan bu düşünce geçince aniden durdum.
Fakat bir şekilde yeniden ayaklarımı hareket ettirip adım atmaya başladım.
“Alışıkmış gibi duruyorsun... Daha önce de
böyle bir şey yaşadın mı?”
“......Onu geç de, diyeceğin bir şeyler var
gibi?”
Sorduğumda Hayama omuzlarını silkti ve
aniden tamamen farklı bir konu açtı. Bunu yapması daha fazla bu konu hakkında
durmayalım demek için yeterliydi.
Ve yine bu dediklerim sormamam gereken
şeylerdi. Önceki konuyu daha da açmam uygun olmazdı ve konuşmaya devam ettim.
“Şey, o kadar da önemli değil. Sadece bir
şey soracaktım... Mesela kariyer yolu tercih,” dedim.
Hayama mırıldandı, “Bu mu?” ve alaycı bir
şekilde gülümsedi. “Birileri sormanı falan mı istedi yoksa?”
“Hayır, sadece danışmak için.”
Miura'dan gelen bir istek olduğunu
söyleyemem. Durmuş cevap düşünüyorken Hayama bir iç çekerek yürümeye başladı.
“...Yoksa... işinden dolayı mı?” Söylediği
kelimeler çok soğuktu ve onlara karşı küçümseme yaptığına dair izler taşıyordu.
Hayama'nın yüzüne bakamadım. Sadece sımsıkı yapıp yumruk şekline getirdiği
ellerini görüyordum. “Her zaman olduğu gibi yine aynısın.”
Söylediği kalıp kelimeler direk üzerime
esen rüzgara rağmen açıkça duyuluyordu. Rüzgar her estiğinde galvanizlenmiş demir
çatı gıcırdıyordu ve bakımsız, paslanmış bisiklet takırdıyordu.
ꕥ Galvizlenme--> Demir çatılarda üzerine
çinko kaplama yapılması.
Bunlar hiç hoşnut olunmayacak seslerdi ve
konuşurken kullandığım ses tonumu keskin hale getiriyorlardı.
“Daha önce de dediğim gibi kulübümüzün işi
bu. Gönüllüler Kulübü.”
“Anladım. Peki benim de bir isteğim
olacak?” diye sordu Hayama ve durdu. Beni karşısına alacak şekilde döndü.
“Böyle her işe burnunu sokmaktan vazgeçer misin?”
Gülümsemiyordu. Sımsıkı yaptığı yumruğunu
normal haline getirmişti. Ses tonu tekdüze ve güçsüzdü. Buna rağmen sesi hiç
bir rüzgara yakalanmadan sessizce yankı yapmıştı.
Cevaplayabileceğim veya devamını getirebileceğim
bir kelime bulamıyordum, üzerimize sessizlik çökmüştü.
Fakat bu çok az sürdü.
Hayama hemencecik gülümsedi ve sonra alay
eder bir ton ile sanki şaka yapmış gibi devam etti. “...Böyle bir şekilde
sormuş olsam ne yapardın?”
“Ne mi yapardım...? Onu o zaman düşünürüm.”
“…Öyle mi.”
Bu noktadan sonra bisiklet park yerinin
önüne gelene kadar daha da konuşmadık. Hayama durdu ve okulun çıkış kapısını
gösterdi.
“Ben arabayla eve gideceğim.”
“Peki madem.”
Bunu bir veda cümlesi olarak söyledim fakat
Hayama tınlamadı bile.
Yaptığı tek şey gök yüzüne bakmak oldu.
Acaba yukarıda gördüğü bir şey mi var
diyerek ben de yukarı baktım.
Yine de görebildiğim tek şey ışıklar
altında kararmış okul binası ve aydınlatma direklerinden çıkan ışığın
pencerelerden yansıyıp oluşturduğu parıltılardı. Ay ve yıldızlar daha
belirmemişlerdi, tüm bu parıltılar yapay ışıktan geliyordu.
Sonra Hayama aniden konuyu hatırlayarak
konuşmaya başladı. “Önceki sorduğun soruda, yanıtı senin hayal gücüne
bırakıyorum. Senden kim böyle bir şey yapmanı istedi bilmiyorum fakat...
üzerinde hiç düşünmeden bir seçim yaparsan kesinlikle pişman olursun.”
Hayama yürüyerek uzaklaştı.
Karanlık yerlere doğru gitti, aydınlatma
direklerinin ışıklarının ulaşamadığı karanlık yerlere. Biliyordum bu yön çıkış
kapısına gidiyordu fakat bir an için de olsa, nereye gittiğinden emin değildim.
Söylediği kelimeler burada olmayan birine
söylenmiş olması gerekiyordu.
Öyle olmuş olması gerekiyorsa da, bu
kelimeler herhangi birilerine söylenmiş gibi hissettirmiyordu. Ne tuhaf...
ꕥ ꕥ ꕥ
Okulda günlerimi geçirirken herhangi bir
temeli esas almadan Hayama Hayato adlı şahsın yaşadıklarını ve alışkanlıklarını
düşünürken tek bir şey fark ettim.
Bu Isshiki Iroha'nın kaygılarının boş
olduğudur.
Isshiki'nin daha önce kulüp odamızda söyledikleri
gibi. Son zamanlardaki dedikodu Hayama'nın çevresindekiler ile ilişkilerini
etkiliyor.
Hayama ve Yukinoshita hakkındaki dedikodu,
sınıflardan koridorlara kadar her yere yayılıyordu.
Bu ikisinin okuldaki ünlü kişiler
olmasından dolayı bu durum çok doğal.İkisi de hem erkeklerden hem de kızlardan
aynı ilgiyi görüyorlar.
Teneffüste sınıfımda oturuyorken bile
sınıfımdakilerin Hayama'ya sık sık baktıklarını görüyorum.
Arka çaprazımda oturan kızların
muhabbetleri çok net duyuyordum.
“Sence ne kadar doğrudur?”
“Bilmem ki. Fakat çok merak ediyorum
doğrusu. Belki de ciddi ciddi çıkıyorlardır, olamaz mı?”
“Fakat 2-E sınıfındakilerden bazı kızlar
doğru olmadığını söylüyor.”
“İyi de, doğru olduğunu söyleyip ortalığı
kızıştırmak istemiyorlardır belki. Çok nazik kızlar onlar.”
“Aynen ya aynen! Var ya komik ya.”
Her ne kadar isim vermeseler de muhtemelen
Hayama ve Yukinoshita hakkında olan dedikodudan bahsediyorlardır.
Asılsız dedikodu hakkında konuşmak yerine
öylesine muhabbet malzemesi yapıyorlardı. Tek sorun dedikodunun cidden insanı
meraka sürüklemesi. Bu yüzden dedikodu üzerine yoğunlaşan çok insan var.
Dırdır etmek , dırdır etmek , dırdır melon on
yedi yaşındaki kızların tüm öfkesidir ve eğer bunlar okullarındaki tanınmış
kişileri ilgilendiriyorsa bir numaralı muhabbeti edilecek konu halini alır.
ꕥ Dırdır Melon(Oshaberi Melon ) Kikuko Inuoe'nin radyosunun adı.
İsimlerini bilmediğim bu kızlar
konuşmalarına devam etti.
“Fakat çok şaşırdım. Yukinoshita-san pek
çaktırmasa da, o da Hayama-kun'nın tipine hayran gibi?”
“Ohh, anlıyorum kesinlikle anlıyorum.
Birbirlerini görmeden çıkıyorlar diyorsun. O da Hayama-kun'un görünüşüne
hayran.”
“Peki o zaman Hayama-kun'un da
Yukinoshita-san'ın görünüşüne hayran demek olmuyor mu?”
“Öyle gibi...”
Birbirleriyle fısıldaşarak konuşuyorlardı.
En azından onlar Hayama ve grubu sınıftayken onları düşünerekten duyulmayacak
şekilde konuşmaya çalışıyorlardı.
Fakat benim kulaklarım onları duyuyordu.
Çok sinir bozcuydu. Evet öyleydi.
Kulağı tırmalayacak şekilde konuşmaları,
uyumaya çalışırken gece boyunca çevrendeki sivrisineklerin vızıldamalarını veya
saatin tıkırdamalarını duymak gibiydi. Sadece konuşmalarını dinlemek bile
dilimi ısırmama neden oldu.
Bu dedikodu hakkında yapacağım hiçbir şey
yoktu, yine de beni tedirgin ediyordu. Bu dedikoduya karışan insanların
kimbilir kaç kat daha tedirgin olduklarını anlayabiliyorum.
Dedikodudan tamamen alakasız insanlar
istedikleri yerde saçma sapan teorilerini, çıkarımlarını, arzularını ve
kıskançlıklarını oradan oraya, tren vagonlarının birinden diğerine atlar gibi
yayabilirler.
Muhtemelen birçoğu soruna yol açmak
istemiyordur. Dedikoduyu yaymalarının tek sebebi de eğlenecek bir konu olarak
görmeleridir. Karşısına çıkıp sertçe konuştuğunda ise “Sadece dedikodu,
abartmana gerek yok” diyecekler.
Çünkü olacakları görebiliyorum, hayır hayır
daha çok bu ikisini ilk defa anladığımı düşünüyorum.
Yukinoshita Yukino ve Hayama Hayato uzun
zamandır bu tür ortamda yaşıyorlar. Üzerlerine yüklenen beklentiler ve ilgiler
ile, güzel görünümleri ve muhteşem yetenekleri yüzünden hayal kırıklığını ve
kıskançlığı tek başlarına kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Toplum içindeki ergen gençler için okul
onlara tamamen zindan. Popüler olanlar genel ilginin tam ortasında yer alan
insanlardır. Bu insanlar çok fazla sayıda insanı kendine yük edip onları
koruyup kollarlar. Ve bazen de onları cezalandırırlar. Sanki onlara her gece ve
gündüz Stanford Hapishane Deneyi yapılıyor gibi. Kendilerine verdikleri
koruma-cezalandırma görevleri ile bazen agresif oluyorlar.
ꕥ Stanford hapishane deneyi, mahkûm veya gardiyan olmanın psikolojik etkileriyle ilgili bir
incelemeydi. Yirmi dört lisans öğrencisi gardiyan ya da mahkûm rollerini
oynamak üzere seçildiler.
Mahkûmlar ve gardiyanlar çok çabuk bir
şekilde rollerine adapte oldular. Deney öngörülen sınırların dışına çıkıp
tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Birçok mahkûm
duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri "gerçek"
sadistik eğilim sergilemekten yargılandı. Mahkûmların ikisi daha deneyin
başında çıkarılmak zorunda kalındı. Kendisi dahil herkesin rolüne iyice
kaptırdığından emin olduktan sonra Zimbardo altıncı günün sonunda deneyi
bitirdi.
Arkamdaki isimsiz zindan muhafızları boş
muhabbetlerine devam etti.
Sonrasında tüm bu seslerin arasında sağlam
bir adım sesi duyulması ile kızlar birden muhabbeti bıraktılar.
Sesin kaynağına doğru döndüm.
Döndüğümde Miura bacak bacak üzerine atmış
ve tırnaklarıyla masasına vuruyordu. Yüzü Yuigahama ve diğerlerine dönüktü,
fakat gözleri buralara doğru bakıyordu.
Miura süslü püslü, iyi fiziği olan, karşı
karşıya kaldığında ise görünümü ile çok etkileyici bir kız. Fakat buraya doğru
yan bakması çok daha fazla şeyi ifade ediyordu. Şuan korkunçtu, her zamankinden
üç kat daha fazla korkunçtu. Bana direk bakmıyor olmasına rağmen kendimi başka
bir yere bakarken buldum.
Döndüğüm yerin biraz daha ilerisinde
Hayama, Miura'nın önüne oturmuştu ve ona gülümsüyordu.
Hayama ve Miura az önceki kızların
konuşmalarını muhtemelen duymamışlardı.
Bu gürültü çıkaran hareketi daha çok içten
gelen bir şeydi.
Konuşulanları duymana veya nelerin
konuşulduğunu bilmene gerek yok. Çünkü sınıf ortamında senin lehine veya senden
alakasız şeylerin konuşulduğunu hissedersin. Miura tek bir bakışla bu bölgeyi
susturmuştu.
Bir süredir konuşan bu kızlar sınıfta
duramayacaklarını anlayıp ayaklandılar ve sınıf kapısına doğru giderken hızlıca
yanımdan geçtiler. Sınıfta dedikodu yapmak ha, ne kadar da düşüncesizler.
“Çok kötü oldu sanırım? Bizi duydu mu
yoksa?”
“Bilmem ki... Acaba Miura-san dedikodular
hakkında ne düşünüyordur.”
“Kim biliiiiiiiir?”
Yanımdan geçerken sanki konuşmalarını hiç
duymamışım gibi sırama doğru iyice eğildim. Eğer böyle yapmış olmasaydım
kendimi Miura ve diğerlerine doğru bakıyor halde bulacakmışım gibi hissettim.
Suyun üzerinde dalgalanan dalgalar elbet
kaybolurlar.
Fakat aynı zamanda kelebek etkisi de
oluştururlar.
Camlara çarpan rüzgarın çıkardığı sesleri
dinlerken sabırla teneffüsün bitmesini bekledim.
ꕥ ꕥ ꕥ
Rüzgar okul sonrasında da devam ediyordu.
Soğuk, kuru rüzgar Kento Ova'sı üzerinden
esiyordu. Japon Denizi'nden gelen nemli rüzgar Ou Dağları'nın arasında sıkışıp
kalıyordu. Bulutlar dağın tepesinde duruyorken rüzgar aşağı doğru esiyordu.
Bu soğuk, kuru rüzgar üzerinde kulüp
odamızında bulunduğu koridorun camlarına çarpıyordu.
Yine de kulüp odamızın içerisi nemli ve
sıcaktı. Odadaki nemin kaynağı hemen önümde duran çaydan kaynaklanıyordu.
Çayımdan bir yudum aldım ve biraz
rahatladım. Sonra dedim ki, “Hayama-san beni alt etti...”
En başta “Ben sorarım!” demiş olmama rağmen
eli boş döndüğümden dolayı özür diler havasında söylemiştim. Günün raporunu
sunduktan sonra Yuigahama acı bir şekilde gülümsedi.
“Şey... Böyle bir şey olacağını biliyordum.
Hayato-kun son zamanlarda biraz bozuk atıyor... Merak etme Hikky, senin hatan
değil.”
Şuan teselli ediliyorum... Yuigahama'dan
sonra Yukinoshita da alaycı şekilde gülümsedi.
“En başından beri bir şeyler ummuyordum
zaten bu yüzden kafana takmana gerek yok.”
Bu sözleri her nedense teselliymiş gibi
gelmiyordu, fakat sesinde nezaket içeren bir ton vardı diyebilirim.
Fakat bundan sonraki duyduğum ses tamamen
hayal kırıklığı içeriyordu.
“Cidden hiç hiç işe
yaramıyorsun senpai.”
Niye iki kere tekrarlıyorsun ki? İki kere
ölmemi falan mı istiyorsun?
“Ve sen niye yine
buradasın?” Isshiki'ye baktım.
Isshiki elindeki plastik bardağını masaya
bıraktı, yakalarını düzeltti, etek uçlarını kavradı, kaküllerini düzeltti
ve daha düzgün bir şekilde oturdu.
“Ben buraya ciddi bir şekilde danışmaya
geldim,” dedi Isshiki, çok ciddi söylemişti.
Fakat o doğrulmuş yakalardan gelen köprücük
kemikleriyle attığı o bakışı ile elleriyle kavradığı eteği aklımı çelmişti, ve
bakımlı kakülleri ile de yaptığı bakış daha bir kuvvetleniyordu. Bunlar onu hiç
de ciddi göstermiyordu.
Bir an için tüm dikkatimi almıştı benden,
fakat kafamı boşalttım ve Isshiki'ye bakmayı kestim, birazcık pişmanlık
hissediyordum. Böyle oyunlara gelmem ben...
“Eğer öğrenci konseyi ile alakalı ise artık
sana yardım etmeyeceğim.”
“...Oh, tamam.” dedi Isshiki hüzünlüydü
biraz.
Sanki lafından sonra dilini ısırmıştı,
fakat bana öyle geliyor olmalı, değil mi? Irohasu?
Bizi izleyen Yukinoshita boğazını
temizledi. “Bunca yolu sadece yardımlarımızı istemek için gelmiş olamazsın,
yanılmıyorum değil mi?”
Bu gülümseyerek konuşmasında baskı yaratıyordu.
Ses tonu çok yumuşak olsa da baştan aşağı titretiyordu insanı. Isshiki derhal
duruşunu düzeltti.
“T-Tabiki! Şaka yapıyordum! Ben işimi gayet
iyi yapıyorum!”
“Peki, burada bulunma sebebin nedir?” diye
sordu Yukinoshita, Isshiki'nin tutumunu gördükten sonra iç çekerken.
Yuigahama hemen araya girdi. “Iroha-chan
muhtemelen Hayato-kun'un seçimini merak etmiş ve bize sormaya gelmiştir, değil
mi?”
“Aynen öyle Yui-senpai! Evet bu sebeple
buradayım! Faaaakat sadece bunun içinde değil.”
Yukinoshita sözünü devam ettirmesi için
Isshiki'ye baktı. Isshiki hafiften ellerini çenesine dayadı ve aynı zamanda bir
şeyler düşünüyormuş gibi konuşmaya başladı. “Şu dedikodu çıktığından beri
Hayama-senpai'ye teklif yapanlar bayağı çoğalmış.”
“Teklif derken?”
“Kısacası sevdiklerini falan söylüyorlar.
Pek umdukları gibi gitmese bile kontrol etmiş oluyorlar, bilirsiniz işte işve
yapmak falan.” Isshiki Yuigahama'nın sorusunu ilgisizce cevapladı.
Dün gördüğüm o manzara aklıma geldi. Tabi
ki gördüklerimi Yuigahama'ya veya Yukinoshita'ya söylemedim. Sanrım bu yüzden
şuan ikisininde akıllarına farklı şeyler geliyordur.
“'İşve yapmak' derken?”
“Peki işe yarıyor muymuş?”
Yukinoshita ve Yuigahama şaşkın şaşkın
Isshiki'ye bakıyordu. Isshiki boğazını temizledi ve daha dik oturdu. Sonra bana
doğru döndü.
Isshiki bir nefes verdi, fakat çok
ateşliydi ve hevesli hevesli bana baktı. “Senpai... acaba...şuan çıktığın biri
var mı?”
Sesi hafiften titriyordu, kelimeleri
düzensizce söylüyordu ve yanakları kızarmıştı. Uzunca hırkasının kol kısmının
altından sarkan küçük elleri bembeyazdı. O eliyle göğüsündeki kurdeleyi
çekinerek sıkmıştı ve gömleğindeki kırışıklıkları ile de heyecan yaratan bir
durum oluşturuyordu.
Bir anlığına o ıslak gözeri titredi.
Beni öyle bir açıdan yakalamıştı ki kalp
atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum. Sakinleşebilmek için bir süre
nefesimi tuttum.
“Yok.. yok da...” dedim kulak tırmalayan
bir ses ile.
Oda bir anda ölüler diyarına döndü.
Evet ben suskundum fakat Yukinoshita ve
Yuigahama da bir kelime etmiyorlardı. Bu sessizlikte Isshiki dalga geçermiş
gibi gülümsedi. “Evet bunun gibi şeyler yapıyorlarmış.”
“S-Sorun söyleme tarzında! Değil mi Hikki?”
… … Hayır bu işve o kadarda işe yaramadı,
aynen. Kimi kandırıyorum, aslında beni benden aldı. Isshiki Iroha bu konuda
bayağı beceriklisin.
“Hikki?”
Adım söylendiğinde Yukinoshita ve
Yuigahama'ya baktım ve bana çok boş gözlerle bakıyorlardı.
“...Niye sessizsin?” Yukinoshita hoşça güldü.
Tamam dur lütfen. O gülüşün çok korkutuyor.
“Ş-şey, hmmm... Evet. Hayama'nın durumunu anladım.
Gayet iyi anladım.”
Onlar dedikodunun doğruluğunu sormaya
gitmiş olmalılar ve sormuşken de açılmayı denemişler. Böylelikle başarısız da
olsalar aralarındaki mesafe azalmış olur veya bunu gibi şeyler olur.
Belki de bu ilk başlarda beceremediğin ancak
oyunun daha ileri ki aşamalarına gelince karakterlerin yolunu açabildiğin ek
senaryolardan biridir...? Veya bir tür fan yapımı, sonradan eklenen, iyi ve
kötü sonu olan senaryolardan biridir??
Her neyse tüm bu olaylar dedikodunun
yüzünden olmuş olabilirler.
“Peki bizden ne danışmaya geldin?” deye
sordum.
Isshiki küstahça davrandı. “Rakiplerimden
daha da önde olmak istiyorum!”
“Tamam…”
Oyunun son kısımlarında bile pes etmek
istemiyor. Ben yarı etkilenmiş, yarı bıkmış ve yarı ilgisiz bir şekilde cevap
verdim. Bu da kelimenin normal değerinden 1.5 kat demek oluyor.
Vermiş olduğum cevaba rağmen hiç yorulmadan
kendince konuşmasına devam etti. “Şu an ki durumu göz önüne alırsak, bu benim
için bir şans. Nooooormalde insanlar açıldıktan sonra pes ederler, değil mi?
Hayama-senpai'e de bunlardan gına gelmiş gibi görünüyor. Yani ben burada
'sağlam tahta' olarak görünebilir ve onu pusuya düşü— şey yani ona dolu
dolu rahatlık sağlayabilirim.”
ꕥ Sağlam tahta olarak çevirdim adı tahta
değilde taş da olabilir. Mahjong oyununda diğer oyuncuların hamlelerine
bakmazsızın alabileceğim taşa verilen isim.
Bana mı öyle geldi yoksa bu kız lafını mı
değiştirdi... Dolu dolu rahatlık da ne demek? Isshiki
birine nasıl rahatlık sağlayabilir ki... Isshiki'nin tüm cazibesi o sakar
davranışlarından kaynaklanıyor... Neyse konu bu değil. Kaldı ki Isshiki ile
Hayama arasında olanlar da umurumda olmadığı için dediklerinin çoğunu
dinlemedim bile.
Acaba dinliyorlar mı diye diğer ikisine
baktım ve tüm dikkatleriyle dinliyorlar gibiydiler.
“Sağlam tahta...”
“Pusuya düşürmek…”
Yuigahama ve Yukinoshita bu kelimeleri
söylediler ve Isshiki'ye ciddi bir ifade ile baktılar. Öyle bir bakıyorlardı ki
sanki odanın tüm sıcaklığı altüst olacak gibiydi... Bu kesinlikle en
sakin olmayan!
ꕥ Aikatsu animesinde Kiriya'nın sıkça
kullandığı bir cümle.
Bu bakışları Isshiki fark etmemişti. Çünkü
Isshiki pencereden dışarıya bakıyordu, muhtemelen futbol kulübünün antrenmanını
izliyordu.
“Bundan dolayı bir ara verip, sakince ve
güzelce vakit geçirebileceğimiz bir yere gitsek iyi olur diye düşünüyorum...”
Isshiki, yan tarafına vuran narin güneş
ışığı ile endişeli görünüyordu fakat sakindi.
Her ne kadar neşeli konuşsa da kendince
Hayama hakkında endişeleniyordu.
Demek Hayama hakkında ciddi düşünüyorsun. Eğer
bu yanını gösterirsen eminim ki tüm erkekleri kalbinden vurursun...
“Kötü bir fikir değil gibi,” dedim
gülümserken.
Sonra Isshiki'nin yüzüne renk geldi.
“Aynen! Eğer önerdiğin bir yer varsa söyle lütfen!”
“Sen bu konuda uzman değil misin?” diye
sordum.
Kesinlikle çok yanlış insana
soruyorsun. Mesela Yuigahama tavsiye için arkadaşlarına
bile danışabilirken, ben ile Yukinoshita dışarıya çıkıp eğlenilebilecek iyi bir
yer biliyormuş imajını bile veremiyoruz.
Isshiki'nin yanakları şişti. “Daha önce
aklıma ne geldiyse denediğim için bu sefer tam tersi bir şeyler denemek
istiyorum.”
“Ahh, anladım sanırım...”
Harika ya. Durumlara uyum sağlama yeteneği
çok muhteşem. TOKIO'nun bir üyesi olmadığına emin misin?
Ben her zamanki yerimde etkilenmişce
oturuyorken, arka çaprazımda oturan Yuigahama işaret parmağını çenesine götürdü
ve başını kaldırdı. “Yani... sen bizden Hayama ile rahatça takılabileceğin bir
yer önermemizi mi istiyorsun?”
“Evet aynen öyle,” Isshiki başını eğerek
onayladı ve aynı anda Yuigahama'nın sorusunu cevapladı.
Yukinoshita narin bir nefes verdi. “...Eğer
isteğin buysa bir şeyler düşünelim.”
O gülümsemesi ile ablasına benziyordu.
Bunun üzerine Isshiki, Yukinoshita'yı iyi geçinebileceği biri olarak gördü ve
sevinç içinde gülümsedi.
“Çok teşekkür ederim...! Peeeeeki, senpai
aklında nereler var?”
“Bana sorma…”
Biraz düşündüm. İlk olarak aklıma
Destinyland gelmişti fakat oranın çıkma teklifinin reddedildiği bir yer olması
ona ağır gelebilirdi...
Evet Hayama'nın ilgi duyabileceği yerler
hakkında hiçbir fikrim yok ama onun gibi insanlar her nereye giderse en azından
eğleniyormuş gibi yapmazlar mı? Tabiki cidden eğlenmesi ile eğleniyormuş gibi
davranması çok farklı bir mevzu.
Düşünüyorken Yuigahama bana doğru eğildi.
“H-Hikky, aklında bir yer var mı? Sadece danışmak için soruyorum...”
“Hayama ile çok farklı türde insanlarız,
benden gelebilecek bir öneri hiç bir işine yaramaz,” dedim.
Yukinoshita kıkırdadı. “Evet öyle. Sen onun
antitezi gibisin.”
“Değil mi?”
“Aynen öyle.”
Sanki kelimelerinde bir çeşit alay varmış
gibi hissettim, fakat hiç de rahatsızlık falan vermedi.
Gerçekten de beni, onun antitezi olarak
görmesi çok normal. Aslında böyle bir kişiliğime rağmen kendimle oldukça gurur
duyuyorum , fakat Hayama'nın kişiliği benden çok farklı... Benim için bu düzeyde
bir kişilikten gurur duymam ile kendimi Hayama'nın antitezi olabilecek küçük
bir mücevher olarak görmem aynı şey demek mi oluyor?
Bu küçük mücevher de ne oluyor ki acaba...?
Aslında kızlar küçük takılar ve bunun gibi çeşitli şeyleri severler, yani eğer
kendimi küçük bir mücevher olarak görüyorsam... Acaba kızlar bu tip şeyleri ne
kadar seviyorlardır? Pozitif olmak lazım! Bunun gibi şeyler düşünüyordum.
Yukinoshita hafifçe aksırdı. Sonra yüzüne
başka yöne çevirdi ve alelacele sözlerine bir yenisini ekledi. “...Ama sen onun
antitezi olduğun için sana danışmanın doğru bir tercih olduğuna inanıyorum.
Eğer bir antitezin zıttını alacak olursan doğruya yakın bir cevap elde edersin.
Zıttın zıttı uzlaşma demektir, değil mi?”
“Zıttın zıttı yine kendisi eder demek
istiyorsun galiba...?”
Çok komik bir mantık anlayışı. Zıttın zıttı
uzlaşma... Bunu Bakabon'un Papa'sı diyordu değil mi gibi bir şeyler demek istiyordum fakat Yukinoshita ile Yuigahama bana
dikkat kesmişlerdi ve cevabımı bekliyorlardı.
ꕥ Tensai Bakabon- Bakabon'un Papa'sının sıkça
kullandığı kelimelerden biri.
Şey, acaba bana söyle ciddi ciddi bakmayı
keser misiniz? Aklıma hiçbir şey gelmiyor, ne olur durun.
“...Biraz düşünürüm.”
Cevap vermeyi becermiştim sonra yavaştan
onlara bakmayı kestim. Aniden “hoff”, “peh” gibi hayal kırıklığından ve
hoşnutsuzluktan kaynaklanan sesler duydum.
“Lütfen iyice düşün, olur mu?” dedi
Isshiki gülümseyerek.
Fakat tüm sorun da bu... Zaten bırak
Isshiki'yi ben kendim için bile bir yerler düşünürken zorlanıyorum. Aslında
öneri isteyen ben olmam gerekiyor... Her neyse daha sonra düşünürüm.
Bu dedikodudan dolayı Isshiki'nin Hayama'ya
karşı olan tutumu değişiyor. Sadece o değil, Hayama'nın çevresindekiler de
şüphesiz ki tutumlarını değiştiriyorlar.
Fakat fırtınanın ortasında ki diğer insan
için olaylar nasıl gidiyor?
“...Aklıma takıldı da Yukinoshita, senin
durumun nasıl? Dedikodudan dolayı başına herhangi bir şey geldi mi?”
“Benmi? Zaten sınıfımda bana yaklaşan pek
kimse olmadığı için...”
Evet öyle olmalı. Yukinoshita Uluslararası
Öğrenci sınıfı olan sınıf J de, yani okulun en sonunda ve en uzağında bulunan
yüzde doksanının kız olduğu sınıfta okuyor. Sonuç olarak böyle sınıfa diğer
sınıflardan pek kimse uğrayamıyor, hatta yanından bile geçmiyorlar. Bu mantıkla
diyebilirim ki onun durumu Hayama'nın durumundan daha iyidir.
Fakat bu hiç etkilenmediği anlamına da
gelmiyor.
Yukinoshita kısa bir nefes verdi. “Evet
yine de arkamdan bir-iki şeyler diyenler oluyor fakat pek bir değişiklik yok,
eskisi gibi diyebilirim...”
“Tamamen anlıyorum. Göz önünde olan bir
insan olduğunda insanlar arkanda çoooook şeyler çeviriyorlar.”
Hayır, hayır Isshiki senin durumun biraz
daha farklı...
Yukinoshita gülümsedi ve hafiften başını
eğdi, hafif tonda bir ses ile ekledi. “...Fakat eskiden yapılan dedikodular
kadar kötü değiller.”
“Eskiden”. Bu kelime bıçak gibi saplanmıştı
beynime.
Onun bilmediğim geçmişi. Daha çok bize
bahsetmediği geçmişi. Ve o adam ile olan geçmişi.
Acaba sorsam olur mu? En azından çokça
insanın bulunduğu şu anda sorabileceğim bir şeymiş gibi hissetmiyorum. Bize
bahsetmediği şeyleri sormaya hakkım var mı ki?
Hemen konuşmaya çalıştım.
Ve aniden odanın kapısı birkaç kere
tıklandı. Herkes refleks olarak gözlerini oraya çevirdi ve ben de sorma
fırsatını kaçırdım.
Bizden tepki bile beklemeden hızlıca kapı
açıldı.
“…Vaktiniz var mı acaba?”
Sesin tonu sinirliydi. Odanın içerisini
süzen gözleri ve gevşekçe rulo yapılmış, öfkeyle sallanan sarı saçlarıyla
odanın girişinde duran Miura Yumiko'ydu.
“Yumiko, bir şey mi oldu?”
“…Konuşmak istediğim bir mesele var.”
“Gelsene, gelsene, içeri gelsene!” diye
çağırdı Yuigahama.
Miura başıyla eğilerek selam verdi ve odaya
adım attı. Sonra şüphe içerisinde Isshiki'ye baktı.
“Ah. Benim öğrenci konseyi işlerim var, ben
gitsem iyi olacak...” dedi Isshiki. Ortamdaki havayı sezen Isshiki hızlıca
odadan ayrıldı.
“Görüşürüz, bay.” dedi hafif tonda ses ile
kapıyı kapatırken.
Hemen sonrasında Yuigahama Miura'ya
oturmasını söyledi. Bizler yerlerimizi değiştirmemiştik, Miura Yukinoshita'nın
tam karşısına oturmuştu.
“Gönderdiğin mail hakkında mı
konuşacaksın?”
“Yok, hayır... O da var da.” Miura farklı
yönlere baktı, Yuigahama'nın sorusuna zorlanıp mırıldanarak cevap verdi.
Sonrasında derin bir nefes alıp verdi ve bir sebepten ötürü Yukinoshita'ya
çevirdi yüzünü. “...Hayama ile aranda bir şey var mı?”
Kelimeleri ve bakışı keskindi.
Ve yeterince eminim ki son zamanlarda
dolaşan dedikodudan bahsediyordu. Hayama ve Yukinoshita'yı ilgilendiren bu
saçma sapan dedikodu aslında sınıf içerisinde konuşuluyordu, fakat şimdi tüm
okula yayılmıştı.
Bu, Isshiki'nin kış tatilinin bittiği ilk
günde kulüp odamıza gelmesinden neler olduğunu anlamam gereken bir şeydi.
Ayrıca Yukinoshita'ya direk soranların da var olduğu anlamına geliyor.
Hayama'ya en yakın olan Miura için elbette
bu konu hakkında bir takım düşünceleri var.
Miura öfkeli şekilde bakıyordu, fakat
Yukinoshita gayet sakindi.
“Hiçbir şey yok. Sadece ailelerimiz uzun
zamandır birbirlerini tanıyorlar,” Yukinoshita normalce cevap verdi fakat
Miura'nın bakışları hiç değişmedi.
“Cidden öyle misin?
Yukinoshita yorgunca bir nefes verdi.
“Yalan söylemem için bir sebep var mı...? Böyle şeyler her zaman sıkıntı
oluşturmuştu.”
“Ne? Sen nasıl konuşuyorsun benimle? Cidden
sinirlerimi bozuyorsun. Bu yönünden çok çok nefret ediyorum.”
“Yumiko!”
Sesini yükseltip sitem eden Yuigahama'ydı.
Miura'nın şaşkınlıktan omuzları titredi ve koruyormuş gibi ellerini ve başını
titretti.
Miura'nın bakışlarının ardındaki
Yuigahama'nın sinirlenmiş gibi dudaklarını bozdu ve daha önce sınıfta bahsettiği
bir mevzuyu yeniden açtı. “Sana daha önce de demiştim, değil mi? Sadece tesadüf
olduğunu ve aralarında bir şey yaşanmadığını söyledim ya.”
“...Eğer sadece senin dediğin gibi olsa
Hayama bu kadar endişelenmezdi. Şey yani... daha önce hiç böyle bir şey
yaşanmadı...” dedi Miura somurtarak ve sesi her zamanki gücünden daha
kuvvetsizdi. Başını eğdi ve hafifçe dudaklarını ısırdı.
Muhtemelen Hayama Hayato'ya okulda en yakın
olan insan Miura. Ne zamandan beri birbirlerinin tanıdıklarını bilmiyorum fakat
en azından ikinci sınıftan sonra aralarının bu kadar samimi olduklarını
söyleyebilirim.
Bu sebepten ötürü Hayama hakkında olan bir
değişim onun gözüyle açıkça görülüyor. Eminim ki Hayama'yı anlama konusunda
benden çok çok daha önde.
Fakat Miura'nın bile bilmediği yönleri
varmış Hayama'nın.
Şimdi bu konuda her şeyi bilen tek kişi
Yukinoshita Yukino.
Yukinoshita omuzlarından parmaklarını
kullanarak saçlarını salladı ve sakince konuştu. “Benim hakkımda endişelendiği
falan yok. Başından beri başka bir şey hakkında endişeli gibi.”
“Bu... Bu sadece senin düşüncen, değil mi?
Hayama'nın neler düşündüğünü biliyor falan değiliz.” Miura omuzlarını düşürdü.
Tırnaklarını kullanarak saçlarıyla oynarken Miura biraz daha hafif tonda
Yukinoshita'ya bir soru daha sordu. “...Ayrıca sadece şu anda böyle
olmayabilir, değil mi?. Yani şimdi değil... eskiden yani geçmişte bir şeyler
olmuş olabilir.” Miura parça parça konuştu.
Miura'nın söylediği bu kelimelerden pek bir
anlam çıkaramadım.
Muhtemelen olmuş olarak düşündüğüm şeyler olduğu
gibi bunları aynı zamanda imkansız olduğunu da düşünüyordum.
Yukinoshita yalan söylemez. Bazen doğruyu
gizliyordu. Bazen de kafadan sallama bahaneler ile üstünü örtmeyi falan
deniyordu. Bütün bunları yaşadığımdan biliyorum.
Peki ya Hayama Hayato? Onun hissettikleri,
kalbi ve istekleri hakkında kesinlikle hiçbir fikrim yok. Bilmek istediğimden
falan da değil.
Bunca zamandır aralarında bir şey var fakat
bunu gizlemeye çalışıyorlarmış gibi davrandıklarını söyleyebilirim.
Ve şimdi Miura bu konuya değiniyor.
Yine de Yukinoshita bir nefes verdi ve
baştan savma konuştu. “...Peki ya geçmişimiz hakkında olanlarında hepsini
söylesem, ne değişir ki? Sen veya bir başkası bunlara inanır mı?”
Baskı uygulayan ses tonu ile konuşması
Miura'nın çekinmesine yol açtı. Miura düşünceler içerisinde kuvvetlice
hırkasına asıldı, dudakları titriyordu, fakat nedense hiç bir ses
çıkartamıyordu.
Yukinoshita ona baktı ve sığ bir nefes
verdi. “Yani çok anlamsızlar.”
Açıklamalar, nedenler, savunmalar ve bu
muhabbet hiçbir anlam ifade etmiyordu.
Basit insan kitlelerinin hakkında
söylenilen gibi, gruba ne kadar insan üşüşürse o kadar aptallaşırlar. Her ne
kadar göz önünde bir birey olursa olsun, hayır, göz önünde olan bir birey
olduğu için bu ahmak insanların arasına atıldığında sayıların verdiği doğal
kuvvetten dolayı yok olacaktır. Bireysel arzu, elemeler ve kişilik... tek
başına duyguların o kadar da değeri olmuyor.
İşte bu değersizlik Yukinoshita'nın
bunca zamandır tattığı şeydi.
Sadece görmek istediklerimizi görüyoruz,
dinlemek istediklerimizi dinliyoruz fakat söylemek istediklerimizi
söyleyemiyoruz. İşte şuan biz böyle bir toplumda yaşıyoruz.
Fakat Miura farkı bir insan.
“Her sefer... böyle davrandığında...!”
Miura öfkesini açıkça söyledi ve ayağa kalktı.
“Bekle, Yumiko!?”
Yuigahama'nın şaşkınlık içerisindeki sesi
Miura'nın lafını bitirmesine engel oldu. Ben de hemen ayağa kalktım, fakat
Miura çok kabaca Yukinoshita'nın üzerine yürüdü, gözleri sadece onu görüyordu.
“Sen kendini ne zannediyorsun!”
Sonrasında Miura şiddetle Yukinoshita'yı
tutmaya çalıştı.
Fakat elleri Yukinoshita'ya ulaşmadı.
Yukinoshita aniden ellerini kaldırdı ve
yakalarının yakınlarında olan Miura'nın elini tuttu. Sonrasında acımasızca ona
baktı.
“…!”
“Maalesef ki ben böyle durumlara
alışığım... Gerçi ilk defa sen bana böyle direk bir hareket yapmaya kalkıştın.”
Şiddetli nefesleri ile birbirlerine bakmayı
sürdürdüler ve nefes alıp verme sesleri duyulabiliyordu. Miura sanki bir şeye
karşı direnç gösteriyormuş gibi sürekli ve sığ nefes alıp veriyordu, bu sırada
Yukinoshita ise derin derin nefes alıp veriyordu.
“Söylemek istediğin bir şeyler mi var?
Yoksa böyle mi devam edeceğiz?”
Yukinoshita'nın duyguları giderek
şiddetlendikçe Miura'nın o baştaki enerjisi giderek azalıyordu. Sanki
birbirlerine karışmış o bakışları ve ellerini tutmaları ile öfkeleri Miura'dan
Yukinoshita'ya doğru akıyordu.
Yukinoshita kışkırtma yapmak için insanlık
dışı olacak şekilde gülümsedi. Evet ya, her ne zaman böyle gülümsese
üzerindeki o Haruno-san imajını parçalıyor, akıllarda farklı düşünceler
oluşturuyor.
Ancak uzun zamandır görmek istediğim
gülümseme bu değildi.
“Kesin artık kavgayı ve yerlerinize
oturun.”
Nazikçe Yukinoshita'nın Miura'nın kolunu
tutan elini sıvazladım. Bir an için de olsa düşündüm fakat ona dokunmamın bir
sakıncası yoktu. Yukinoshita'nın şu anki kavgacı tutumu, kelimeler
kullanmasından çok daha iyi bir tutumdu.
Yukinoshita bana aniden delici bir bakış
ateşledi adeta, fakat dediklerime uyarak Miura'nın kolunu bıraktı. Miura da
yavaşça kolunu indirdi ve geriye bir adım attı.
Bu ikisi arasında oluşan boşluğu doldurdum
ve Miura'ya dokunmadan, geri çekilmesini söylermiş gibi ona doğru
hareketlendim. Bundan sonrasını Yuigahama'ya bıraktım.
Hala acı acı Yukinoshita'ya bakan Miura'nın
omuzlarına Yuigahama hafifçe vurdu ve Miura da yerine oturdu.
“Sakin olun lütfen... Olur mu?”
Bu ikisini izliyorken hızlıca oturduğum
sandalyeyi Miura ve Yukinoshita'nın arasına girebileceğim bir yere çektim.
“İyi misin?”
“Evet. Dedim ya, alışığım bunlara.”
Yukinoshita Miura'nın kolunu tuttuğu elini
sıkıca kavradı ve bana acı acı baktı. Az önceki saldırgan hali gitmişti.
“Yukinon…”
“Bu noktadan sonra beni alakadar eden bir
şey değil... Yakınımda olan insanlar beni anladığı sürece sorun yok.”
Yuigahama endişe içinde Yukinoshita'ya
seslendi ve güçsüzce gülümsedi. Miura'nın kolunu tuttuğu elini nazikçe okşadı
yeniden ve yerine oturdu. Ortam yatıştıktan sonra Yuigahama rahatlamışcasına
bir nefes verdi ve yerine oturdu.
Miura bir süredir sessizce bu ikisini
izledi. Gözleri sanki büyülenmiş gibi yarı kapalıydı.
Ve sonra konuştu, dudakları hafiften
titriyordu, sesi de sanki fısıldıyormuş gibiydi. “...Normal, değil mi...? Bu
sebeple...”
“Ne?” diye sordu Yuigahama.
Miura uzaklara baktı. “Yakın insanlar
hakkında... Çünkü ben de yakınında olan biri olmak istediğim için bilmek
istiyorum.” Ağzı utanç verici şekilde her kelime söylediğinde etrafı yokluyordu
ve sonra saçlarına dokundu. Çoktandır bize bakmayı kesmişti, can sıkıcı şekilde
pencereden dışarı bakıyordu.
—-Evet demek öyle ha.
Bu kelimeler birilerinden düzgünce bir
yanıt almak için en ufak bir niyet barındırmıyordu, yine de onu anladım. Onu
anlamıştım. Daha doğrusu empatiye benzer bir şey yaptığımı hissettim.
Yukinoshita tek başına duyguların değersiz olduğu
durumuna maruz kalan tek insan değil.
Eminim ki aynı geçmişi paylaşan o da maruz
kalmıştı.
Sadece tek bir taraf bu eğri büğrü değersizliğe maruz
kalmamış. Eminim diğeri de bunu anlayamıyordur.
“Miura, senin bilmek istediğin geçmişte
olanlar değil, değil mi...?”
Sesimin içinde biraz şaşkınlık içerdiğini
hissettim.
Ben konuştuğumda Miura bana bakmıştı. Her
zamanki enerjisini içermeyen o gözleri ıslaklık içerisinde parlıyordu.
Bilmek istediği şey geçmişte olan veya
olmayan şeyler değildi, Hayama'nın kariyer tercihiydi.
Hayama ne düşünüyordu? Ne hissediyordu?
Miura'nın tüm istediği Hayama'nın
hissettikleriydi.
Onu anlamak istiyordu.
“S-Sadece...şey. Sadece eğer biraz daha
beraber olursak iyi olur diye düşünüyordum... Hep beraber... bugünlerdeki
gibi...” Miura hikayeyi kendi tarafından anlatmaya çalışıyordu, biraz
heyecanlıydı, fakat enerjisi zamanla kurudu. Birden durdu ve yavaşça omuzlarını
indirdi. “Hayama son zamanlarda biraz uzaklarda...Sanki bir yerlere gidecekmiş
gibi duruyor.” Miura odanın köşe zeminine bakarken aşırı sessiz bir tonda sözüne
devam etmişti.
Acaba dediği “son zamanlar” ne zamandan
beriydi, bilemiyorum. Fakat Hayama Hayato'yu da kapsayan bu ortam gitgide
değişiyordu.
Isshiki'nin çıkma teklifi veya başka
okuldan Orimoto ve arkadaşı ile dışarı çıkmamız bile... Ve son olarak da Yukinoshita
ile olan dedikodusu.
Bugüne kadar Hayama ile alakalı olan bu
hikayeler hiç ortaya çıkmamıştı. Hayır daha doğru bir deyişle o kendini
tarafsız olarak göstermişti. Fakat şimdi bu tarafsızlık bozuldu.
Sınıfların ayrılacağından ve
değiştirileceğinden bahsettikçe, zamanla aralarındaki mesafe arttı. Onlar
şuanki gruplarının gelecekte bozulacağının tamamen farkındalar.
Bu ayrılma ve uzaklaşma duygusu Miura'nın
hissettiği şeyler.
“Ben bile çok tuhaf düşündüğümü bilsem de,
fakat... Ben... cidden anlamıyorum.”
Yuigahama ayağa kalktı ve Miura'nın yanına
gitti. Onun yanına çömeldi ve elini tuttu.
“Tuhaf değil. Hiç de bile. Birileriyle
beraber olmak istemen çok ama çok normal bir şey.” Yuigahama nazik bir ses tonu
ile cevap verdi Miura'nın yıkılacakmış gibi sözlerine karşılık olarak.
Sonra Miura derin, derin bir nefes aldı ve
aşağıya baktı. Sonrasında sessiz nefes alıp verme sesleri duydum sanki kendini
ağlamaktan zor tutuyormuş gibiydi.
Eminim ki gruplarının böyle sonsuza kadar
devam edemeyeceğini biliyor. Her ne kadar gelecekte neler olacağını
bilemeyeceğini hissediyorsa da, bir hareketle bile sahip olduklarını
yitirebileceğini biliyorsa da, yine de onları kaybetmek istemiyor.
Bu yüzden en azından onlarla yakın olmak
istiyor, yakın kalmayı diliyor. Bundan dolayı Hayama Hayato'ya, onun çevresine
ve onun gelecekte ne olacağı konusunda yardım etmek istiyor.
Kısa ve alçak-gönüllülükle yazılmış bu
mail. Bu onun yapabildiği mütevazı tahammülünün tek şekli. İlgi uyandıran
duygularının ve isteklerinin sadece bir cümle ile aktarmasıydı o mail.
Fakat tam da bu yüzden anlamadığım bir yer
var.
Derin bir nefes aldım ve ona seslendim.
“Bak Miura, eğer Hayama seçimini sana söylemiyorsa, bilmeni istemediği anlamına
gelmez mi? Sonunda senden nefret edebilir.”
“Hikky!”
“Hikigaya-kun…”
Yuigahama bana ciddi bakarken Yukinoshita
bana şaşırmış gibi bakıyordu.
Söylediğim lafın ne kadar zalimce olduğunun
tamamen farkındaydım. Fakat bu sormak istediğim bir şey. Miura'nın kararını
bilmek istediğimden falan değildi. Hatta umurumda bile değildi.
Sadece ben, bilinmesini istemediği halde
öğrenmek için çizgiyi aşmanın yapılabilecek doğru bir şey olup olmadığından
hala emin değildim. Sen ilişki inşa edebilirsin ve kendini bu ilişkiyle beraber
seni ilgilendiren çizginin dışına çıkmadan sürdürebilirsin diye düşünmüştüm.
Bu yüzden sordum. “Yine de bilmek istiyor
musun?”
Ona sormuştum, çizgiyi aştığında nefret
edileceğini bilse de, ihmal edileceğini bilse de, utanç kaynağı diye
çağıracaklarını bilse de ve birini incitecekse bile çizgiyi aşıp aşmayacağını
bilmek istedim.
Miura cevap vermek için tereddüt etmedi.
Üzgün gözler ile bana baktı ve yumruğunu
sıktı.
“Bilmek istiyorum... Yine de bilmek
istiyorum... çünkü başka yapabileceğim bir şey yok.”
Gözleri ıslaktı, sesi titriyordu, fakat
şüphe duymadan cevabını vermişti.
Muhtemelen bu duygular her zaman içindeydi;
bilmek isteme duygusu, anlamak isteme duygusu. Şu an sadece bu duyguları
umutsuzca titreyen nefesini yutuyorken, damlacıklar halinde dökülüyordu.
Gerçek olmayacak bir şey olduğunu biliyor
olsa bile, yine de bunu istiyordu ve bunun karşısında duruyordu.
Ayrıca onun buradaki birinden farkı
yoktu.
“Peki madem. Bir şeyler düşüneceğim.”
Bu sefer de ben hızlıca cevap verdim.
Yuigahama ve Yukinoshita hafiften şaşkın
yüzlerle bana baktı.
“Bir şeyler yaparım da ne demek oluyor...?”
“Ona söyletmeye çalışacağım. Eğer olmazsa
bile faklı şeyler deneyeceğim.”
“Sana söylese bile doğru olup olmadığını
bilemeyiz.”
“Evet. Bu yüzden... Biraz da dedektiflik
yapmak zorunda kalacağım gibi.”
Yine de bu yeterli olmayacaktır.
Hayama'nın seçimini neden kimseye söylememe
konusunda bu kadar inatçı olduğunu tamamen anlamam gerekiyor. Bunun için de
muhtemelen düzgün adımlar ile ilerlemeye ihtiyacım var. Yavaş yavaş aklıma bir
şeyler gelir elbet.
Şu an önemli olan Miura'nın azmi ve niyeti.
“Her ne olursa olsun kesinlikle doğru bilgi
getiremeyebilirim... eğer yine de razıysanız elimden geleni deneyeceğim,” dedim
bir kere daha.
Yuigahama Miura'nın yüzüne baktı ve nazikçe
konuştu. “Yumiko, denesin mi?”
“…O-Olur.”
Miura'nın çocukmuş gibi cevabından sonra
burnunu çekti ve koluyla gözlerini sildi. Öyle kabaca sildi ki, gözleri
pandanın gözlerine benzedi.
Ayrıca dağılan makyajı ile yüzünü görünce ilk defa Miura Yumiko'nun tatlı bir kız olduğunu düşündüm.