19.06.2020
Yukinoshita Haruno her zamanki gibi ortalığı karıştırır.
Çevirmen: Forevertr3
Açık kış gökyüzüne doğru başımı kaldırdım.
Tepeden monoray geçiyordu.
Yanımda duran Komachi gözleriyle monorayı takip etti. Sonrasında bitkin
halde donuk bir nefes verdi.
“Seni de yanımda getirdiğim için özür dilerim.”
“Yok dilemeseydin bir de.” diye zalimce homurdanarak cevap verdi. Kedimiz
Kamakura'nın verdiği tepkiyle tıpatıp aynıydı. Kamakura daha çok onu
çağırdığımda böyle tepki veriyor. Sanırım ustasının yolundan gidiyor...
“Neyseki ben de hediye almak istiyordum, bu yüzden takma kafana,“ dedi
Komachi. Bir donuk nefes daha verdi. “...Ayrıca abi bu seninle son defa dışarı
çıkışım olabilir.”
“Gören de zannedecek ki yakında öleceğim veya bunun gibi bir şeyler olacak
da...”
Ölümcül hastalığı bulunan biri ile son
anlarını yaşıyor sanki. Bunu tiyatro yapsan eminim Doraemon gözyaşlarıyla
dolu bir oyun olurdu. Hastalık veya değil, eğer Komachi abisinden nefret etmeye
başlarsa, bu benim sonum olurdu...
ꕥ Doremon animesinde veya filminde bir sahne
bayağı acıklıymış sanırım.
“Öyle demek istemedim... Bir daha seninle dışarı çıkmayacağım.” diye
Komachi tatlı tatlı bakışlarıyla bana hatırlattı.
Hayır, hayır... Anladım ben...
Komachi “bir dahaki sefer” derken ne demek istediğini anladım. Her ne kadar
“söz” olarak adlandırmakta emin olamasam da vermiş olduğum bir söz var. Sorun
ne zaman, nerede, ve nasıl soracağım. Birileriyle dışarı çıkma konusunda hiç deneyimim
olmaması bu gibi zamanlarda tam bir yenilgi. İnsanlar birbirini dışarı çıkmaya
nasıl davet ediyor olabilir ki?
Neyse bunu daha sonraya bırakacağım.
Şu an için önemli olan bugün.
Dün tapınak ziyaretinden eve döndüğümüzde Yuigahama hediye alışverişi
hakkında mesaj attı.
Buluşacağımız yer Chiba İstasyonu'nun hemen önü. Çok açık ve anlaşılabilir
bir yer. İstasyondan çıktığımız anda kolayca bulabiliriz. Bunun tersi de
mümkün. Bunları düşünüyorken hızlı hızlı nefes alıyordum.
Fazla geçmeden Yuigahama bilet gişesinden bize doğru geliyordu. Bizi fark
ettiğinden ellerini sallıyordu. “Yahallo!”
“Selam.”
“Yui-san, yahallo!”
“Geç kaldığım için özür!”
Yuigahama bize doğru geliyorken, bej ceketi
dalgalanıyordu adeta ve botlarının teki de katır-kütür ses çıkarıyordu.
Dalgalanan ceketinin kenarından diz üstüne kadar uzanan el yapımı elbisesi
vardı ve dar bir kot giyiyordu.
“Peki nereye gidiyoruz?”
“Ortalıkta biraz dolanabiliriz sonra bir şeyler seçeriz,” dedi Yuigahama ve
istasyonun etrafında bir kaç yer işaret etti.
“Hmm...Nereden başlasak acaba?”
Komachi onu takip etmeye başladı ve ben de Komachi'yi.
Chiba alışveriş cenneti gibiydi.
Lise öğrencilerinin alışverişleri için
standart bir yer düşünülürse akla ilk PARCOgelir.
ꕥ Japonya'da bir mağazalar zincirinin adı.
Chiba şehrinde gençliğin güçlü müttefiğidir
PARCO. Muhtemelen bu şık İNSANLAR ile BUGÜNÜN GENÇLERİ, nereden kıyafet
almaları konusunda PARCO grubu ve LaLaport grubu olarak ikiye
ayrılıp birbiri arasında savaş yapıyorlar. Ve PARCO grubunda ise Chiba PARCO
grubu ve Tsunadanuma PARCO grubu arasında görünmeyen sivil bir savaş
olmalı.
ꕥ Lalaport büyük çapta bir alışveriş
merkezinin ismi.
ꕥ Japonya'da PARCO'nun olduğu başka bir yer
ismi.
Durun! Hep beraber iyi geçinelim! Hepimiz
Chiba şehrinin sakinleriyiz, değil mi? Tsudanuma Narashino'da zaten!
Kısa bir yürüyüşün ardından Yuigahama bir
yeri işaret etti. ”Hadi, önce C-One'a gidelim önce!”
ꕥ Başka bir alışveriş merkezi daha.
C-One. Duymuştum daha önce. ICHIRAN'ın
olduğu yer.
ICHIRAN içerisinde karşı karşıya bölmelenmiş koltukların bulunduğu ve
mağazanın yemek yemek için ayrılmış kısımlarında lezzete yoğunlaşmanı sağlayan
sistemdir. Yemek yemeye yoğunlaştıran bu sistemin patenti de var. Buradan yola çıkarak
yalnızlar hayatlarına yoğunlaşabileceği bir sisteme sahip otomatik olarak.
Hemen bunun patentinin almalıyım.
C-One kelimesinin içindeki C, Chiba'dan
geliyor olmalı. Daha açıklayıcı olmak gerekirse baş karakteri C'den. Ayrıca
yerel kahraman Kaptan☆C'nin isminin buradan geldiği de çok
açık. Fakat Chiba Batman'ı yerel bir kahraman değil. İsim seçerken biraz daha
üzerinde düşünülmeli.
ꕥ Chiba'nın Kaptan C adında bir kahramanı varmış .
ꕥ Chiba'da batman kıyafeti ile motorsikletle gezen bir adam varmış.
Gitmekte olduğumuz ve yerini taşımış olan alışveriş merkezi yeni yıl
pankartlarıyla süslüydü. İçinde birçok market vardı. Bir köprünün altını
kullanan alışveriş merkezi olduğu için içindeki yol tek tarafa ilerliyordu.
Yeni yıl indiriminden dolayı alışveriş merkezi her zamanki haline oranla daha
çok aktifti.
Özellikle bu karmaşa içinde bunca alışverişin içinde olan kızlar modanın
dibine vurmaktaydılar. Kendilerini için bir yer olmayan erkekler onlardan
uzakta bir değil üç adım arkada durup kendilerini önemsiz hissediyorlardı. Bu
bendim.
“Komachi-chan! Bak! Çok tatlı, değil mi?”
“Ah, haklısın! Kürkünü çıkarıp başka bir şeyde de kullanabilirsin!”
“Aynen! İlkbahar boyunca da kullanabilirsin!”
Bu ikisi hem konuşuyorlar hem de kıyafet üzerine kıyafet bakıp
duruyorlardı. Kötü bir şey değil ama biz buraya Yukinoshita'ya hediye almak
için geldik. Kendimiz için gelmedik, değil mi?
Fakat bu ikisini sadece izlemek bile kendimi kızmışım gibi hissettirdi.
Yuigahama kürk parçası ile kabanı birbirine uydurmakla meşguldü. Aynanın
karşısında fırıl fırıl dönüyordu.
Bir erkek olarak mağazaya girdiğimden beri bilinçli olarak hareket etmem
gerektiğini düşünüyordum. Bu sebeple bu ikisini arkadan izliyordum.
Onları izliyorken Komachi yorgun argın yanıma geldi. Son zamanlara göre
daha gevşek görünüyordu.
“Yui-san ile alışveriş yapmak çok rahatlatıcı...”
“Yani, şey... Yukinoshita'ya oranla...”
Üçümüz Yuigahama'nın doğum günü hediyesi almak için gittiğimizde
Yukinoshita'nın normal bir kız lise öğrencisinden ne kadar değişik olduğunu
görmek biraz şoke edici olmuştu.
“Evet, birisinin abim ile dışarı çıkması salakça bir hareket... Yine de bu
Yukino-san'ı süper tatlı yapan bir şey! Değil mi?” Sanki buna
vurguluyormuş gibi yüzüme dik dik baktı.
“Ohhh, doğru, bu beni hiç tatlı yapmayan bir şey, tamamiyle.”
“Seni hindere seni...”
ꕥ Hindere Komachi’nin Hachiman için
kullandığı prototip. "Hin ve Dere" den geliyor. Dere yi tsundere den
bilirsiniz. Hin de yandan yemiş diyebiliriz. Kısacası orada Sahte
Tsundere davranışı yapıyorsun demek istiyor.
Rahat bırakın beni.
Yukinoshita ve beni aynı kefeye koyması biraz kaba olurdu.
En azından Yukinoshita kendisine ne uyacağını bilen ve modadan çok da
uzakta olmayan biri. Bunun aksine Yuigahama'nın doğum günü hediyesini almak
için çıktığımızda zorlanmasının sebebi “birilerine bir şeyler seçmek” konusunda
alışkın olmadığı idi.
Bu dürüstlük ve acemilik Yukinoshita'nın tipik halleri.
Problem Acemi-san'ın hediyelerini görünce ne yapacağı.
“Ben biraz da şu bölgelere bakacağım.”
Ortalıkta dolanmaya karar vererek Yuigahama ve Komachi'den ayrıldım.
Hediyeler asıl bu şekilde ciddi anlamda bakınca ve düşününce akla gelebilecek
şeyler.
Yukinoshita için hediye, he...
Acaba ne alsam iyi olur...
Acemi Yukinoshita-san, kısaca Aceminoshita-san ya da her neyse, çok zor
duruma soktun beni, Aceminon. Sevdiği şeylerin dışında kullanışlı olabilecek
şeyleri seven biri. Aslında ilgi alanları bu tip şeyler. Okuyabileceği bir şey
olarak tonlarca kitabı olmalı ve yalnız yaşadığına göre yaşamak için yeterince
şeye sahiptir muhtemelen. Tencere tarzı şeyleri de vardır. Ayrıca doğrama
tahtası göğsünde bulunan doğuştan gelen bir malzeme.
Ne yapsam... Ne alsam iyi olur...?
Ortalıkta dolanırken Destinyland mağazasını gözüme takıldı.
Uhh, Fakat... o Panda Pan-san hakkında bana
oranla çok daha bilgi sahibi.
Biraz daha uzaklaştım ve hayvanlar ve bununla ilgili mağazalar vardı.
Kediler... Kedisi yok onun... Cidden kedisi
yok. Şimdiye kadar bir tane almalıydı. Belkide apartmanı hayvanlara izin
vermiyordur. Ona kedi fotoğrafları albümü verebilirim, fakat buna benzer çok
şeyi olduğuna eminim...
Diğer bir taraftan ona şuradaki aksesuar
mağazasından bir şeyler alabilirdim, fakat tam emin olamıyorum...
Yakındaki mağazaları boş boş dolanırken kendimi başladığım yerde buldum.
Ve orada Yuigahama kollarında biraz kıyafet ile çevresine bakınıp
duruyordu.
“Nereye gitti Komachi-chan acaba?”
“Seninle değil miydi?”
“Seninle değil miydi, Hikky...” Yuigahama hafifçe öne eğildi, yüzüme baktı
ve dediğimi onayladı.
Olamaz, yine yaptın yapacağını seni
kerata...
Böyle bir şey tekrarlanacağından emindim.
Onu aramak bile gereksiz. Bize eşlik ettiği için çok minnettarım bu sebeple pek
sıkıntı değil. Fakat gideceksen söylesene. Mental hazırlık diye bir şey var.
Beni böyle satıp gitmesene...
Yuigahama homurdanarak bir şeyler düşünüyor gibiydi. Elindeki kıyafetleri
düzene soktu. Beni kontrol edermiş gibi başını eğdi. “Bana biraz yardımcı olur
musun? Aslında Komachi'nin bakmasını istiyordum... Hikky sorun olmazsa...”
“Yararsızlığım ile sorunun yoksa olur.”
“Evet...! Bekle burada işe yaraman gerekiyor.”
“Peki bakalım.” dedim.
Sonrasında Yuigahama mağazanın içindeki aynaya doğru gitti. Ben de onu
takip ettim.
“Bluzün üzerine iyi gidebileceği için bu kazak ile hırka arasında kaldım.
Belki de okulda da giyebilirim.” Konuşurken ceketini çıkarıyordu bu sırada
altındaki elbise hafiften çıktı.
Bakmamam gerektiğini hissettim ve gözlerimi
kaçırdım. Kabini kullansana... Yoksa bluz giydiğinden dolayı sorun duymuyorsun
mu demek bu? Fakat bana sorun oluyor... Dur lütfen.
Mağazada arka plan müziği çalmasına rağmen elbiselerin çıkarken oluşturduğu
ses haddinden fazla gürültülü ve Yuigahama'nın rahatsız verecek düzeyde çıkan
nefesi kulağıma geliyordu.
“Tamamdır... Nasıl görünüyorum?”
Diye beni çağırdığında sonunda arkamı dönebildim.
Yumuşak ve sıcacık görünen örgü hırka giyiyordu.
“Ne dememi bekliyorsun...? Şey... İyi gibi...”
İyi veya kötü diyebileceğin bir hırka değildi. Fakat üzerinde iyi
duruyordu.
Fakat sorun bu Yuigahama için hediye olmayacaktı, Yukinoshita için
olmalıydı. Eğer Yukinoshita bu hırkayı giyerse üzerinde biraz sarkık dururdu...
Evet, ama bu kısmı söyleyemem.
“Fakat Yukinoshita'nın ölçülerine de göre düşünmen gerekmiyor mu?”
Elbise seçerken senin ölçülerine uygun
elbiseler giymen çok doğal. Birde Komachi'nin bana dediği gibi tarz da çok
önemli ve herkese göre değişiyor. Bu arda Komachi bugün moda haltıyla ilgili ne
de laf attı bana. Sanki “saçmalama ya!” dercesine tüm elbise seçimlerimi eleştirdi.
Hayır sadece Piko değil miydi? Veya Osugi? Ya da her neyse.
ꕥ Piko ve Osogi Japonya'da ünlü sanatçı
çiftidir. Komachi'nin dediği cümle onlarla ilişkili bir duruma atfen
“Ölçü...” Yuigahama bu kelimeyi tekrarladı ve elleriyle karnını sıvazladı.
“Belki de biraz büyük gelir...”
Umutsuzluğa kapılmış gibiydi. Karnında olan
elini yukarıya, üst koluna doğru kaldırdı ve yüzündeki ifade yavaş yavaş daha
da karardı. Sorun yok! Sorun yok! Biraz büyüksün fakat... büyük
değilsin! Aslında küçük olduğun falan yok!
“Şey... İyi gibi. Yani olmuş gibi... Sanırım...”
Bunlar tam olarak destekleyici kelimeler
değildi. Fakat bocalayarak geçiştirdim. Ama şüpheli hareketlerimden dolayı
Yuigahama benden kuşkulandı sanırım. Ahhh, yeter! Bu gibi zamanlarda ne
söylesem doğru olur?
“Şey, üstünde iyi görünüyor. Sorun yok gibi.”
Bir şekilde bu kelimeleri çıkarmayı başarabildim.
“...Şey, teşekkürler.”
Sonunda, Yuigahama gülmüştü. Üzerinden hırkayı çıkardı ve sonra onu heyecanla
katlamaya başladı. Utancımdan direk yüzüne bakamadım ve başka yerlere çevirdim
kafamı.
“Fakat Yukinoshita genellikle okul kurallarına uyar bu yüzden onu okulda
giymeyecektir, değil mi?”
Bizim okulun hala kullanımdan kalkmış olsalar da yönetmelikleri var. Tabi
ki okulumuzun kıyafet yönetmeliğine göre okulun tasarlamış olduğu kazaklar ve
hırkalar için sıkıntı yok. Bu kurallara harfiyen uyan pek öğrenci yok. Bu
sebeple önemsenmesi gereken bir mevzu değil. Fakat söz konusu öğrenci
Yukinoshita olunca bu kuralların dışına çıkılmaması lazım.
“Anladım. Doğru ya. O zaman...” diye düşünürken Yuigahama, aynı zamanda
içerinde düzenli şekilde duran kaşkollar ve eldivenler olan raflara doğru
gitti. Hala kolunun altında hırkayı tutuyordu.
Bu rafları didik didik arayan Yuigahama birden “Ah” diye ses çıkardı.
“Çok tatlı! Eğer bunu Sable ile oynarken kullanırsam çok eğlenceli
olabilir,” dedi Yuigahama ve avucuna kedi patisi şeklinde modellenmiş bir
eldiveni aldı. Sonrasında ise aynı eldivenin köpek yüzü şeklinde modellenmiş
halini aldı.
Eldiven kedi patisine aşırı şekilde benziyordu. Diğer bir yandan köpek
yüzünü andıran diğer eldivenin ön yüzünde köpeğin yüzü ve kulakları vardı. Baş
parmak tarafında ise köpeğin alt çenesi modellenmişti. Yuigahama onları giydi
ve ellerini çırptı.
“Bunlar ile bir şeyleri tutmak zor oluyor...”
“Bu modellenmiş eldivenler böyle.”
Yuigahama düşünüyormuş gibi sızlandı, yüzünü kaldırdı ve eldiven olan
eliyle bana yaklaştı.
“Ye bunu! Hav!”
Sonra elindeki köpek şekli ile modellenmiş eldiven ile kolumdan ısırdı.
“...Beni ısırmaya mı kalkışıyorsun,” diyerek oyununa katıldım.
Sonra Yuigahama'nın yüzü utançtan
kıpkırmızı oldu. Eğer böyle utanacaksan lütfen bir daha yapma. Ben de
utandım. Isırılan kolumu yavaşça çektim ve aynı kolumdaki elimi
yelpaze gibi yüzüme salladım. Mağazanın içindeki hava çok sıcaktı.
“Her neyse, fakat sende biliyorsun Yukinoshita o eldiveni dışarıda
kullanamayacak.”
“...Yani kimse kullanmaz.” İkna olmuşça başını salladı Yuigahama.
Diğer bir taraftan eminim ki Yukinoshita okul üniformaları dışında bu tür
tatlı şeyleri kolay kolay giymez. Hatta bunu hediye olarak verse bile
Yukinoshita kullanır mı ki...? Hayır, kullanır sanırım. Yukinoshita
Yuigahama'dan aldığı bir hediye olarak düşünüp beklenmedik şekilde mutlu olarak
o eldivenleri kullanacakmış gibi bir imaj oluştururdu.
“Başka bir şey bulsan iyi olacak...” Yuigahama eldiveni yerine geri
koydu, düşündü ve rafları karıştırmaya devam etti.
“Ah, belki bu daha iyi olur,” dedi Yuigahama ve raftan kedi ayağını
anımsatan bir şekle sahip olan çoraplar çıkardı.
“Çoraplar... Fakat bunlar ile ayakkabıyı giymek zor olur.”
“Bunlar evde giymelik çoraplar! Bu tasarımından dolayı bunları çıkaracağını
düşünmüyorum.”
Bu mantık ile eminim ki az önceki
eldivenleri de giymeyeceğini biliyorum... Şimdi söyleyince gördüm
ki çorapların ucunda kedi patisinin pembe kısmını anımsatan ve hızlanmayı
önleyici bir plastik takılı.
“Bunları ev içinde giyeceği için birilerinin görmesinde sorun
duymayacaktır... Ne dersin? ”
“Bilmem ki, bunları aldığına mutlu olur herhalde.”
Yukinoshita'nın Yuigahama'dan alacağı her hangi bir hediyeden mutlu
olacağını düşünüyorum. Önemli olan nokta hediyenin ne olduğu değil, hediyeyi
kim vereceği. Aynı mantıkla, kim gerçekte hediyenin kelime anlamından daha
önemli olduğunu dedi ki.
“Tamamdır, ben bunu alacağım.” Yuigahama
elindekileri bir kenarda topladı ve onları satın almak için kayıt ettirdi.
Onların arasında hırka ve önceden baktığımız o iki eldiven vardı. Demek
kedi ile modellenmiş o eldiveni vereceksin he...?
Bir kedi patisi ve kedi ayakları...
Acaba kedi kuyruğu da var mı burada?
ꕥ ꕥ ꕥ
Pekala, artık ben de ciddi manada hediye
arasam iyi olacak. Önceki mağaza kedi kuyruğu satmıyordu da.
Bunlardan dolayı şuan Sencity'nin Sogo
Chiba mağazasındayız. İsminden anlaşılacağı gibi modanın farkındalığı olan bir
yer. Ve yine Sencity değil farkındalık.
ꕥ Sogo büyük bir mağazanın ismi ve Sencity
iste mağazalar içeren gökdelenin ismi. İkinci kere isminin geçtiği yerde ise
Sencity ile (Sensitive)Farkındalık kelimeleri birbirlerine okunuşta
benziyorlar.
Genellikle bu tip yerler erkek kıyafetleri satılıyor fakat bugün
Yukinoshita için hediye almaya geldik. Doğal olarak bayanlar katına doğru
gidiyorduk.
Ben bayan giyimi konusunda uzman değilim. Bu sebepten dolayı Yuigahama bana
rehberlik yapacaktı.
Yuigahama'dan beklenildiği gibi batı tarzı kıyafetlerin olduğu mağazaya
girdik fakat diğer mağazalara oranla fazla çeşitte ürünleri yoktu.
“Ortalıkta biraz dolaşıp önümüze gelen raflara bakalım, olur mu? Eldiven
gibi, takılar gibi, atkılar falan... veya roman gibi okunacak şeyler...” dedi
Yuigahama.
Mağazaya girdim ve çevreye bakınmaya başladım.
Yuigahama yakınlarda bir yerden önerilerde
bulunduğundan henüz çalışanlardan biri tarafından yetkililere bildirilmedim.
Ayrıca bölgeyi devriye gezen güvenlik görevlisi yoktu. Buraya yalnız olarak
gelmiştim, bu yüzden herhangi bir çalışanın “Aradığınız bir şey varsa yardımcı
olalım?” demesi ile aynı zamanda mağazanın kayıt bölümünden rahatsızlık verici
şekilde bakması normal bir şey. Daha önce buraya geldiğimden dolayı
biliyorum. Anlıyorum ki bekar erkek müşteriler buraya pek uğramıyorlar
fakat bu tür insanlara biraz daha az baskı yapsanız olmaz mı... hem benim de
işime gelir...
Çalışanların bakışlarına aldırmadan bir raftan diğerine atlıyordum.
Yuigahama “Göz Takıları” bölümünde durdu.
“Göz Takıları” da ne demek oluyor ki? Gözlük desen olmaz mı? Ne kadar her
seferinde Katakana kullanmaya ihtiyaç duyacak kadar bencil olabilirsiniz?
BÖLME demek yerine “Raf” kullansana. ET SOSU, BOLOGNEZ SOSU ve SPAGETTİ, PASTA
demek için kelime yokmuş gibi. Gerçi ET SOSU ve SPAGETTİ Katakana'da olan
kelimeler. Yine de orijinal Japonca kelimeler kullansan ne olur...
Diye meraklanırken Yuigahama omzumdan çekiştirdi.
Arkama döndüm. Yuigahama taktığı gözlükle nedense görkemli görünüyordu.
Yuigahama kendini işaret etti. “Hmhm. Zekiymiş gibi görünüyor muyum?”
“Gözlük takmanın kendini zeki göstereceğini düşünüyorsan kafanda tahtan
eksik olmalı...”
“Çok kabasın, aptal!” dedi Yuigahama somurtarak. Sonra başka bir gözlük
aldı ve başka bir tanesini... Tasarımlarını inceliyordu. Bende gözlüklerden
birini elime aldım.
Ohh, bayağı farklı gözlükler var burada.
Mağazada değişik tasarımlara sahip gözlükler vardı. Ayrıca farklı işlevlere
sahip gözlükler de vardı. Hemen yanlarında ürünün açıklamaları vardı. Polen
engelleyici, mavi ışık önleyici ve dahası... Numaralı gözlüklerin dışında
kullanışlı gözlükler de vardı ve bunların fiyatı da oldukça makuldü.
Ürünlere bakarken Yuigahama bir tanesini aldı ve bana uzattı. “Ah, Hikky
bunu bir denemelisin. Bak böyle...”
“Ehhh….”
Bu benimle alay geçilen durumlardan biri...
Her ne kadar inatlaşsam da Yuigahama elindeki gözlüğü takmaya kararlıydı.
“Hadi, ama!”
Gözlüğü takmak için kendimi hazırladım.
Per...sona...! 4'ten çok 3 gibiydi. Eğer bir şeyler çağırmaya kalkarsam kafama
sıkmak için elime bir tabanca verin.
ꕥ Persona oyununda karakterler çağırma
yaparken böyle bağırıyorlar. Gözlükler Persona 4 oynunun temasını oluşturken,
tabancalar Persona 3 oynunun temasını oluşturuyormuş.
“Nasıl görünüyor?”
Gözlükleri taktım ve işaret parmağım ile yerine oturtmak için
ittirdim. Yuigahama pat diye güldü. “Ç-Çok... kötü görünüyorsun!”
“Az sus lütfen...”
Bu yüzden gözlüğü takmak
istemiyordum... Çekinerek gözlüğü çıkardım ve bu sefer Yuigahama bana farklı tasarıma sahip
bir gözlük verdi.
“Haydi bir de bunu dene”
“Asla.”
“Hadi ama eğlencemi bölme. Taksana şunu!” dedi Yuigahama gözlükleri bana
doğru iteklerken.
Ne sinir bozucu ama... Kulaklarımda takılı
kalan gözlüğü düzelttim ve Yuigahama'nın içinin rahatlaması için ona doğru
döndüm.
Döner dönmez Yuigahama ağzı açık bana baktı.
“……”
“Ya, dilini kediler yesin e mi...”
Demek istediğim arkama dönen benim fakat
hiçbir tepki vermiyorsun... Belki bir şeyler der diye meraklı gözlerle bakınıp
durdum. Yuigahama kendine geldi ve ellerini salladı.
“Ah, şey... Bir şey yok.... Sadece gözlük iyi durmuş gibi... Hmm.”
“...Saol.”
Birileri tarafından övülünce ne yapacağımı bilemedim.
Hala şaşkın şaşkın bakıyor.
Eğer bildiğim bir şey varsa, o da daha bilmediğim pek çok şey olduğudur.
Mesela gözlük kullanmayan Yuigahama'nın gözlüklerle hoş durduğu gibi.
Belli bir zaman önce Yukinoshita pişmanlık duymadan söylediği bir şey
vardı. Demek ki o da Yuigahama'yı tam anlamıyla tanımıyor.
Ben de öyleyim.
Ben eskiden bilmek bile istemezdim.
Sadece Yukinoshita değil Yuigahama'yı da bilmek bile istemezdim.
Ancak şimdi tam anlamıyla olmasa da yavaş yavaş tanımak istiyorum. Onları
anlamaktan çok uzağım ve ideal olan da bu diyemiyorum. Fakat yine de kuşkusuz
ki üçümüz belli bir zamanı beraber geçirdik. Yarım yıldan biraz daha fazlası,
pek uzun bir zaman değil. Fakat yine de eskisine nazaran onu biraz daha
tanıyorum.
Tanıdığım o Yukinoshita Yukino...
Yukinoshita'nın; Yuigahama'nın bahanelerine ayak uydurması, kedileri
sevmesi ve boş vakitlerinde bilgisayarında kedi videoları izlerken Pan-san
yastıklarına sarılması...
Şaşılacak bir durum, onu biraz da olsa tanıyorum.
Eğer Yuigahama kedi ayağına benzeyen o çorapları verecekse ben de ona
uyabilecek bir şeyler almalıyım.
Umarım vereceğimiz hediyeler bir başına geçirdiği zamanda olabildiği kadar
sıcak ve huzur verici olsun.
ꕥ ꕥ ꕥ
Alışverişimiz bitene kadar hep yürüyüp
durmuştuk. Bir ara verip kafeye girmeye karar verdik.
Starbucks'ta dışarıda yemek de yiyebilirdik. Fakat bu mevsimde dışarıda
olmak istemiyorum. Ayrıca orada nasıl yemek söylenildiğini tam olarak
anlamıyorum. Bu sebeplerden dolayı oraya gitmek istemedim.
Yemek söylemesi kolay olan bir yer arıyordum.
“Burası uygun olur mu?”
“Olur.”
Yuigahama'nın onaylamasıyla Sogo'nun içindeki bu kafeye girdik. Buranın
havası mağazalardan ve kargaşadan uzak olduğu için rahatlatıcıydı.
“İki kişilik lütfen.”
Çalışanı kişi sayımız hakkında bilgilendirdikten sonra bizi dört kişilik
masaya oturttu. Tek pencereden tüm Chiba İstasyonu'nun görüleceği bir yere
oturmuştuk. Pencere kenarına Yuigahama oturduğu için onun yanından bakıyordum
istasyona.
Gözüme monoray ilişti ve nedendir bilmem ama Chiaba'nın çok gelişmiş bir
şehir olduğunu düşündüm. Chiba tam bir fütüristik şehir.
Monoray'ın gittiği yeri gözümle takip ettim ve birden gözüm çaprazımda
oturan birini kesti.
“Oh, Hikigaya-kun.”
Bu kişi de pencere kenarına oturmuştu.
Bu kişi beyaz fırfırlı bir gömlek giyiyordu ve göğüs kısmına kadar uzanan
altın bir zinciri vardı. Sanki dışarıdan gelen tüm ışık demeti üzerinde
parıldıyordu, fakat gerçekte gülen neşeli gözleri karanlık gökyüzünden bile
daha siyahtı. Kırmızı atkısını düzelttikten sonra tatlı ifade ile Yukinoshita
Haruno bana seslendi.
Bana seslenildikten sonra Yuigahama gözlerini kaydırdı ve şaşkınlık
içerisinde onun ismini dile getirdi. “Haruno-san...”
Yuigahama bu sefer de gözlerini Haruno-san'ın hemen arkasındaki adama
kaydırdı. Siyah ceket altına üzerinde siyah ve beyaz çizgileri olan gri bir
kazak giyiyordu. Uçları kahverengiye çalmasına rağmen ışık sarısına yakın
saçları olan ve az da olsa şaşırmış gibi görünen Hayama Hayato gülümsüyordu.
“Oh, Hayama-kun da buradaymış.”
“...Selam.” dedi Hayama kısaca. Mat gümüş kol saatine giren ışık hafifçe
havaya kaldırdığı kolunun yaka kısmından dışarı yansıyordu.
Ben de selamını hafifçe başımı eğerek aldım. Selamlaşmak için ağzımızı
açmadık. Duyulan tek ses kafede çalan, zar-zor duyulan caz müziğiydi. Şimdi bu
sese sandalyelerin çekilirken oluşturduğu sesler de eklendi.
“Görüşmeyeli bayağı zaman olmuş gibi Gahama-chan,” dedi Haruno-san masada
yerini düzeltirken.
Onaylar şekilde Hayama kısa bir nefes verdi ve rezervasyona kendilerini de
ekledi ve karşıma oturdu.
“İkinizin randevunuzu bölmüyorum, ya?” Seni kerata seni. Her zamanki gibi
takılıyorsunuz ha. Yukino-chan sizinle değil mi?” Haruno-san Yuigahama'yı
dirseğiyle dürttü ve mağazanın girişine doğru baktı.
“Ah, aslında biz bugün Yukinon için hediye almaya geldik...”
“Ahh, anladım. Doğum günü yaklaştı...” Haruno-san Yuigahama'yı dinlerken
başıyla onaylıyordu. Hemen sonrasında telefonu eline aldı ve birinin numarasını
yazmaya başladı.
Onu izleyen Hayama kendinden emin konuştu. “...Geleceğini zannetmiyorum.”
“Hayır bu sefer gelecek,” dedi Haruno-san kendinden emin gülümsemesiyle.
Telefonun çalma sesi kafenin içinde hafifçe yansıyordu.
İki çalma, üç çalma ve dahası... En sonunda karşı taraf telefonu açtı ve
telefonun diğer ucundan az da olsa duyulabilir bir ses geldi.
[Alo…]
“Alo, Yukino-chan. Ben ablan. Hemen gelebilir misin?”
[Kapatıyorum.]
Hemen kapatmak mı! Bu anında yapıştırılan
cevabı duyan Hayama ve Yuigahama kasılıyorlarmış gibi gülümsediler. Fakat bu
tür tepki almaya alışkın Haruno-san hiç dikkate almadı ve onunla takılır
şekilde konuşmasına devam etti.
“Öyle mi? Kapatmak istediğine emin misin?”
[…Ne?]
Haruno-san sırıtarak bir cümle daha söyledi.
“Aslında şuan Hikigaya-kun yanımda!”
[Sen ve saçma yalanların... Yeter art--]
“Hikigaya-kun al ve konuş!”
Lafını bitirmesine izin vermeden Haruno-san telefonu bana uzattı.
“Yok, olmaz... ”
Haruno-san ve elindeki telefon, bir ona bir
diğerine baktım. Fakat telefonu ortaya bırakıp ellerini arkaya saklayınca
benimle oyun oynuyor gibiydi. Harbiden cevap vermeyecek bu. Telefonun karşı
tarafında Yukinoshita Haruno-san'a sesleniyordu. Sanırım cevap vermek
zorundayım...
“Alo... Merhaba?” diye cevap verdim ne diyeceğimden emin olmadığımdan.
Cevap verdiğimde hoparlörden bıkkın halde çıkan nefes sesini duydum.
Bir anlık sessizlikten sonra, devam etti.
[Ah, inanamıyorum... Neden oradasın?]
Ben de bunu merak ediyorum. Buraya
alışveriş yapmaya gelmiştik... Neden buradayım ki? Do-wa-ha-ha-ha!.
Yokai'nin suçu, evet. Beni suçlama, Yokai'yi suçla.
ꕥ Yokai watch bir oyundur, animdeside vardır.
Oradaki de do-wa-wa... oyunun müziğinde geçmektedir.
“Alışverişe çıkmıştım ve şans eseri karşılaştık...”
O yokaiye çok kızgındım ve durumumu açıklayacak kelimeler arıyordum. Fakat
bu durum Yukinoshita'nın bir cümle daha kurmasıyla sona erdi.
[Tamam, sıkıntı yok. Telefonu ablama ver.]
“…Olur, özür dilerim.”
Nedense özür diledim.
Ekranını ıslak bir mendil ile sildikten sonra telefonu Haruno-san'a iade
ettim. Haruno-san'da kafenin bulunduğu yeri tarif ettikten sonra telefonu
kapattı.
“Görünüşe göre Yukino-chan buraya geliyor,” dedi Haruno-san ikna olmuş
gülümsemesiyle.
Yuigahama aniden konuştu. “Şey, neden Yukinon'u buraya çağırdınız? Sanırım
gelmek istemiyordu...”
“Hmm... Aslında bugün aile yemeği planlamıştık fakat Yukino-chan gelmeyi
reddetmişti. Eğer sen ve Hikigaya-kun burada olursa gelmekten başka çaresi
kalmıyor, değil mi?”
“Rehin falan mıyız...?”
“Öyle deme ama esir düşmüş arkadaşları için buraya koşa koşa gelmesi iyi
bir hikaye olmaz mıydı?”
“Bu şekilde anlatırsan zalim kralın kim olduğu hakkında şüphe duyarım...”
“Seni edebiyatçı çocuk seni,” dedi Haruno-san neşe içinde benimle dalga
geçiyordu.
Yuigahama Hayama'ya bakarak “Bu...?” diye mırıldandı.
“Bu kitabın adı ‘Koş, Melos!’ ”
“Ah... Evet, şey, biliyorum o kitabı, duymuştum. Çok hızlıymış!”
Bilmiyor galiba...? Mantığı “Melos
koş… Melos ve Selinuntius… en iyi arkadaşlar sonsuza
dek.”* gibi basit bir şey olan kitaptı bu.
ꕥ Koş, Melos adlı kitap lise kızları arasında
popüler bir kitapmış ve liseli kızların olur olmaz nedenlerle yazdıkları
mesajlarım parodisini içerirmiş.
Tam da şüphelendiğim gibi Yuigahama telaş içinde konuyu değiştirdi. “Bu
arada ailen ile yemeğe çıkmak çok hoş bir şey! Herkesle beraber, ne hoş...”
Yuigahama gözlerini Hayama'ya dikti. Bakışlarından lafın nereye gideceğini
anlayan Hayama konuşmaya katıldı.
“Ailelerimiz uzun zamandandır birbirlerini tanıyorlar... Yeni yıl selamlaşmalarından
bahsettiklerinde beraber yemeğe çıkmaya karar kıldılar. Benim de aile bireyi
olarak eşlik etmemi rica ettiler.”
“Hee...” Yuigahama ikna olmuşça başıyla onayladı.
“Haruno-san parmağının biriyle fincanın
kenarının bir kısmını gezindi. “Ailelerimiz ve tanıdıklarımız yeni yıl
geldiğinde bayağı ciddi planlar yapıyorlar. Dördüncü günden bir gün önce
işlere tekrar dönüldüğü zaman çok yoğun oluyorlar. Bu sebeple bugün sadece
tanıdıklarla formalite icabı selamlaşma var.”
ꕥ Japonya'da Yeni yılın ilk üç günü yani 1-3
Ocak tatilmiş. 4.gün derken işin başladığı gün demek istiyor.
Görünen o ki bu Yukinoshita ailesinin
geleneksel bir buluşması. Eğer bundan sonra yemeğe geçeceklerse o zaman
Yukinoshita'nın anne ve babası da buralarda olmalı... Her nedense onları görmek
istiyorum.
Hemen ortalığı süzmeye başladım. Fakat çaprazımda oturan Haruno-san sinsi
davranışlarıyla beraberinde güldü.
“Annem ve babam şuan ağırlamaları yapıyorlar. Biz onları bekliyoruz.”
“Hmm, anladım...”
Ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. Ebeveynlerin ilgilenmesi gereken
işler olduğunda genellikle çocuklar bunların dışında kalır. Mesela annem
anneleri bir araya getiren bir topluluğa gittiğinde beni diğerlerinin
çocuklarının yanına bırakırdı. Fakat annecik bir şeyi unutuyorsun. Büyükler
belki birbirleriyle iyi anlaşıyor olabilir fakat çocuklar... Cidden hayatımın
en saçma salak dönemleriydi.
Bunların üzerine Yuigahama da
konuşmaya katıldı. “Bu selamlaşmalar falan zor oluyordur, değil mi?”
“Her yıl yaptığımızdan ben alıştım bile. O kadarda acı verdiğini
düşünmüyorum... Bu alışkanlığın hala sürdüğüne şaşıyorum, hatta gelenek olmuş
bu,” dedi Haruno-san, sesinde pes etmiş bir hava vardı.
Yukinoshita'nın ve tapınak ziyaretini yapmamış Hayama'nın bağlı oldukları
ailelerinin ortaklıkları var.
Saygı değer ailelerin diğer bir deyişle seçkin ailelerin yapmakta yükümlü
olduğu şeyler var. Normal insanlara göre bu inanılası durmayan bir cümle, fakat
gerçekte böyle değil. Gizli bağlantıları olan seçkin aileler o kadar da nadir
değil. Sadece pek ilgim ve bilgim yok onlar hakkında. Buna rağmen her seçkin
ailenin böylesine eşsiz bağlantıları olduğunu düşünmem şaşılacak bir şey.
Benimki gibi normal insanların ailelerinde fazla gizli şeyler yok. Eğer
sosyal düzeyin ne kadar yüksek olursa yükümlü olduğun şeyler de aynı oranda
fazla oluyor.
Haruno-san parmağıyla masaya vurdu. “Her neyse, nasıl hediyeler
aldınız?”
Haruno-san'ın konuşmasıyla karşı tarafında oturan Yuigahama'nın üzerine
sokuldu. Yuigahama çantasından hediyeyi çıkarırken kendini de geriye çekti.
“Şey.. Ben evde giymesi için çorap aldım...”
“Oh, yılın bu zamanlarında zemin çok soğuk olabiliyor.”
“Biliyorum! En son Yukinon'un evine gittiğimde zeminin biraz soğuk olduğunu
düşünmüştüm.”
“Cidden iyi düşünmüşsün. Benim de soğukla aram iyi değil.”
Kızların yaptığı konuşmanın aksine biz erkekler birbirimizle konuşmadık.
Sadece oturup onları dinliyorduk.
Fakat Hayama öylece oturmaya razı değil gibiydi ve mırıldanmaya başladı.
“Doğum günü hediyesi...” dedi ve bana baktı. “Sen ne aldın?”
“Öyle-böyle bir şeyler aldım işte.”
“Peki.” Hayama gözlerini kaçırdı ve daha fazla sormadı.
Buradan yola çıkarak Hayama'nın konuşmuş olabileceklerimi Haruno-san'ın ve
Yuigahama'nın yaptıkları konuşmaya katması aşikardı. Hayama'nın fincanı
tuttuğu kolundaki saatin yelkovanı ilerliyordu.
Tek yaptığım gözlerimle izlemek oldu.
Saniyeyi gösteren ibre olması gereken şekilde aynı ritimle yolunu asla
şaşırmadan ilerliyordu. Her zaman aynı görüntüler oluşturarak bir devir atıyordu
sonra bir diğerini ve geldiği yere dönüyordu. Fakat saatin hiçbir devri aynı
değildi, aynı olamazdı. Saatin bu ucu hiç dönmemiş olsa bile içinde
bulunduğumuz zaman ve ortam değişiyordu.
Aniden hediyeye bakan Haruno-san ortaya konuşmaya başladı. “Uzun zaman
oldu, fakat bu sefer ben de bir hediye alsam iyi olabilir.” Gözlerini Hayama'ya
kaydırdı. “Değil mi, Hayato?”
“…Evet.”
Hayama yavaştan omuzlarıyla birlikte yanına döndü ve pencereden dışarıyı
izlemeye başladı. Baktığı yerde şehrin ışıkları görünüyordu, belki de başka
şeylerin ışıklarıydı.
Bende pencereye bakıp Hayama'nın yansımasını izliyordum ve düşündüğüm tek
şey uzun zaman önce Hayama'nın Haruno-san'a verdiği şeyin aslında ne olduğuydu.
ꕥ ꕥ ꕥ
Fark etmeden zaman bayağı ilerlemişti.
Haruno-san'ın aramasından yarım saat geçmişti. Eğer evinden buraya direk
geliyorsa biraz sonra burada olmalı. Arayanlar biz olduğumuz için kalkıp
gidemeyiz de.
İçtiğim kahve çoktan bitmişti ve üzerinden dumanlar çıkan çaydanlık şimdi
buz gibi soğuk olmuştu.
Yuigahama benim aksime hiç durmadan bakınıp duruyordu. Tandık birilerini
görünce sesini yükseltti. Ben de o yöne baktım ve tüm enerjisiyle buraya doğru
gelen Yukinoshita'yı gördüm.
“Yukinooon, buradayız,” dedi Yuigahama ellerini sallayarak.
Yukinoshita da bizi gördü ve oturduğumuz masaya geldi.
“Yuigahama-san... sen de mi buradasın,” dedi Yukinoshita şaşkınlık içinde.
Doğru ya telefonda bahsetmemiştik.
“Evet. Şey... Hikky ile alışverişe çıkmıştık ve bir şekilde ben de
yakalandım...”
“Alışveriş... Hmm...”
Ne söyleyeceğinden emin değildi. Ona hediye almak için buraya geldik de
diyemezdi. Yuigahama'nın kekelemesi şüphe uyandırıyordu. Yukinoshita da bizi
dinliyorken şüpheli bakışları ile onu ve beni süzüyordu.
“Her neyse otursana!” dedi Yuigahama. Masada bir kişilik yer daha açmak
için biraz kenara doğru kaydı ve Yukinoshita'ya oturmasını söyledi.
Beklenildiği gibi Yukinoshita Haruno-san'ın karşısında kalmayacak şekilde
oturdu. Yuigahama'ya karşı başını eğdi. “Ablamın verdiği sıkıntıdan dolayı özür
dilerim.”
“Oh hayır, önemli değil.” diye cevap verdi Yuigahama neşe içinde ellerini
sallayarak.
Yukinoshita biraz daha rahatlamış gibi eliyle göğüsüne dokundu. Sonrasında
bana döndü ve benim de ne durumda olduğumu kontrol edermiş gibi baktı.
“Sen de Hikigaya-kun, um…”
“Önemli değil, zaten yapacak bir işim yoktu.”
Cidden alışverişten sonra yapacağım bir şey yoktu. Aslında Yuigahama ile
yalnız vakit geçirmediğim için biraz daha rahatladım. Çünkü bu durumun ikimiz
için de iyi olabileceğini düşünmüyordum.
Ve bunların arkasındaki gerçek suçlu tahrik edici gülüşüyle Yukinoshita ile
alay geçerek selam verdi.
“Yukino-chan, çok yavaşsın...”
“Arayan sen olduğun halde maşallah bayağı yüzsüzsün...”
Haruno-san bu lafa aldırmıyorken Yukinoshita yandan bir bakış attı ona.
Yuigahama ikisi arasında kaldığından zoraki gülüyordu. Süper Ezici Yukinoshita
Kardeşler! Hey Kardeşler! Lütfen beni aranıza almayın sakın...
“Neden bunu konuşmaya bir son vermiyoruz? Hem Yukino-chan buraya
olabildiğince hızlı gelmiş...”
Canlı ve tanıdık bu ses ortamdaki havayı ısıtmaya çalışıyordu. Fakat ben bu
sesin Yukinoshita'yı çağırma şeklini ilk defa duyuyorum, ani refleksle kafamı
sese çevirdim. Sesin sahibi Hayama Hayato, kırdığı pottan dolayı yüzünü
buruşturdu ve hızlıca üzerini örtmek için gülümsedi.
“……”
Yukinoshita hayretler içinde Hayama'ya sessizce baktı. Hayama boğazını
temizledi.
“Yukinoshita-san, ne içmek istersin?”
“…Siyah çay alacağım.”
Yukinoshita'nın belirttiği gibi Hayama sipariş verdi. Çay geldikten sonra,
Haruno-san derin ve uzun bir nefes aldı.
“Uzun zamandır böyle beraber çay içmemiştik.”
“Evet uzun zaman oldu.”
“……”
Hayama durumu onaylayan cevabının karşısında Yukinoshita elindeki bardakla
gözlerini kapadı. Konuşmaya ara girdiğinde Yuigahama konuşacak yeni bir konu
ortaya attı.
“Ah, şey... Hayato-kun uzun zamandır ikisini tanıyordun, değil mi?”
“Evet. Biliyorsundur Hayato ailesinin tek çocuğu. Bu sebeptendir annesi ve
babası bize çok sevecen davranırlardı, değil mi Yukino-chan?”
“Ben öyle düşünmüyorum.
“Hadi ama. Sadece annemiz ve babamız bize sevecen davranmazdı. Herkes
öyleydi.”
Haruno-san'nın konuşmasına ve Hayama'nın gülümseyerek verdiği cevaplara
rağmen Yukinoshita'nın tutumu değişmemişti. Fakat Haruno-san pek ilgi duymadı
ve gözlerini başka yerlere kaçırdı.
“Eskisi gibi... Daha da gençken ailelerimizin hep işleri olurdu ve ben de
sizinle beraber gezerdim, sizinle oyunlar oynardım.”
Bunları duyan Yukinoshita kaşlarını çattı. “Sen hep bizi yanında gezdirmeye
zorlardın ve bizimle canın ne istiyorsa yapardın. Tam bir baş belasıydın.”
Fincanı tabağına koydu. Sonra değişmeyen tutumuyla soğuk bir yüzle ablasına
baktı. Hayama onun yerine cevap verdi.
“Hayvanat bahçesine gittiğimiz zamanki gibi... Lunaparka gittiğimizde
de bayağı belalara bulaşmıştık, değil mi?”
“Veya Rinkai Park'ında olanlar gibi. Bizi bırakıp tek başına binmişti dönme
dolaba...”
Hayama ve Yukinoshita geçmişteki anılarını hatırlayınca iç karartıcı
tavırlar takındılar. Fakat Haruno-san mutlu mutlu başını sallıyordu.
“Ahh, öyle bir şey de olmuştu, değil mi? Hatta sonrasına Yukino-chan
ağlamıştı.”
“Hayır... Olmamıştı öyle bir şey.”
“Hayır olmuştu, değil mi Hayato?”
“Ahaha… Bilmem ki.”
Haruno-san onlar ile konuşuyordu, Hayama gülümseme ile cevap veriyordu ve
Yukinoshita sessizce onaylıyordu.
Onların nostalji dolu konuşmalarının arasında gerçekliğin battığını
hissetmeye başladım.
Bu üçü geçmişte beraber çok zaman geçirmişler ve bu anılara dışarıdan
birileri dokunamazdı.
Yuigahama bile konuşmalarına katılamadı, beni oracıkta bıraktı.
Bu iki kız kardeşin geçmişte nasıl bir ilişkiye sahip olduğunu bilmiyorum.
Bilsem bile şuan ne yapacaktım ki.
Yapabildiğim tek şey ara sıra kahvemden birer yudum almak ve onların
geçmişte yaşanmış ve hala devam eden hikayelerini görmezden gelmekti. Birde
hikayelerinden yola çıkarak onları hayal ediyordum.
Ne zamandı bilemiyorum ama daha önce bana sormuşlardı.
Eğer ben bu iki kız ile aynı ilkokula gitseydim, bir şeyler değişir miydi?
Peki ben bu soruya ne cevap vermiştim?
Düşüncelerim ve anılarımı ile uğraşırken fincanın tabağından kalkma sesini
duydum. Sesin geldiği yere doğru baktım, Haruno-san çenesini kapamış ve
Yukinoshita ve Hayama'ya sıcak olmayan gözlerle onlara bakıyordu.
“Eskiden çok tatlıydınız... Fakat bugünlerde... çok sıkıcı gibisiniz.”
Hoş görünüşlü canlı dudaklarından daha soğuk kelimeler çıkıyordu. İğneleyen
bakışları ve donuk gülüşü herkesin sesini bastırıyordu.
Yukinoshita hafifçe masanın üzerine elini koydu. Bu sırada Hayama dişlerini
gıcırdatıp uzaklara bakıyordu. Yuigahama kafası karışmış bana bakıyordu.
Masa sessizliğe doğru batmışken Haruno-san birden kıkırdadı. “Bugün
Hikigaya-kun bizimle. Sanırım şimdi Hikigaya-kun ile spor yapacağım.”
“Hayır, sporlar ile aram iyi değildir...”
“Fakat bu konuda seninle alay etmek istiyorum. Gel buraya, gel!,” dedi
Haruno-san ve ellerini bana uzatıp başımı okşamaya başladı. Ondan kurtulmak
için tüm vücudumla geri çekildim. “Oh, kaçma ama!”
Arkadaşça gülümseme ile konuşması onu olgun iyi bir abla yapıyor. Her zaman
karşında konuşan senden büyük ve güzel birileri olmaz. Kötü bir his değil
açıkçası her ne kadar bu gülümsemesi yalan olsa da. Herkesin Isshiki Iroha'nın
tatlı görünmesi gibi iki yüzlü olması pek de korkunç olmazdı.
Yukinoshita Haruno'nun içinde sakladığı ve ortaya çıkarmadığı bilinmeyen
korkunç yüzü nasıl acaba.
Fakat şu anki Haruno-san değişmeyen gülümsemesiyle daha fazla konuşacağını
veya tamamen farklı bir konu açacağını da zannetmiyorum.
“Spor demişken yakında okulun düzenlediği maraton olmalı, değil mi?”
“Ah, evet. Sanırsam ayın sonunda olacak.” dedi Yuigahama.
Haruno-san şaşırmıştı. “Ohh, bu yıl Şubat ayında olmayacak yani.”
“Danışman öğretmenin dediğine göre akademik takvimle uyum sağlanması için
maraton ileriye atılmış.” dedi Hayama sanki bir şey olmamış gibi gülümsüyordu
yine ve sesi de sakindi.
Bu tarafta Yukinoshita bayağı depresyona
girmiş anlaşılan. Pek dayanıklı bir kız değil sonuçta... Maraton ile
arası iyi değil gibi.
Her nasılsa ortama neşeli mod geri döndü.
Sıkıntı yok, bu dördü hoş konuşmasını
yapıyor belki ama çevresindekilerin dikkatini de çekiyorlar. O kadarda
abartmıyorlar ama burada olmaları yetiyor gibi. Bu dördü çok göze
batıyorlar...
Bir süre boyunca mağazanın girişinden birilerinin bize baktığını hissedebiliyorum.
Yani biraz gürültü yapıyorlar fakat bunlar ilgi çeken insanlar. Bunlar
şehrin ortasında yürüyorken bile kendini onlara bakmış bulacağın türden
insanlar.
Bu dördünün sayesinde varlığım daha da yok
olmaya başladı. Ben gölgeyim... Işıktan daha güçü, gölgeden daha karanlık,
ışığın parıldamasından daha belirgin...
ꕥ Kuroko no Basket animesinden alıntı sözler,
muhtemelen Kuroko'nunkiler.
Pek yaptığım bir şey olmadığından kendimi
baş yıldız Kuroko olarak atamaya karar verdim. Fakat yinede daha çok Kuroyanagi
Tetsuko'ya gibi olması normal değil.
ꕥ Kuroko az önce bahsedilen animenin ana
karakteri. Diğer isimde ise kelime oyun var. Kendimi baş yıldız olarak
adayacağım(tetsu suru).
Ben burada konuşmaya bile katılmayan
sadece kahvemi dudaklarıma taşıma hareketi yapan biri olarak oturuyordum ve
fazla zaman geçmeden yine kahvem bitmişti. Sanırım bir tane daha
alacağım... Gözlerimle kafedeki garsonu arıyorken kimono
içinde bir bayan buraya doğru geliyordu.
Siyah, parlak saçları vardı ve tavırları
oldukça sakindi. Benim annem ve babamdan daha genç görünüyordu. Oldukça iyi
vücut yapısını dengeleyerek sessizce ve zarif bir şekilde yürüyordu. Mütevazı
yüz ifadesi bana déjà vu hissi veriyordu.
Çok benzediklerini seziyordum.
Bu kadın yavaşça masamıza kadar geldi ve birinin ismini seslendi.
“Haruno.”
Bu ses tüm müşterilerin seslerine ve hafifçe çalan arka plan müziğe rağmen
aralarından kolayca yolunu aldı ve yine bu ses duyanların ilgisini çekti.
Birine benzetmeme yol açtı.
Haruno-san çağırıldığı yöne doğru döndü.
“Ah, işlerinizi bitirdiniz mi?”
“Evet. Buraya yemek yemeye gideceğimizden dolayı ikinizi çağırmak için
geldim. Hayato-kun beklettiğim için özür dilerim.”
“Yok, önemli değil. Herkesin burada olmasıyla biraz zaman geçirebildik.”
diye cevapladı Hayama arkadaşça ses tonu ile.
Sonra Hayama bize döndü ve o bayanda gözlerini bize kaydırdı.
Yukinoshita'nın varlığı çok şaşırılacak bir durum olmalı. Bayan “Bak sen!”
diye canlı bir sesle mırıldandı. Sonra zarifçe gülümsedi.
“Yukino geldin demek. Çok sevindim...”
“Anne...” mırıldadı Yukinoshita şaşkın değildi ama keyifsizdi.
Şimdi fark ettim ki görünüşü ve takınduğu tavırları Yukinoshita'ya bayağı
benziyordu. Hatta Yukinoshita büyüdüğünde aynısı olur. Yine de ilk bakışta
annesi olduğunu anlayamamamın sebebi ağırlığını koyan güçlü biri olduğunu
düşünmemdi. Onunla konuşmadan önce bir kez daha diyeceklerini düşünmen gereken
bir hassasiyete sahipti. İçgüdüsel olarak oturduğum yerde doğruldum.
Yukinoshita yutkundu, nazikçe dirseklerine dokundu, kendi vücudunu
kucakladı ve sanki ona ait değilmiş gibi gözlerini kaçırdı.
Bu evlat annesini nasıl görüyor olabilir ki? Yukinoshita'nın annesi zarifçe
gülümsedi.
Ağzını bıçak açmayan Yukinoshita'nın yanında duran Yuigahama ağzını açtı.
“Vayyy, çok güzel bir bayan...”
Yuigahama bu kadar şaşkın iken Yukinoshita'nın annesi hafifçe başını eğerek
selamladı ve Haruno-san'a sordu. “Haruno bunlar arkadaşların mı?”
“Bunlar Hachiman ve Gahama-chan.” Haruno-san bizi tanıttı oldukça kaba bir
şekilde. Muhtemelen önceki alaylarına devam ettiği için veya açıklaması zahmet
olacağını düşündüğü için böyle yaptı.
“Ah, Ben Yukinon'un arkadaşı Yuigahama Yui.”
Yuigahama heyecanla başını eğdi ve bende
bir şekilde aynısını yaptım. Fakat bir kızın annesiyle tanışmak beni
biraz gerdi... Düşünüyordum eğer ismimi söylememde tereddüt edersem,
Yuigahama Yukinoshita'nın annesinin ilgisini çekiyor gibi görünürdü.
“Yukinon...” Yukinoshita'nın annesi zarifçe elini çenesine koydu ve
gözleriyle bir Yuigahama'ya bir Yukinoshita'ya bakıp durdu.
“Özür dilerim, sen Yukino'un arkadaşısın anlaşılan. Biraz olgun biri
göründün de karıştırdım.”
“Olgun...Ehehe.”
Yuigahama mutlu gibiydi fakat bu kelimeler bana biraz rahatsızlık
veriyordu.
Bana soracak olursan Yuigahama daha çocuksu ve masum görünüyor. En azından
hal ve davranışları onu havalı veya olgun göstermiyordu.
Gereksiz ve yanlış varsayım yapınca Yukinoshita'nın annesi elini
yanaklarına koydu ve neşeli neşeli Yuigahama ile konuştu. “Oh, özür dilerim
yine... Yukino'nun sınıf arkadaşı olarak sadece Hayato-kun'u biliyordum. Lütfen
kızımla iyi arkadaşlar olun, tamam mı?”
“Evet!”
Yuigahama kuvvetlice yanıtladı ve Yukinoshita'nın annesi zarifçe başını
eğdi. Kendimi tanıtma vakti bulamadım fakat her neyse, bana ilgisi yok gibi
zaten ve eminim ki bir daha karşılaşmayacağız ve de umurumda değil. Sonrasında
o Haruno-san'a ve Hayama'ya döndü.
“Peki o zaman haydi gidelim!”
“Tamaaaaaam!”
Haruno-san ayağı kalktı ve Hayama da fişi aldıktan sonra ayağa kalktı.
Fakat yanımda oturan Yukinoshita hiç hareket etmiyordu.
Bunu gören Yukinoshita'nın annesi sordu. “Yukino bizimle geliyorsun, değil
mi?”
Bu bir soruydu fakat aynı zamanda değildi. Kısacası bu cümle her türlü
etkiyi bırakabilirdi.
“Ben…” Yukinoshita çekinerek konuşmaya çalışıyordu.
Annesi rica edercesine sözlerine yenisini ekledi. “Ayrıca doğum gününü
kutlayacağız.”
Bu sevecen, sıcak, nazik fakat azarlayan bir ses tonuydu. Ve de söylediği
en güçlü zorlama içeren cümleydi.
“……”
Yukinoshita dudaklarını ısırdı, aşağıya
eğdi yüzünü ve bana da bir kere baktı. Bana baksan da ne yapabileceğim ki...
Haruno-san son olanı gördü. “Olmaz Yukino-chan!”
Bu soğuk gözlerdeki eğlenceli şok hissi... Kabaca gülümseyen Haruno-san
şiddetli ses tonuyla konuşunca Yukinoshita'nın omuzları titredi.
Sessizlik hakim oldu bir süre.
Hayama endişe içinde bu ikisine bakıyorken Haruno-san hala Yukinoshita'yı
izliyordu. Yuigahama tüm duygusu kaçmış gibi geri çekilmişti. Gözlerimi
pencereden dışarıya çevirdim ve fark etmemiş gibi zayıf bir nefes verdim.
Bu anda kimse konuşmadı ve rahatsızlık veren bu an biraz daha devam etti.
Sadece benim için böyle olmadı.
Yuigahama için de. Hatta Yukinoshita için de.
Belki de buradaki herkes için böyle oldu.
Yukinoshita'nın annesi ne yapmalı diye düşünüyor gibi başını eğdi ve
ellerini şakaklarına koydu. Sonrasında ikimize baktı.
“Aslında arkadaşların da bize katılabilir... Ne dersin?” Yukinoshita'nın
annesi bana ve Yuigahama'ya gülümsedi.
“Özür dilerim fakat davetinize icap edemeyeceğiz...” diye cevap verdim ve
kalktım. Tamamen tanıdıkların bulundukları bir odada bizim de orada olmamız çok
salakça olurdu.
Daha önemlisi bunun gibi basit bir şeyi görmezden gelecek kadar kalın
kafalı değilim.
“Peki. Sizinde bize katılabileceğinizi düşünmüştüm...” dedi ve olması
gereken şekilde bize bakmayı kesti.
“...Biz artık ayrılıyoruz.”
“Görüşmek üzere.”
Yuigahama başını eğdi, ben daha hafifçe eğdim ve koltuklarımız terk ettik.
Hayama hızlıca “Görüşürüz!” dedi ve Haruno-san gülücük ile bize el salladı.
Yukinoshita bizden sonra yerinden kalktı ve annesine sıradan bir izlenim
bıraktı. Annesi de zarifçe eğildi.
Yukinoshita bizi uğurlamak için mağazanın önüne kadar izlediğinde suratını
astı.
“...Özür dilerim benim için bu kadar düşünceli davrandığınız için,” dedi
Yukinoshita özürler içinde.
Yuigahama ellerini hızlıca salladı. “Sorun yok! En azından anneni görmüş
olduk ve bunun iyi olduğunu düşünüyorum.”
“Peki, madem öyle...” diye cevap verdi Yukinoshita fakat yüzü hala kasvetli
görünüyordu.
Yuigahama'nın yüzü soldu Yukinoshita'yı böyle görünce. Fakat acilen bir
şeyler düşündü ve çantasını karıştırmaya başladı.
“Ah! Burada. Biraz erken olacak ama buyur doğum günü hediyen.” Yuigahama
çantadan çıkardığı doğum günü hediyesini çıkardı. Madem Yuigahama hediyeyi
şimdi verdi ben de aynısını yapayım.
“Doğum günün kutlu olsun!”
“Te-Teşekkür ederim...” Yukinoshita hayret içinde çantaya dik dik baktı.
Fakat hemencecik kesintisiz bir sesle konuşmasına devam etti. Sonrasında
göğüsündeki çantaya sarıldı ve yüzü güldü sonunda.
Yukinoshita'yı izleyen Yuigahama'nın da yüzü güldü. “Okulda doğum gününü
yine kutlayalım!”
“Peki, görüşürüz!”
“Evet, görüşürüz!”
Yukinoshita kolunu yarı açarak bize el sallıyordu. Vedalaşmanın ardından
asansöre doğru gittik.
Asansörü çağırdım fakat gelene kadar biraz vakit alacak gibiydi. Beklerken
Yuigahama konuşmaya başladı.
“Demek Yukinon'un annesi he? Cidden çok benziyorlar.”
“…Evet sanırım.”
Evet Yukinoshita annesine benziyor. En azından dışa vurmuş yönleri ve
tutundukları tavırlar benziyorlar. Fakat daha sezgisel bir seviyede
Haruno-san'a daha çok benziyor. Haruno-san'ın küçükken annesine neler
söylediğini anlayabiliyormuşum gibi hissediyorum.
“Fakat şey...”
Yuigahama konuşmaya başladığında ne diyecek diye meraklanırken asansörün
sesi geldi ve kapısı açıldı.
İkimiz de bindik asansöre ve ilk katın tuşuna bastım. Yuigahama yine
konuşmaya başladı. Sanırım öncekinden daha farklı bir şey söyleyecekti.
“Sanırım ciddi ciddi Yukinon ile Hayato-kun çocukluk arkadaşı. Yani zaten
bir yerde daha duymuştum.”
“Ciddi ciddi de ne demek? Ne yani yalan mı söyleyecekler?”
“Biliyorum. Fakat öyle hissettirmiyorlar. Eğer birini eskiden beri
tanıyorsan onunla biraz da olsa konuşman daha doğru olur diye düşünüyorum.”
“Herkesin kendine özel durumları var. Sadece aynı okula gitmek onunla
konuşmanı gerektirmiyor.”
“Mmm, öyle sanırım.”
Geçmiş onları ilgilendirenlerin dokunulmaz alanları. Güzel ve sıcak anılar
yok sadece orada. Bu sebeple sevimsiz davran ve soğuk olan ol.
Bu, anılarının arasında ki açıklık artıp kesikli bir çizgi haline gelen bir
geçmişe sahip olmaktır. Onların beraber olması ile onları bir araya getirmek
farklı şeylerdir. Her ne kadar bu ikisi matematikte aynı gibi görünse de bunlar
farklı yollarla gidilen zirveler. Bu farklılık bir çok kavrama dönüşebilir.
Pozisyonlar, çevresel faktörler, hatta bir insanı çağırmada kullandığın isme
kadar.
Asansör duraksamadan aşağıya ilerliyordu.
Bu sessizlikte sadece asansörün hareketinden doğan zayıf ses kulağıma
ulaşıyordu. Bacaklarımız asansörden dolayı biraz titriyordu.
Aşağı, daha aşağı indikçe sessizce batıyorduk, daha da batıyorduk.
Asansör durup ilk kata vardığımız an açılan kapının ardında ki görüntüye
bakmak biraz korkutucu olmuştu.