19.06.2020

Yukinoshita Haruno her zamanki gibi ortalığı karıştırır.

resim
Çevirmen: Forevertr3

 

Açık kış gökyüzüne doğru başımı kaldırdım. Tepeden monoray geçiyordu.

Yanımda duran Komachi gözleriyle monorayı takip etti. Sonrasında bitkin halde donuk bir nefes verdi.

“Seni de yanımda getirdiğim için özür dilerim.”

“Yok dilemeseydin bir de.” diye zalimce homurdanarak cevap verdi. Kedimiz Kamakura'nın verdiği tepkiyle tıpatıp aynıydı. Kamakura daha çok onu çağırdığımda böyle tepki veriyor. Sanırım ustasının yolundan gidiyor...

“Neyseki ben de hediye almak istiyordum, bu yüzden takma kafana,“ dedi Komachi. Bir donuk nefes daha verdi. “...Ayrıca abi bu seninle son defa dışarı çıkışım olabilir.”

“Gören de zannedecek ki yakında öleceğim veya bunun gibi bir şeyler olacak da...”

Ölümcül hastalığı bulunan biri ile son anlarını yaşıyor sanki. Bunu tiyatro yapsan eminim Doraemon gözyaşlarıyla dolu bir oyun olurdu. Hastalık veya değil, eğer Komachi abisinden nefret etmeye başlarsa, bu benim sonum olurdu... 

Doremon animesinde veya filminde bir sahne bayağı acıklıymış sanırım.

“Öyle demek istemedim... Bir daha seninle dışarı çıkmayacağım.” diye Komachi tatlı tatlı bakışlarıyla bana hatırlattı.

Hayır, hayır... Anladım ben...

Komachi “bir dahaki sefer” derken ne demek istediğini anladım. Her ne kadar “söz” olarak adlandırmakta emin olamasam da vermiş olduğum bir söz var. Sorun ne zaman, nerede, ve nasıl soracağım. Birileriyle dışarı çıkma konusunda hiç deneyimim olmaması bu gibi zamanlarda tam bir yenilgi. İnsanlar birbirini dışarı çıkmaya nasıl davet ediyor olabilir ki? 

Neyse bunu daha sonraya bırakacağım.

Şu an için önemli olan bugün.

Dün tapınak ziyaretinden eve döndüğümüzde Yuigahama hediye alışverişi hakkında mesaj attı.

Buluşacağımız yer Chiba İstasyonu'nun hemen önü. Çok açık ve anlaşılabilir bir yer. İstasyondan çıktığımız anda kolayca bulabiliriz. Bunun tersi de mümkün. Bunları düşünüyorken hızlı hızlı nefes alıyordum.

Fazla geçmeden Yuigahama bilet gişesinden bize doğru geliyordu. Bizi fark ettiğinden ellerini sallıyordu. “Yahallo!”

“Selam.”

“Yui-san, yahallo!”

“Geç kaldığım için özür!”

Yuigahama bize doğru geliyorken, bej ceketi dalgalanıyordu adeta ve botlarının teki de katır-kütür ses çıkarıyordu. Dalgalanan ceketinin kenarından diz üstüne kadar uzanan el yapımı elbisesi vardı ve dar bir kot giyiyordu.

“Peki nereye gidiyoruz?”

“Ortalıkta biraz dolanabiliriz sonra bir şeyler seçeriz,” dedi Yuigahama ve istasyonun etrafında bir kaç yer işaret etti.

“Hmm...Nereden başlasak acaba?”

Komachi onu takip etmeye başladı ve ben de Komachi'yi.

Chiba alışveriş cenneti gibiydi.

Lise öğrencilerinin alışverişleri için standart bir yer düşünülürse akla ilk PARCOgelir.

Japonya'da bir mağazalar zincirinin adı.

Chiba şehrinde gençliğin güçlü müttefiğidir PARCO. Muhtemelen bu şık İNSANLAR ile BUGÜNÜN GENÇLERİ, nereden kıyafet almaları konusunda PARCO grubu ve LaLaport  grubu olarak ikiye ayrılıp birbiri arasında savaş yapıyorlar. Ve PARCO grubunda ise Chiba PARCO grubu ve Tsunadanuma PARCO grubu arasında görünmeyen sivil bir savaş olmalı.

Lalaport büyük çapta bir alışveriş merkezinin ismi.

Japonya'da PARCO'nun olduğu başka bir yer ismi.

Durun! Hep beraber iyi geçinelim! Hepimiz Chiba şehrinin sakinleriyiz, değil mi? Tsudanuma Narashino'da zaten!

 

Kısa bir yürüyüşün ardından Yuigahama bir yeri işaret etti. ”Hadi, önce C-One'a gidelim önce!”

Başka bir alışveriş merkezi daha.

C-One. Duymuştum daha önce. ICHIRAN'ın olduğu yer.

ICHIRAN içerisinde karşı karşıya bölmelenmiş koltukların bulunduğu ve mağazanın yemek yemek için ayrılmış kısımlarında lezzete yoğunlaşmanı sağlayan sistemdir. Yemek yemeye yoğunlaştıran bu sistemin patenti de var. Buradan yola çıkarak yalnızlar hayatlarına yoğunlaşabileceği bir sisteme sahip otomatik olarak. Hemen bunun patentinin almalıyım.

C-One kelimesinin içindeki C, Chiba'dan geliyor olmalı. Daha açıklayıcı olmak gerekirse baş karakteri C'den. Ayrıca yerel kahraman KaptanC'nin isminin buradan geldiği de çok açık. Fakat Chiba Batman'ı yerel bir kahraman değil. İsim seçerken biraz daha üzerinde düşünülmeli.

Chiba'nın Kaptan C adında bir kahramanı varmış .

Chiba'da batman kıyafeti ile motorsikletle gezen bir adam varmış.

Gitmekte olduğumuz ve yerini taşımış olan alışveriş merkezi yeni yıl pankartlarıyla süslüydü. İçinde birçok market vardı. Bir köprünün altını kullanan alışveriş merkezi olduğu için içindeki yol tek tarafa ilerliyordu. Yeni yıl indiriminden dolayı alışveriş merkezi her zamanki haline oranla daha çok aktifti.

Özellikle bu karmaşa içinde bunca alışverişin içinde olan kızlar modanın dibine vurmaktaydılar. Kendilerini için bir yer olmayan erkekler onlardan uzakta bir değil üç adım arkada durup kendilerini önemsiz hissediyorlardı. Bu bendim.

“Komachi-chan! Bak! Çok tatlı, değil mi?”

“Ah, haklısın! Kürkünü çıkarıp başka bir şeyde de kullanabilirsin!”

“Aynen! İlkbahar boyunca da kullanabilirsin!”

Bu ikisi hem konuşuyorlar hem de kıyafet üzerine kıyafet bakıp duruyorlardı. Kötü bir şey değil ama biz buraya Yukinoshita'ya hediye almak için geldik. Kendimiz için gelmedik, değil mi?

Fakat bu ikisini sadece izlemek bile kendimi kızmışım gibi hissettirdi.

Yuigahama kürk parçası ile kabanı birbirine uydurmakla meşguldü. Aynanın karşısında fırıl fırıl dönüyordu.

Bir erkek olarak mağazaya girdiğimden beri bilinçli olarak hareket etmem gerektiğini düşünüyordum. Bu sebeple bu ikisini arkadan izliyordum.

Onları izliyorken Komachi yorgun argın yanıma geldi. Son zamanlara göre daha gevşek görünüyordu.

“Yui-san ile alışveriş yapmak çok rahatlatıcı...”

“Yani, şey... Yukinoshita'ya oranla...”

Üçümüz Yuigahama'nın doğum günü hediyesi almak için gittiğimizde Yukinoshita'nın normal bir kız lise öğrencisinden ne kadar değişik olduğunu görmek biraz şoke edici olmuştu. 

“Evet, birisinin abim ile dışarı çıkması salakça bir hareket... Yine de bu Yukino-san'ı süper tatlı yapan bir şey! Değil mi?”  Sanki buna vurguluyormuş gibi yüzüme dik dik baktı.

“Ohhh, doğru, bu beni hiç tatlı yapmayan bir şey, tamamiyle.”

“Seni hindere seni...”

Hindere Komachi’nin Hachiman için kullandığı prototip. "Hin ve Dere" den geliyor. Dere yi tsundere den bilirsiniz. Hin de yandan yemiş diyebiliriz. Kısacası orada  Sahte Tsundere davranışı yapıyorsun demek istiyor.

        Rahat bırakın beni.

Yukinoshita ve beni aynı kefeye koyması biraz kaba olurdu.

En azından Yukinoshita kendisine ne uyacağını bilen ve modadan çok da uzakta olmayan biri. Bunun aksine Yuigahama'nın doğum günü hediyesini almak için çıktığımızda zorlanmasının sebebi “birilerine bir şeyler seçmek” konusunda alışkın olmadığı idi.

Bu dürüstlük ve acemilik Yukinoshita'nın tipik halleri.

Problem Acemi-san'ın hediyelerini görünce ne yapacağı. 

“Ben biraz da şu bölgelere bakacağım.”

Ortalıkta dolanmaya karar vererek Yuigahama ve Komachi'den ayrıldım. Hediyeler asıl bu şekilde ciddi anlamda bakınca ve düşününce akla gelebilecek şeyler.

Yukinoshita için hediye, he...

 

Acaba ne alsam iyi olur...

Acemi Yukinoshita-san, kısaca Aceminoshita-san ya da her neyse, çok zor duruma soktun beni, Aceminon. Sevdiği şeylerin dışında kullanışlı olabilecek şeyleri seven biri. Aslında ilgi alanları bu tip şeyler. Okuyabileceği bir şey olarak tonlarca kitabı olmalı ve yalnız yaşadığına göre yaşamak için yeterince şeye sahiptir muhtemelen. Tencere tarzı şeyleri de vardır. Ayrıca doğrama tahtası göğsünde bulunan doğuştan gelen bir malzeme.

Ne yapsam... Ne alsam iyi olur...?

Ortalıkta dolanırken Destinyland mağazasını gözüme takıldı.

Uhh, Fakat... o Panda Pan-san hakkında bana oranla çok daha bilgi sahibi.

Biraz daha uzaklaştım ve hayvanlar ve bununla ilgili mağazalar vardı.

Kediler... Kedisi yok onun... Cidden kedisi yok. Şimdiye kadar bir tane almalıydı. Belkide apartmanı hayvanlara izin vermiyordur. Ona kedi fotoğrafları albümü verebilirim, fakat buna benzer çok şeyi olduğuna eminim...

 

Diğer bir taraftan ona şuradaki aksesuar mağazasından bir şeyler alabilirdim, fakat tam emin olamıyorum...

Yakındaki mağazaları boş boş dolanırken kendimi başladığım yerde buldum.

Ve orada Yuigahama kollarında biraz kıyafet ile çevresine bakınıp duruyordu.

“Nereye gitti Komachi-chan acaba?”

“Seninle değil miydi?”

“Seninle değil miydi, Hikky...” Yuigahama hafifçe öne eğildi, yüzüme baktı ve dediğimi onayladı.

Olamaz, yine yaptın yapacağını seni kerata...

 

Böyle bir şey tekrarlanacağından emindim. Onu aramak bile gereksiz. Bize eşlik ettiği için çok minnettarım bu sebeple pek sıkıntı değil. Fakat gideceksen söylesene. Mental hazırlık diye bir şey var. Beni böyle satıp gitmesene...  

Yuigahama homurdanarak bir şeyler düşünüyor gibiydi. Elindeki kıyafetleri düzene soktu. Beni kontrol edermiş gibi başını eğdi. “Bana biraz yardımcı olur musun? Aslında Komachi'nin bakmasını istiyordum... Hikky sorun olmazsa...”

“Yararsızlığım ile sorunun yoksa olur.”

“Evet...! Bekle burada işe yaraman gerekiyor.”

“Peki bakalım.” dedim.

Sonrasında Yuigahama mağazanın içindeki aynaya doğru gitti. Ben de onu takip ettim.

“Bluzün üzerine iyi gidebileceği için bu kazak ile hırka arasında kaldım. Belki de okulda da giyebilirim.” Konuşurken ceketini çıkarıyordu bu sırada altındaki elbise hafiften çıktı.  

Bakmamam gerektiğini hissettim ve gözlerimi kaçırdım. Kabini kullansana... Yoksa bluz giydiğinden dolayı sorun duymuyorsun mu demek bu? Fakat bana sorun oluyor... Dur lütfen.

Mağazada arka plan müziği çalmasına rağmen elbiselerin çıkarken oluşturduğu ses haddinden fazla gürültülü ve Yuigahama'nın rahatsız verecek düzeyde çıkan nefesi kulağıma geliyordu.

“Tamamdır... Nasıl görünüyorum?”

Diye beni çağırdığında sonunda arkamı dönebildim.

 Yumuşak ve sıcacık görünen örgü hırka giyiyordu.

“Ne dememi bekliyorsun...? Şey... İyi gibi...”

İyi veya kötü diyebileceğin bir hırka değildi. Fakat üzerinde iyi duruyordu.

Fakat sorun bu Yuigahama için hediye olmayacaktı, Yukinoshita için olmalıydı. Eğer Yukinoshita bu hırkayı giyerse üzerinde biraz sarkık dururdu... Evet, ama bu kısmı söyleyemem.

“Fakat Yukinoshita'nın ölçülerine de göre düşünmen gerekmiyor mu?”

Elbise seçerken senin ölçülerine uygun elbiseler giymen çok doğal. Birde Komachi'nin bana dediği gibi tarz da çok önemli ve herkese göre değişiyor. Bu arda Komachi bugün moda haltıyla ilgili ne de laf attı bana. Sanki “saçmalama ya!” dercesine tüm elbise seçimlerimi eleştirdi. Hayır sadece Piko değil miydi? Veya Osugi? Ya da her neyse.

Piko ve Osogi Japonya'da ünlü sanatçı çiftidir. Komachi'nin dediği cümle onlarla ilişkili bir duruma atfen

“Ölçü...” Yuigahama bu kelimeyi tekrarladı ve elleriyle karnını sıvazladı. “Belki de biraz büyük gelir...”

Umutsuzluğa kapılmış gibiydi. Karnında olan elini yukarıya, üst koluna doğru kaldırdı ve yüzündeki ifade yavaş yavaş daha da karardı. Sorun yok! Sorun yok! Biraz büyüksün fakat... büyük değilsin! Aslında küçük olduğun falan yok!

“Şey... İyi gibi. Yani olmuş gibi... Sanırım...”

Bunlar tam olarak destekleyici kelimeler değildi. Fakat bocalayarak geçiştirdim. Ama şüpheli hareketlerimden dolayı Yuigahama benden kuşkulandı sanırım. Ahhh, yeter! Bu gibi zamanlarda ne söylesem doğru olur?

“Şey, üstünde iyi görünüyor. Sorun yok gibi.”

Bir şekilde bu kelimeleri çıkarmayı başarabildim.

“...Şey, teşekkürler.”

Sonunda, Yuigahama gülmüştü. Üzerinden hırkayı çıkardı ve sonra onu heyecanla katlamaya başladı. Utancımdan direk yüzüne bakamadım ve başka yerlere çevirdim kafamı.

“Fakat Yukinoshita genellikle okul kurallarına uyar bu yüzden onu okulda giymeyecektir, değil mi?”

Bizim okulun hala kullanımdan kalkmış olsalar da yönetmelikleri var. Tabi ki okulumuzun kıyafet yönetmeliğine göre okulun tasarlamış olduğu kazaklar ve hırkalar için sıkıntı yok. Bu kurallara harfiyen uyan pek öğrenci yok. Bu sebeple önemsenmesi gereken bir mevzu değil. Fakat söz konusu öğrenci Yukinoshita olunca bu kuralların dışına çıkılmaması lazım.

“Anladım. Doğru ya. O zaman...” diye düşünürken Yuigahama, aynı zamanda içerinde düzenli şekilde duran kaşkollar ve eldivenler olan raflara doğru gitti. Hala kolunun altında hırkayı tutuyordu.  

Bu rafları didik didik arayan Yuigahama birden “Ah” diye ses çıkardı.

“Çok tatlı! Eğer bunu Sable ile oynarken kullanırsam çok eğlenceli olabilir,” dedi Yuigahama ve avucuna kedi patisi şeklinde modellenmiş bir eldiveni aldı. Sonrasında ise aynı eldivenin köpek yüzü şeklinde modellenmiş halini aldı.

Eldiven kedi patisine aşırı şekilde benziyordu. Diğer bir yandan köpek yüzünü andıran diğer eldivenin ön yüzünde köpeğin yüzü ve kulakları vardı. Baş parmak tarafında ise köpeğin alt çenesi modellenmişti. Yuigahama onları giydi ve ellerini çırptı. 

“Bunlar ile bir şeyleri tutmak zor oluyor...”

“Bu modellenmiş eldivenler böyle.”

Yuigahama düşünüyormuş gibi sızlandı, yüzünü kaldırdı ve eldiven olan eliyle bana yaklaştı.

“Ye bunu! Hav!”

Sonra elindeki köpek şekli ile modellenmiş eldiven ile kolumdan ısırdı.

“...Beni ısırmaya mı kalkışıyorsun,” diyerek oyununa katıldım.

Sonra Yuigahama'nın yüzü utançtan kıpkırmızı oldu. Eğer böyle utanacaksan lütfen bir daha yapma. Ben de utandım. Isırılan kolumu yavaşça çektim ve aynı kolumdaki elimi yelpaze gibi yüzüme salladım. Mağazanın içindeki hava çok sıcaktı.

“Her neyse, fakat sende biliyorsun Yukinoshita o eldiveni dışarıda kullanamayacak.”

“...Yani kimse kullanmaz.” İkna olmuşça başını salladı Yuigahama.

Diğer bir taraftan eminim ki Yukinoshita okul üniformaları dışında bu tür tatlı şeyleri kolay kolay giymez. Hatta bunu hediye olarak verse bile Yukinoshita kullanır mı ki...? Hayır, kullanır sanırım. Yukinoshita Yuigahama'dan aldığı bir hediye olarak düşünüp beklenmedik şekilde mutlu olarak o eldivenleri kullanacakmış gibi bir imaj oluştururdu.

“Başka bir şey bulsan iyi olacak...”  Yuigahama eldiveni yerine geri koydu, düşündü ve rafları karıştırmaya devam etti.

“Ah, belki bu daha iyi olur,” dedi Yuigahama ve raftan kedi ayağını anımsatan bir şekle sahip olan çoraplar çıkardı.

“Çoraplar... Fakat bunlar ile ayakkabıyı giymek zor olur.”

“Bunlar evde giymelik çoraplar! Bu tasarımından dolayı bunları çıkaracağını düşünmüyorum.”

Bu mantık ile eminim ki az önceki eldivenleri de giymeyeceğini biliyorum... Şimdi söyleyince gördüm ki çorapların ucunda kedi patisinin pembe kısmını anımsatan ve hızlanmayı önleyici bir plastik takılı.

“Bunları ev içinde giyeceği için birilerinin görmesinde sorun duymayacaktır... Ne dersin? ”

“Bilmem ki, bunları aldığına mutlu olur herhalde.”

Yukinoshita'nın Yuigahama'dan alacağı her hangi bir hediyeden mutlu olacağını düşünüyorum. Önemli olan nokta hediyenin ne olduğu değil, hediyeyi kim vereceği. Aynı mantıkla, kim gerçekte hediyenin kelime anlamından daha önemli olduğunu dedi ki.

“Tamamdır, ben bunu alacağım.” Yuigahama elindekileri bir kenarda topladı ve onları satın almak için kayıt ettirdi. Onların arasında hırka ve önceden baktığımız o iki eldiven vardı. Demek kedi ile modellenmiş o eldiveni vereceksin he...?

Bir kedi patisi ve kedi ayakları...

Acaba kedi kuyruğu da var mı burada?

Pekala, artık ben de ciddi manada hediye arasam iyi olacak. Önceki mağaza kedi kuyruğu satmıyordu da.

Bunlardan dolayı şuan Sencity'nin Sogo Chiba mağazasındayız. İsminden anlaşılacağı gibi modanın farkındalığı olan bir yer. Ve yine Sencity değil farkındalık.

Sogo büyük bir mağazanın ismi ve Sencity iste mağazalar içeren gökdelenin ismi. İkinci kere isminin geçtiği yerde ise Sencity ile (Sensitive)Farkındalık kelimeleri birbirlerine okunuşta benziyorlar.

Genellikle bu tip yerler erkek kıyafetleri satılıyor fakat bugün Yukinoshita için hediye almaya geldik. Doğal olarak bayanlar katına doğru gidiyorduk.

Ben bayan giyimi konusunda uzman değilim. Bu sebepten dolayı Yuigahama bana rehberlik yapacaktı.

Yuigahama'dan beklenildiği gibi batı tarzı kıyafetlerin olduğu mağazaya girdik fakat  diğer mağazalara oranla fazla çeşitte ürünleri yoktu.

“Ortalıkta biraz dolaşıp önümüze gelen raflara bakalım, olur mu? Eldiven gibi, takılar gibi, atkılar falan... veya roman gibi okunacak şeyler...” dedi Yuigahama.

Mağazaya girdim ve çevreye bakınmaya başladım.

Yuigahama yakınlarda bir yerden önerilerde bulunduğundan henüz çalışanlardan biri tarafından yetkililere bildirilmedim. Ayrıca bölgeyi devriye gezen güvenlik görevlisi yoktu. Buraya yalnız olarak gelmiştim, bu yüzden herhangi bir çalışanın “Aradığınız bir şey varsa yardımcı olalım?” demesi ile aynı zamanda mağazanın kayıt bölümünden rahatsızlık verici şekilde bakması normal bir şey. Daha önce buraya geldiğimden dolayı biliyorum. Anlıyorum ki bekar erkek müşteriler buraya pek uğramıyorlar fakat bu tür insanlara biraz daha az baskı yapsanız olmaz mı... hem benim de işime gelir...

Çalışanların bakışlarına aldırmadan bir raftan diğerine atlıyordum. Yuigahama “Göz Takıları” bölümünde durdu.

“Göz Takıları” da ne demek oluyor ki? Gözlük desen olmaz mı? Ne kadar her seferinde Katakana kullanmaya ihtiyaç duyacak kadar bencil olabilirsiniz? BÖLME demek yerine “Raf” kullansana. ET SOSU, BOLOGNEZ SOSU ve SPAGETTİ, PASTA demek için kelime yokmuş gibi. Gerçi ET SOSU ve SPAGETTİ Katakana'da olan kelimeler. Yine de orijinal Japonca kelimeler kullansan ne olur...

Diye meraklanırken Yuigahama omzumdan çekiştirdi.

Arkama döndüm. Yuigahama taktığı gözlükle nedense görkemli görünüyordu. Yuigahama kendini işaret etti. “Hmhm. Zekiymiş gibi görünüyor muyum?”

“Gözlük takmanın kendini zeki göstereceğini düşünüyorsan kafanda tahtan eksik olmalı...”

“Çok kabasın, aptal!” dedi Yuigahama somurtarak. Sonra başka bir gözlük aldı ve başka bir tanesini... Tasarımlarını inceliyordu. Bende gözlüklerden birini elime aldım.

Ohh, bayağı farklı gözlükler var burada.

Mağazada değişik tasarımlara sahip gözlükler vardı. Ayrıca farklı işlevlere sahip gözlükler de vardı. Hemen yanlarında ürünün açıklamaları vardı. Polen engelleyici, mavi ışık önleyici ve dahası... Numaralı gözlüklerin dışında kullanışlı gözlükler de vardı ve bunların fiyatı da oldukça makuldü.

Ürünlere bakarken Yuigahama bir tanesini aldı ve bana uzattı. “Ah, Hikky bunu bir denemelisin. Bak böyle...”

“Ehhh….”

Bu benimle alay geçilen durumlardan biri... Her ne kadar inatlaşsam da Yuigahama elindeki gözlüğü takmaya kararlıydı.

“Hadi, ama!”

Gözlüğü takmak için kendimi hazırladım. Per...sona...! 4'ten çok 3 gibiydi. Eğer bir şeyler çağırmaya kalkarsam kafama sıkmak için elime bir tabanca verin. 

Persona oyununda karakterler çağırma yaparken böyle bağırıyorlar. Gözlükler Persona 4 oynunun temasını oluşturken, tabancalar Persona 3 oynunun temasını oluşturuyormuş.

“Nasıl görünüyor?”

Gözlükleri taktım  ve işaret parmağım ile yerine oturtmak için ittirdim. Yuigahama pat diye güldü. “Ç-Çok... kötü görünüyorsun!”

“Az sus lütfen...”

Bu yüzden gözlüğü takmak istemiyordum... Çekinerek gözlüğü çıkardım ve bu sefer Yuigahama bana farklı tasarıma sahip bir gözlük verdi.

“Haydi bir de bunu dene”

“Asla.”

“Hadi ama eğlencemi bölme. Taksana şunu!” dedi Yuigahama gözlükleri bana doğru iteklerken.

 

Ne sinir bozucu ama... Kulaklarımda takılı kalan gözlüğü düzelttim ve Yuigahama'nın içinin rahatlaması için ona doğru döndüm.

Döner dönmez Yuigahama ağzı açık bana baktı.

“……”

“Ya, dilini kediler yesin e mi...”

Demek istediğim arkama dönen benim fakat hiçbir tepki vermiyorsun... Belki bir şeyler der diye meraklı gözlerle bakınıp durdum. Yuigahama kendine geldi ve ellerini salladı.

“Ah, şey... Bir şey yok.... Sadece gözlük iyi durmuş gibi... Hmm.”

“...Saol.”

Birileri tarafından övülünce ne yapacağımı bilemedim.

Hala şaşkın şaşkın bakıyor.

Eğer bildiğim bir şey varsa, o da daha bilmediğim pek çok şey olduğudur. Mesela gözlük kullanmayan Yuigahama'nın gözlüklerle hoş durduğu gibi.

Belli bir zaman önce Yukinoshita pişmanlık duymadan söylediği bir şey vardı. Demek ki o da Yuigahama'yı tam anlamıyla tanımıyor.  

Ben de öyleyim.

Ben eskiden bilmek bile istemezdim.

Sadece Yukinoshita değil Yuigahama'yı da bilmek bile istemezdim.

Ancak şimdi tam anlamıyla olmasa da yavaş yavaş tanımak istiyorum. Onları anlamaktan çok uzağım ve ideal olan da bu diyemiyorum. Fakat yine de kuşkusuz ki üçümüz belli bir zamanı beraber geçirdik. Yarım yıldan biraz daha fazlası, pek uzun bir zaman değil. Fakat yine de eskisine nazaran onu biraz daha tanıyorum.  

Tanıdığım o Yukinoshita Yukino...

Yukinoshita'nın; Yuigahama'nın bahanelerine ayak uydurması, kedileri sevmesi ve boş vakitlerinde bilgisayarında kedi videoları izlerken Pan-san yastıklarına sarılması...

Şaşılacak bir durum, onu biraz da olsa tanıyorum.

Eğer Yuigahama kedi ayağına benzeyen o çorapları verecekse ben de ona uyabilecek bir şeyler almalıyım.

Umarım vereceğimiz hediyeler bir başına geçirdiği zamanda olabildiği kadar sıcak ve huzur verici olsun.

Alışverişimiz bitene kadar hep yürüyüp durmuştuk. Bir ara verip kafeye girmeye karar verdik. Starbucks'ta dışarıda yemek de yiyebilirdik. Fakat bu mevsimde dışarıda olmak istemiyorum. Ayrıca orada nasıl yemek söylenildiğini tam olarak anlamıyorum. Bu sebeplerden dolayı oraya gitmek istemedim.

Yemek söylemesi kolay olan bir yer arıyordum.

“Burası uygun olur mu?”

“Olur.”

Yuigahama'nın onaylamasıyla Sogo'nun içindeki bu kafeye girdik. Buranın havası mağazalardan ve kargaşadan uzak olduğu için rahatlatıcıydı.

“İki kişilik lütfen.”

Çalışanı kişi sayımız hakkında bilgilendirdikten sonra bizi dört kişilik masaya oturttu. Tek pencereden tüm Chiba İstasyonu'nun görüleceği bir yere oturmuştuk. Pencere kenarına Yuigahama oturduğu için onun yanından bakıyordum istasyona.  

Gözüme monoray ilişti ve nedendir bilmem ama Chiaba'nın çok gelişmiş bir şehir olduğunu düşündüm. Chiba tam bir fütüristik şehir.

Monoray'ın gittiği yeri gözümle takip ettim ve birden gözüm çaprazımda oturan birini kesti.

“Oh, Hikigaya-kun.”

Bu kişi de pencere kenarına oturmuştu.

Bu kişi beyaz fırfırlı bir gömlek giyiyordu ve göğüs kısmına kadar uzanan altın bir zinciri vardı. Sanki dışarıdan gelen tüm ışık demeti üzerinde parıldıyordu, fakat gerçekte gülen neşeli gözleri karanlık gökyüzünden bile daha siyahtı. Kırmızı atkısını düzelttikten sonra tatlı ifade ile Yukinoshita Haruno bana seslendi.

Bana seslenildikten sonra Yuigahama gözlerini kaydırdı ve şaşkınlık içerisinde onun ismini dile getirdi. “Haruno-san...”

Yuigahama bu sefer de gözlerini Haruno-san'ın hemen arkasındaki adama kaydırdı. Siyah ceket altına üzerinde siyah ve beyaz çizgileri olan gri bir kazak giyiyordu. Uçları kahverengiye çalmasına rağmen ışık sarısına yakın saçları olan ve az da olsa şaşırmış gibi görünen Hayama Hayato gülümsüyordu. 

“Oh, Hayama-kun da buradaymış.”

“...Selam.” dedi Hayama kısaca. Mat gümüş kol saatine giren ışık hafifçe havaya kaldırdığı kolunun yaka kısmından dışarı yansıyordu.

Ben de selamını hafifçe başımı eğerek aldım. Selamlaşmak için ağzımızı açmadık. Duyulan tek ses kafede çalan, zar-zor duyulan caz müziğiydi. Şimdi bu sese sandalyelerin çekilirken oluşturduğu sesler de eklendi.

“Görüşmeyeli bayağı zaman olmuş gibi Gahama-chan,” dedi Haruno-san masada yerini düzeltirken.

Onaylar şekilde Hayama kısa bir nefes verdi ve rezervasyona kendilerini de ekledi ve karşıma oturdu.

“İkinizin randevunuzu bölmüyorum, ya?” Seni kerata seni. Her zamanki gibi takılıyorsunuz ha. Yukino-chan sizinle değil mi?” Haruno-san Yuigahama'yı dirseğiyle dürttü ve mağazanın girişine doğru baktı.

“Ah, aslında biz bugün Yukinon için hediye almaya geldik...”

“Ahh, anladım. Doğum günü yaklaştı...” Haruno-san Yuigahama'yı dinlerken başıyla onaylıyordu. Hemen sonrasında telefonu eline aldı ve birinin numarasını yazmaya başladı. 

Onu izleyen Hayama kendinden emin konuştu. “...Geleceğini zannetmiyorum.”

“Hayır bu sefer gelecek,” dedi Haruno-san kendinden emin gülümsemesiyle.

Telefonun çalma sesi kafenin içinde hafifçe yansıyordu.

İki çalma, üç çalma ve dahası... En sonunda karşı taraf telefonu açtı ve telefonun diğer ucundan az da olsa duyulabilir bir ses geldi.

[Alo…]

“Alo, Yukino-chan. Ben ablan. Hemen gelebilir misin?”

[Kapatıyorum.]

Hemen kapatmak mı! Bu anında yapıştırılan cevabı duyan Hayama ve Yuigahama kasılıyorlarmış gibi gülümsediler. Fakat bu tür tepki almaya alışkın Haruno-san hiç dikkate almadı ve onunla takılır şekilde konuşmasına devam etti.

“Öyle mi? Kapatmak istediğine emin misin?”

[…Ne?]

Haruno-san sırıtarak bir cümle daha söyledi.

“Aslında şuan Hikigaya-kun yanımda!”

[Sen ve saçma yalanların... Yeter art--]

“Hikigaya-kun al ve konuş!”

Lafını bitirmesine izin vermeden Haruno-san telefonu bana uzattı.

“Yok, olmaz... ”

Haruno-san ve elindeki telefon, bir ona bir diğerine baktım. Fakat telefonu ortaya bırakıp ellerini arkaya saklayınca benimle oyun oynuyor gibiydi. Harbiden cevap vermeyecek bu. Telefonun karşı tarafında Yukinoshita Haruno-san'a sesleniyordu. Sanırım cevap vermek zorundayım...

“Alo... Merhaba?” diye cevap verdim ne diyeceğimden emin olmadığımdan. Cevap verdiğimde hoparlörden bıkkın halde çıkan nefes sesini duydum.

Bir anlık sessizlikten sonra, devam etti.

[Ah, inanamıyorum... Neden oradasın?]

Ben de bunu merak ediyorum. Buraya alışveriş yapmaya gelmiştik... Neden buradayım ki? Do-wa-ha-ha-ha!. Yokai'nin suçu, evet. Beni suçlama, Yokai'yi suçla. 

Yokai watch bir oyundur, animdeside vardır. Oradaki de do-wa-wa... oyunun müziğinde geçmektedir.

“Alışverişe çıkmıştım ve şans eseri karşılaştık...”

O yokaiye çok kızgındım ve durumumu açıklayacak kelimeler arıyordum. Fakat bu durum Yukinoshita'nın bir cümle daha kurmasıyla sona erdi.

[Tamam, sıkıntı yok. Telefonu ablama ver.]

“…Olur, özür dilerim.”

Nedense özür diledim.

Ekranını ıslak bir mendil ile sildikten sonra telefonu Haruno-san'a iade ettim. Haruno-san'da kafenin bulunduğu yeri tarif ettikten sonra telefonu kapattı.

“Görünüşe göre Yukino-chan buraya geliyor,” dedi Haruno-san ikna olmuş gülümsemesiyle.

Yuigahama aniden konuştu. “Şey, neden Yukinon'u buraya çağırdınız? Sanırım gelmek istemiyordu...”

“Hmm... Aslında bugün aile yemeği planlamıştık fakat Yukino-chan gelmeyi reddetmişti. Eğer sen ve Hikigaya-kun burada olursa gelmekten başka çaresi kalmıyor, değil mi?”

“Rehin falan mıyız...?”

“Öyle deme ama esir düşmüş arkadaşları için buraya koşa koşa gelmesi iyi bir hikaye olmaz mıydı?”

“Bu şekilde anlatırsan zalim kralın kim olduğu hakkında şüphe duyarım...”

“Seni edebiyatçı çocuk seni,” dedi Haruno-san neşe içinde benimle dalga geçiyordu.

Yuigahama Hayama'ya bakarak “Bu...?” diye mırıldandı.

“Bu kitabın adı ‘Koş, Melos!’ ”

“Ah... Evet, şey, biliyorum o kitabı, duymuştum. Çok hızlıymış!”

Bilmiyor galiba...?  Mantığı “Melos koş… Melos ve Selinuntius… en iyi  arkadaşlar sonsuza dek.”* gibi basit bir şey olan kitaptı bu.

  Koş, Melos adlı kitap lise kızları arasında popüler bir kitapmış ve liseli kızların olur olmaz nedenlerle yazdıkları mesajlarım parodisini içerirmiş.

Tam da şüphelendiğim gibi Yuigahama telaş içinde konuyu değiştirdi. “Bu arada ailen ile yemeğe çıkmak çok hoş bir şey! Herkesle beraber, ne hoş...”

Yuigahama gözlerini Hayama'ya dikti. Bakışlarından lafın nereye gideceğini anlayan Hayama konuşmaya katıldı.

“Ailelerimiz uzun zamandandır birbirlerini tanıyorlar... Yeni yıl selamlaşmalarından bahsettiklerinde beraber yemeğe çıkmaya karar kıldılar. Benim de aile bireyi olarak eşlik etmemi rica ettiler.”

“Hee...” Yuigahama ikna olmuşça başıyla onayladı.

“Haruno-san parmağının biriyle fincanın kenarının bir kısmını gezindi. “Ailelerimiz ve tanıdıklarımız yeni yıl geldiğinde bayağı ciddi planlar yapıyorlar. Dördüncü günden bir gün önce işlere tekrar dönüldüğü zaman çok yoğun oluyorlar. Bu sebeple bugün sadece tanıdıklarla formalite icabı selamlaşma var.”

Japonya'da Yeni yılın ilk üç günü yani 1-3 Ocak tatilmiş. 4.gün derken işin başladığı gün demek istiyor.

Görünen o ki bu Yukinoshita ailesinin geleneksel bir buluşması. Eğer bundan sonra yemeğe geçeceklerse o zaman Yukinoshita'nın anne ve babası da buralarda olmalı... Her nedense onları görmek istiyorum.

Hemen ortalığı süzmeye başladım. Fakat çaprazımda oturan Haruno-san sinsi davranışlarıyla beraberinde güldü.

“Annem ve babam şuan ağırlamaları yapıyorlar. Biz onları bekliyoruz.”

“Hmm, anladım...”

Ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. Ebeveynlerin ilgilenmesi gereken işler olduğunda genellikle çocuklar bunların dışında kalır. Mesela annem anneleri bir araya getiren bir topluluğa gittiğinde beni diğerlerinin çocuklarının yanına bırakırdı. Fakat annecik bir şeyi unutuyorsun. Büyükler belki birbirleriyle iyi anlaşıyor olabilir fakat çocuklar... Cidden hayatımın en saçma salak dönemleriydi.

        Bunların üzerine Yuigahama da konuşmaya katıldı. “Bu selamlaşmalar falan zor oluyordur, değil mi?”

“Her yıl yaptığımızdan ben alıştım bile. O kadarda acı verdiğini düşünmüyorum... Bu alışkanlığın hala sürdüğüne şaşıyorum, hatta gelenek olmuş bu,” dedi Haruno-san, sesinde pes etmiş bir hava vardı.

Yukinoshita'nın ve tapınak ziyaretini yapmamış Hayama'nın bağlı oldukları ailelerinin ortaklıkları var.

Saygı değer ailelerin diğer bir deyişle seçkin ailelerin yapmakta yükümlü olduğu şeyler var. Normal insanlara göre bu inanılası durmayan bir cümle, fakat gerçekte böyle değil. Gizli bağlantıları olan seçkin aileler o kadar da nadir değil. Sadece pek ilgim ve bilgim yok onlar hakkında. Buna rağmen her seçkin ailenin böylesine eşsiz bağlantıları olduğunu düşünmem şaşılacak bir şey.

Benimki gibi normal insanların ailelerinde fazla gizli şeyler yok. Eğer sosyal düzeyin ne kadar yüksek olursa yükümlü olduğun şeyler de aynı oranda fazla oluyor.

Haruno-san parmağıyla masaya vurdu. “Her neyse, nasıl hediyeler aldınız?” 

Haruno-san'ın konuşmasıyla karşı tarafında oturan Yuigahama'nın üzerine sokuldu. Yuigahama çantasından hediyeyi çıkarırken kendini de geriye çekti.

“Şey.. Ben evde giymesi için çorap aldım...”

“Oh, yılın bu zamanlarında zemin çok soğuk olabiliyor.”

“Biliyorum! En son Yukinon'un evine gittiğimde zeminin biraz soğuk olduğunu düşünmüştüm.”

“Cidden iyi düşünmüşsün. Benim de soğukla aram iyi değil.”

Kızların yaptığı konuşmanın aksine biz erkekler birbirimizle konuşmadık. Sadece oturup onları dinliyorduk.

Fakat Hayama öylece oturmaya razı değil gibiydi ve mırıldanmaya başladı.

“Doğum günü hediyesi...” dedi ve bana baktı. “Sen ne aldın?”

“Öyle-böyle bir şeyler aldım işte.”

“Peki.” Hayama gözlerini kaçırdı ve daha fazla sormadı.

Buradan yola çıkarak Hayama'nın konuşmuş olabileceklerimi Haruno-san'ın ve Yuigahama'nın  yaptıkları konuşmaya katması aşikardı. Hayama'nın fincanı tuttuğu kolundaki saatin yelkovanı ilerliyordu.

Tek yaptığım gözlerimle izlemek oldu.

Saniyeyi gösteren ibre olması gereken şekilde aynı ritimle yolunu asla şaşırmadan ilerliyordu. Her zaman aynı görüntüler oluşturarak bir devir atıyordu sonra bir diğerini ve geldiği yere dönüyordu. Fakat saatin hiçbir devri aynı değildi, aynı olamazdı. Saatin bu ucu hiç dönmemiş olsa bile içinde bulunduğumuz zaman ve ortam değişiyordu.

Aniden hediyeye bakan Haruno-san ortaya konuşmaya başladı. “Uzun zaman oldu, fakat bu sefer ben de bir hediye alsam iyi olabilir.” Gözlerini Hayama'ya kaydırdı. “Değil mi, Hayato?”

“…Evet.”

Hayama yavaştan omuzlarıyla birlikte yanına döndü ve pencereden dışarıyı izlemeye başladı. Baktığı yerde şehrin ışıkları görünüyordu, belki de başka şeylerin ışıklarıydı.

Bende pencereye bakıp Hayama'nın yansımasını izliyordum ve düşündüğüm tek şey uzun zaman önce Hayama'nın Haruno-san'a verdiği şeyin aslında ne olduğuydu.

Fark etmeden zaman bayağı ilerlemişti.

Haruno-san'ın aramasından yarım saat geçmişti. Eğer evinden buraya direk geliyorsa biraz sonra burada olmalı. Arayanlar biz olduğumuz için kalkıp gidemeyiz de.

İçtiğim kahve çoktan bitmişti ve üzerinden dumanlar çıkan çaydanlık şimdi buz gibi soğuk olmuştu.

Yuigahama benim aksime hiç durmadan bakınıp duruyordu. Tandık birilerini görünce sesini yükseltti. Ben de o yöne baktım ve tüm enerjisiyle buraya doğru gelen Yukinoshita'yı gördüm.

“Yukinooon, buradayız,” dedi Yuigahama ellerini sallayarak.

Yukinoshita da bizi gördü ve oturduğumuz masaya geldi.

“Yuigahama-san... sen de mi buradasın,” dedi Yukinoshita şaşkınlık içinde. Doğru ya telefonda bahsetmemiştik.

“Evet. Şey... Hikky ile alışverişe çıkmıştık ve bir şekilde ben de yakalandım...”

“Alışveriş... Hmm...”

Ne söyleyeceğinden emin değildi. Ona hediye almak için buraya geldik de diyemezdi. Yuigahama'nın kekelemesi şüphe uyandırıyordu. Yukinoshita da bizi dinliyorken şüpheli bakışları ile onu ve beni süzüyordu.

“Her neyse otursana!” dedi Yuigahama. Masada bir kişilik yer daha açmak için biraz kenara doğru kaydı ve Yukinoshita'ya oturmasını söyledi.

Beklenildiği gibi Yukinoshita Haruno-san'ın karşısında kalmayacak şekilde oturdu. Yuigahama'ya karşı başını eğdi. “Ablamın verdiği sıkıntıdan dolayı özür dilerim.”

“Oh hayır, önemli değil.” diye cevap verdi Yuigahama neşe içinde ellerini sallayarak.

Yukinoshita biraz daha rahatlamış gibi eliyle göğüsüne dokundu. Sonrasında bana döndü ve benim de ne durumda olduğumu kontrol edermiş gibi baktı.

“Sen de Hikigaya-kun, um…”

“Önemli değil, zaten yapacak bir işim yoktu.”

Cidden alışverişten sonra yapacağım bir şey yoktu. Aslında Yuigahama ile yalnız vakit geçirmediğim için biraz daha rahatladım. Çünkü bu durumun ikimiz için de iyi olabileceğini düşünmüyordum.

Ve bunların arkasındaki gerçek suçlu tahrik edici gülüşüyle Yukinoshita ile alay geçerek selam verdi.

“Yukino-chan, çok yavaşsın...”

“Arayan sen olduğun halde maşallah bayağı yüzsüzsün...”

Haruno-san bu lafa aldırmıyorken Yukinoshita yandan bir bakış attı ona. Yuigahama ikisi arasında kaldığından zoraki gülüyordu. Süper Ezici Yukinoshita Kardeşler! Hey Kardeşler! Lütfen beni aranıza almayın sakın...

“Neden bunu konuşmaya bir son vermiyoruz? Hem Yukino-chan buraya olabildiğince hızlı gelmiş...”

Canlı ve tanıdık bu ses ortamdaki havayı ısıtmaya çalışıyordu. Fakat ben bu sesin Yukinoshita'yı çağırma şeklini ilk defa duyuyorum, ani refleksle kafamı sese çevirdim. Sesin sahibi Hayama Hayato, kırdığı pottan dolayı yüzünü buruşturdu ve hızlıca üzerini örtmek için gülümsedi.

“……”

Yukinoshita hayretler içinde Hayama'ya sessizce baktı. Hayama boğazını temizledi. 

“Yukinoshita-san, ne içmek istersin?”

“…Siyah çay alacağım.”

Yukinoshita'nın belirttiği gibi Hayama sipariş verdi. Çay geldikten sonra, Haruno-san derin ve uzun bir nefes aldı.

“Uzun zamandır böyle beraber çay içmemiştik.”

“Evet uzun zaman oldu.”

“……”

Hayama durumu onaylayan cevabının karşısında Yukinoshita elindeki bardakla gözlerini kapadı. Konuşmaya ara girdiğinde Yuigahama konuşacak yeni bir konu ortaya attı.

“Ah, şey... Hayato-kun uzun zamandır ikisini tanıyordun, değil mi?”

“Evet. Biliyorsundur Hayato ailesinin tek çocuğu. Bu sebeptendir annesi ve babası bize çok sevecen davranırlardı, değil mi Yukino-chan?”

“Ben öyle düşünmüyorum.

“Hadi ama. Sadece annemiz ve babamız bize sevecen davranmazdı. Herkes öyleydi.”

Haruno-san'nın konuşmasına ve Hayama'nın gülümseyerek verdiği cevaplara rağmen Yukinoshita'nın tutumu değişmemişti. Fakat Haruno-san pek ilgi duymadı ve gözlerini başka yerlere kaçırdı.

“Eskisi gibi... Daha da gençken ailelerimizin hep işleri olurdu ve ben de sizinle beraber gezerdim, sizinle oyunlar oynardım.”

Bunları duyan Yukinoshita kaşlarını çattı. “Sen hep bizi yanında gezdirmeye zorlardın ve bizimle canın ne istiyorsa yapardın. Tam bir baş belasıydın.”

Fincanı tabağına koydu. Sonra değişmeyen tutumuyla soğuk bir yüzle ablasına baktı. Hayama onun yerine cevap verdi.

“Hayvanat bahçesine gittiğimiz zamanki gibi...  Lunaparka gittiğimizde de bayağı belalara bulaşmıştık, değil mi?”

“Veya Rinkai Park'ında olanlar gibi. Bizi bırakıp tek başına binmişti dönme dolaba...”

Hayama ve Yukinoshita geçmişteki anılarını hatırlayınca iç karartıcı tavırlar takındılar. Fakat Haruno-san mutlu mutlu başını sallıyordu.

“Ahh, öyle bir şey de olmuştu, değil mi? Hatta sonrasına Yukino-chan ağlamıştı.”

“Hayır... Olmamıştı öyle bir şey.”

“Hayır olmuştu, değil mi Hayato?”

“Ahaha… Bilmem ki.”

Haruno-san onlar ile konuşuyordu, Hayama gülümseme ile cevap veriyordu ve Yukinoshita sessizce onaylıyordu.

Onların nostalji dolu konuşmalarının arasında gerçekliğin battığını hissetmeye başladım.

Bu üçü geçmişte beraber çok zaman geçirmişler ve bu anılara dışarıdan birileri dokunamazdı.

Yuigahama bile konuşmalarına katılamadı, beni oracıkta bıraktı.

Bu iki kız kardeşin geçmişte nasıl bir ilişkiye sahip olduğunu bilmiyorum. Bilsem bile şuan ne yapacaktım ki.

Yapabildiğim tek şey ara sıra kahvemden birer yudum almak ve onların geçmişte yaşanmış ve hala devam eden hikayelerini görmezden gelmekti. Birde hikayelerinden yola çıkarak onları hayal ediyordum.

Ne zamandı bilemiyorum ama daha önce bana sormuşlardı.

Eğer ben bu iki kız ile aynı ilkokula gitseydim, bir şeyler değişir miydi?

Peki ben bu soruya ne cevap vermiştim?

Düşüncelerim ve anılarımı ile uğraşırken fincanın tabağından kalkma sesini duydum. Sesin geldiği yere doğru baktım, Haruno-san çenesini kapamış ve Yukinoshita ve Hayama'ya sıcak olmayan gözlerle onlara bakıyordu.

“Eskiden çok tatlıydınız... Fakat bugünlerde... çok sıkıcı gibisiniz.”

Hoş görünüşlü canlı dudaklarından daha soğuk kelimeler çıkıyordu. İğneleyen bakışları ve donuk gülüşü herkesin sesini bastırıyordu.

Yukinoshita hafifçe masanın üzerine elini koydu. Bu sırada Hayama dişlerini gıcırdatıp uzaklara bakıyordu. Yuigahama kafası karışmış bana bakıyordu.

Masa sessizliğe doğru batmışken Haruno-san birden kıkırdadı. “Bugün Hikigaya-kun bizimle. Sanırım şimdi Hikigaya-kun ile spor yapacağım.”

“Hayır, sporlar ile aram iyi değildir...”

“Fakat bu konuda seninle alay etmek istiyorum. Gel buraya, gel!,” dedi Haruno-san ve ellerini bana uzatıp başımı okşamaya başladı. Ondan kurtulmak için tüm vücudumla geri çekildim. “Oh, kaçma ama!”

Arkadaşça gülümseme ile konuşması onu olgun iyi bir abla yapıyor. Her zaman karşında konuşan senden büyük ve güzel birileri olmaz. Kötü bir his değil açıkçası her ne kadar bu gülümsemesi yalan olsa da. Herkesin Isshiki Iroha'nın tatlı görünmesi gibi iki yüzlü olması pek de korkunç olmazdı.

Yukinoshita Haruno'nun içinde sakladığı ve ortaya çıkarmadığı bilinmeyen korkunç yüzü nasıl acaba.

Fakat şu anki Haruno-san değişmeyen gülümsemesiyle daha fazla konuşacağını veya tamamen farklı bir konu açacağını da zannetmiyorum.

“Spor demişken yakında okulun düzenlediği maraton olmalı, değil mi?”

“Ah, evet. Sanırsam ayın sonunda olacak.” dedi Yuigahama.

Haruno-san şaşırmıştı. “Ohh, bu yıl Şubat ayında olmayacak yani.”

“Danışman öğretmenin dediğine göre akademik takvimle uyum sağlanması için maraton ileriye atılmış.” dedi Hayama sanki bir şey olmamış gibi gülümsüyordu yine ve sesi de sakindi.

Bu tarafta Yukinoshita bayağı depresyona girmiş anlaşılan. Pek dayanıklı bir kız değil sonuçta... Maraton ile arası iyi değil gibi.

Her nasılsa ortama neşeli mod geri döndü.

Sıkıntı yok, bu dördü hoş konuşmasını yapıyor belki ama çevresindekilerin dikkatini de çekiyorlar. O kadarda abartmıyorlar ama burada olmaları yetiyor gibi. Bu dördü çok göze batıyorlar...

Bir süre boyunca mağazanın girişinden birilerinin bize baktığını hissedebiliyorum.

Yani biraz gürültü yapıyorlar fakat bunlar ilgi çeken insanlar. Bunlar şehrin ortasında yürüyorken bile kendini onlara bakmış bulacağın türden insanlar.

Bu dördünün sayesinde varlığım daha da yok olmaya başladı. Ben gölgeyim... Işıktan daha güçü, gölgeden daha karanlık, ışığın parıldamasından daha belirgin... 

 

Kuroko no Basket animesinden alıntı sözler, muhtemelen Kuroko'nunkiler.

 

Pek yaptığım bir şey olmadığından kendimi baş yıldız Kuroko olarak atamaya karar verdim. Fakat yinede daha çok Kuroyanagi Tetsuko'ya gibi olması normal değil.  

 

Kuroko az önce bahsedilen animenin ana karakteri. Diğer isimde ise kelime oyun var. Kendimi baş yıldız olarak adayacağım(tetsu suru). 

 

Ben  burada konuşmaya bile katılmayan sadece kahvemi dudaklarıma taşıma hareketi yapan biri olarak oturuyordum ve fazla zaman geçmeden yine kahvem bitmişti. Sanırım bir tane daha alacağım... Gözlerimle kafedeki garsonu arıyorken kimono içinde bir bayan buraya doğru geliyordu.

 

Siyah, parlak saçları vardı ve tavırları oldukça sakindi. Benim annem ve babamdan daha genç görünüyordu. Oldukça iyi vücut yapısını dengeleyerek sessizce ve zarif bir şekilde yürüyordu. Mütevazı yüz ifadesi bana déjà vu hissi veriyordu.

 

Çok benzediklerini seziyordum.

Bu kadın yavaşça masamıza kadar geldi ve birinin ismini seslendi.

“Haruno.”

Bu ses tüm müşterilerin seslerine ve hafifçe çalan arka plan müziğe rağmen aralarından kolayca yolunu aldı ve yine bu ses duyanların ilgisini çekti. Birine benzetmeme yol açtı.

Haruno-san çağırıldığı yöne doğru döndü.

“Ah, işlerinizi bitirdiniz mi?”

“Evet. Buraya yemek yemeye gideceğimizden dolayı ikinizi çağırmak için geldim. Hayato-kun beklettiğim için özür dilerim.”

“Yok, önemli değil. Herkesin burada olmasıyla biraz zaman geçirebildik.” diye cevapladı Hayama arkadaşça ses tonu ile.

Sonra Hayama bize döndü ve o bayanda gözlerini bize kaydırdı.

Yukinoshita'nın varlığı çok şaşırılacak bir durum olmalı. Bayan “Bak sen!” diye canlı bir sesle mırıldandı. Sonra zarifçe gülümsedi.

“Yukino geldin demek. Çok sevindim...”

“Anne...” mırıldadı Yukinoshita şaşkın değildi ama keyifsizdi.

Şimdi fark ettim ki görünüşü ve takınduğu tavırları Yukinoshita'ya bayağı benziyordu. Hatta Yukinoshita büyüdüğünde aynısı olur. Yine de ilk bakışta annesi olduğunu anlayamamamın sebebi ağırlığını koyan güçlü biri olduğunu düşünmemdi. Onunla konuşmadan önce bir kez daha diyeceklerini düşünmen gereken bir hassasiyete sahipti. İçgüdüsel olarak oturduğum yerde doğruldum.

Yukinoshita yutkundu, nazikçe dirseklerine dokundu, kendi vücudunu kucakladı ve sanki ona ait değilmiş gibi gözlerini kaçırdı.

Bu evlat annesini nasıl görüyor olabilir ki? Yukinoshita'nın annesi zarifçe gülümsedi.

Ağzını bıçak açmayan Yukinoshita'nın yanında duran Yuigahama ağzını açtı. “Vayyy, çok güzel bir bayan...”

Yuigahama bu kadar şaşkın iken Yukinoshita'nın annesi hafifçe başını eğerek selamladı ve Haruno-san'a sordu. “Haruno bunlar arkadaşların mı?”

“Bunlar Hachiman ve Gahama-chan.” Haruno-san bizi tanıttı oldukça kaba bir şekilde. Muhtemelen önceki alaylarına devam ettiği için veya açıklaması zahmet olacağını düşündüğü için böyle yaptı.

“Ah, Ben Yukinon'un arkadaşı Yuigahama Yui.”

Yuigahama heyecanla başını eğdi ve bende bir şekilde aynısını yaptım. Fakat bir kızın annesiyle tanışmak beni biraz gerdi... Düşünüyordum eğer ismimi söylememde tereddüt edersem, Yuigahama Yukinoshita'nın annesinin ilgisini çekiyor gibi görünürdü.

“Yukinon...” Yukinoshita'nın annesi zarifçe elini çenesine koydu ve gözleriyle bir Yuigahama'ya bir Yukinoshita'ya bakıp durdu.

“Özür dilerim, sen Yukino'un arkadaşısın anlaşılan. Biraz olgun biri göründün de karıştırdım.”

 “Olgun...Ehehe.”

Yuigahama mutlu gibiydi fakat bu kelimeler bana biraz rahatsızlık veriyordu.

Bana soracak olursan Yuigahama daha çocuksu ve masum görünüyor. En azından hal ve davranışları onu havalı veya olgun göstermiyordu.

Gereksiz ve yanlış varsayım yapınca Yukinoshita'nın annesi elini yanaklarına koydu ve neşeli neşeli Yuigahama ile konuştu. “Oh, özür dilerim yine... Yukino'nun sınıf arkadaşı olarak sadece Hayato-kun'u biliyordum. Lütfen kızımla iyi arkadaşlar olun, tamam mı?”

“Evet!”

Yuigahama kuvvetlice yanıtladı ve Yukinoshita'nın annesi zarifçe başını eğdi. Kendimi tanıtma vakti bulamadım fakat her neyse, bana ilgisi yok gibi zaten ve eminim ki bir daha karşılaşmayacağız ve de umurumda değil. Sonrasında o Haruno-san'a ve Hayama'ya döndü.

“Peki o zaman haydi gidelim!”

“Tamaaaaaam!”

Haruno-san ayağı kalktı ve Hayama da fişi aldıktan sonra ayağa kalktı. Fakat yanımda oturan Yukinoshita hiç hareket etmiyordu. 

Bunu gören Yukinoshita'nın annesi sordu. “Yukino bizimle geliyorsun, değil mi?”

Bu bir soruydu fakat aynı zamanda değildi. Kısacası bu cümle her türlü etkiyi bırakabilirdi.

“Ben…” Yukinoshita çekinerek konuşmaya çalışıyordu.

Annesi rica edercesine sözlerine yenisini ekledi. “Ayrıca doğum gününü kutlayacağız.”

Bu sevecen, sıcak, nazik fakat azarlayan bir ses tonuydu. Ve de söylediği en güçlü zorlama içeren cümleydi.

“……”

Yukinoshita dudaklarını ısırdı, aşağıya eğdi yüzünü ve bana da bir kere baktı. Bana baksan da ne yapabileceğim ki...

Haruno-san son olanı gördü. “Olmaz Yukino-chan!”

Bu soğuk gözlerdeki eğlenceli şok hissi... Kabaca gülümseyen Haruno-san şiddetli ses tonuyla konuşunca Yukinoshita'nın omuzları titredi.

Sessizlik hakim oldu bir süre.

Hayama endişe içinde bu ikisine bakıyorken Haruno-san hala Yukinoshita'yı izliyordu. Yuigahama tüm duygusu kaçmış gibi geri çekilmişti. Gözlerimi pencereden dışarıya çevirdim ve fark etmemiş gibi zayıf bir nefes verdim.

Bu anda kimse konuşmadı ve rahatsızlık veren bu an biraz daha devam etti.

Sadece benim için böyle olmadı.

Yuigahama için de. Hatta Yukinoshita için de.

Belki de buradaki herkes için böyle oldu.

Yukinoshita'nın annesi ne yapmalı diye düşünüyor gibi başını eğdi ve ellerini şakaklarına koydu. Sonrasında ikimize baktı.

“Aslında arkadaşların da bize katılabilir... Ne dersin?” Yukinoshita'nın annesi bana ve Yuigahama'ya gülümsedi.

“Özür dilerim fakat davetinize icap edemeyeceğiz...” diye cevap verdim ve kalktım. Tamamen tanıdıkların bulundukları bir odada bizim de orada olmamız çok salakça olurdu.

Daha önemlisi bunun gibi basit bir şeyi görmezden gelecek kadar kalın kafalı değilim.

“Peki. Sizinde bize katılabileceğinizi düşünmüştüm...” dedi ve olması gereken şekilde bize bakmayı kesti.

“...Biz artık ayrılıyoruz.”

“Görüşmek üzere.”

Yuigahama başını eğdi, ben daha hafifçe eğdim ve koltuklarımız terk ettik. Hayama hızlıca “Görüşürüz!” dedi ve Haruno-san gülücük ile bize el salladı.

Yukinoshita bizden sonra yerinden kalktı ve annesine sıradan bir izlenim bıraktı. Annesi de zarifçe eğildi.

Yukinoshita bizi uğurlamak için mağazanın önüne kadar izlediğinde suratını astı.

“...Özür dilerim benim için bu kadar düşünceli davrandığınız için,” dedi Yukinoshita özürler içinde.

Yuigahama ellerini hızlıca salladı. “Sorun yok! En azından anneni görmüş olduk ve bunun iyi olduğunu düşünüyorum.”

“Peki, madem öyle...” diye cevap verdi Yukinoshita fakat yüzü hala kasvetli görünüyordu.

Yuigahama'nın yüzü soldu Yukinoshita'yı böyle görünce. Fakat acilen bir şeyler düşündü ve çantasını karıştırmaya başladı.

“Ah! Burada. Biraz erken olacak ama buyur doğum günü hediyen.” Yuigahama çantadan çıkardığı doğum günü hediyesini çıkardı. Madem Yuigahama hediyeyi şimdi verdi ben de aynısını yapayım.

“Doğum günün kutlu olsun!”

“Te-Teşekkür ederim...” Yukinoshita hayret içinde çantaya dik dik baktı. Fakat hemencecik kesintisiz bir sesle konuşmasına devam etti. Sonrasında göğüsündeki çantaya sarıldı ve yüzü güldü sonunda.

Yukinoshita'yı izleyen Yuigahama'nın da yüzü güldü. “Okulda doğum gününü yine kutlayalım!”

“Peki, görüşürüz!”

“Evet, görüşürüz!”

Yukinoshita kolunu yarı açarak bize el sallıyordu. Vedalaşmanın ardından asansöre doğru gittik.

Asansörü çağırdım fakat gelene kadar biraz vakit alacak gibiydi. Beklerken Yuigahama konuşmaya başladı.

“Demek Yukinon'un annesi he? Cidden çok benziyorlar.”

“…Evet sanırım.”

Evet Yukinoshita annesine benziyor. En azından dışa vurmuş yönleri ve tutundukları tavırlar benziyorlar. Fakat daha sezgisel bir seviyede Haruno-san'a daha çok benziyor. Haruno-san'ın küçükken annesine neler söylediğini anlayabiliyormuşum gibi hissediyorum.

“Fakat şey...”

Yuigahama konuşmaya başladığında ne diyecek diye meraklanırken asansörün sesi geldi ve kapısı açıldı.

İkimiz de bindik asansöre ve ilk katın tuşuna bastım. Yuigahama yine konuşmaya başladı. Sanırım öncekinden daha farklı bir şey söyleyecekti.

“Sanırım ciddi ciddi Yukinon ile Hayato-kun çocukluk arkadaşı. Yani zaten bir yerde daha duymuştum.”

“Ciddi ciddi de ne demek? Ne yani yalan mı söyleyecekler?”

“Biliyorum. Fakat öyle hissettirmiyorlar. Eğer birini eskiden beri tanıyorsan onunla biraz da olsa konuşman daha doğru olur diye düşünüyorum.”

“Herkesin kendine özel durumları var. Sadece aynı okula gitmek onunla konuşmanı gerektirmiyor.”

“Mmm, öyle sanırım.”

Geçmiş onları ilgilendirenlerin dokunulmaz alanları. Güzel ve sıcak anılar yok sadece orada. Bu sebeple sevimsiz davran ve soğuk olan ol.

Bu, anılarının arasında ki açıklık artıp kesikli bir çizgi haline gelen bir geçmişe sahip olmaktır. Onların beraber olması ile onları bir araya getirmek farklı şeylerdir. Her ne kadar bu ikisi matematikte aynı gibi görünse de bunlar farklı yollarla gidilen zirveler. Bu farklılık bir çok kavrama dönüşebilir. Pozisyonlar, çevresel faktörler, hatta bir insanı çağırmada kullandığın isme kadar.

Asansör duraksamadan aşağıya ilerliyordu.

Bu sessizlikte sadece asansörün hareketinden doğan zayıf ses kulağıma ulaşıyordu. Bacaklarımız asansörden dolayı biraz titriyordu.

Aşağı, daha aşağı indikçe sessizce batıyorduk, daha da batıyorduk.

Asansör durup ilk kata vardığımız an açılan kapının ardında ki görüntüye bakmak biraz korkutucu olmuştu.