19.06.2020
En azından Hikigaya Komachi duasını yapıyor.
Çevirmen: Forevertr3
Kitabımı okurken zaman bayağı geçmiş, dışarısı
kapkaranlık olmuştu.
Kötü alışkanlıklarımdan biri de temizlik
veya düzenleme yaparken beni alıkoyan “Hay, yine kitap okumaya başladım”
durumudur.
Az kala kitaba kaptırıyordum kendimi... Eğer bu okuduğum bir seri olsaydı,
kendimi okuma maratonu içinde bulurdum. Ve serinin hepsi bittikten sonra,
“Sonraki ne zaman çıkacak? Hadi ama işini yap, yazar!” diye söylenir dururdum.
Oturduğum koltuktan kalktım ve kitabı
rafına koydum.
Böylece temizliği tamamladım. Aslında öyle
temizlik yapmadım da diyebilirim. Tek yaptığım toz almak ve düzenlemekti.
Geçmişindeki lekelerden kurtulamadığın sürece, söylemek zorundayım ki eninde
sonunda temizlemek imkansız olacak ve anlamını yitirecektir. Eğer yaşamın
kendisi leke ise ne yaparsan yap hayatındaki bu temizliğin sonunu
bulamayacaksın.
Her neyse, en azından odamdaki kitaplığımı
düzenlediğime göre oturma odasına zafer kazanmışçasına geri döndüm.
Yılın bitmesine sadece bir kaç gün daha...
Yarın anne ve babam için yılın son iş
günü olacak. Onların yapması gerekecek birçok iş birikmiş olmalı ki bu gece de
eve geç gelecekler. Bu nedenle annem zaman yettikçe azar azar temizliği
yapıyordu. Çok geçmeden oturma odası güzelce temizlenmişti.
Fakat yeni temizlenmiş bu odada uğursuz bir
aura yayan, boylu boyuna uzanmış biri var.
Bu, kız kardeşim Hikigaya Komachi.
Vücudunun üst kısmı kotatsudan çıkmış
ve yüzükoyun yatıyordu. Sırtında da sevgili kedimiz Kamakura diliyle kendini
yalıyordu.
ꕥ Kotatsu--> Japon evlerinde kışın sıcak
tutması için yapılan yere kurulan minderlerden oluşan şey.
“Neyin var senin...?” diye sordum, fakat cevap yoktu. Bu sadece
ceset... Oh, hadi ama, Komachi, ölmek için burayı mı buldun. Çok
zavallıca.
ꕥ Dragon Quest'e gönderme yapılmış.Ölü
cesetlerle karşılaşınca verilen tipik tepkiymiş.
Her neyse, sırtında bir kediyle zor durumda
gibi. Neredeyse toprakla alakalı bir ruh tarafından ele geçirilmiş gibiydi
kıpırdamıyordu. Ayrıyeten seni ele geçirmeye çalışan toprakla alakalı ruh kedi
mi, ruh mu yoksa şeytan mı seçebilseydik çok hoş olurdu, nyan.
Bende kotatsunun içine girerken Kamakura'yı kardeşimin sırtından kaldırıp,
dizimin üstüne koydum. Kamakura dizimde rahat bir pozisyona bulana kadar hamur
yoğurur gibi debelendi, sonra başını indirip uyumaya başladı. Özür ama
burası uyumak için kötü bir yer. Bağışla beni, miyav ♪!
Komachi'nin sırtındaki yükü alınca, başını
kaldırdı.
“Ah, abi…”
Daima güzel ve şirin kardeşimin gözleri
çökmüş, çürümüş bir balığınkini andırıyordu . Amanın, abisine ne de çok
benziyor! Cidden kardeşiz biz! Eğer Komachi tatlı ve ben ona benziyorsam, ben
de tatlıyım demek oluyor! Fakat, bi saniye, bu çürük gözler hiç de tatlı değil.
Eğer Komachi'nin her zamanki tatlılığı onu tatlı göstermeye yetmiyorsa, bende
tatlı değilim demek olmuyor mu?
Her neyse, ilk defa Komachi'yi bu kadar
dibe vurmuş halde görüyordum.
“Komachi, iyi misin…?”
“Hayır… Bittim ben…” diye horumdandı ve
yüzünü yastığa attı. Sonrasında tuhaf, paramparça bir ses ile mırıldandı.
”Temizlik yapmam lazım... Çöpleri de atmam gerek... Çöp abiyi de temizlemem
gerek...”
“Sakin ol Komachi. Ev temizliği az çok
bitti. Ayrıca abini temizlemek o kadar kolay değil. Çok uğraşman gerekecek
hazır olsun iyi olur.”
“Uugh... çok da umrumdaydı zaten, evlensen
de kurtulsak...”
Hoşnut olamayan bir şekilde bakış attı. Fakat ne yapabilirdim ki.
Hiratsuka-sensei'nin evlenememesiyle aynı şey değil mi? Sanki benim
gibi can sıkıcı biriyle evlenecek biri çıkardı... Fakat savunma
duvarlarımı çekmenin sırası değil. Mesele Komachi.
Komachi'nin neden bu hale geldiğini anladım
gibi. Muhtemelen sınavlarından dolayı. ”Çalışmak zor iş”, “Deneme sınavları
kötü geçti” gibi şeyler.
Noel günlerinin bittiği zamana kadar
Komachi gece gündüz harıl harıl çalışmıştı, fakat yeni yıla sayılı günler kala
temposunu düşürdü.
“Of ya, of …” diye öfleyip
püflüyordu.
Sonrasında bana bakış attı.
Susmamla birlikti başını yastığa gömdü ve
boğuk bir ses ile konuştu. “Yeter, çok yorulduuuuuuuum...”
Sonra yine bana baktı.
Hadi ama, bu kız bela resmen... Neyse ki,
ben kıdemli emektar abi olarak on beş yıllık servisimden övünürüm. Bunun gibi
zamanlarda ona doğru türden kelimeler kullanmam lazım.
“Ya, bilirsin işte. Her zaman çalışmak
biraz zorluyor gibi. Yılbaşına fazla zaman kalmadı, bu yüzden neden biraz ara
verip yılın ilk tapınak ziyareti için uzak bir yere gitmiyoruz?”
“Olur!” diye aniden cevap verdi Komachi ve
doğruldu.
Galiba turnayı gözünden vurmuştum. Tabi ki,
profesyonel abi olarak bunu kursunu bile verebilirim. Aslında hatta bu ülke
konuyu daha da ciddiye almalı ve abilik mesleği tarzında bir şey çıkarmalı.
Abilik mesleği ne ya? Kız kardeşler tarafından övülmek gibi bir şey mi? İşte
ben buna hiçbir şeyin altında kalmayacak iş derim. Yine de bu işsiz olmak
anlamına geliyor.
Fakat profesyonel abi olarak, fazla üzerine
düşmem. Sadece söyler, hatırlatırım.
“İyi gidelim. Fakat o zaman gelene kadar
dersine çalışacaksın.”
“Tamam, biliyorum. Hem sonrasında eğlence
varsa daha iyi çalışırım.”
Ne desem de boş gibi, dinlemedi bile. Yerinden kalktı ve bir mandalina
aldı. Neyse motive edebildiysem iyi.
“Gitmek istediğin bir tapınak var mı?
Mesela sana bol şans falan verebilecek bir yer.”
“Mmm…”
Sorduğumda, düşünmeye başladı.
Sınava girecek öğrenciler için yeni yılın
ilk tapınak ziyareti çok önemli bir olay. Hem derler ya “Başın sıkışınca
tanrılara yalvar”.
Eğer kötü bir durumdaysan, ancak tanrılara güvenebilirsin. Birçok insan
güvenilmez bence. İnsanlara güvenmiyor olduğun gerçeği aslında her gün daha
fazla tanrılara güveniyorsun gibi bir şey. Ne olursa olsun zaruri ihtiyaç da
elzemdir. Bu gibi zamanlarda Ultra-bilmem ne olmak isterdim.
ꕥ Ultraman ve Sadola, bilen arkadaşlar bizi
de aydınlatsın.
“Eğer yakınlarda bir yerdeyse, babamızın
gittiğine gidelim. Hani şu var ya tüm gece sıranın gelmesini beklediği. Kameido
Tenjin Tapınağı mıdır nedir?”
Bizim mahalleden Sobu hattına giden tek
trenle gidilebiliyor, o yüzden çok uzak sayılmaz. Tabi eğitim tanrısına
yalvarmaya gittiğimiz için bu zamanlarda çok kalabalık olacağı belli.
“Kalabalık” kelimesi aklıma gelince, “Aman be” gibisinden bir yüz ifadesi
yapıyorum. Yani sevmiyorum kalabalığı ☆.
Ve nedendir bilmem, Komachi'de aynı yüz
ifadesine sahip.
“Tüm gece işbaşı yapmak ha.... Babamın bu
kadar şişko olmasının sebeplerinden biri de bu.”
“Boşver gitsin, o iyi bir baba...” Hem biliyorsun ki annem onu her yıl
durdurmasa, babam Dazaifu'ya giderdi...Hem babamın tüm gece mesai yaparak
çalışmasını da annem engelledi diye biliyorum .
“Babam bir kenara, eğitim tanrısı var
Yushima Tenjin de...”
Bu tapınak eğitim tanrısının olduğu yer bu
nedenle sınav dönemlerinde çok popüler oluyor. Diğer bir deyişle bu zamanlarda
çok kalabalık falan filan.
Farklı tapınaklara gitmeyi düşündüğümde ise
Komachi sızlandı.
“Mmm, meşhur yerler güzel, fakat... Bence
liselere yakın yerler daha iyi şans verir belki!”
“Öyle mi? O zaman... Sengen tapınağına
gidebiliriz.”
“Orası... Her zaman festivaller oluyor
orada.”
“Yo, her zaman değil.”
Ne tür tapınak her zaman festival yapar ki? Şükürsüzlüğün daniskası.
Akihabara istasyonun arkasındaki mağazalar kapanıştan dolayı zararına satış mı
yapıyor? Bu her gün kaç gün sürüyor?
ꕥ Everyday is everyday, bizdeki pazarcıların
batan geminin malları bunlar demesi gibi bir şey herhalde, yani her zaman mı
indirim olur.
Fakat Sengen tapınağını bilmeyen Komachi
için sadece aklına festivaller gelmesi normal bir durum olmalı. Tam bir turist
mekanı olması ayrı bir şey, hem de civar yerlerden ziyaret edenler ya
yılbaşından gelirdi ya da festival olunca.
Fakat Sengen tapınağı, he...? Nedense tanıdık birilerininde orada
olabileceğini hissediyordum ve bu yüzden pek de gitmek istemiyordum, fakat
burası daha uygun bir yerel tapınak. Bir de orta okuldan kimseyle karşılaşmak
istemiyorum. Doğrusu bir yere gitmek bile istemiyorum şuan.
Sanki gelgitlerimi görmüş gibi,
Komachi bana düşünceli bir bakış attı.
“Ne oldu?” diye sordum.
Komachi bir şeye hazırlanıyormuş gibi
oturduğu yerde düzeltti kendini. “Şey abi, illa benimle gelmene gerek yok
annemle de gitsem olur.”
Mmmm, direk babamla gitmeyi düşünmedin
bile, değil mi? Tabi tabi.
Neyse, hoş olmasa da neden bu kadar
düşünceli olduğu hakkında bir fikrim var. Doğal davranıyor da olabilir fakat
kendince abisiyle ilgili düşünceleri var. Hayır, hayır! Yani abinin de kendine
has düşünceleri var. Sadece kendime nasıl bir yol çizmem gerektiğini henüz
bilmediğimden emin değilim.
Bu sebepten dolayı iki haftadan biraz daha
kısa olan bu kış tatiline minnettarım. Tabiki tatil bitip okul açıldığında,
yine sorunlarla yüzleşmek zorunda olacağım.
Fakat şimdi tatildeyiz. Ve tatil olduğu
için kendi stilimle tüm zerrelerimle dinleneceğim. Benim gibi tam-zamanlı ev
kocası olmayı hedefleyen biri için tatilde beynimi kullanmak söz konusu olamaz.
Evlilik teklifinin kararını ertele, eve git ve orada düşün. Buna tüzel
kölelerin bilgeliği demelerin sebebi bu! Bekle, bu tüzel köle olmak mı yoksa
tam-zamanlı ev kocası olmak mı...?
Daha fazla dinlenmek adına ve daha sonraya
bırakmak için bu konuyu değiştirdim.
“Gereksiz nezaketine ihtiyacım yoktu, hah.”
“Sen var ya... Mümkünse kendim kaçarım.” dedi Komachi ve gösterişli bir
şekilde iç çekti. Üzgünüm, kız kardeşim! Benim gibi bir abin olduğu
için.
“Komachi eğer benle gitmeyeceksen, her yıl
olduğu gibi yalnız giderim ben de, endişelenecek daha az şeyim olur ve daha
işime gelir.”
“Yine başladın böyle zırvalamaya...”
“Atalarımız ne der bilirsin, Yılbaşı günü
demek gelecek yıl için planların yapıldığı gün demektir. Başka deyişle eğer
yılın ilk tapınak ziyaretinde hoşnut olmayacağım anılarım olursa, gelecek
yılın tamamında hep böyle anılarım olur. Yeni yılda yaşadığın ilk an ve sen
bunu o kadar kalabalığın içinde hoşnut olmayacağın bir anı mı yapmak
istiyorsun? Salakça bir şey, değil mi Komachi-kun?”
Bıkkın halde olan Komachi'ye etkili ve
güzelce söylemiştim. İlk başta soğuk bir şekilde bakmıştı, fakat şimdi başını
sallıyordu ve kafasın kaldırıp dik dik baktı.
“Anladım gibi. Yılbaşı günü gelecek yıl
için plan yapılan gün demek... Tamam, belki de seninle gitmeliyim abi.”
“He... Niye fikrini değiştirdin?”
Bana sanki saniyeler öncesine kadar
çöpmüşüm gibi bakıyordu, fakat şimdi az öncekinin 180 derece tersi, ciddi yüzle
bakıyordu. Şımarıkça gülümsedi sonrasında.
“Yani abicim, eğer seninle yılbaşı gününde
gidersem, bütün bir yıl abimle birlikte olacağım demektir. Bu Komachi'ye çok
puan kazandırdı.”
“E-evet. Haklısın...”
Yüzüme karşı söylediği bu kelimeler beynimi
dondurdu bile diyebilirim.
……
...Oh aman tanrım, ne kadar tatlı bir kardeş böyle!? Kelimelerin sonuna
eklediği klişe “Komachi puanı” dışında, kardeşim cidden çok tatlı!
“Ko-Komachi…”
Söylediklerinden dolayı hıçkıra hıçkıra
ağlıyordum. Komachi kızarmış yanaklarını şişirerek farklı yerlere bakıyordu.
Sonrasında yandan bir bakış attı bana.
“Ya-Yanlış anlama, tamam mı! Seninle
birlikte derken seninle aynı okula gideceğimizi umdum. Sınav için bir çeşit dua
gibi, tamam! Bu Komachi'ye çok puan kazandırdı, tamam!”
Ne kadar ucuz tsundere davranışı... Sadece biraz ucuz Portopia suçlu,
değil mi? Suçlu Yasu'ydu. Şimdi depresyona girdim.
ꕥ Etto, burada kelime oyunu varmış baş
karakter Yasu ile ucuz anlamına gelen -yasui-
arasında
Zorlayarak yaptığı bu davranışları tam
olarak tatlı değildi. Fakat eğer ben, o sadece utancını saklamaya çalışıyormuş
gibi düşünürsem; belki o zaman tam olarak tatlı derdim.
“Peki madem, birlikte gidelim.”
“Tamam. Anlaşşşşştıkkkk! Ben odamda biraz
ders çalışıyor olacağım.” Komachi bunları söylerken kotatsudan dışarı çıktı ve
ayaklandı.
“Bundan sonrası, eğlence vakti.”
Hala Kamakura benim dizimde uyuyorken arka
ayaklarını tuttum ve Komachi'ye doğru salladım ardından kardeşimde güldü.
“Hazırım, en iyisini yapacağım!” dedi
Komachi. Cep telefonunu aldı ve bir melodi mırıldanarak Kamakura'yı okşadı yavaşça
ardından odasına gitti.
Oturma odasında kalanlar ben ve Kamakura'ydı. Kamakura burnuyla funsu sesi
çıkarırken, ayaklarını salladım. Uyandı, sinirli görünüyordu. Yayılıp
gerilmesinden sonra kotatsunun içinde kıvrandı.
ꕥ K-On!'da Yui'nin çıkardığı ses.
Bende aynı onunki gibi omuzlarıma kadar
kotatsunun içine süzüldüm. Kotatsu yılanı gibi.
Yılın bitmesine sadece sayılı zaman kaldı.
Her seneki gibi, mutlu bir yıl sonu.
ꕥ ꕥ ꕥ
Sağ salim yeni yıl başladı.
Mutlu yıllar.
Nedendir bilmem, ailelemdekilerle yeni yıl
selamlaşması utanç veriyor veya kendimi salak gibi hissetmeme sebep oluyor.
Oysaki yeni yıl harçlığı koparmam için
yapmam gerekiyor. Aslında benim tüzel köleye dönüşecek elit eğitimim doğduğum
günden başlamıştı. Eğer para koparmak içinse ufak adaletsizliğe ve
mantıksızlığa yüz çevirip, başımı eğmek istemesem de eğer ve soluk, köle
gülüşümü yerleştiririm yüzüme. Bu tüzel köle olmanın gerekliliği.
Bu saçma düşüncelerim beynimde gezerken, yeni yıl harçlığımı bu yıl da
almıştım. Ben daha küçükken bu para “Annenin bankası” adında gizemli bir kurum
tarafından sömürülüyordu ve şimdi o bankada birikmiş bayağı para olmalı.
Büyüyüp evden ayrılma zamanım geldiğinde o para bana geri dönecek gibi.
Dönecektir, yani dönmesi gerekiyor. Anneme güveniyorum. Umarım o, isminden(MOTHER)
'M' yi kaldırıp diğerleri(OTHER) gibi olmaz.
Bu yıl da paramı sıkıntısız temin ettikten
sonra kotatsunu içinde yayılıp tembelliğime başladım.
Yastık yerine tatami sandalyesine
oturdum ve telefonumla oyalandım..
Yeni yıla girdiğimizden beri telefonum
diğer yıllara oranla daha çok titreşip duruyor. Aslında diğer yıllarda hiç
titremezdi.
Bunlar “Mutlu Yıllar” mesajlarıydı.
Yeni yıl başlar başlamaz gereksiz uzun ve
resmiyeten yazılmış mesajımı aldım. Basit olsa da saf derece tatlıydı. Mesaj
bilinmeyen kaynaktan gelen kehanete benziyordu... Yada bunun gibi bir şey.
Bunun gibi bir tane daha çöp mesajlardan biri daha geleceğini düşünüyordum
fakat hiç bir şey gelmedi. Beklediğim de yoktu zaten. Alelacele chuuni benzeri
bu mesaja el attım. İçinde kendini tekrarlayan yükselen fırtına benzeri
kelimeler ile doluydu.
ꕥ Chuunibyou sendromu, 8.sınıf sendromu
olarak geçiyor
Fakat bu mesajla yenilmiştim, basit bir
kelime dizisi ile dersek “Samimi Bir Mesaj”. Bu sebeple cevap vermek
zorundaydım yani kaybetmiştim. Eğer uzun bir cevap yazmaya kalkarsam, cidden
korkunç olurdu. Diğer yandan, resimler ile cevap vermek sinir bozucu olurdu.
Hatta emojiler bile aynı şekilde bıkkınlık verirdi. Elimde kalan son şey ise
standart kalıplar kullanmaktı, fakat duygusuz bir mesaj olacağından soğuk bir
izlenim verirdi.
Eğer istediğini seçebileceğin birçok
dizaynı olan yeni yıl kart şablonları falan olsa hayat daha kolay
olabilirdi... Hem yeni yıl kartlarının sadece formalite olup olmadığı
belli olduğundan dolayı bu tür şablonların olması kullanışlı olurdu. Yeni yıl
kartları ve buna benzer şeyler genellikle çizim ve resimlerle dolu. Kalan boşlukları
da “Bu yılda dışarı çıkalım!” veya “Bu yıl da içmeye gidelim!” tarzında
kelimelerle doldurdun mu, kartını tamamlamış olurdun. Ciddi anlamda Japon
kültürümüz çok etkileyici. Tabi bir üniversite için her zor durumda
kaldıklarında “Bu yıl da içmeye gidelim!” kullanması normal değil. Eğer bu yıl
boyunca çok fazla içiyorlarsa, onların kesinlikle alkol bağımlısı olacaklarını
düşünüyorum. Fakat böyle olmuyor, eminim ki sadece formalite amaçlı
kullanıyorlar yani aslında birlikte içmeye gitmiyorlar hiç.
Böyle şeyler düşünüyorken, mesajına cevabımı yazdım, sonra sildim, tekrar
yazdım, tekrar sildim, tekrar yazdımmmm----- Sil
gitsiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiin!
Yeniden yazzzzzzzzzzzzzzzz! Çalkala ve
tekrarla.
ꕥ Asian Kung-Fu Generation'un 'Rewrite'
şarkısına gönderme
Uzun bir cevap yazmak istiyorum, fakat çok
uzun olursa iğrenç gibi bir şey olurdu. Çok kısa olursa da soğuk davranmış
olurum. Ne yapmam gerektiği konusunda endişeleniyorum. Onun yazdığı mesajla
aynı uzunlukta mesaj yazmaya karar verdim. Buna psikolojide “kopyalama”
diyorlar. Diğer tarafın aynısını taklit ederek kendine olan sevgi düzeyini
arttırıyorsun!
“Abi, hazırsan gidelim mi?”
Mesajımı yazarken Komachi beni çağırdı.
Saate baktım, sabah saat dokuz
olmuştu. Anne ve babam Kameido Tenjin tapınağına gitmek
için çoktan evden ayrılmışlardı. Ben ve kardeşim için bu vakitlerde
gitmemiz daha iyi olurdu.
“Evet... Haydi gidelim.”
Uygun bir cevap mesajı yazdıktan sonra
gönderdim. Kotatsudan çıktım ve ayağı kalktım.
ꕥ ꕥ ꕥ
Trenin tıka basa dolu olduğu bir vaziyette birkaç duraklık yolculuk yaptık.
İnsan yığınlarını izleyerek bilet gişesinden yanından çıktık. Hafif eğimli
yokuşu çıktıktan sonra, sonunda Sengen tapınağının girişindeki kemere
gelmiştik.
Pek bilinmese de 14. ulusal hazine olan bu büyük kemerler eskiden deniz
altındaymış. CHI-BA+KUN adında ki twitter hesabından yayınlanan bir
tweette görmüştüm bu bilgiyi. Doğru bilgi olduğu kesin. Ve muhtemelen
Itsukushima tapınağı eskiden UNESCO Dünya Miras'ına girebilecek kadar
görkemliymiş. Pek ihtimal vermesem de Chiba'nın UNESCO Dünya Mirası'na
girebilme ihtimali var. Bunları çok içten düşünüyordum.
“Adamım, aşırı derece katılım var... Çok kalabalık...”
Burası benim şahsi UNESCO Dünya Mirası'm... Tabi ki popüler
olacak...
“Burası bölgedeki en büyük tapınak, değil
mi? Elbette herkes buraya gelecek, daha nereye gidecekler?”
Evet bu da doğru... Ah, aniden bir şeyi fark ettim. Eğer herkes
buraya geliyorsa, benim okulumdan olan insanlar da en basitinden buraya
gelebilir demek, değil mi...?
Hadii, her yıl bölgesel bir tapınağa gittiğimden böyle bir durumu gözden
kaçırmışım...
Bu düşüncelerim zihnimde gezinirken,
yanımda oturan Komachi çevreye bakınıyordu.
“Oh, geldik...”
Kalabalığa içine girdik ve ilerlemeye devam
ettik.
“Hey, Komachi. Nereye gidiyoruz?”
Bu sene sınava girecek olan sensin, tamam mı? Yani, abiciğinin elini tut ki
bu karmaşada düşüp, kayıp çocuklar arasına karışmayasın. Abiciğin seni
prensesler gibi taşıyacak! Elimi uzattığım doğrultuda tanıdığım yüzler vardı.
“İkinize de mutlu yıllar!”
Komachi onlara doğru koşarken sarılmak için
kendini hazırlıyordu. İleride neşeli olan kız elini kaldırdı.
“Mutlu yeni yıllar ve yahallo!”
“Nasıl bir selamlama bu...? Mutlu yeni
yıllar” diye cevapladım, hafif bir ses tonu ile.
Yuigahama diklemesine örülmüş ceket,
boynuna sarılı uzun bir atkı giymiş ve kaldırdığı eli de tamamen eldiven ile
kaplıydı.
Hemen yanındaki kız da beyaz ceket, mini
etek ve altına ise siyah tayt giymiş olan Yukinoshita Yukino'ydu.
“...Mutlu Yılalar,” dedi Yukinoshita,
yüzünü atkısına gizlemişti. Yani, formalite yapılan yeni yıl selamlaşmaları
öyle veya böyle utanç verici oluyor. Ben de kendimi atkının uçlarında buldum.
“Ahh... Evet... Mutlu yıllar.”
“Tamamdır, haydi ziyaretimizi
gerçekleştirelim,” dedi Komachi ve kalabalığın içine doğru nüfuz etti. Biz de
onu takip ettik.
Yürürken, Komachi'ye arkadan yaklaştım. “Komachi-chan, abiciğin bir soru sormak
istiyor?”
“Nedir?”
Gizlice Komachi'nin yanına girdim ve
fısıldadım. “Niye onlar burada?”
“Komachi ile bir buluşma ☆!”
“N-Ne, ne buluşması...?” dedim tedirgin bir
ses ile. O da somurtmaya başladı.
“Sorunun ne senin, onlar benim
arkadaşlarım.”
“Evet öyleler... Ama onları çağırmak...
Bilirsin işte, nasıl desem ki?” dedim, sanki düşünüyormuş gibi.
Normalde bu tür etkinliklerde okuldan
arkadaşlarını çağırmaz mısın? Gerçi orta okulda hiç arkadaşım olmadığı için
“normal” olan ney bilmiyorum. Acaba böyle bir şey mi? Belki musallat olanın
suçu? Belki de. Benimkine yalnızlık musallatı mı diyorlar...?
Fakat, Komachi'nin böyle bir şekilde abisiyle
dolaşması, onun arkadaşlık ilişkileri konusunda beni endişelendiriyor.
Düşünceli görünüyordum, ama Komachi neler söyleyebileceğimi biliyordu ve
boğazını temizledi.
“Bilirsin, içinde bulunduğum dönemi
düşünürsek, arkadaşlarımı çağırmamayı seçmek görgü-adap gibi bir şey...” dedi
Komachi açıkça.
Anladım şimdi. Arkadaşlarını çağırmamayı
tercih etmesinin sebebi, arkadaşların bu sınav döneminde gergin
olduklarındandı. Adap-görgü derken ne demek istediğini anladım.
Sınavlar sınırları belirliyorlar.
Oldukça bilinen bir hikaye göre: arkadaşlar
aynı üniversiteye girmek için sınava girerler. Bunlardan bir kısmı elenecek,
diğer kısmı geçecekler. Sevgililerin birinin başarısız olması sonucu ayrı okula
düşmeleri yemeği daha güzel kılıyor. Sınavın ardından fazla geçmeden ayrılıyorlar.
Yemek Susumu-kun'un yemeği oluyor.
ꕥ Gohan ga Susumu-kun bir çok yemekte
kullanılan bir baharatın markası. Susumu markanın maskotuymuş ve çok yemek
yermiş. Eğer aç kalırsa çok sinirli olurmuş.
Eğer orta okul çağındalar ise arkadaşlık bağları
kesinlikle kırılıyor. Özellikle üniversite eğitimine önem veren bir okula
gitmeye karar verirseler, okulun barajından dolayı birisi veya birileri
dışarıda kalacak. Ayrı düşenler hala yapabiliyorken diğerleriyle bağlarını
koparmalılar. Eğer bunlardan biri ben olsaydım, böyle yapardım.
Çünkü
utanç duyduğundan, hayal kırıklığına uğradığından, acı çektiğinden veya
kıskançlık duyduğundan yapması gerekiyor. Bu tip hasta duyguların yüzeye
çıktığı zamanlar olduğu gibi kendini bastırdığın, güldüğün zamanlar da
olacaktır. Bu tip zamanların ardından hemen ilişkilerini kes.
Ani ayrılıkların farkında olmak oldukça
karmaşık bir şey. Eğer gülen yüzle mezun olmak istiyorsan, arkadaşlarınla fazla
yakın olmasan daha iyi olmaz mı? İşte tam burası hiç arkadaşının olamamasının
en kullanışlı olduğu yer! Hachiman'ın düşünce yöntemiyle sınava hazırlık
sınıflarında ilişkilerin nasıl paramparça edilebileceğini öğretmeliler.
Arkadaşlarınla aranda az da olsa yaş farklı olması bu tip zamanlarda daha rahat
olmanı sağlar. Her iki tarafta zorlama hissetmeden birbirleriyle etkileşim
halinde olurlar.
Daha şimdiden yürüyorken sesli sesli konuşuyorlar. Komachi, Yukinoshita ve
Yuigahama ile konuşuyor ve gülerek yanıt veriyorlar. Kış tatilinde ders
çalışmakla meşgul olan Komachi için bu anlar rahatlatıcı olamalı.
Bu insan yığınında Yuigahama her yere göz
gezdiriyordu. Görünen o ki ana yolun kenarlarında ki yemek stantlarından
hangisinin sırasına girmeye karar vermekte oldukça zorlanıyor.
“Vay be, festival var sanki,” dedi
Yuigahama, ve Komachi'nin yüzü birden canlandı.
“Aynen! Bir şeyler yemek ister misin?”
“Çok isterim! Peki... Elma şekeri alacağım
sanırım.”
Fark etmeseler de, konuşurken ana yoldan
çıkacaklar gibi. Yanlarında bulunan Yukinoshita, atkısını aşağı çekti ardından
onları durdurdu.
“Tapınak ziyaretimizden sonra alırız,” dedi
Yukinoshita.
“Tamaaaaaaaam…”
İsteksizce ana yola geri döndüler o ikisi.
Az önce kız kıza takılacaklardı eğer oraya gitselerdi... Orada, abin için
yer yok...
Yukinoshita'nın güvenilir kişiliğinden
midir yoksa Yuigahama’nın diğer insanlarla yakınlık göstermesi midir yoksa
dünya çapında adı çıkmış kız kardeş Hikigaya Komachi'nin insanları yanına
çekebilme yeteneğinden midir veya nedeni her ne olursa olsun, aralarında yaş
farkı olmasına rağmen bu kızların anlaşabilmesi hiç de fena değil.
Yuigahama biraz önden giderek rehberlik
yapıyordu, Komachi yüzündeki gülücüklerle onu takip ediyordu, ve Yukinoshita
biraz geriden sessizce bu ikisini izliyordu.
Ben en arkadan onları izliyor ve yürüyordum.
Ve sonra bir an, “kız kıza takılmak”
düşüncemi yadırgadım.
...Hiç iyi değil.
Yeni yılda düşündüğüm ilk şeylerden biri
öylesine saçma salak bir düşünceydi ki, dudaklarımın kenarlarını hafifçe yukarı
eğdim. Kontrolümün dışında, yüzümde beliren bir gülücüktü. Saklamaya
çalışırcasına atkımı yukarı çektim.
İçimden geldi, uzaklara doğru baktım.
Gözlerim kalabalık insan yığınları arasında yüzüyordu.
Bilemiyorum, bu kalabalığın önüne geçmek
için bir şey yapamıyorlar mı? Düşünce trenim beni kusmanın eşiğine getiriyordu.
Hemen şimdi eve gitmek istiyorum...
Fakat taş merdivenleri tırmanıp tapınağın
yakınlarında geldiğimizde, az önceki kadar kalabalık değildi.
Muhtemelen bu kısımda yemek stantları
olmadığından dolayıdır. Tapınak hemen yanımızda olduğundan hiç birimiz
oyalanayım demeden oraya gittik. Sıraya girdik ve tapınağın dua edeceğimiz
kısmına geldik.
“Neler dileyeceksiniz?”
“Yılın ilk tapınak ziyaretinde böyle şeyler
yapmamalısın. Tanabata değil bu biliyorsun...”
“Doğru. Dileğin gerçekten de kabul olacak
değil nasılsa.”
“Puff, ikiniz cidden çok sıkıcısınız!” dedi
Komachi ve Yuigahama da onayladı.
“Ah, Bu ikisi! Tanrılara dua ediyoruz
sonuçta işe yarar şeyler dilememiz daha faydalı olur.”
Aha, dedikleri hakkında nasıl gizemli bir mantık kullandığını anlayamadım.
Yukinoshita da Yuigahama'nın mantığını
anlamakta sıkıntı çekiyormuş gibiydi. “Tamamdır... Bu kadar yeter sanırım.
Neredeyse dua etmek yerine ant falan içiyormuş gibi hissediyorum.”
Yukinoshita aniden gülümsedi. Yuigahama
başını öne eğdi ve dua etmek için ellerini birleştirdi. İkisi de
isteklerini sıralayıp, zilleri salladı. İki kere başlarını eğdiler ve iki kere
ellerini çırptılar. Gözlerini kapadılar.
Arkamda bir çok insan var iken sunağın
önünde yaptığım dua ile kendimi görkemli falan zannettim.
İkisini taklit ederek, geleneksel bir
şekilde ellerimi çırptım ve dua ettim.
İstek... veya yemin gibi bir şey... ?
Yan taraftan Yukinoshita ve Yuigahama'ya
baktım.
Yukinoshita gözlerini kapamış ve zayıfça
nefes alıyordu. Yuigahama alnını buruşturarak “Mmmm!” gibi sesler çıkarıyordu.
Bilemiyorum, bunlar ne diliyor olabilirler ki?
Bende onlar gibi gözlerimi kapadım.
Dilenebilecek tarzda bir isteğim yoktu. Fakat dilemeye ihtiyacım olmadan, kendi
çabalarıma güvenerek başarabileceğim şeylerin olmasını istediğimi
hissediyorum.
Bu sefer, Komachi'nin sınavı geçmesini diliyorum... Çünkü bu, üzerinde söz
sahibi olmadığım bir şey.
ꕥ ꕥ ꕥ
Tapınağa saygımız gösterdikten sonra, sonunda insan kalabalığından
kurtulmuştuk.
Çevreyi taradım. Tapınak kızları, tapınak kızları
ve hemşireler vardı her yerde. Şakaydı, hemşireler yoktu.
Taramamı yaparken Yuigahama sesini
yükseltti. ”Oh, şans kağıtları!”
“...Haydi çekelim bir tane.”
Arka arkaya sıralandık ve şans
kağıtlarından aldık. İçinde şans kağıtları olan altıgen biçiminde tahtadan
yapılma kutuyu salladık. Tapınak görevlisine kaç adet şans kağıdı istediğimi
söyledikten sonra şans kağıdımı çektim.
“Az şans...”
Çok tuhaf... Fakat sadece 100Yen'e hiçbir şey çıkmasa bile kabullenirdim.
Çıkabileceklerin listesine baktım. Listenin her bir elemanı tuhaf. Nasıl mı
tuhaflar? Sağlığınla alakalı bir kağıdın üzerinde “presemptomatik hastalıklara
karşı tetikte ol” yazıyor olması kadar tuhaflar.
Kötü bir şans kağıdı çekip çekmediğimden
emin olamadığımdan yan tarafımdaki iplere asıp asmamak konusunda karar
veremedim. Yanımdan duran Yukinoshita çektiği kağıdı gösterdi
“...İyi şans.” Yüzündeki zafer ifadesiyle
söyledi.
Bekle, ne yani iyi şans az şanstan daha mı
değerli? Ayrıca çok sıradan olduğundan hiçte etkileyici görünmüyor. Her neyse Yukinoshita
sevindiyse, bunlar bir şans kağıdından daha fazlası olmalı.
Her zamanki gibi rekabet içinde...Diye düşündüm. “Ehehe” diyerek Yuigahama
bize kağıdını gösterdi.
“Mükemmel şans!”
“...Hee, adına sevindim,” dedi Yukinoshita, gözleri samimice parlıyordu. Bu
kız iyi değil galiba...? Ne yani yoksa bu kız mükemmel şans çekene kadar
kağıt satın alacak değil ya?
Bu ikisini endişe içinde izlerken,
Yukinoshita'nın gölgesinde duran sert ve kasvetli haldeki Komachi, ortaya
atıldı.
“Kötü şans çektim...”
Sınava
girecek bir öğrencinin kötü şansı çekmesi... Neşeyle gülen Yuigahama ve rekabet
hırsıyla yanan Yukinoshita sözlerini yuttular. Hepimizin morali bozulmuştu...
Yukinoshita ortamı yumuşatmak için öksürdü
ve Komachi'nin omuzlarını nazikçe sıvazladı. “Meraklanma, iyi olacaksın
Komachi. Ailendeki uğursuz “şey”e oranla bu hiç bir şey.”
“Sen insanları böyle mi
cesaretlendiriyorsun...? Komachi beni dinle. Bu şans kağıtlarının seni üzmesine
izin verme. Haftası bile gelmeden kağıtlardan birini çektiğini bile hatırlamayacaksın.”
“Bunu diyene bak hele....”
“Muhteşem şansım artık eskisi gibi
hissettirmiyor...”
Yukinoshita ve Yuigahama kağıtlarına
baktıktan sonra karmaşık duygular içine girdiler. Tuhaf... Kız kardeşimi
neşelendirmek yerine ortamı daha da gergin hale getirdiler.
İşte tam bu anda Yuigahama aklına bir fikir
gelmiş gibi ellerini çırptı.
“Bir fikrim var. Takas edelim,” dedi
Yuigahama ve kendi kağıdını Komachi'ye uzattı.
“Emin misin?”
“Evet!”
Ne yapacağını bilmez gibi durmasına rağmen
bana baktı ve gülümseyerek cevap verdi.
“Ne de olsa, şans tılsımı. Çekinmene gerek
yok.”
Fakat bu şans kartını inanılması güç olsa
da okulumuzun giriş sınavını geçmiş olan Yuigahama vermişti. Muhtemelen kutsal
bir şeyler içeriyor. Hatta kaderini değiştirebilir veya fizik kurallarına
meydan okuyabilir.
“Çok teşekkürler... Elimden geleni
yapacağım!”
“Hmm... Eğer benim okuluma girersen bende
mutlu olurum,” dedi Yuigahama.
Yuigahama şans kağıdını Komachi'ye verdi.
Karşılığında Komachi'nin kötü şans kağıdını aldı. Bütün bu olanları izleyen
Yukinoshita elini çenesine götürdü ve bir şeyler düşünmeye başladı.
“Yuigahama-san, şans kartını bir saniye
verebilir misin?”
“Şey... Tabi ki.”
Yukinoshita Yuigahama'dan aldığı şans
kağıdı ile kendi şans kağıdını birbirlerine bağladı.
“Böylece ortalamasını alırız ve ikimizde az
şansa sahip oluruz.”
“Nasıl bir matematik bu böyle?”
Kötü şans artı iyi şans, bölü iki sonra
çarpı iki? Matematik, sosyal bilimlerde bir kavram olasının yanısıra fen
bilimlerinin de yanındadır. Bu iki bilimin tuhafça karışımından mı oluşuyor
matematik acaba.
“Şimdi ikimizin de şansları birleşti,” dedi
Yuigahama mutlu bir şekilde.
Yukinoshita memnun bir gülüşle “Evet... Böylece, çektiğimiz kağıtlar da aynı
oldu.”
“Demek bunu yapmak istemiştin!”
“Ne bu, Yuutori eğitim sistemindeki gibi işleri karışık bir
şekilde çözüyorsun...?“
ꕥ Yuutori tarzında eğitim Japonya'da ders
saatlerini düşürmeye dayalı bir sitem. Kısacası az çalış, fazla oyna.
“Şaka yapıyordum,” dedi
Yukinoshita gülerek.
Komachi heyecanla aldığı şans kağıdını
cüzdanına koydu ve başını kaldırdı. “Ziyaretimizi yaptık, şans kağıtlarını
çektik. Şimdi ne yapalım?”
“Hadi stantları gezelim!”
Zaten tapınağa varana kadar çevresindeki
stantları gezen Yuigahama, önerisini yaptığında Yukinoshita başını salladı.
Tapınağa giden bu yol artık eve dönüş
yolumuzdu. Benim için sıkıntı yoktu. Ben bir şey demeden üçü de yürümeye
başlamıştı.
Geldiğimiz yoldan geri dönerken, sıralanmış yemek stantları görünmeye
başladı. Okonomiyaki ve Takoyaki stantlarının yanında sezona uygun Amazake stantları
da vardı.
ꕥ Türüne göre hafif veya alkol içermeyen
Japon tatlı içecek.
Yemek stantların en sonunda poligon vardı.
Meraklı gözlerle genellikle yaz festivallerinde görebileceğin bu stanta
baktım. Yanımda soluk soluğa kalmış bir ses duydum.
“Neden yeni yılda poligon var burada...?”
Sanki “...ne tuhaf” dercesine gözlerini dikerek baktı Yukinoshita.
“Evet, garip bir durum, fakat çocuklar da
geliyor buraya. Para kazanmak için iyi bir zaman diyerek, poligon stantı açmak
hiç de normal değil. ”
“Çok saçma sapan... Neden bunun gibi bir
yerde...?”
Fakat Yukinoshita sanki neler dediğimiz duymuyormuş gibi poligona bakmaya
devam ediyordu. Orada Panda Pan-san'ın oyuncaklarından biri vardı. Bu
yüzden mi oraya bakıyordu...
ꕥ Panda Pan-san Yukinoshita'nın o çok sevdiği
oyuncak panda.
“...Poligona gitmek ister misiniz?”
“H-Hayır, aslında fark etm—“ dedi Yukinoshita titreyerek. Hadi ama bu kız
oraya gitmek istiyor....
Mırıldanarak Pan-san oyuncağına bakıp duruyordu. O oyuncağı kazanmadan
hiçbir yere gitmek istemiyordu. Ne yapacağım, atış oyunlarında hiç iyi değilim,
fakat bir deneyeceğim...
Cüzdanımda ne kadar param var diye
bakarken, Yuigahama hafif tondaki sesiyle elini kaldırdı.
“Ah.”
Sonrasında kolumu çekiştirdi.
“Ne oldu?”
“Mm,” dedi Yuigahama, beni yanına çağırdı.
Bir saniyeliğine gelmemi istiyordu anlaşılan. Dediği gibi yanına gittim, başımı
eğdim. Yuigahama da yüzünü bana doğru eğdi. Sanki gizli bir mevzudan
bahsedecekti.
İçinde bulunduğumuz durumdan dolayı
aramızda mesafe yok gibiydi. Bu noktadan sonra şaşıracak bir şey değildi, bu
nedenle pek kafama takmadım.
Ayrıca, yayılan narenciye kokusu burnumu
gıdıklıyordu, ve pespembe yanakları hemen önümden gelen kış rüzgarına maruz
kalıyordu. Konuşmak için zor bir durumdu.
İyice nefes aldıktan sonra, tamam devam et
sinyali verdim. Yuigahama biraz daha kulağıma yaklaştı. Fısıldamaya başladı.
“Yukinon'un doğum günü için alışverişe
çıkalım mı?” diye sordu Yuigahama.
“Ah, ahhh…”
Düşünmeye başladım.
Yakında Yukinoshita'nın doğum günü var.
Noel'den bir sonraki gün vaktimiz olduğunda alışverişe çıkacağımıza söz verdik.
Yanlış anlama, eskiden vermiş olduğum sözü
unutmadım. Ne yapacağım hakkında karar veremediğimden harekete geçemedim. Ne
zaman, nerede, ne, kiminle, nasıl satın alabilirim, cidden, nasıl verebilirim
hediyeyi? 5N1K'dan başlayarak düşünüyordum. Davet eden olmak biraz zor oluyor.
Gün seçmekte de iyi değilim. Karşı tarafı uğraştırmamak adına bu tip şeyleri
kendim karar veriyordum. Bir de onlara sormak yerine bu tip kararları onlara
bırakmak beni rahatsız ediyor. Hiç bitmeyen kararsız kalma durumu bu olsa
gerek.
Her ne düşünürsem düşüneyim, bu konuyu açanın o olduğu gerçeğine minnettar
oldum. Daha fazla geciktirmeden cevap vermeliyim. Gereğinden daha fazla
düşünüyormuşum gibi hissettim ve az kala “Hachika eve gitmek istiyor!” diyecektim,
fakat demedim.
ꕥ Love Live da "Erichika eve gitmek
istiyor!" parodisi.
“...Peki, yarın boş musun?”
“E-Evet, Bir planım yok.” dedi Yuigahama
şaşkın bir ifadeyle ve topuz saçıyla oynamaya başladı.
“Tamam o zaman yarın gidelim...”
“Olur...” diye cevap verdi Yuigahama ve o
da ben de daha bir şey demedik.
Sonrasında Komachi yanıma geldi, kolumu
çekiştirdi. “Abi, Yukino-san oradan ayrılacak gibi durmuyor...”
Yuigahama ona doğru baktı ve Komachi'yle
konuştu. “Ah, Komachi-chan sen de gelmek ister misin?”
“Ha? Nereye?”
“Şey... Yarın Hikky ile beraber Yukinon'un
doğum günü hediyelerini almaya gideceğiz. Bu sebeple...”
“Anladım, iyi olur!” dedi şaşkın bir ifade ile Komachi. Sonrasında
alışılmadık şekilde güldü. “...Ama, biliyorsunuz ben sınavlar ile meşgulüm.”
“Şey... Doğru ya...” dedi Yuigahama.
Sanırım biraz önce Komachi'ye onun gireceği sınav için şans kağıdı verdiğini
hatırladı.
Fakat mırın kırın ettikten sonra, yüzünü
salladı ve Komachi'nin ellerini tuttu.
“Şey... Bir çeşit ara verme olarak düşün!
Hem Yukinon da senden hediye alırsa çok mutlu olacaktır, Komachi-chan! Hem
biraz hediye için öneri vermeni istiyorum! Bunun gibi... Anla işte...”
“Madem öyle. O-Olur.... Gibi?” diye cevap
verdi Komachi ve şaşkın bir ifadeye büründü. Bana baktı.
“Sen de gelmelisin, Komachi. Sorun olmaz,”
dedim.
Komachi başını eğdi.
“Mmm... Ne bu ders çalışmama engel
gelişmeler...? İkiniz yazın da beraber gitmemiş miydiniz?” diye homurdandı
hafif bir ses ile.
Bayağı şeyler yaşadık. Nasıl derler bilmem ama, birbirimize karşı nasıl
davranmamız gerektiğini kavramaya çalışıyoruz.
“Yukinoshita içinse...”
Komachi cevap verirken biraz şaşkına
dönmüştü, fakat Yuigahama mutluca kafasıyla onayladı ve telefonunu çıkardı.
“Gidiyoruz o zaman! Sana mesaj atarım!”
Yuigahama'nın telefonu çaldı.
“Ah, bir saniye,” dedi Yuigahama, bizden
biraz uzağa gitti ve telefonuna cevap verdi. Gözlerimle onu takip ettim,
sanırım arkadaşlarından biri arıyordu.
Ama “Kim aramış?” diye sormak kaba olabilirdi.
Sorabilecek kadar önemli biriymişim gibi hissettireceğinden soramadım.
Yuigahama telefon konuşmasını bitirmeden
ilerleyemedik. Beklemekten başka bir şey yapamayacağız gibiydi. Diğer bir
yandan Yukinoshita hala poligonda meşgul görünüyordu. Hiç bir yere gidemezdik.
Bunu düşünüyorken, ileriye doğru baktım.
Yukinoshita omuzları düşük halde bize doğru geliyordu.
“Ne oldu? Bitirdin mi?
Ona seslendim, Yukinoshita da üzgün halde
dedi ki: “Evet, bitti. Ya da onun gibi bir şey...”
“Heh?”
Ne olmuş olabilir diye poligona bir kez daha baktım. Yukinoshita'nın bunca
zaman istediği o oyuncağa baktım. O Panda Pan-san değildi, Panda Ichiro-san'dı.
Öyle ya festivallerde olur böyle şeyler. Natchan istersin ama onlarda Occhan
olur. Adidas yerine Adodas bulmak gibi bir şey.
Poligona bakan Komachi de ne olduğunu
anlamış şekilde başını salladı.
“Ahh, şu çakma şeyler değil mi?“ dedi
Komachi.
Yukinoshita elini çenesine dayadı ve başını
eğdi. “Çakma? Yakınlarımda olan birini anımsattı bana. Yanılmıyorsam soyadı Hi,
Hiki...”
“Şey... Beni kastetmiyorsun değil mi? Hadi
adım bir yana, soyadımı bile hatırlamıyor musun?” dedim.
Yukinoshita eliyle omzunun yanından
saçlarını hafifçe salladı. “Ne kaba, tabi ki hatırlıyorum.”
“Burada kaba olan sensin...”
“Peki Yuigahama-san nerede?
Ne yani adım ile olan mevzuyu böylece kapattın mı...?
“Orada telefon ile konuşuyor.”
Yuigahama'nın yerini işaret ettim.
Yuigahama telefon ile konuşurken çevresine bakınıp duruyordu.
“Anladım, tamam. Evet, taş merdiveninin
oralarda sanırım. Bu yüzden aşağı indik. Tamam, görüşürüz!”
“Ah, Yui orada.”
Elinde telefon ile buraya doğru gelen Miura
Yumiko'ydu. Bu kalabalığa rağmen göz alıcı kürkten yakası ve her ne kadar hoş
görünmese de mini eteğinin altında çıplak bacakları kendini gösteriyordu.
Arkasında Ebina-san vardı.
“Yui, Mutlu yıllar! Yukinoshita ve hepinize
de Mutlu Yıllar!”
Miura'nın aksine, Ebina-san bizimle konuştu. Cidden o iyi bir insan.
“Mutlu Yıllar!”
“Vovv! Uzun zamandır göremiyordum seni!
Mutlu Yıllar!”
“Yaz kampından beri görmemiştim seni, küçük
kardeş!”
Komachi ile konuşurken aynı zamanda dostça
muhabbetler eden kendi gruplarına doğru bakan Ebina-san'ın selamına karşılık
verdim.
“Miura ve diğerleri, he...” diye
mırıldandım, Yuigahama'nın telefonda konuştuğu kişilerin kimler olduğunu
anladıktan sonra arkasına döndü ve mırıldanmamı duyduğu için başını sallayarak
dediğimi onayladı.
Sonra arkadan bir-iki tanıdık yüz daha
geldi buraya.
Bunlar sarışın ve ergen konuşma tarzıyla Tobe, saf ve kararsız Yamato ve
bakire fırsatçı Oooka. Bunlar Yeni – Ölüm Üçlüsü. Bir de Tobe'nin
saçları sarıdan çok sanki turuncu gibi... O kadar gereksiz ki hiç farkına
varmamışım.
ꕥ Ölüm Üçlüsü Edo dönemini anlatan Japon tv
programı. Sanırım orada da 3 salak varmış
Üçü biraz daha arkada duruyordu.
Ellerindeki plastik bardaklarıyla daha çok
gürültü yapıyorlardı. Sanırım amazake içiyorlardı. Tobe bardağını dudağına
dayadı ve hepsini bir anda içti ve inleme gibi bir ses çıkardı.
“Sake cidden iyi adamım. Yılın ilk içhen
adamıyım behnn, yılın iyk içççcen adamı. Cidden dddha da içmeuyym lağzıııım.”
“Aynen öyle.” dedi Yamato sanki onaylıyor
gibi. Bardağındakilerin hepsini bir anda içti ve memnun olmuş gibiydi. Sadece
amazake içmelerine rağmen fazla abartıyorlar.
“Tamameyyn kafamm güjjelll duruymdayımn
ahbabp, cidden. Beni alıııyp götürüyoyrrr. Sıcak basyı birdeyyn. Yo ahbabp
soğuk değiyll mi yha? Maraton hiyç iyi geçmicek gibi.”
“Aynen.”
“Aynen, öyle.”
Aynen, öyle...
Yamato ve Oooka'nın yanıtlarından sonra ben
de başımla onayladım. Takvime bakacak olursak geleneksel maraton bu yıl Şubat
ayı yerine Ocak ayının sonunda yapılacak. Kışın ortasında, havanın en soğuk
olduğu zamanda sahil boyunca koşmak zorunda kalacağız.
Maraton ha... Al işte. Daha yeni yıla girer girmez bunların bana
hatırlattığı şeye bak. Bu salak üçlüye sert sert baktım.
Birden bir şey fark ettim.
Tobe'nin salak grubu ile Miura ve
Ebina-san ikilisi tanıdık yüzler.
Fakat bu iki grubun arasında olması gereken
biri eksikti.
“Sadece onlar mı gelmiş...?” dedim.
Beni duyduktan sonra Yuigahama, geriye bir
adım attı ve yanıma geldi.
“Muhtemelen Hayato-kun'u da davet etmişler
fakat meşgul olduğundan gelememiştir.”
“Ne ile meşgul olduğunu biliyorum sanırım.”
diye onaylarcasına cevap verdi.
Bu sözleri beni şaşırttı.
Ben, Yuigahama, Miura ve Ebina-san Yukinoshita'ya
baktık.
“Heh? Sanırım bir şeyler biliyorsun?” diye
sordu meraklı gözlerle Yuigahama.
“Hayama-kun'un ailesi hep böyledir”.
“Ahhh, anladım sanırım.” dedi ikna olmuşça
Yuigahama.
Hayama ile Yukinoshita uzun zamandır
birbirlerini tanıyan kişiler. Daha doğrusu çocukluk arkadaşı denilebilir. Bu
sebeple Hayato'nun ailevi durumlarını bilmesi hiç de tuhaf değil.
“Hmm, öyle mi...” diyerek Hayama veya
Yukinoshita hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımı fark edip umurumda
değilmiş gibi cevap verdim. Gerçi Yuigahama'nın da hakkında çok bilgi sahibi
değillim.
Ben ve Yuigahama'nın dışında iki kişi daha
tepki verdi.
“...Hmph, demek öyle” dedi Miura ince
sesiyle tükürüyormuş gibi. Sonra Yukinoshita'ya bakmayı kesti. Bir kaç adım
daha uzağa gitti, parmaklarını kullanarak saçlarıyla oynamaya başladı. Sıkılmış
gibi hareketler yapıyordu.
“Ben acıktım galiba.” dedi Miura aniden ve
çevresindekilere kulak asmadan uzaklaşmaya başladı.”
“Ah, Yumiko.” diye Yuigahama bağırdı.
Miura durdu ve arkasını döndü. Fakat Miura
ağzını bile açmadan dönüp gitti. Bunu gören Ebina-san kısa bir gülücük attı ve
ona doğru gitti.
“Haydi yemek yemeye gidelim mi?” diye sordu
Ebina-san.
Keskin kulaklarıyla Tobe Ebina-san'ın
dediğini duydu ve onun yanına gitti.
“Ahbap! Yemeğe gidiyoruz! Biliyorsun yılın
ilk yemeği!”
Bunlar hep böyle konuşuyor. Her yeni yıl geldiğinde her şey “ilk” diyorlar.
Ne sinir bozucu ama...
“Ah, ummm…”
Yuigahama Miura'nın grubu ile bizim gruba
bakıp duruyordu, ne yapacağını şaşırmıştı.
“Miura ve diğerleriyle gitmemekte emin
misin?”
“Şey... Siz ne yapacaksınız?” diye sordu
çekinerek Yuigahama.
Yukinoshita ona baktı ve gülümsedi. “Ben
eve döneceğim. Kalabalıkla aram iyi değil zaten”
“Şey, fakat…”
Yukinoshita'nın dediklerinden sonra
karmaşık yüz ifadeleri süzülüyordu Yuigahama'nın yüzünde. Yuigahma'nın
endişesini anlamıştı Yukinoshita ve hafifçe onun omuzlarına dokundu. ”Okulda
birbirimizi göreceğiz, değil mi?”
“Şey, tamam öyleyse…”
Pek ikna olduğunu düşünmüyordum. Fakat
hafif tonda cevabını vermişti.
Yeni yıla girmişken Yuigahama'nın
Yukinoshita ve Miura arasında iki arada bir derede kaldığını görmek hoş bir şey
değildi.
Yuigahama'nın sevecen kişiliğini göstermek
için yakınlaşma isteğine şüpheli yaklaşmamalıyız.
Ancak, “arkadaşının arkadaşı, arkadaşından
daha önemli değil” yaygın bir görüş dünyada. Diğer deyişe herkesin içinde
olduğu bir yeri hep birlikte kullanmak, yapılacak en iyi şey değil.
Yukinoshita fazla bir şey demedi, fakat ne
demek istediğini biliyordum. Çünkü bu tür tavırları bana tanıdık geliyordu.
Bende bundan sonra ne yapacağımı söyledim.
“Ben de eve gideceğim!”
“Eh?” diyerek şaşkınlık içinde yüzünü
kaldırdı Yuigahama.
Fakat bu şaşılacak bir şey değildi.
“Sadece tapınak ziyareti için gelmiştik.
Komachi'nin evde ders çalıştığına emin olmam lazım.”
“Ah, sanırım haklısın.” diye onayladı
Yuigahama.
Sonra Komachi kolumu çekiştirdi.
“Abicim, beni merak etme. Eve senin de
dönmene gerek yok!”
Ölüm-kalım arasında anlaşılmaz bir seçenek
sundu bana, fakat ilgilenmedim bile. Her ne olursa olsun benim onların grubuna
katılmamın mümkünatı yok.
“Peki, daha sonra görüşürüz.”
“Görüşürüz!”
Yukinoshita ve ben uğurlamamızı yaptıktan
sonra Komachi de pes ederek uğurlamasını yaptı.
“…Görüşürüz!”
Biz de bulunduğumuz yerden ayrılırken
Yuigahama bize el sallıyordu. Muhtemelen Yuigahama, Miura ve diğerleriyle
buluşmaya gidecek.
Yuigahama'nın arkadaş çevresi sadece
kulübümüz değildi.
“En iyi arkadaşlar” kavramı nedir, kime
denir emin değilim. Fakat eminim ki bir gün üzerinde duracağım, endişeleneceğim
bir şey olacak.
Bu endişemin zihinsel olarak beni yormaması
için dua ettim.
ꕥ ꕥ ꕥ
Geldiğimiz yoldan geri dönüyorduk, önce büyük kemerli girişten, sonra
Ulusal Yol'un kenarından geçtik.
Soğuk rüzgar Ulusal Yol'un karşısından
esiyordu. Soğuk havadan dolayı titriyordum. Ben ve Komachi soğuktan
yakalarımızı topluyorduk. Fakat Yukinoshita soğuğa zayıf biri değil gibiydi,
sadece boynundaki atkısını sarmıştı. Komachi Yukinoshita'nın kolundan
tuttu.
“Yukino-san, yolun bu kısmını beraber
gidelim!”
“...Sıkıntı yok.” Yukinoshita biraz çekindi
ilk başta fakat gülücükle cevap verdi. Tabi evlerimize benzer yollardan
gideceksek ayrı olmamıza gerek yok.
Tapınak ziyaretine giden insan kalabalığından dolayı istasyona giden bu yol
alışveriş alana dönmüştü. Tapınağın içinden beri stantlar yan yana buraya kadar
gelmiş. Kaldırımlarda küçük stantlar vardı.
Komachi ve Yukinoshita sınavdan veya kış
tatilinde yapılabilecek şeyler gibi çeşitli konuda şeyler konuşuyorlardı.
İstasyonun arka tarafındaki bilet gişesine
gelmeden hafif eğime sahip bu yokuşta yürüyorken Komachi aniden durdu.
“Uh oh! Unuttum! İyi şans tılsımı almayı
unuttum! Tüh! Hatta tahta tabelaya dileklerimi yazmayı da unuttum. Hızlıca
geriye dönmem gerekiyor! Yukino-san ben burada ayrılacağım!”
“Ah, belki de ben de tılsım almaya
gitmeliyim,” dedim.
Komachi yarı kapalı gözleriyle bana baktı.
“Abicim, ne saçmaladığının farkında mısın? Seni çöp abi! Avanak şey seni!
Hachiman! Sıkıntı yok ikiniz eve dönün ben tek giderim!”
“T-Tamam... Hey, bekle... Hachiman hakaret
bile değil.”
Diye cevap verdim fakat çok hızlı koşarak ayrıldığı için kelimelerim ona
ulaşmadı. Hadi ama, bu doğal davranışların beni ortada yalnız bırakıyor. Ne
yapsam şimdi... Komachi'nin yüzünden ne yapacağımı şaşırdım.
Bunu “Vâka-yı Komachi'ye N'apmalı...” diye adlandıracağım. Ahhhh, cidden
ne yapacağım ben bu Komachi'yle?
Ne yapacağımızı bilmeden Yukinoshita'ya
doğru döndüm. Arkasına dönmüş ve omuzları titriyordu.
“Ne oldu...?” diye sordum.
Hafiften yüzünü gösterdi ve nefes alışını
düzene soktu. Sanki ağzının içinde fısıldarmış gibi narin bir sesle “Çöp,
avanak, Hachiman...”
Görünüşe göre Yukinoshita'nın aşağılama sözlüğüne yeni kelimeler eklendi...
Belirsiz şekilde gözümü diktim ona. Yukinoshita boğazını temizler gibi yaparak
olayı geçiştirdi.
“Yok bir şey. İkinizin gayet iyi
anlaştığını düşündüm o kadar.” dedi yumuşak gülümsemesiyle. Yürümeye başladı ve
bilet gişesinden geçti. Ben de onu takip ettim ve treni bekleyeceğimiz
platforma vardık.
Her zamanki gibi insan kaynıyordu burası.
Sanırım bu zamanlar tapınak ziyaretinden geri dönen insanların en çok olduğu
zamandı.
Gelir gelmez dolan trene bindik. Koltuklar
hemen kapılmıştı. Zaten iki durak sonra inecektik. Yorulmuş olabiliriz ama iki
durak ayakta duramayacak kadar değildik herhalde.
Tren istasyondan ayrılırken titredi. Ani
hareketten dolayı biraz ileriye doğru tökezledim. Tutunduğum kayış askıya
yüklendim.
Birden ceketimin ucunu biri tutuyormuş gibi
hisse kapıldım. Hemen oraya baktığımda beyaz küçük bir el, ceketimin kenarından
tutunuyordu.
Bu sebeple, kayış askıyı tuttuğum elime ve
sendeleyen ayağıma daha da güçlü yüklendim.
Trenin giderken çıkardığı titreşimler, cama
çarpan rüzgar, ve içeriyi dolduran yolcuların sesleri... Yinede trenin titreşmesi
gibi sağımdan gelen zayıf bir nefes sesi kulağıma ulaşıyordu.
...Burası kalabalık ve tren sallanıyor. Büyütülecek bir mevzu değil.
Birbirimize aşırı yakın olmamıza rağmen
muhabbet etmemiştik. Gözlerim reklamlar ve pencere yukarısına asılan duyurular
arasında sürükleniyordu.
Bunların içinde rota haritası vardı. Haritaya bakar bakmaz aniden kuşkulandım.
“Şey, bu yoldan gitmende sıkıntı yok mu?”
diye sordum.
Yukinoshita boş bakışlarla başını kaldırdı. “Evime bu taraftan da
gidilebiliyor, sıkıntı yok sanırım...”
Konuşurken
elini çenesine koydu ve rota haritasını kontrol etti. Emin değil galiba.
“Sanırım” demek belirsiz bir kavram...
“Şey yani, yeni yıl olduğundan merak ettim
ailen ile aran nasıl gidiyor.”
“Ahh, anladım... Bu yıl eve gitmeyeceğim.
Orada önemli bir işim yok, can sıkıcı oluyor...”
“Peki.”
Yukinoshita'nın ailesiyle ilgili
ilişkilerini pek bilmiyorum. Ne kadar ilerisini merak edebilirim ve ona
sorabilirim emin olamadığımdan böyle cevap verdim.
Sanki yüzümde kaygı ifadesi taşıyormuşum
gibi Yukinoshita aniden güldü. ”Pek önemli değil. Yeni yıl gelince
ilgilendikleri çok şey oluyor. Eğer eve gidersem her iki taraf da huzursuz
hissedebilir. Sadece gereksiz iletişimden kaçınıyorum.”
“Ve de,” dedi Yukinoshita ve devam etti.
“Orada olsam da değişen pek bir şey olmayacak.” Pencereden hemencecik geçiveren
manzaraya baktı.
“Sıkıntı yok diyorsun, ha?”
“Eh.”
Değişen yüz ifadesi şaşırmış gibi
duruyordu.
“Eğer orada olmak hiçbir şeyi
değiştirmiyorsa, işim daha kolay. Kimseye zahmet olmaktan da endişe etmezsin.
Buna karşın bu dünyada sadece varlığıyla rahatsızlık veren insanlar var.”
“Yoksa kendinden mi bahsediyordun?"
Alaylı gülümseme ile kıkırdadı Yukinoshita.
“Evet, aynen. Bu yüzden bugün olabildiği
kadar kendimi tutuyordum. Şaşırtıcı derece nazik olduğumdan dolayı her şey
sağ-salim, huzurlu geçti. Bu yüzden övgüyü hak ediyorum.“
“Nazik olmak övgüyü hak edecek bir şey
değil.”
Şimdi anladım. Tüh, şimdi jeton düştü. Nazik olmak, değil bir şey, övgüyü
hak eden. Fakat belki nazik olana ödül yok ama buna tepkisi olan vardır, değil
mi? Şu adaletsizliğe bak.
Tren sonunda durdu.
İneceğim durağa gelmiştik. Muhtemelen
Yukinoshita da sonraki durakta inip otobüse binecekti.
“Ah, ben burada ineceğim.”
“Tamam.”
Kısa bir selamlaşmadan sonra trenden indim.
“Görüşürüz.”
“Giderken dikkatli ol” diyebilmek için
arkama döndüm. Fakat kapı kapanmak üzereydi. Ona doğru baktım, narin bir ses
ile fısıldar gibi, “...Bu yıl da beraber iyi bir yıl geçirelim.”