19.06.2020

En azından Hikigaya Komachi duasını yapıyor.

resim
Çevirmen: Forevertr3

 

        Kitabımı okurken zaman bayağı geçmiş, dışarısı kapkaranlık olmuştu.

Kötü alışkanlıklarımdan biri de temizlik veya düzenleme yaparken beni alıkoyan “Hay, yine kitap okumaya başladım” durumudur.

Az kala kitaba kaptırıyordum kendimi... Eğer bu okuduğum bir seri olsaydı, kendimi okuma maratonu içinde bulurdum. Ve serinin hepsi bittikten sonra, “Sonraki ne zaman çıkacak? Hadi ama işini yap, yazar!” diye söylenir dururdum.

Oturduğum koltuktan kalktım ve kitabı rafına koydum.

Böylece temizliği tamamladım. Aslında öyle temizlik yapmadım da diyebilirim. Tek yaptığım toz almak ve düzenlemekti.

        Geçmişindeki lekelerden kurtulamadığın sürece, söylemek zorundayım ki eninde sonunda temizlemek imkansız olacak ve anlamını yitirecektir. Eğer yaşamın kendisi leke ise ne yaparsan yap hayatındaki bu temizliğin sonunu bulamayacaksın.

Her neyse, en azından odamdaki kitaplığımı düzenlediğime göre oturma odasına zafer kazanmışçasına geri döndüm.

Yılın bitmesine sadece bir kaç gün daha...

 Yarın anne ve babam için yılın son iş günü olacak. Onların yapması gerekecek birçok iş birikmiş olmalı ki bu gece de eve geç gelecekler. Bu nedenle annem zaman yettikçe azar azar temizliği yapıyordu. Çok geçmeden oturma odası güzelce temizlenmişti.  

Fakat yeni temizlenmiş bu odada uğursuz bir aura yayan, boylu boyuna uzanmış biri var.

Bu, kız kardeşim Hikigaya Komachi.

Vücudunun üst kısmı kotatsudan çıkmış ve yüzükoyun yatıyordu. Sırtında da sevgili kedimiz Kamakura diliyle kendini yalıyordu.

Kotatsu--> Japon evlerinde kışın sıcak tutması için yapılan yere kurulan minderlerden oluşan şey.

“Neyin var senin...?” diye sordum, fakat cevap yoktu. Bu sadece ceset... Oh, hadi ama, Komachi, ölmek için burayı mı buldun. Çok zavallıca.

 Dragon Quest'e gönderme yapılmış.Ölü cesetlerle karşılaşınca verilen tipik tepkiymiş.

Her neyse, sırtında bir kediyle zor durumda gibi. Neredeyse toprakla alakalı bir ruh tarafından ele geçirilmiş gibiydi kıpırdamıyordu. Ayrıyeten seni ele geçirmeye çalışan toprakla alakalı ruh kedi mi, ruh mu yoksa şeytan mı seçebilseydik çok hoş olurdu, nyan.

       Bende kotatsunun içine girerken Kamakura'yı kardeşimin sırtından kaldırıp, dizimin üstüne koydum. Kamakura dizimde rahat bir pozisyona bulana kadar hamur yoğurur gibi debelendi, sonra başını indirip uyumaya başladı. Özür ama burası uyumak için kötü bir yer. Bağışla beni, miyav !

Komachi'nin sırtındaki yükü alınca, başını kaldırdı.

“Ah, abi…”

Daima güzel ve şirin kardeşimin gözleri çökmüş, çürümüş bir balığınkini andırıyordu . Amanın, abisine ne de çok benziyor! Cidden kardeşiz biz! Eğer Komachi tatlı ve ben ona benziyorsam, ben de tatlıyım demek oluyor! Fakat, bi saniye, bu çürük gözler hiç de tatlı değil. Eğer Komachi'nin her zamanki tatlılığı onu tatlı göstermeye yetmiyorsa, bende tatlı değilim demek olmuyor mu?

Her neyse, ilk defa Komachi'yi bu kadar dibe vurmuş halde görüyordum.

“Komachi, iyi misin…?”

“Hayır… Bittim ben…” diye horumdandı ve yüzünü yastığa attı. Sonrasında tuhaf, paramparça bir ses ile mırıldandı. ”Temizlik yapmam lazım... Çöpleri de atmam gerek... Çöp abiyi de temizlemem gerek...”

“Sakin ol Komachi. Ev temizliği az çok bitti. Ayrıca abini temizlemek o kadar kolay değil. Çok uğraşman gerekecek hazır olsun iyi olur.”

“Uugh... çok da umrumdaydı zaten, evlensen de kurtulsak...”

Hoşnut olamayan bir şekilde bakış attı. Fakat ne yapabilirdim ki. Hiratsuka-sensei'nin evlenememesiyle aynı şey değil mi? Sanki benim gibi can sıkıcı biriyle evlenecek biri çıkardı... Fakat savunma duvarlarımı çekmenin sırası değil. Mesele Komachi.

Komachi'nin neden bu hale geldiğini anladım gibi. Muhtemelen sınavlarından dolayı. ”Çalışmak zor iş”, “Deneme sınavları kötü geçti” gibi şeyler.

Noel günlerinin bittiği zamana kadar Komachi gece gündüz harıl harıl çalışmıştı, fakat yeni yıla sayılı günler kala temposunu düşürdü.

 “Of ya, of …” diye öfleyip püflüyordu.

Sonrasında bana bakış attı.

Susmamla birlikti başını yastığa gömdü ve boğuk bir ses ile konuştu. “Yeter, çok yorulduuuuuuuum...”

Sonra yine bana baktı.

Hadi ama, bu kız bela resmen... Neyse ki, ben kıdemli emektar abi olarak on beş yıllık servisimden övünürüm. Bunun gibi zamanlarda ona doğru türden kelimeler kullanmam lazım.

“Ya, bilirsin işte. Her zaman çalışmak biraz zorluyor gibi. Yılbaşına fazla zaman kalmadı, bu yüzden neden biraz ara verip yılın ilk tapınak ziyareti için uzak bir yere gitmiyoruz?”

“Olur!” diye aniden cevap verdi Komachi ve doğruldu.

Galiba turnayı gözünden vurmuştum. Tabi ki, profesyonel abi olarak bunu kursunu bile verebilirim. Aslında hatta bu ülke konuyu daha da ciddiye almalı ve abilik mesleği tarzında bir şey çıkarmalı. Abilik mesleği ne ya? Kız kardeşler tarafından övülmek gibi bir şey mi? İşte ben buna hiçbir şeyin altında kalmayacak iş derim. Yine de bu işsiz olmak anlamına geliyor.

Fakat profesyonel abi olarak, fazla üzerine düşmem. Sadece söyler, hatırlatırım.

“İyi gidelim. Fakat o zaman gelene kadar dersine çalışacaksın.”

“Tamam, biliyorum. Hem sonrasında eğlence varsa daha iyi çalışırım.”

Ne desem de boş gibi, dinlemedi bile. Yerinden kalktı ve bir mandalina aldı. Neyse motive edebildiysem iyi.

“Gitmek istediğin bir tapınak var mı? Mesela sana bol şans falan verebilecek bir yer.”

“Mmm…”

Sorduğumda, düşünmeye başladı.

Sınava girecek öğrenciler için yeni yılın ilk tapınak ziyareti çok önemli bir olay. Hem derler ya “Başın sıkışınca tanrılara yalvar”.

Eğer kötü bir durumdaysan, ancak tanrılara güvenebilirsin. Birçok insan güvenilmez bence. İnsanlara güvenmiyor olduğun gerçeği aslında her gün daha fazla tanrılara güveniyorsun gibi bir şey. Ne olursa olsun zaruri ihtiyaç da elzemdir. Bu gibi zamanlarda Ultra-bilmem ne olmak isterdim.

Ultraman ve Sadola, bilen arkadaşlar bizi de aydınlatsın.

“Eğer yakınlarda bir yerdeyse, babamızın gittiğine gidelim. Hani şu var ya tüm gece sıranın gelmesini beklediği. Kameido Tenjin Tapınağı mıdır nedir?”

Bizim mahalleden Sobu hattına giden tek trenle gidilebiliyor, o yüzden çok uzak sayılmaz. Tabi  eğitim tanrısına yalvarmaya gittiğimiz için bu zamanlarda çok kalabalık olacağı belli. “Kalabalık” kelimesi aklıma gelince, “Aman be” gibisinden bir yüz ifadesi yapıyorum. Yani sevmiyorum kalabalığı .

Ve nedendir bilmem, Komachi'de aynı yüz ifadesine sahip.

“Tüm gece işbaşı yapmak ha.... Babamın bu kadar şişko olmasının sebeplerinden biri de bu.”

“Boşver gitsin, o iyi bir baba...” Hem biliyorsun ki annem onu her yıl durdurmasa, babam Dazaifu'ya giderdi...Hem babamın tüm gece mesai yaparak çalışmasını da annem engelledi diye biliyorum .

“Babam bir kenara, eğitim tanrısı var Yushima Tenjin de...”

Bu tapınak eğitim tanrısının olduğu yer bu nedenle sınav dönemlerinde çok popüler oluyor. Diğer bir deyişle bu zamanlarda çok kalabalık falan filan.

Farklı tapınaklara gitmeyi düşündüğümde ise Komachi sızlandı.

“Mmm, meşhur yerler güzel, fakat... Bence liselere yakın yerler daha iyi şans verir belki!”

“Öyle mi? O zaman... Sengen tapınağına gidebiliriz.”

“Orası... Her zaman festivaller oluyor orada.”

“Yo, her zaman değil.”

Ne tür tapınak her zaman festival yapar ki? Şükürsüzlüğün daniskası. Akihabara istasyonun arkasındaki mağazalar kapanıştan dolayı zararına satış mı yapıyor?  Bu her gün kaç gün sürüyor?

Everyday is everyday, bizdeki pazarcıların batan geminin malları bunlar demesi gibi bir şey herhalde, yani her zaman mı indirim olur.

Fakat Sengen tapınağını bilmeyen Komachi için sadece aklına festivaller gelmesi normal bir durum olmalı. Tam bir turist mekanı olması ayrı bir şey, hem de civar yerlerden ziyaret edenler ya yılbaşından gelirdi ya da festival olunca.

Fakat Sengen tapınağı, he...? Nedense tanıdık birilerininde orada olabileceğini hissediyordum ve bu yüzden pek de gitmek istemiyordum, fakat burası daha uygun bir yerel tapınak. Bir de orta okuldan kimseyle karşılaşmak istemiyorum. Doğrusu bir yere gitmek bile istemiyorum şuan.

Sanki gelgitlerimi görmüş  gibi, Komachi bana düşünceli bir bakış attı.

“Ne oldu?” diye sordum.

Komachi bir şeye hazırlanıyormuş gibi oturduğu yerde düzeltti kendini. “Şey abi, illa benimle gelmene gerek yok annemle de gitsem olur.”

Mmmm, direk babamla gitmeyi düşünmedin bile, değil mi? Tabi tabi.

Neyse,  hoş olmasa da neden bu kadar düşünceli olduğu hakkında bir fikrim var. Doğal davranıyor da olabilir fakat kendince abisiyle ilgili düşünceleri var. Hayır, hayır! Yani abinin de kendine has düşünceleri var. Sadece kendime nasıl bir yol çizmem gerektiğini henüz bilmediğimden emin değilim.

Bu sebepten dolayı iki haftadan biraz daha kısa olan bu kış tatiline minnettarım. Tabiki tatil bitip okul açıldığında, yine sorunlarla yüzleşmek zorunda olacağım.

Fakat şimdi tatildeyiz. Ve tatil olduğu için kendi stilimle tüm zerrelerimle dinleneceğim. Benim gibi tam-zamanlı ev kocası olmayı hedefleyen biri için tatilde beynimi kullanmak söz konusu olamaz. Evlilik teklifinin kararını ertele, eve git ve orada düşün. Buna tüzel kölelerin bilgeliği demelerin sebebi bu! Bekle, bu tüzel köle olmak mı yoksa tam-zamanlı ev kocası olmak mı...? 

Daha fazla dinlenmek adına ve daha sonraya bırakmak için bu konuyu değiştirdim.

“Gereksiz nezaketine ihtiyacım yoktu, hah.”

“Sen var ya... Mümkünse kendim kaçarım.” dedi Komachi ve gösterişli bir şekilde iç çekti. Üzgünüm, kız kardeşim! Benim gibi bir abin olduğu için.  

“Komachi eğer benle gitmeyeceksen, her yıl olduğu gibi yalnız giderim ben de, endişelenecek daha az şeyim olur ve daha işime gelir.”

“Yine başladın böyle zırvalamaya...”

“Atalarımız ne der bilirsin, Yılbaşı günü demek gelecek yıl için planların yapıldığı gün demektir. Başka deyişle eğer yılın ilk tapınak ziyaretinde hoşnut olmayacağım  anılarım olursa, gelecek yılın tamamında hep böyle anılarım olur. Yeni yılda yaşadığın ilk an ve sen bunu o kadar kalabalığın içinde hoşnut olmayacağın bir anı mı yapmak istiyorsun?  Salakça bir şey, değil mi Komachi-kun?” 

Bıkkın halde olan Komachi'ye etkili ve güzelce söylemiştim. İlk başta soğuk bir şekilde bakmıştı, fakat şimdi başını sallıyordu ve kafasın kaldırıp dik dik baktı.

“Anladım gibi. Yılbaşı günü gelecek yıl için plan yapılan gün demek... Tamam, belki de seninle gitmeliyim abi.”

“He... Niye fikrini değiştirdin?”

Bana sanki saniyeler öncesine kadar çöpmüşüm gibi bakıyordu, fakat şimdi az öncekinin 180 derece tersi, ciddi yüzle bakıyordu. Şımarıkça gülümsedi sonrasında.

“Yani abicim, eğer seninle yılbaşı gününde gidersem, bütün bir yıl abimle birlikte olacağım demektir. Bu Komachi'ye çok puan kazandırdı.”

“E-evet. Haklısın...”

Yüzüme karşı söylediği bu kelimeler beynimi dondurdu bile diyebilirim.

……

...Oh aman tanrım, ne kadar tatlı bir kardeş böyle!? Kelimelerin sonuna eklediği klişe “Komachi puanı” dışında, kardeşim cidden çok tatlı!

“Ko-Komachi…”

Söylediklerinden dolayı hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Komachi kızarmış yanaklarını şişirerek farklı yerlere bakıyordu. Sonrasında yandan bir bakış attı bana.

“Ya-Yanlış anlama, tamam mı! Seninle birlikte derken seninle aynı okula gideceğimizi umdum. Sınav için bir çeşit dua gibi, tamam! Bu Komachi'ye çok puan kazandırdı,  tamam!”

Ne kadar ucuz tsundere davranışı... Sadece biraz ucuz Portopia suçlu, değil mi? Suçlu Yasu'ydu. Şimdi depresyona girdim.

Etto, burada kelime oyunu varmış baş karakter Yasu ile ucuz anlamına gelen         -yasui- arasında

Zorlayarak yaptığı bu davranışları tam olarak tatlı değildi. Fakat eğer ben, o sadece utancını saklamaya çalışıyormuş gibi düşünürsem; belki o zaman tam olarak tatlı derdim.

“Peki madem, birlikte gidelim.”

“Tamam. Anlaşşşşştıkkkk! Ben odamda biraz ders çalışıyor olacağım.” Komachi bunları söylerken kotatsudan dışarı çıktı ve ayaklandı.

“Bundan sonrası, eğlence vakti.”

Hala Kamakura benim dizimde uyuyorken arka ayaklarını tuttum ve Komachi'ye doğru salladım ardından kardeşimde güldü.

“Hazırım, en iyisini yapacağım!” dedi Komachi. Cep telefonunu aldı ve bir melodi mırıldanarak Kamakura'yı okşadı yavaşça ardından odasına gitti.

Oturma odasında kalanlar ben ve Kamakura'ydı. Kamakura burnuyla funsu sesi çıkarırken, ayaklarını salladım. Uyandı, sinirli görünüyordu. Yayılıp gerilmesinden sonra kotatsunun içinde kıvrandı.

K-On!'da Yui'nin çıkardığı ses.

Bende aynı onunki gibi omuzlarıma kadar kotatsunun içine süzüldüm. Kotatsu yılanı gibi.

Yılın bitmesine sadece sayılı zaman kaldı.

Her seneki gibi, mutlu bir yıl sonu.

 

     

 

Sağ salim yeni yıl başladı.

Mutlu yıllar.

Nedendir bilmem, ailelemdekilerle yeni yıl selamlaşması utanç veriyor veya kendimi salak gibi hissetmeme sebep oluyor.

Oysaki yeni yıl harçlığı koparmam için yapmam gerekiyor. Aslında benim tüzel köleye dönüşecek elit eğitimim doğduğum günden başlamıştı. Eğer para koparmak içinse ufak adaletsizliğe ve mantıksızlığa yüz çevirip, başımı eğmek istemesem de eğer ve soluk, köle gülüşümü yerleştiririm yüzüme. Bu tüzel köle olmanın gerekliliği.

Bu saçma düşüncelerim beynimde gezerken, yeni yıl harçlığımı bu yıl da almıştım. Ben daha küçükken bu para “Annenin bankası” adında gizemli bir kurum tarafından sömürülüyordu ve şimdi o bankada birikmiş bayağı para olmalı. Büyüyüp evden ayrılma zamanım geldiğinde o para bana geri dönecek gibi. Dönecektir, yani dönmesi gerekiyor. Anneme güveniyorum. Umarım o, isminden(MOTHER) 'M' yi kaldırıp diğerleri(OTHER) gibi olmaz.

Bu yıl da paramı sıkıntısız temin ettikten sonra kotatsunu içinde yayılıp tembelliğime başladım.

Yastık yerine tatami sandalyesine oturdum ve telefonumla oyalandım..

Yeni yıla girdiğimizden beri telefonum diğer yıllara oranla daha çok titreşip duruyor. Aslında diğer yıllarda hiç titremezdi.

Bunlar “Mutlu Yıllar” mesajlarıydı.

Yeni yıl başlar başlamaz gereksiz uzun ve resmiyeten yazılmış mesajımı aldım. Basit olsa da saf derece tatlıydı. Mesaj bilinmeyen kaynaktan gelen kehanete benziyordu... Yada bunun gibi bir şey. Bunun gibi bir tane daha çöp mesajlardan biri daha geleceğini düşünüyordum fakat hiç bir şey gelmedi. Beklediğim de yoktu zaten. Alelacele chuuni  benzeri bu mesaja el attım. İçinde kendini tekrarlayan yükselen fırtına benzeri kelimeler ile doluydu.

Chuunibyou sendromu, 8.sınıf sendromu olarak geçiyor

Fakat bu mesajla yenilmiştim, basit bir kelime dizisi ile dersek “Samimi Bir Mesaj”. Bu sebeple cevap vermek zorundaydım yani kaybetmiştim. Eğer uzun bir cevap yazmaya kalkarsam, cidden korkunç olurdu. Diğer yandan, resimler ile cevap vermek sinir bozucu olurdu. Hatta emojiler bile aynı şekilde bıkkınlık verirdi. Elimde kalan son şey ise standart kalıplar kullanmaktı, fakat duygusuz bir mesaj olacağından soğuk bir izlenim verirdi.

Eğer istediğini seçebileceğin birçok dizaynı olan yeni yıl kart şablonları falan olsa hayat daha kolay olabilirdi...  Hem yeni yıl kartlarının sadece formalite olup olmadığı belli olduğundan dolayı bu tür şablonların olması kullanışlı olurdu. Yeni yıl kartları ve buna benzer şeyler genellikle çizim ve resimlerle dolu. Kalan boşlukları da “Bu yılda dışarı çıkalım!” veya “Bu yıl da içmeye gidelim!” tarzında kelimelerle doldurdun mu, kartını tamamlamış olurdun. Ciddi anlamda Japon kültürümüz çok etkileyici. Tabi bir üniversite için her zor durumda kaldıklarında “Bu yıl da içmeye gidelim!” kullanması normal değil. Eğer bu yıl boyunca çok fazla içiyorlarsa, onların kesinlikle alkol bağımlısı olacaklarını düşünüyorum. Fakat böyle olmuyor, eminim ki sadece formalite amaçlı kullanıyorlar yani aslında birlikte içmeye gitmiyorlar hiç.

Böyle şeyler düşünüyorken, mesajına cevabımı yazdım, sonra sildim, tekrar yazdım, tekrar sildim, tekrar yazdımmmm----- Sil gitsiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiin!

Yeniden yazzzzzzzzzzzzzzzz! Çalkala ve tekrarla.

Asian Kung-Fu Generation'un 'Rewrite' şarkısına gönderme

Uzun bir cevap yazmak istiyorum, fakat çok uzun olursa iğrenç gibi bir şey olurdu. Çok kısa olursa da soğuk davranmış olurum. Ne yapmam gerektiği konusunda endişeleniyorum. Onun yazdığı mesajla aynı uzunlukta mesaj yazmaya karar verdim. Buna psikolojide “kopyalama” diyorlar. Diğer tarafın aynısını taklit ederek kendine olan sevgi düzeyini arttırıyorsun!

“Abi, hazırsan gidelim mi?”

Mesajımı yazarken Komachi beni çağırdı.

 Saate baktım, sabah saat dokuz olmuştu. Anne ve babam  Kameido Tenjin tapınağına gitmek için çoktan evden ayrılmışlardı. Ben ve kardeşim için bu vakitlerde gitmemiz daha iyi olurdu.

“Evet... Haydi gidelim.”

Uygun bir cevap mesajı yazdıktan sonra gönderdim. Kotatsudan çıktım ve ayağı kalktım. 

   


Trenin tıka basa dolu olduğu bir vaziyette birkaç duraklık yolculuk yaptık. İnsan yığınlarını izleyerek bilet gişesinden yanından çıktık. Hafif eğimli yokuşu çıktıktan sonra, sonunda Sengen tapınağının girişindeki kemere gelmiştik.

 

Pek bilinmese de 14. ulusal hazine olan bu büyük kemerler eskiden deniz altındaymış. CHI-BA+KUN adında ki twitter hesabından yayınlanan bir tweette görmüştüm bu bilgiyi. Doğru bilgi olduğu kesin. Ve muhtemelen Itsukushima tapınağı eskiden UNESCO Dünya Miras'ına girebilecek kadar görkemliymiş. Pek ihtimal vermesem de Chiba'nın UNESCO Dünya Mirası'na girebilme ihtimali var. Bunları çok içten düşünüyordum.

        “Adamım, aşırı derece katılım var... Çok kalabalık...”

 Burası benim şahsi UNESCO Dünya Mirası'm... Tabi ki popüler olacak...  

“Burası bölgedeki en büyük tapınak, değil mi? Elbette herkes buraya gelecek, daha nereye gidecekler?”

       Evet bu da doğru...  Ah, aniden bir şeyi fark ettim. Eğer herkes buraya geliyorsa, benim okulumdan olan insanlar da en basitinden buraya gelebilir demek, değil mi...?

Hadii, her yıl bölgesel bir tapınağa gittiğimden böyle bir durumu gözden kaçırmışım...

Bu düşüncelerim zihnimde gezinirken, yanımda oturan Komachi çevreye bakınıyordu.

“Oh, geldik...”

Kalabalığa içine girdik ve ilerlemeye devam ettik.

“Hey, Komachi. Nereye gidiyoruz?”

Bu sene sınava girecek olan sensin, tamam mı? Yani, abiciğinin elini tut ki bu karmaşada düşüp, kayıp çocuklar arasına karışmayasın. Abiciğin seni prensesler gibi taşıyacak! Elimi uzattığım doğrultuda tanıdığım yüzler vardı.

“İkinize de mutlu yıllar!”

Komachi onlara doğru koşarken sarılmak için kendini hazırlıyordu. İleride neşeli olan kız elini kaldırdı.

“Mutlu yeni yıllar ve yahallo!”

“Nasıl bir selamlama bu...? Mutlu yeni yıllar” diye cevapladım, hafif bir ses tonu ile.

Yuigahama diklemesine örülmüş ceket, boynuna sarılı uzun bir atkı giymiş ve kaldırdığı eli de tamamen eldiven ile kaplıydı.

Hemen yanındaki kız da beyaz ceket, mini etek ve altına ise siyah tayt giymiş olan Yukinoshita Yukino'ydu.

“...Mutlu Yılalar,” dedi Yukinoshita, yüzünü atkısına gizlemişti. Yani, formalite yapılan yeni yıl selamlaşmaları öyle veya böyle utanç verici oluyor. Ben de kendimi atkının uçlarında buldum.

“Ahh... Evet... Mutlu yıllar.”

“Tamamdır, haydi ziyaretimizi gerçekleştirelim,” dedi Komachi ve kalabalığın içine doğru nüfuz etti. Biz de onu takip ettik.

        Yürürken, Komachi'ye arkadan yaklaştım. “Komachi-chan, abiciğin bir soru sormak istiyor?”

“Nedir?”

Gizlice Komachi'nin yanına girdim ve fısıldadım. “Niye onlar burada?”

“Komachi ile bir buluşma !”

“N-Ne, ne buluşması...?” dedim tedirgin bir ses ile. O da somurtmaya başladı.

“Sorunun ne senin, onlar benim arkadaşlarım.”

“Evet öyleler... Ama onları çağırmak... Bilirsin işte, nasıl desem ki?” dedim, sanki düşünüyormuş gibi.

Normalde bu tür etkinliklerde okuldan arkadaşlarını çağırmaz mısın? Gerçi orta okulda hiç arkadaşım olmadığı için “normal” olan ney bilmiyorum. Acaba böyle bir şey mi? Belki musallat olanın suçu? Belki de. Benimkine yalnızlık musallatı mı diyorlar...?

Fakat, Komachi'nin böyle bir şekilde abisiyle dolaşması, onun arkadaşlık ilişkileri konusunda beni endişelendiriyor. Düşünceli görünüyordum, ama Komachi neler söyleyebileceğimi biliyordu ve boğazını temizledi.

“Bilirsin, içinde bulunduğum dönemi düşünürsek, arkadaşlarımı çağırmamayı seçmek görgü-adap gibi bir şey...” dedi Komachi açıkça.

Anladım şimdi. Arkadaşlarını çağırmamayı tercih etmesinin sebebi, arkadaşların bu sınav döneminde gergin olduklarındandı. Adap-görgü derken ne demek istediğini anladım.

Sınavlar sınırları belirliyorlar.

Oldukça bilinen bir hikaye göre: arkadaşlar aynı üniversiteye girmek için sınava girerler. Bunlardan bir kısmı elenecek, diğer kısmı geçecekler. Sevgililerin birinin başarısız olması sonucu ayrı okula düşmeleri yemeği daha güzel kılıyor. Sınavın ardından fazla geçmeden ayrılıyorlar. Yemek Susumu-kun'un yemeği oluyor.

Gohan ga Susumu-kun bir çok yemekte kullanılan bir baharatın markası. Susumu markanın maskotuymuş ve çok yemek yermiş. Eğer aç kalırsa çok sinirli olurmuş.

Eğer orta okul çağındalar ise arkadaşlık bağları kesinlikle kırılıyor. Özellikle üniversite eğitimine önem veren bir okula gitmeye karar verirseler, okulun barajından dolayı birisi veya birileri dışarıda kalacak. Ayrı düşenler hala yapabiliyorken diğerleriyle bağlarını koparmalılar. Eğer bunlardan biri ben olsaydım, böyle yapardım.

       Çünkü utanç duyduğundan, hayal kırıklığına uğradığından, acı çektiğinden veya kıskançlık duyduğundan yapması gerekiyor. Bu tip hasta duyguların yüzeye çıktığı zamanlar olduğu gibi kendini bastırdığın, güldüğün zamanlar da olacaktır. Bu tip zamanların ardından hemen ilişkilerini kes.

Ani ayrılıkların farkında olmak oldukça karmaşık bir şey. Eğer gülen yüzle mezun olmak istiyorsan, arkadaşlarınla fazla yakın olmasan daha iyi olmaz mı? İşte tam burası hiç arkadaşının olamamasının en kullanışlı olduğu yer! Hachiman'ın düşünce yöntemiyle sınava hazırlık sınıflarında ilişkilerin nasıl paramparça edilebileceğini öğretmeliler.

        Arkadaşlarınla aranda az da olsa yaş farklı olması bu tip zamanlarda daha rahat olmanı sağlar. Her iki tarafta zorlama hissetmeden birbirleriyle etkileşim halinde olurlar.

        Daha şimdiden yürüyorken sesli sesli konuşuyorlar. Komachi, Yukinoshita ve Yuigahama ile konuşuyor ve gülerek yanıt veriyorlar. Kış tatilinde ders çalışmakla meşgul olan Komachi için bu anlar rahatlatıcı olamalı.

Bu insan yığınında Yuigahama her yere göz gezdiriyordu. Görünen o ki ana yolun kenarlarında ki yemek stantlarından hangisinin sırasına girmeye karar vermekte oldukça zorlanıyor.

“Vay be, festival var sanki,” dedi Yuigahama, ve Komachi'nin yüzü birden canlandı.

“Aynen! Bir şeyler yemek ister misin?”

“Çok isterim! Peki... Elma şekeri alacağım sanırım.”

Fark etmeseler de, konuşurken ana yoldan çıkacaklar gibi. Yanlarında bulunan Yukinoshita, atkısını aşağı çekti ardından onları durdurdu. 

“Tapınak ziyaretimizden sonra alırız,” dedi Yukinoshita.

“Tamaaaaaaaam…”

İsteksizce ana yola geri döndüler o ikisi.

Az önce kız kıza takılacaklardı eğer oraya gitselerdi... Orada, abin için yer yok...

Yukinoshita'nın güvenilir kişiliğinden midir yoksa Yuigahama’nın diğer insanlarla yakınlık göstermesi midir yoksa dünya çapında adı çıkmış kız kardeş Hikigaya Komachi'nin insanları yanına çekebilme yeteneğinden midir veya nedeni her ne olursa olsun, aralarında yaş farkı olmasına rağmen bu kızların anlaşabilmesi hiç de fena değil.

Yuigahama biraz önden giderek rehberlik yapıyordu, Komachi yüzündeki gülücüklerle onu takip ediyordu, ve Yukinoshita biraz geriden sessizce bu ikisini izliyordu.

Ben en arkadan onları izliyor ve yürüyordum.

Ve sonra bir an, “kız kıza takılmak” düşüncemi yadırgadım.

...Hiç iyi değil.

Yeni yılda düşündüğüm ilk şeylerden biri öylesine saçma salak bir düşünceydi ki, dudaklarımın kenarlarını hafifçe yukarı eğdim. Kontrolümün dışında, yüzümde beliren bir gülücüktü. Saklamaya çalışırcasına atkımı yukarı çektim.

İçimden geldi, uzaklara doğru baktım. Gözlerim kalabalık insan yığınları arasında yüzüyordu.

Bilemiyorum, bu kalabalığın önüne geçmek için bir şey yapamıyorlar mı? Düşünce trenim beni kusmanın eşiğine getiriyordu. Hemen şimdi eve gitmek istiyorum...

Fakat taş merdivenleri tırmanıp tapınağın yakınlarında geldiğimizde, az önceki kadar kalabalık değildi.

Muhtemelen bu kısımda yemek stantları olmadığından dolayıdır. Tapınak hemen yanımızda olduğundan hiç birimiz oyalanayım demeden oraya gittik. Sıraya girdik ve tapınağın dua edeceğimiz kısmına geldik.

“Neler dileyeceksiniz?”

“Yılın ilk tapınak ziyaretinde böyle şeyler yapmamalısın. Tanabata değil bu biliyorsun...”

“Doğru. Dileğin gerçekten de kabul olacak değil nasılsa.”

“Puff, ikiniz cidden çok sıkıcısınız!” dedi Komachi ve Yuigahama da onayladı.

“Ah, Bu ikisi! Tanrılara dua ediyoruz sonuçta işe yarar şeyler dilememiz daha faydalı olur.”

Aha, dedikleri hakkında nasıl gizemli bir mantık kullandığını anlayamadım.

Yukinoshita da Yuigahama'nın mantığını anlamakta sıkıntı çekiyormuş gibiydi. “Tamamdır... Bu kadar yeter sanırım. Neredeyse dua etmek yerine ant falan içiyormuş gibi hissediyorum.”

Yukinoshita aniden gülümsedi. Yuigahama başını öne eğdi ve dua etmek için  ellerini birleştirdi. İkisi de isteklerini sıralayıp, zilleri salladı. İki kere başlarını eğdiler ve iki kere ellerini çırptılar. Gözlerini kapadılar.

Arkamda bir çok insan var iken sunağın önünde yaptığım dua ile kendimi görkemli falan zannettim.

İkisini taklit ederek, geleneksel bir şekilde ellerimi çırptım ve dua ettim.

İstek... veya yemin gibi bir şey... ?

Yan taraftan Yukinoshita ve Yuigahama'ya baktım.

Yukinoshita gözlerini kapamış ve zayıfça nefes alıyordu. Yuigahama alnını buruşturarak “Mmmm!” gibi sesler çıkarıyordu. Bilemiyorum, bunlar ne diliyor olabilirler ki?

Bende onlar gibi gözlerimi kapadım. Dilenebilecek tarzda bir isteğim yoktu. Fakat dilemeye ihtiyacım olmadan, kendi çabalarıma güvenerek başarabileceğim şeylerin olmasını istediğimi hissediyorum. 

Bu sefer, Komachi'nin sınavı geçmesini diliyorum... Çünkü bu, üzerinde söz sahibi olmadığım bir şey.

   

Tapınağa saygımız gösterdikten sonra, sonunda insan kalabalığından kurtulmuştuk.

Çevreyi taradım. Tapınak kızları, tapınak kızları ve hemşireler vardı her yerde. Şakaydı, hemşireler yoktu.

Taramamı yaparken Yuigahama sesini yükseltti. ”Oh, şans kağıtları!”

“...Haydi çekelim bir tane.”

Arka arkaya sıralandık ve şans kağıtlarından aldık. İçinde şans kağıtları olan altıgen biçiminde tahtadan yapılma kutuyu salladık. Tapınak görevlisine kaç adet şans kağıdı istediğimi söyledikten sonra şans kağıdımı çektim.

“Az şans...”

Çok tuhaf... Fakat sadece 100Yen'e hiçbir şey çıkmasa bile kabullenirdim. Çıkabileceklerin listesine baktım. Listenin her bir elemanı tuhaf. Nasıl mı tuhaflar? Sağlığınla alakalı bir kağıdın üzerinde “presemptomatik hastalıklara karşı tetikte ol” yazıyor olması kadar tuhaflar.

Kötü bir şans kağıdı çekip çekmediğimden emin olamadığımdan yan tarafımdaki iplere asıp asmamak konusunda karar veremedim. Yanımdan duran Yukinoshita çektiği kağıdı gösterdi

“...İyi şans.” Yüzündeki zafer ifadesiyle söyledi.

Bekle, ne yani iyi şans az şanstan daha mı değerli? Ayrıca çok sıradan olduğundan hiçte etkileyici görünmüyor. Her neyse Yukinoshita sevindiyse, bunlar bir şans kağıdından daha fazlası olmalı.

Her zamanki gibi rekabet içinde...Diye düşündüm. “Ehehe” diyerek Yuigahama bize kağıdını gösterdi.

“Mükemmel şans!”

“...Hee, adına sevindim,” dedi Yukinoshita, gözleri samimice parlıyordu. Bu kız iyi değil galiba...?  Ne yani yoksa bu kız mükemmel şans çekene kadar kağıt satın alacak değil ya?

Bu ikisini endişe içinde izlerken, Yukinoshita'nın gölgesinde duran sert ve kasvetli haldeki Komachi, ortaya atıldı.

“Kötü şans çektim...”

       Sınava girecek bir öğrencinin kötü şansı çekmesi... Neşeyle gülen Yuigahama ve rekabet hırsıyla yanan Yukinoshita sözlerini yuttular. Hepimizin morali bozulmuştu...

Yukinoshita ortamı yumuşatmak için öksürdü ve Komachi'nin omuzlarını nazikçe sıvazladı. “Meraklanma, iyi olacaksın Komachi. Ailendeki uğursuz “şey”e oranla bu hiç bir şey.”

“Sen insanları böyle mi cesaretlendiriyorsun...? Komachi beni dinle. Bu şans kağıtlarının seni üzmesine izin verme. Haftası bile gelmeden kağıtlardan birini çektiğini bile hatırlamayacaksın.”

“Bunu diyene bak hele....”

“Muhteşem şansım artık eskisi gibi hissettirmiyor...”

Yukinoshita ve Yuigahama kağıtlarına baktıktan sonra karmaşık duygular içine girdiler. Tuhaf... Kız kardeşimi neşelendirmek yerine ortamı daha da gergin hale getirdiler.

İşte tam bu anda Yuigahama aklına bir fikir gelmiş gibi ellerini çırptı.

“Bir fikrim var. Takas edelim,” dedi Yuigahama ve kendi kağıdını Komachi'ye uzattı.

“Emin misin?”

“Evet!”

Ne yapacağını bilmez gibi durmasına rağmen bana baktı ve gülümseyerek cevap verdi.

“Ne de olsa, şans tılsımı. Çekinmene gerek yok.”

Fakat bu şans kartını inanılması güç olsa da okulumuzun giriş sınavını geçmiş olan Yuigahama vermişti. Muhtemelen kutsal bir şeyler içeriyor. Hatta kaderini değiştirebilir veya fizik kurallarına meydan okuyabilir.

“Çok teşekkürler... Elimden geleni yapacağım!”

“Hmm... Eğer benim okuluma girersen bende mutlu olurum,” dedi Yuigahama.

Yuigahama şans kağıdını Komachi'ye verdi. Karşılığında Komachi'nin kötü şans kağıdını aldı. Bütün bu olanları izleyen Yukinoshita elini çenesine götürdü ve bir şeyler düşünmeye başladı.

“Yuigahama-san, şans kartını bir saniye verebilir misin?”

“Şey... Tabi ki.”

Yukinoshita Yuigahama'dan aldığı şans kağıdı ile kendi şans kağıdını birbirlerine bağladı.

“Böylece ortalamasını alırız ve ikimizde az şansa sahip oluruz.”

“Nasıl bir matematik bu böyle?”

Kötü şans artı iyi şans, bölü iki sonra çarpı iki? Matematik, sosyal bilimlerde bir kavram olasının yanısıra fen bilimlerinin de yanındadır. Bu iki bilimin tuhafça karışımından mı oluşuyor matematik acaba.

“Şimdi ikimizin de şansları birleşti,” dedi Yuigahama mutlu bir şekilde.

        Yukinoshita memnun bir gülüşle “Evet... Böylece, çektiğimiz kağıtlar da aynı oldu.”

“Demek bunu yapmak istemiştin!”

“Ne bu, Yuutori eğitim sistemindeki gibi işleri karışık bir şekilde çözüyorsun...?“

Yuutori tarzında eğitim Japonya'da ders saatlerini düşürmeye dayalı bir sitem. Kısacası az çalış, fazla oyna.

“Şaka yapıyordum,” dedi Yukinoshita gülerek.

Komachi heyecanla aldığı şans kağıdını cüzdanına koydu ve başını kaldırdı. “Ziyaretimizi yaptık, şans kağıtlarını çektik. Şimdi ne yapalım?”

“Hadi stantları gezelim!”

Zaten tapınağa varana kadar çevresindeki stantları gezen Yuigahama, önerisini yaptığında Yukinoshita başını salladı.

Tapınağa giden bu yol artık eve dönüş yolumuzdu. Benim için sıkıntı yoktu. Ben bir şey demeden üçü de yürümeye başlamıştı.

Geldiğimiz yoldan geri dönerken, sıralanmış yemek stantları görünmeye başladı. Okonomiyaki ve Takoyaki stantlarının yanında sezona uygun Amazake stantları da vardı.

Türüne göre hafif veya alkol içermeyen Japon tatlı içecek.

Yemek stantların en sonunda poligon vardı. Meraklı gözlerle genellikle yaz festivallerinde  görebileceğin bu stanta baktım. Yanımda soluk soluğa kalmış bir ses duydum. 

“Neden yeni yılda poligon var burada...?” Sanki “...ne tuhaf” dercesine gözlerini dikerek baktı Yukinoshita.

“Evet, garip bir durum, fakat çocuklar da geliyor buraya. Para kazanmak için iyi bir zaman diyerek, poligon stantı açmak hiç de normal değil. ”

“Çok saçma sapan... Neden bunun gibi bir yerde...?”

Fakat Yukinoshita sanki neler dediğimiz duymuyormuş gibi poligona bakmaya devam ediyordu. Orada Panda Pan-san'ın oyuncaklarından biri vardı. Bu yüzden mi oraya bakıyordu...

Panda Pan-san Yukinoshita'nın o çok sevdiği oyuncak panda.

“...Poligona gitmek ister misiniz?”

“H-Hayır, aslında fark etm—“ dedi Yukinoshita titreyerek. Hadi ama bu kız oraya gitmek istiyor....

Mırıldanarak Pan-san oyuncağına bakıp duruyordu. O oyuncağı kazanmadan hiçbir yere gitmek istemiyordu. Ne yapacağım, atış oyunlarında hiç iyi değilim, fakat bir deneyeceğim...

Cüzdanımda ne kadar param var diye bakarken, Yuigahama hafif tondaki sesiyle elini kaldırdı.

“Ah.”

Sonrasında kolumu çekiştirdi.

“Ne oldu?”

“Mm,” dedi Yuigahama, beni yanına çağırdı. Bir saniyeliğine gelmemi istiyordu anlaşılan. Dediği gibi yanına gittim, başımı eğdim. Yuigahama da yüzünü bana doğru eğdi. Sanki gizli bir mevzudan bahsedecekti.

İçinde bulunduğumuz durumdan dolayı aramızda mesafe yok gibiydi. Bu noktadan sonra şaşıracak bir şey değildi, bu nedenle pek kafama takmadım.

Ayrıca, yayılan narenciye kokusu burnumu gıdıklıyordu, ve pespembe yanakları hemen önümden gelen kış rüzgarına maruz kalıyordu. Konuşmak için zor bir durumdu.

İyice nefes aldıktan sonra, tamam devam et sinyali verdim. Yuigahama biraz daha kulağıma yaklaştı. Fısıldamaya başladı.

“Yukinon'un doğum günü için alışverişe çıkalım mı?” diye sordu Yuigahama.

“Ah, ahhh…”

Düşünmeye başladım.

Yakında Yukinoshita'nın doğum günü var. Noel'den bir sonraki gün vaktimiz olduğunda alışverişe çıkacağımıza söz verdik.

Yanlış anlama, eskiden vermiş olduğum sözü unutmadım. Ne yapacağım hakkında karar veremediğimden harekete geçemedim. Ne zaman, nerede, ne, kiminle, nasıl satın alabilirim, cidden, nasıl verebilirim hediyeyi? 5N1K'dan başlayarak düşünüyordum. Davet eden olmak biraz zor oluyor. Gün seçmekte de iyi değilim. Karşı tarafı uğraştırmamak adına bu tip şeyleri kendim karar veriyordum. Bir de onlara sormak yerine bu tip kararları onlara bırakmak beni rahatsız ediyor. Hiç bitmeyen kararsız kalma durumu bu olsa gerek.

Her ne düşünürsem düşüneyim, bu konuyu açanın o olduğu gerçeğine minnettar oldum. Daha fazla geciktirmeden cevap vermeliyim. Gereğinden daha fazla düşünüyormuşum gibi hissettim ve az kala “Hachika eve gitmek istiyor!” diyecektim, fakat demedim.

Love Live da "Erichika eve gitmek istiyor!" parodisi.

“...Peki, yarın boş musun?”

“E-Evet, Bir planım yok.” dedi Yuigahama şaşkın bir ifadeyle ve topuz saçıyla oynamaya başladı.

“Tamam o zaman yarın gidelim...”

“Olur...” diye cevap verdi Yuigahama ve o da ben de daha bir şey demedik.

Sonrasında Komachi yanıma geldi, kolumu çekiştirdi. “Abi, Yukino-san oradan ayrılacak gibi durmuyor...”

Yuigahama ona doğru baktı ve Komachi'yle konuştu. “Ah, Komachi-chan sen de gelmek ister misin?”

“Ha? Nereye?”

“Şey... Yarın Hikky ile beraber Yukinon'un doğum günü hediyelerini almaya gideceğiz. Bu sebeple...”

“Anladım, iyi olur!” dedi şaşkın bir ifade ile Komachi. Sonrasında alışılmadık şekilde güldü. “...Ama, biliyorsunuz ben sınavlar ile meşgulüm.”

“Şey... Doğru ya...” dedi Yuigahama. Sanırım biraz önce Komachi'ye onun gireceği sınav için şans kağıdı verdiğini hatırladı.

Fakat mırın kırın ettikten sonra, yüzünü salladı ve Komachi'nin ellerini tuttu.

“Şey... Bir çeşit ara verme olarak düşün! Hem Yukinon da senden hediye alırsa çok mutlu olacaktır, Komachi-chan! Hem biraz hediye için öneri vermeni istiyorum! Bunun gibi... Anla işte...”

“Madem öyle. O-Olur.... Gibi?” diye cevap verdi Komachi ve şaşkın bir ifadeye büründü. Bana baktı.

“Sen de gelmelisin, Komachi. Sorun olmaz,” dedim.

Komachi başını eğdi.

“Mmm... Ne bu ders çalışmama engel gelişmeler...? İkiniz yazın da beraber gitmemiş miydiniz?” diye homurdandı hafif bir ses ile.

Bayağı şeyler yaşadık. Nasıl derler bilmem ama, birbirimize karşı nasıl davranmamız gerektiğini kavramaya çalışıyoruz.

“Yukinoshita içinse...”

Komachi cevap verirken biraz şaşkına dönmüştü, fakat Yuigahama mutluca kafasıyla onayladı ve telefonunu çıkardı.

“Gidiyoruz o zaman! Sana mesaj atarım!”

Yuigahama'nın telefonu çaldı.

“Ah, bir saniye,” dedi Yuigahama, bizden biraz uzağa gitti ve telefonuna cevap verdi. Gözlerimle onu takip ettim, sanırım arkadaşlarından biri arıyordu.

Ama “Kim aramış?” diye sormak kaba olabilirdi. Sorabilecek kadar önemli biriymişim gibi hissettireceğinden soramadım.

Yuigahama telefon konuşmasını bitirmeden ilerleyemedik. Beklemekten başka bir şey yapamayacağız gibiydi. Diğer bir yandan Yukinoshita hala poligonda meşgul görünüyordu. Hiç bir yere gidemezdik.

Bunu düşünüyorken, ileriye doğru baktım. Yukinoshita omuzları düşük halde bize doğru geliyordu.

“Ne oldu? Bitirdin mi?

Ona seslendim, Yukinoshita da üzgün halde dedi ki: “Evet, bitti. Ya da onun gibi bir şey...”

“Heh?”

Ne olmuş olabilir diye poligona bir kez daha baktım. Yukinoshita'nın bunca zaman istediği o oyuncağa baktım. O Panda Pan-san değildi, Panda Ichiro-san'dı. Öyle ya festivallerde olur böyle şeyler. Natchan istersin ama onlarda Occhan olur. Adidas yerine Adodas bulmak gibi bir şey.

Poligona bakan Komachi de ne olduğunu anlamış şekilde başını salladı.

“Ahh, şu çakma şeyler değil mi?“ dedi Komachi.

Yukinoshita elini çenesine dayadı ve başını eğdi. “Çakma? Yakınlarımda olan birini anımsattı bana. Yanılmıyorsam soyadı Hi, Hiki...”

“Şey... Beni kastetmiyorsun değil mi? Hadi adım bir yana,  soyadımı bile hatırlamıyor musun?” dedim.

Yukinoshita eliyle omzunun yanından saçlarını hafifçe salladı. “Ne kaba, tabi ki hatırlıyorum.”

“Burada kaba olan sensin...”

“Peki Yuigahama-san nerede?

Ne yani adım ile olan mevzuyu böylece kapattın mı...?

“Orada telefon ile konuşuyor.”

Yuigahama'nın yerini işaret ettim. Yuigahama telefon ile konuşurken çevresine bakınıp duruyordu.

“Anladım, tamam. Evet, taş merdiveninin oralarda sanırım. Bu yüzden aşağı indik. Tamam, görüşürüz!”

“Ah, Yui orada.”

Elinde telefon ile buraya doğru gelen Miura Yumiko'ydu. Bu kalabalığa rağmen göz alıcı kürkten yakası ve her ne kadar hoş görünmese de mini eteğinin altında çıplak bacakları kendini gösteriyordu.

Arkasında Ebina-san vardı.

“Yui, Mutlu yıllar! Yukinoshita ve hepinize de Mutlu Yıllar!”

Miura'nın aksine, Ebina-san bizimle konuştu. Cidden o iyi bir insan.

“Mutlu Yıllar!”

“Vovv! Uzun zamandır göremiyordum seni! Mutlu Yıllar!”

“Yaz kampından beri görmemiştim seni, küçük kardeş!”

Komachi ile konuşurken aynı zamanda dostça muhabbetler eden kendi gruplarına doğru bakan Ebina-san'ın selamına karşılık verdim.

“Miura ve diğerleri, he...” diye mırıldandım, Yuigahama'nın telefonda konuştuğu kişilerin kimler olduğunu anladıktan sonra arkasına döndü ve mırıldanmamı duyduğu için başını sallayarak dediğimi onayladı.

Sonra arkadan bir-iki tanıdık yüz daha geldi buraya.

Bunlar sarışın ve ergen konuşma tarzıyla Tobe, saf ve kararsız Yamato ve bakire fırsatçı Oooka. Bunlar Yeni – Ölüm Üçlüsü.  Bir de Tobe'nin saçları sarıdan çok sanki turuncu gibi... O kadar gereksiz ki hiç farkına varmamışım.

Ölüm Üçlüsü Edo dönemini anlatan Japon tv programı. Sanırım orada da 3 salak varmış

Üçü biraz daha arkada duruyordu.

Ellerindeki plastik bardaklarıyla daha çok gürültü yapıyorlardı. Sanırım amazake içiyorlardı. Tobe bardağını dudağına dayadı ve hepsini bir anda içti ve inleme gibi bir ses çıkardı.

“Sake cidden iyi adamım. Yılın ilk içhen adamıyım behnn, yılın iyk içççcen adamı. Cidden dddha da içmeuyym lağzıııım.”

“Aynen öyle.” dedi Yamato sanki onaylıyor gibi. Bardağındakilerin hepsini bir anda içti ve memnun olmuş gibiydi. Sadece amazake içmelerine rağmen fazla abartıyorlar.

“Tamameyyn kafamm güjjelll duruymdayımn ahbabp, cidden. Beni alıııyp götürüyoyrrr. Sıcak basyı birdeyyn. Yo ahbabp soğuk değiyll mi yha? Maraton hiyç iyi geçmicek gibi.”

“Aynen.”

“Aynen, öyle.”

Aynen, öyle...

Yamato ve Oooka'nın yanıtlarından sonra ben de başımla onayladım. Takvime bakacak olursak geleneksel maraton bu yıl Şubat ayı yerine Ocak ayının sonunda yapılacak. Kışın ortasında, havanın en soğuk olduğu zamanda sahil boyunca koşmak zorunda kalacağız.

 Maraton ha... Al işte. Daha yeni yıla girer girmez bunların bana hatırlattığı şeye bak. Bu salak üçlüye sert sert baktım.

 Birden bir şey fark ettim.

 Tobe'nin salak grubu ile Miura ve Ebina-san ikilisi tanıdık yüzler.

Fakat bu iki grubun arasında olması gereken biri eksikti.

“Sadece onlar mı gelmiş...?” dedim.

Beni duyduktan sonra Yuigahama, geriye bir adım attı ve yanıma geldi.

“Muhtemelen Hayato-kun'u da davet etmişler fakat meşgul olduğundan gelememiştir.”

“Ne ile meşgul olduğunu biliyorum sanırım.” diye onaylarcasına cevap verdi.

Bu sözleri beni şaşırttı.

Ben, Yuigahama, Miura ve Ebina-san Yukinoshita'ya baktık.

“Heh? Sanırım bir şeyler biliyorsun?” diye sordu meraklı gözlerle Yuigahama.

“Hayama-kun'un ailesi hep böyledir”.

“Ahhh, anladım sanırım.” dedi ikna olmuşça Yuigahama.

Hayama ile Yukinoshita uzun zamandır birbirlerini tanıyan kişiler. Daha doğrusu çocukluk arkadaşı denilebilir. Bu sebeple Hayato'nun ailevi durumlarını bilmesi hiç de tuhaf değil.

“Hmm, öyle mi...” diyerek Hayama veya Yukinoshita hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımı fark edip umurumda değilmiş gibi cevap verdim. Gerçi Yuigahama'nın da hakkında çok bilgi sahibi değillim.

Ben ve Yuigahama'nın dışında iki kişi daha tepki verdi.

“...Hmph, demek öyle” dedi Miura ince sesiyle tükürüyormuş gibi. Sonra Yukinoshita'ya bakmayı kesti. Bir kaç adım daha uzağa gitti, parmaklarını kullanarak saçlarıyla oynamaya başladı. Sıkılmış gibi hareketler yapıyordu.

“Ben acıktım galiba.” dedi Miura aniden ve çevresindekilere kulak asmadan uzaklaşmaya başladı.”

“Ah, Yumiko.” diye Yuigahama bağırdı.

Miura durdu ve arkasını döndü. Fakat Miura ağzını bile açmadan dönüp gitti. Bunu gören Ebina-san kısa bir gülücük attı ve ona doğru gitti.

“Haydi yemek yemeye gidelim mi?” diye sordu Ebina-san.

Keskin kulaklarıyla Tobe Ebina-san'ın dediğini duydu ve onun yanına gitti. 

“Ahbap! Yemeğe gidiyoruz! Biliyorsun yılın ilk yemeği!”

Bunlar hep böyle konuşuyor. Her yeni yıl geldiğinde her şey “ilk” diyorlar. Ne sinir bozucu ama...

“Ah, ummm…”

Yuigahama Miura'nın grubu ile bizim gruba bakıp duruyordu, ne yapacağını şaşırmıştı.

“Miura ve diğerleriyle gitmemekte emin misin?”

“Şey... Siz ne yapacaksınız?” diye sordu çekinerek Yuigahama.

Yukinoshita ona baktı ve gülümsedi. “Ben eve döneceğim. Kalabalıkla aram iyi değil zaten”

“Şey, fakat…”

Yukinoshita'nın dediklerinden sonra karmaşık yüz ifadeleri süzülüyordu Yuigahama'nın yüzünde. Yuigahma'nın endişesini anlamıştı Yukinoshita ve hafifçe onun omuzlarına dokundu. ”Okulda birbirimizi göreceğiz, değil mi?”

“Şey, tamam öyleyse…”

Pek ikna olduğunu düşünmüyordum. Fakat hafif tonda cevabını vermişti.

Yeni yıla girmişken Yuigahama'nın Yukinoshita ve Miura arasında iki arada bir derede kaldığını görmek hoş bir şey değildi.

Yuigahama'nın sevecen kişiliğini göstermek için yakınlaşma isteğine şüpheli yaklaşmamalıyız.

Ancak, “arkadaşının arkadaşı, arkadaşından daha önemli değil” yaygın bir görüş dünyada. Diğer deyişe herkesin içinde olduğu bir yeri hep birlikte kullanmak, yapılacak en iyi şey değil. 

Yukinoshita fazla bir şey demedi, fakat ne demek istediğini biliyordum. Çünkü bu tür tavırları bana tanıdık geliyordu. Bende bundan sonra ne yapacağımı söyledim.

“Ben de eve gideceğim!”

“Eh?” diyerek şaşkınlık içinde yüzünü kaldırdı Yuigahama.

Fakat bu şaşılacak bir şey değildi.

“Sadece tapınak ziyareti için gelmiştik. Komachi'nin evde ders çalıştığına emin olmam lazım.” 

“Ah, sanırım haklısın.” diye onayladı Yuigahama.

Sonra Komachi kolumu çekiştirdi.

“Abicim, beni merak etme. Eve senin de dönmene gerek yok!”

Ölüm-kalım arasında anlaşılmaz bir seçenek sundu bana, fakat ilgilenmedim bile. Her ne olursa olsun benim onların grubuna katılmamın mümkünatı yok.

“Peki, daha sonra görüşürüz.”

“Görüşürüz!”

Yukinoshita ve ben uğurlamamızı yaptıktan sonra Komachi de pes ederek uğurlamasını yaptı.

“…Görüşürüz!”

Biz de bulunduğumuz yerden ayrılırken Yuigahama bize el sallıyordu. Muhtemelen Yuigahama, Miura ve diğerleriyle buluşmaya gidecek.

Yuigahama'nın arkadaş çevresi sadece kulübümüz değildi.

“En iyi arkadaşlar” kavramı nedir, kime denir emin değilim. Fakat eminim ki bir gün üzerinde duracağım, endişeleneceğim bir şey olacak.

Bu endişemin zihinsel olarak beni yormaması için dua ettim.

 

   

 

Geldiğimiz yoldan geri dönüyorduk, önce büyük kemerli girişten, sonra Ulusal Yol'un kenarından geçtik.

Soğuk rüzgar Ulusal Yol'un karşısından esiyordu. Soğuk havadan dolayı titriyordum. Ben ve Komachi soğuktan yakalarımızı topluyorduk. Fakat Yukinoshita soğuğa zayıf biri değil gibiydi, sadece boynundaki atkısını sarmıştı. Komachi Yukinoshita'nın kolundan tuttu.  

“Yukino-san, yolun bu kısmını beraber gidelim!”

“...Sıkıntı yok.” Yukinoshita biraz çekindi ilk başta fakat gülücükle cevap verdi. Tabi evlerimize benzer yollardan gideceksek ayrı olmamıza gerek yok.

       Tapınak ziyaretine giden insan kalabalığından dolayı istasyona giden bu yol alışveriş alana dönmüştü. Tapınağın içinden beri stantlar yan yana buraya kadar gelmiş. Kaldırımlarda küçük stantlar vardı.

Komachi ve Yukinoshita sınavdan veya kış tatilinde yapılabilecek şeyler gibi çeşitli konuda şeyler konuşuyorlardı.

İstasyonun arka tarafındaki bilet gişesine gelmeden hafif eğime sahip bu yokuşta yürüyorken Komachi aniden durdu.

“Uh oh! Unuttum! İyi şans tılsımı almayı unuttum! Tüh! Hatta tahta tabelaya dileklerimi yazmayı da unuttum. Hızlıca geriye dönmem gerekiyor! Yukino-san ben burada ayrılacağım!”

“Ah, belki de ben de tılsım almaya gitmeliyim,” dedim.

Komachi yarı kapalı gözleriyle bana baktı. “Abicim, ne saçmaladığının farkında mısın? Seni çöp abi! Avanak şey seni! Hachiman! Sıkıntı yok ikiniz eve dönün ben tek giderim!”

“T-Tamam... Hey, bekle... Hachiman hakaret bile değil.”

        Diye cevap verdim fakat çok hızlı koşarak ayrıldığı için kelimelerim ona ulaşmadı. Hadi ama, bu doğal davranışların beni ortada yalnız bırakıyor. Ne yapsam şimdi... Komachi'nin yüzünden ne yapacağımı şaşırdım. Bunu “Vâka-yı Komachi'ye N'apmalı...” diye adlandıracağım. Ahhhh, cidden ne yapacağım ben bu Komachi'yle?

Ne yapacağımızı bilmeden Yukinoshita'ya doğru döndüm. Arkasına dönmüş ve omuzları titriyordu.

“Ne oldu...?” diye sordum.

Hafiften yüzünü gösterdi ve nefes alışını düzene soktu. Sanki ağzının içinde fısıldarmış gibi narin bir sesle “Çöp, avanak, Hachiman...”

Görünüşe göre Yukinoshita'nın aşağılama sözlüğüne yeni kelimeler eklendi... Belirsiz şekilde gözümü diktim ona. Yukinoshita boğazını temizler gibi yaparak olayı geçiştirdi.

“Yok bir şey. İkinizin gayet iyi anlaştığını düşündüm o kadar.” dedi yumuşak gülümsemesiyle. Yürümeye başladı ve bilet gişesinden geçti. Ben de onu takip ettim ve treni bekleyeceğimiz platforma vardık.

Her zamanki gibi insan kaynıyordu burası. Sanırım bu zamanlar tapınak ziyaretinden geri dönen insanların en çok olduğu zamandı.

Gelir gelmez dolan trene bindik. Koltuklar hemen kapılmıştı. Zaten iki durak sonra inecektik. Yorulmuş olabiliriz ama iki durak ayakta duramayacak kadar değildik herhalde.

Tren istasyondan ayrılırken titredi. Ani hareketten dolayı biraz ileriye doğru tökezledim. Tutunduğum kayış askıya yüklendim.

Birden ceketimin ucunu biri tutuyormuş gibi hisse kapıldım. Hemen oraya baktığımda beyaz küçük bir el, ceketimin kenarından tutunuyordu.

Bu sebeple, kayış askıyı tuttuğum elime ve sendeleyen ayağıma daha da güçlü yüklendim.

Trenin giderken çıkardığı titreşimler, cama çarpan rüzgar, ve içeriyi dolduran yolcuların sesleri... Yinede trenin titreşmesi gibi sağımdan gelen zayıf bir nefes sesi kulağıma ulaşıyordu.

...Burası kalabalık ve tren sallanıyor. Büyütülecek bir mevzu değil.

Birbirimize aşırı yakın olmamıza rağmen muhabbet etmemiştik. Gözlerim reklamlar ve pencere yukarısına asılan duyurular arasında sürükleniyordu.

       Bunların içinde rota haritası vardı. Haritaya bakar bakmaz aniden kuşkulandım.

“Şey, bu yoldan gitmende sıkıntı yok mu?” diye sordum.

Yukinoshita  boş bakışlarla başını kaldırdı. “Evime bu taraftan da gidilebiliyor, sıkıntı yok sanırım...”

        Konuşurken elini çenesine koydu ve rota haritasını kontrol etti. Emin değil galiba. “Sanırım” demek belirsiz bir kavram...

“Şey yani, yeni yıl olduğundan merak ettim ailen ile aran nasıl gidiyor.”

“Ahh, anladım... Bu yıl eve gitmeyeceğim. Orada önemli bir işim yok, can sıkıcı oluyor...”

“Peki.”

Yukinoshita'nın ailesiyle ilgili ilişkilerini pek bilmiyorum. Ne kadar ilerisini merak edebilirim ve ona sorabilirim emin olamadığımdan böyle cevap verdim.

Sanki yüzümde kaygı ifadesi taşıyormuşum gibi Yukinoshita aniden güldü. ”Pek önemli değil. Yeni yıl gelince ilgilendikleri çok şey oluyor. Eğer eve gidersem her iki taraf da huzursuz hissedebilir. Sadece gereksiz iletişimden kaçınıyorum.”

“Ve de,” dedi Yukinoshita ve devam etti. “Orada olsam da değişen pek bir şey olmayacak.” Pencereden hemencecik geçiveren manzaraya baktı. 

“Sıkıntı yok diyorsun, ha?”

“Eh.”

Değişen yüz ifadesi şaşırmış gibi duruyordu.

“Eğer orada olmak hiçbir şeyi değiştirmiyorsa, işim daha kolay. Kimseye zahmet olmaktan da endişe etmezsin. Buna karşın bu dünyada sadece varlığıyla rahatsızlık veren insanlar var.”

“Yoksa kendinden mi bahsediyordun?" Alaylı gülümseme ile kıkırdadı Yukinoshita.

“Evet, aynen. Bu yüzden bugün olabildiği kadar kendimi tutuyordum. Şaşırtıcı derece nazik olduğumdan dolayı her şey sağ-salim, huzurlu geçti. Bu yüzden övgüyü hak ediyorum.“

“Nazik olmak övgüyü hak edecek bir şey değil.”

 

Şimdi anladım. Tüh, şimdi jeton düştü. Nazik olmak, değil bir şey, övgüyü hak eden. Fakat belki nazik olana ödül yok ama buna tepkisi olan vardır, değil mi? Şu adaletsizliğe bak.

Tren sonunda durdu.

İneceğim durağa gelmiştik. Muhtemelen Yukinoshita da sonraki durakta inip otobüse binecekti.

“Ah, ben burada ineceğim.”

“Tamam.”

Kısa bir selamlaşmadan sonra trenden indim.

“Görüşürüz.”

 

“Giderken dikkatli ol” diyebilmek için arkama döndüm. Fakat kapı kapanmak üzereydi. Ona doğru baktım, narin bir ses ile fısıldar gibi, “...Bu yıl da beraber iyi bir yıl geçirelim.”