25.02.2020
Dorudia Köyünde Sakin Yaşam Sahne 2
Çevirmen: AllahDiyenKirpi
Kısım 1
İki
ay geçti.
Ruijerd
de Gustav ile iyi geçiyor gibi duruyor.
Ara
sıra Gustav’ın evine gidiyor ve birbirlerine eskiden yaşadıkları olayları
anlatıp, içiyorlar.
Anlattıkları
hikayeler bayağı kanlı ama o anlatılanları bu kadar ilginç yapan asıl şey de
zaten öyle olmaları.
Supard
ırkının adı çıkmış dokuza inmez sekize ama -gerçi Ruijerd eskiden öyle şeyler
yaptığından dolayı pişmandı- gene de bunları anlatırken biraz gurur duyuyordu.
Aslında,
bu anlattıkları gerçekten de yaşanmış şeyler, abartısı yok.
Anlatılanları
birazcık dinledikten sonra hayvan ırkı hakkında bir şeyi fark ettim.
Hayvan
Irkı, Yüce Orman’da yaşayanlar için kullanılan bir genelleme.
Aralarında
Büyülü Kıta’ya giderek kendilerini Şeytan Irkı olarak adlandırmış bazı ırklar
da varmış.
Bize
göre sahip oldukları fark, vücutlarının bir kısmının ‘insan-dışındaki memeli
bir hayvan’ ile aynı özelliklere sahip olması.
Bir
de bazı ırklara özgü olarak, farklı duyusal yetilere sahip olmaları.
Daha
geniş bir anlamda, Nokopara ve Bureizu gibileri aslında hayvan ırkından olarak
söylenebilir.
Hayvan
ırkı arasında bile, Dedorudia ırkı özel.
Onlar,
Kutsal Hayvan’a sahip çıkan ve bütün ormandaki düzeni korumaya yönelik çalışan
bir familya. Bunlar Dedorudia olarak adlandırılıyor.
Kedi
gibi olanlar Dedorudia.
Köpek
gibi olanlar Adorudia.
Bunlar
ana sınıflar ve daha onlarca başka sınıfa mensup kabileler mevcut.
Diğer
bir deyişle, onlar Yüce Orman’ın kraliyet ailesi gibi.
Gerçi
pek de kraliyet ailesinin yapacağı tarzda şeyler yapmıyorlar ama zaman gelince
lider olup, orman halkını yönlendiriyorlar.
Bir
de uzun kulaklılar ırkı ve buçuklular ırkı da Büyülü Orman’da yaşıyormuş.
Onlar
ormanın güney kısımlarındaki bölgelerde yaşayıp, hayvan ırkındakilerle pek de
etkileşime girmiyorlarmış. Ama yılda bir kez bütün ırkların Yüce Bilge Ağaç’ın
etrafında toplanıp, şenlik eşliğinde klan toplantısı düzenledikleri oluyormuş.
Gustav’ın
söylediğine göre, ırkları farklı olsa da, Yüce Orman’da yaşayan herkes,
birbirinin müttefiki imiş.
Ayrıca,
cüceler Yüce Orman’da yaşamıyorlarmış ama onun daha da aşağısında olan, Mavi
Ejderha Sıradağları’nın ortasındalarmış.
Mavi
ejderhalar dünyanın her yerine uçuyorlamış ama her zaman için yuvalanmak ve
yavrularını büyütmek için oraya geri dönüyorlarmış.
Göçmen
kuşlar gibi.
Gerçi
geri dönmeleri her on yılda bir falan olduğundan dolayı, göçmen kuşlardan
farklılar.
Hayvan
ırkı ve insan ırkı ara sıra savaşıp barış yapmışlar ve bu süreç birçok kez kendini
tekrar etmiş.
Çatışma
seviyesini geçen savaşlardan en yenisi elli sene kadar evvel yaşanmış.
Gustav
da bu savaşa katılanların arasındaymış ve ormanda kaybolan bazı insan askerleri
biçme görevini üstlenmiş, güçlü bir savaşçı grubunun üyesiymiş.
Yani
bana anlattığı kadarıyla böyleymiş.
Şey,
aslında, anlatılanlar bana bayağı bir dramatize edilmiş gibi geldi ama
olayların nasıl gerçekleştiğini hayvan ırkının bakış açısından dinlemek
ilginçti.
Rekabet
etmek için, Ruijerd de yâdigar mızrağını çıkardı.
Laplace
Savaşı zamanlarından, Supard Irkı ile alakalı bir hikaye.
‘Son
zamanlarda, savaşçılar hiç de güvenilir değiller.’
‘Seni
gayet iyi anlıyorum Ruijerd-dono. Zayıf askerlerin sayısı bir hayli arttı.’
‘Aynen
öyle. Ben gençken, muhteşem olmayan tek bir adam bile yoktu.’
Tamamıyla
iyi anlaşıyorlar.
Sanıyorum
ki bu tarz şeyler, hangi dünyada olursak olalım, hep aynı.
‘Kesinlikle
aynen öyle. Gyes bile, savaşçıların başı olmasına rağmen halen karar verme
konusunda yeterli değil. Milleti bir araya getirmede başarılı ama eğer olayları
anlamada birazcık daha iyi olabilseydi, Rudeus-dono’nun başına böyle bir iş
gelmemiş olacaktı.’
‘Hayır,
Rudeus da bir savaşçı. Eğer düşman bölgesinde tedbiri elden bırakırsa,
yakalanacağını ve esir alınacağını biliyor olması gerek. Gene de, tedbiri elden
bıraktı. Eğer ciddi olsaydı, Gyes seviyesinde birisi, onun tarafından
kolaylıkla alt edilebilirdi. Böyle olması onun hatası.’
Ahhh,
dinlemesi bile acı verici.
Ruijerd
bana güvendi ve tek başıma gitmeme izin verdi.
Buna
rağmen kolaylıkla yakalandım.
Bir
bakıma, onun güvenine ihanet ettim.
‘Yine
de, Ruijerd-dono, bu dediğin birazcık ağır olmadı mı? Dostun kötü muamele
görmüş olmasına rağmen?’
‘Eğer
bir savaşçıysan, kendi mücadelelerinin sorumluluğunu yine kendin alırsın. Hem
zaten, Rudeus kendi başına oradan kurtulabilirdi! Dostlarına güvendiği için
memnunum ama o artık bir çocuk değil! Eğer bir savaşçıysan, dostlarının seni
kurtarması için gelmesini beklememelisin!’
Ruijerd,
sanki sarhoş olmuş gibisin.
Eğer
yakalanan sen olsaydın, eminim kendi başına kaçacak bir yol bulurdun.
Benden
böyle büyük beklentilerinin olmamasını isterdim.
Benim
de yapabileceklerimin bir sınırı var, anlıyor musun?
Kısım 2
Ruijerd’in
yanındayken, söylenenleri dinlemek bir işkenceydi.
Eğer
Eris ve diğerlerinin yanına gidecek olursam bu sefer de Gyes bana dik dik bakar.
Bu
yüzden, sabahtan akşama kadar yalnız başıma zaman geçiriyorum.
Aklıma
bana ihtiyaç duyabilecekleri bir iş gelmediğinden, ben de büyü alıştırmaları
yapmaya başladım.
Dışarıda,
toprağın üzerindeki suyun akışını kontrol ettim ve onu dondurmaya çalıştım.
O
anda, rüzgar büyüsü kullanarak uçmaya çalışmak fikri aklıma geldi ve denemeye
kadar verdim.
Bu
defa yakalandığımda geri dönemememin sebebi, geriye dönüş yolunu bilmemem idi.
Eğer
gökyüzünde uçabilseydim, yakalandığımın ikinci günü uçarak kolayca
kaçabilirdim.
Gyes’in
özür dilemesine gerek kalmazdı, kimsenin bu yüzden kötü anıları olmazdı ve
işler hemen tatlıya bağlanırdı.
Kararımı
verdikten sonra köyden ayrıldım.
Suyu
dondurup, adım atabileceğim yerler oluşturarak yürüyordum ve sonra bir ağacı
kestikten sonra açık bir alan keşfettim.
Sonra
da toprak büyüsü kullanarak, her tarafa on metre yüksekliğinde bir platform
diktim.
Böylece
antreman yapacağım alan tamamlanmış oldu.
Yerler
biraz kaygan olduğundan koşulmaz ama bu kadarı bile yeterli.
‘Tamam
o zaman.’
Başlangıç
için, yaptığım şeyden pek de emin olmadan, bir hortum oluşturdum ve ne olduğuna
baktım.
Bir
insanı havaya kaldırmak için bu kadarı yeterli olmalıydı.
Eğer
doğru hatırlıyorsam, saniyede 100 metre hızında esen rüzgarın olması
yeterliydi.
Acaba
saniyede 100 metre hızla esen rüzgar nasıl bir şeydir.
Şimdilik,
deneyip görelim.
Havada
durdum, şahitlerim var.
‘AAAAHHH!’
Korkmaya
başladım.
Birden
fark ettim ki neredeyse bulutlara kadar gelmişim.
Bir
insan vücudunun aslında ne kadar da hafif olduğunu düşünemedim.
Korkudan
ödüm bokuma karıştı.
Yere
inanılmaz bir hızla yaklaşmak gerçekten çok korkunç bir şey.
Refleks
olarak büyülü gözümü kullandım ve geleceğe baktım.
Bir
saniye sonrasındaki geleceğe baktıktan sonra, sağ elimle yerdeki akıntının
yukarı doğru akmasını sağladığım ve sol elimle de düşüş hızımı azaltmak için
birkaç tane şok dalgası oluşturduğum büyüler yaptım.
Maalesef,
çok geç kalmıştım.
Yerdeki
suya düşene kadar, çarpıp kırdığım dalların haddi hesabı yoktu.
Suya
düştüğümde, her tarafım çoktan yara bere ile kaplanmıştı ve kemiklerimin
kırıldığını da hissedebiliyordum.
Burnumdan
deli gibi kan akıyordu, akıntının içindeyken birazcık su yuttuktan sonra hızlıca
akıntıyı kontrol etmeye koyuldum.
Bütün
vücudum acı içindeyken ve başım dönerken, bir şekilde iyileştirme büyüsü
sözlerini söyleyebilmeyi başardım.
Biraz
sonra da, kanımın kokusunu alan canavarlar bir bir görünmeye başladı.
Görünüşe
göre düştüğüm yer bir [Yağmur Ormanı Kertenkelesi] yuvasıydı.
Yaklaşan
yaratıkları bir bir yenerken, kalbimin de küt küt attığını rahatlıkla
duyabiliyordum.
Bir
yandan suyu dondurup hareket etmelerini engellerken, diğer yandan da toprak
mermiler ile kafalarını patlatıyordum.
Yağmur
Ormanı Kertenkeleleri, seviyeleri C olan yaratıklar.
Sudaki
hareketleri gerçekten çok hızlı ama onları dondurduktan sonra yenmesi zor
değil.
Hepsini
yendikten sonra bedenleri bir araya toplamaya başladım ama ben farkına bile
varmadan, hava çoktan kararmıştı ve geri dönüş yolunu da bilmiyordum.
Sırf
bu yüzden, tedirgin olmaya başladım.
Bir
şekilde bir şeyler yapmam gerekiyor.
Köy
çok da uzakta olmamalı.
Kendimi
sakin kalmayı telkin ettim.
Eğer
sakinliğimi koruyamazsam vereceğim kararlar da kötüleşir.
Sakin
kalmalıyım, ne olursa olsun sakin kalmam gerek.
İlk
önce, mümkün olduğunca geniş bir alanda içerisinde ne kadar su varsa hepsini
dondurdum.
Sıcaklığın
düşmesinden dolayı soğuktan titrerken, merkezinde olduğum buzul alanı durmadan
genişletmeye devam ettim.
Aynı
zamanda da, bulunduğum yerin üzerinde bir ateş topu oluşturdum.
Ateş
topu ile ısınmaya çalışırken, aynı zamanda da suyu dondurmaya devam ettim.
Işığı
gören yaratıklar muhtemelen gelmeye başlayacaklar.
Yoo,
yağmur mevsiminde aktif olan yaratıklar yüzen cinsten.
Muhtemelen,
buzun üzerinden koşarak gelmeye çalışmazlar.
Ruijerd
ve diğerlerinin beni bulmaları bir saat bile sürmedi.
Dedorudia
savaşçıları ile beraber, buzun üstünde yürüyerek yanıma geldi.
Üzerimden
büyük bir yük kalkmış gibi hissettim.
Sonuçta,
bilmediğim bir yerde beklerken unutulmak konusunda halen birazcık gergindim.
‘Rudeus,
ne oldu böyle?’
‘Az-
azıcık antreman yaptım da, haha.’
Az
daha ölecek olmam hakkında bir şey demedim.
Sırf
gösteriş yapabilmek için.
‘Anladım…
Ciddileştiğini ilk defa görüyorum, gerçekten de yoğun bir antreman yapmış
olmalısın. Bütün köy buzla kaplandığında, ne oldu diye merak ediyordum.’
‘Ay-aynen…’
‘Bütün
canavarları dondurdun demek.’
‘Eh,
evet evet, onları taşımak için yardıma ihtiyacım vardı. Bu yüzden elimden
geldiğince etrafı dondurdum.’
‘İstediğin
kolay bir şey. Gerçi, bir dahaki sefer beni haberdar ettiğinden emin
olmalısın.’
‘Eğer
söylemiş olsaydım, antremanın bir gizliliği kalmazdı.’
Böyle
dedikten sonra Ruijerd birazcık güldü.
Donmuş
haldeki yağmur ormanı kertenkelerini toplamak için giden hayvan ırkı
savaşçıları, kertenkelelerin sadece kafalarının parçalanmış olduğunu gördükleri
zaman, korkudan titrediler.
Hmm…
Nasıl böyle olabilir?
Bu
kertenkele etinin tadı, tavuk etinin tadına oldukça yakın.
Kısım 3
Sonrasında,
bu yaşadığımdan ders çıkararak, gökyüzünde uçmak için birkaç sefer rüzgar
büyüsü ile pratik yaptım.
Rüzgar
büyüsü kullanarak havada süzülmeyi başarmak aşırı derecede zordu.
Yapmayı
başarabildiğim şey, eğer başarıdan sayılabilirse, ayaklarımın altından yukarı
doğru sivri olmayan bir [Toprak Mızrak] kullanarak vücudumu havaya fırlatmaktı.
Fırladıktan
sonra rüzgar büyüsü kullanarak hızlanıyordum. İniş yapma zamanı geldiğinde ise,
kendimi yavaşlatmam ve sonrasında iniş yapmak için bir yer hazırlamam
gerekiyordu.
Düşüşün
hızını yavaşlatmak için gene rüzgar büyüsü kullanırken aynı zamanda da iniş
yapacağım yerde bir havuzcuk oluşturuyordum ki suya inmek düşüşün etkisini
azaltsın.
Aşağı
yukarı bu şekilde yani.
Ne
kadar da berbat bir büyü.
Beceriksizliğim
yüzünden biraz kötü hissediyorum.
Gökyüzünde
özgürce uçmak istiyorum.
Ama
yine de, sonuçtan memnunum.
Gökyüzünde
istediğim gibi uçamıyorum ama havada yüksek hızla hareket edebilmek için bir
yöntem bulmuş oldum.
Baştaki
hedefimi gerçekleştiremedim ama en azından bir şey başarmış oldum.
Bu
da bir şeydir, diye düşünmeye karar verdim.
Kısım 4
İki
buçuk ay geçti.
Bir
gün, Kutsal Hayvan-sama hantal bir şekilde odama geldi.
‘Bak sen, Kutsal Hayvan-sama gelmiş. Bu seks
hayvanından istediğin bir şey mi var?’
‘Wan.’
‘Two.’
‘Wan.’
Söylediklerime
kulak verecekmiş gibi durmuyor.
Erkek
mi yoksa dişi mi bilmiyorum ama Kutsal Hayvan-sama gelip yanıma başıma yattı.
Şu
anda, elimde tuttuğum heykelciğin yapımı ile uğraşmaktayım.
Yağmur
durmadan önce daha çok süremiz olduğundan, biraz daha bunlardan yapmaya karar
verdim.
Model
aldığım kişi Ruijerd.
Neden
o?
Diye
düşünebilirsiniz.
Ancak,
bir saniye için düşünün.
Supard
ırkı, bilinmeyen bir canavar gibi görülüyor.
O
yeşil saçları gördükten sonra, insanlar korkudan tir tir titriyorlar.
Lakin,
yaptığım heykelciklerin renkleri sabit.
Gri
renkli taştan yapılma.
Eğer
bu heykelciği havalı yapabilirsem, belki de daha fazla insan Supard ırkını
kabullenebilir.
İlk
önce yüzü.
Saçı
en son.
‘Hav!’
Kutsal
Hayvan-sama yaklaştı ve başını kucağımın üstüne koydu.
Daha
önce hiçbir hayvan bana bu kadar yaklaşmadığından dolayı, ne yapacağımı
bilemedim.
‘Uon?’
Sanki
“Bu nedir?” der gibi, Kutsal Hayvan-sama elimde tuttuğum şeye bakıyordu.
Davranışları
ile yaşı birbirleriyle uyumlu olan bir köpecik-sama.
Şimdilik
boynunu okşayayım bari.
‘Yapacak
bir şey yoktu, ben de böyle bir şey yapmaya karar verdim.’
‘Hav.’
Elimi
yaladı.
Kuyruğunu
sağa sola sallamaya başladı.
Görünüşe
göre nefret edilmiyorum.
Yağmur
halen yağmaya devam ettiğinden dolayı, Kutsal Hayvan-sama da sıkılmış olmalı.
Son
iki aydır neredeydi bilmiyorum ama sonuçta, özellikle benim olduğum yere
gelmeye karar verdi.
Bir
çeşit eğlence arıyor olmalı.
‘Bir
şeyler oynayalım mı?’
‘Hav!!’
Bağdaş
yaptığım bacaklarımı birbirlerinden ayırdım ve Kutsal Hayvan-sama ile oynamaya
başladık.
Kutsal
Hayvan-sama ile etrafta yuvarlanmaktan, birazcık spor yapmaktan tamamıyla keyif
alıyordum.
Kesinlikle
bir kazan-kazan durumu.
Kısım 5
*Tak
tak*
Kutsal
Hayvan-sama ile oynarken, odamın kapısı çalındı.
‘Hm?
Girin.’
‘Affedersiniz.
Kutsal Hayvan-sama’nın kokusunu almıştım da… Eh.’
Gelen,
köydeki savaşçılar gibi giyinen bir kadındı.
Gardiyan
Onee-san.
‘Ah,
merhabalar, görüşmeyeli bayağı oldu.’
Kafamı
öne eğerek, böyle söyledim.
Beni
gördükten sonra, çabucak yüzünün beti benzi attı.
‘Ah,
evet, merhaba, uzun zaman oldu.’
Bu
kişi üzerime soğuk su döküp, bana kötü şeyler söyleyip giden birisi.
Aklıma
geldi de, son iki aydır onu hiç görmedim.
Acaba
neredeydi.
‘O
zaman olanlar için üzgünüm, lüften kabalığımı bağışlayın.’
İçtenlikle
başını öne eğdi.
‘Sıkıntı
yok. O mesele çoktan halloldu zaten.’
‘Ancak,
yanlış anlaşılma bile olsa, gene de size öyle bir muamele yaptığımdan…’
‘Öyle
bir muamele… alt tarafı çırılçıplak soyulup, üstüme birazcık soğuk su döküldü.’
Böyle
söyledikten sonra, kadın savaşçının yüzü daha da soldu.
Sanki
her an yere yığılabilirmiş gibi kötü görünüyordu.
‘Çok…
üzgünüm… lütfen… beni affedin.’
Bu
Gyes’ten duyduğum bir şey ama hayvan ırkı söz konusu olduğunda, anladığım
kadarıyla, çırılçıplak soyulmak ve üstüne soğuk su dökülmesi aşırı derecede
aşağılayıcı bir şeymiş.
‘O
vakit, sizin Kutsal Hayvan-sama’ya cinsel olarak ahlaksızca şeyler yapan birisi
olduğunuzu duymuştum…’
‘Tabii
ki, o haksız bir suçlamaydı, söylediler değil mi?’
‘Ah,
evet, elbette.’
Bakışları
Kutsal Hayvan-sama ve benim aramda gidip gelmeye başladı.
Şu
anda, Kutsal Hayvan-sama tarafından bir yastıkmışım gibi kullanılıyordum ve
ellerim yalanmaktaydı.
Bu
konu hakkında söylemek istediği bir şey var gibi.
‘O
zaman olan şeyler için yapılacak bir şey yok. Kızgın falan değilim. Gerçi,
zamanında gelip de bir özür dilemiş olman hoşuma giderdi.’
‘Şey,
umm, çok özür dilerim. Gyes-sama olabildiğince sizinle karşılaşmaktan kaçınmam
gerektiğini söylemişti bana.’
Ah,
demek harbiden de bu yüzdendi, hah.
Düşündüğüm
gibi, eğer asıl fail gözlerinizin önünde duruyorsa, intikam almak
isteyebilirsiniz.
Gyes
doğru kararı vermiş.
‘Yani,
benimle karşılaşmaman söylendi değil mi, peki neden buradasın?’
‘Umm,
şey, Kutsal Hayvan-sama ortadan kayboldu, ben de kokusunu takip ettim ve buraya
geldim.’
‘Hav!!’
Dişi
savaşçı soğuk terler döküyordu.
O
kadar korkmasan da olur.
Gyes
bayağı bir özür diledi ve zaten bu kadarı yeterli.
Yağmur
mevsimi bittikten sonra bize bir at arabası ve biraz telafi bedeli ödemeyi bile
teklif etti.
Bunun
karşılığında hapishanede sadece bir hafta geçirdim, her şeyden öte, çok
ballıymışım gibi hissediyorum.
Bana
göre, hiçbir sıkıntı yok.
Üzerime
soğuk dökülmesi ve sapık muamelesi görmek, bunlar güzel anılardı.
Eminim
ki, eğer gelecekte, içimde bu tarz bir istek uyanacak olursa, arzularımı
kabullenebilirim.
‘Aklıma
gelmişken, yağmur mevsimi bittikten sonra evlenecektin değil mi? Tebrikler.’
Böyle
söylememin üzerine, kadın savaşçı korkudan titremeye başladı.
Söylediğim
şeyi, sanki dalga geçmek amaçlı söylemişim gibi algılamış olmalı.
Kötü
bir niyetle söylemedim ki, sadece iyi dileklerde bulunmuştum.
‘Umm,
affetmeniz için ne yapmam gerek acaba.’
Hmm.
Sanıyorum
bir şeyleri yanlış anladın.
Aslında
böyle olması güzel.
Birisinden
üstün olmak harika hissettiriyor.
NTR
tarzı bir şey mi bu?
Nfufu.
Aslında,
belki onu soyup, dört ayak üstünde yerde emeklemesini istesem mi ki?
Yok,
böyle bir şey yapmak iyi değil.
Gyes
işin peşini bırakmamı söyledi ve Eris ve Ruijerd’in de ne zaman döneceğini
bilmiyorum.
Acaba
ne çeşit bir cezalandırma iyi olurdu.
Hayvan
ırkından birisi için, soyunmak tarzı bir şey söz konusu olamaz.
Üzerine
soğuk su dökülmesi de aynen böyle.
Peki,
üzerinde sadece beyaz bir tişört varken, seni bir su büyüsüyle, ılık suyla
hafiften vuracak olsam...
Hehehe,
ben bir dâhiyim.
‘Hav!!’
Bunun
üzerine, Kutsal Hayvan-sama kadın savaşçının önüne geçti.
Bana
kızgın bir şekilde bakıyordu.
Ne
oldu ki.
Kızma
kızma, şakaydı.
‘Zaten
düzgün bir şekilde özür dilendi. Bu yüzden daha fazlasına gerek yok.’
Böyle
söylememin üzerine, kadın savaşçı rahatlamış bir ifade ile derin bir nefes
verdi.
‘Çok
teşekkür ederim.’
Sonra,
böyle dememin hemen ardından, bana kötü kötü bakmaya başladı.
‘Bunu
geçelim de, Rudeus-dono, Kutsal Hayvan-sama’yı istediğiniz gibi yanınıza
almamış olmanızı isterdim.’
‘Ne
diyorsun? Onu ben almadım ki.’
Oh,
daha fazla haksız yere suçlamalar, ha.
Yaptığınızdan
hiç ders çıkarmıyorsunuz, değil mi?
Dediklerine
dikkat etmezsen, gelecek sefere hapishanede çıplak bir şekilde duran sen
olursun ve ben de suyu döken olurum.
‘Eğer
öyleyse onu çıkaran kimdi peki? Kutsal Hayvan-sama’nın Kutsal Ağaç’tan kendi
başına ayrılabilmesine imkan yok.’
‘Ho…
O zaman bana ne olduğunu açıkça anlatır mısınız.’
Dediğine
göre, Kutsal Hayvan-sama, her birkaç yüzyılda bir doğan büyülü bir hayvanmış.
Resmi
bir isme sahip değilmiş.
Eski
zamanlardan beri, Kutsal Hayvan-sama’nın görülmesi, dünyanın bir krizle karşı
karşıya kalacağına bir işaret olarak bilinirmiş.
Kutsal
Hayvan-sama bir yetişkin olduktan sonra, bir kahraman ile yolculuğa çıkarak
dünyayı bu dertten kurtaracakmış.
Anlatılan
şey bu.
Bu
yüzden, Dorudia köyünün içindeki Kutsal Ağaç’ın köklerinin etrafında
oluşturulan bir bariyerin içerisinde, dikkatli ve özenli bir biçimde
yetiştiriliyormuş.
Kızını
aşırı derecede fazla koruyan birisi gibi.
Dünya
hakkında hiçbir şey bilmeyen Kutsal Hayvan’ın dışarıya çıkmasına izin
vermiyorlar.
Bu
arada, Kutsal Hayvan’ın yetişkinliğe erişmesi için bir yüz sene daha geçmesi gerektiği
tahmin ediliyor.
Eğer
anlatılan hikaye doğruysa, yüz sene sonra dünyanın başına bir felaket gelecek.
Şu
an için, öncelikli olarak Kutsal Hayvan-sama’yı korumakla görevlendirilen kişi
bu kadın savaşçı.
O
girişi yasaklanan yolun sonundaki yerde.
Şimdi
anlıyorum, bu yüzden köyde gezerken onu bir kere bile göremedim.
‘Hav
hav!’
Kutsal
Hayvan-sama birden yüksek bir sesle havladı.
Kadın
savaşçının şaşırmış gibi bir ifadesi vardı.
‘Eh!
Ne dediniz?’
Eh?
Ne?
‘Hav!’
‘Anladım,
ama…’
‘Hav!!’
‘Anlaşıldı.’
Bir
köpekle normal bir şekilde nasıl konuşabiliyorsun?
Kutsal
Hayvan-sama Beast-God dilinde konuşmuyor ki, değil mi?
Dediklerini
nasıl anlayabiliyorsun?
BowLingual
yada o tarz bir şey mi kullanıyorsun?
ꕥ Köpek dilinden anlayan bir cihaz.
‘Kutsal
Hayvan-sama dedi ki, seninle bir alakası yokmuş.’
"Öyle
mi?"
Daha
fazlasını söylemeni isterdim.
‘Kutsal
Hayvan-sama sana minnettar Rudeus-dono.’
‘Ho,
hapishaneye düştükten sonra tamamen unutulduğumu sanıyordum gerçi.’
‘Hav!!’
‘Kutsal
Hayvan-sama diyor ki [Bu söylediğin çok kabaydı, sana güzel yemekler
verilmesini onlara düzgün bir şekilde açıklamıştım. Ayrıca Rudeus-dono’nun da
yemekleri bir hayli sevdiğini duymuştum.]’
Doğru.
En
azından yemekler güzeldi.
Bir
de ikinci porsiyonlar da verilmişti.
Bir
hapishane için garip bir durum olduğunu falan düşünmüştüm.
Demek
bu Kutsal Hayvan-sama’nın emriydi, ha.
Ancak,
minnet duyulacak ilk şeyin yemek olduğunu düşünmüş olması da… Sonuçta o bir
köpek.
"
‘Yine de, onun yerine hapishaneden çıkarılmış olmayı tercih ederdim.’
‘Hav?!
(Hapishane diyerek ne demek istiyorsun? Diyor.)’
‘Orası
kötü birilerini hapsettiğin bir yer.’
‘Hav!
(Beni de hapsettiler, diye söylüyor.)’
Daha
sonra, kadın savaşçıyı mütercim tercüman olarak kullanarak, Kutsal Hayvan-sama
ile biraz muhabbet ettik.
Sonrasında
fark ettim ki, Kutsal Hayvan-sama’nın neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.
Neden
azgınlık kokusu saldığımı veya neden Gyes tarafından yakalanmış olduğumu
anlayamıyordu.
Yakalandığımı
ve ondan da öte korkunç şeylerin yaşandığını, anlamlandıramıyordu.
Başka
bir deyişle, halen bir çocuktu.
Bir
çocuktan isteklerde bulunup durmak iyi bir şey değil.
Yapacak
bir şey yok.
‘Kutsal
Hayvan-sama sağolsun, hoş bir yaşam tarzı tecrübe etmiş oldum. Çok
teşekkürler.’
Teşekkür
etmemden sonra, kuyruğunu sallamaya ve yüzümü yalamaya başladı.
Nfufu,
ne kadar da şirin bir arkadaş.
Boynunu
okşaması hoşuma gidiyordu.
Sonra
beni yere itti.
Ahn,
yapamazsın, birileri bizi izliyor.
‘Rudeus-dono,
Kutsal Hayvan-sama mübarek bir varlıktır. Onunla bu kadar içli dışlı olma
konusunda kendinize hâkim olabilir misiniz?’
‘Yanlış
anladın. Bu azgınlık kokusu sana yönelik.’
‘He!?’
‘Affedersiniz,
yok bir şey.’
Bu
kötü oldu, asıl niyetimin ne olduğunu birazcık belli ettim.
‘*Öhöm*
Peki o zaman Kutsal Hayvan-sama. Hadi Kutsal Ağaç’a geri dönelim.’
‘Hav!!’
Kadın
savaşçının sözlerinin üstüne Kutsal Hayvan-sama, samimi bir şekilde başını
salladı ve birlikte geri döndüler.
Sonrasında,
Kutsal Hayvan-saman’nın sürekli kaçabilmesi hayvan ırkı için ayrı bir sorun
olmaya başladı.
En
sonunda bile, onu dışarı çıkaran suçlunun kimliğini tespit edemediler.
Böyle
olduğundan dolayı, başına bir koruma bırakmaları bile yeterli olacaktı ama öbür
gün gene bir kaçış vakası gerçekleşti.
Korumalar
gergin hissetmeye başladılar.
Kısım 6
Sonraları,
Kutsal Hayvan-sama birkaç defa daha yanıma geldi.
Bu
doğru, bir sebepten ötürü yanıma geliyordu.
Tabii
ki, ikinci defadan sonra benden şüphelenmeye başladılar.
Ancak,
neyse ki, o gün Ruijerd ve Gustav’ın içki seansına katılmıştım.
Alkol
falan içmiyordum ama cevize benzeyen bir tür yemişin keyfini çıkarıyordum.
Başka
bir deyişle, suç işlenirken başka bir yerde olduğumun kanıtı vardı.
Bütün
köyü dondurabilecek kapasiteye sahip bir büyücü olduğumdan, böyle bir şeyi
uzaktan becerebilecek bir çeşit tekniğim olabilir diye şüphelenebilirlerdi ama
Gustav bütün şüpheleri ortadan kaldırdı.
Sicilime
daha fazla haksız suçlamanın eklenmesi hiç de ilginç olmazdı.
Bu
yüzden, olabildiğince Ruijerd, Gustav ve Eris’in yanlarında takılmaya karar
verdim ama sonra vazgeçtim.
Gyes’in
yanında durmakta karar kıldım.
Sonuçta
o savaşçıların şefiydi. Güvenlikten sorumlu en üst kişi.
Her
gün meşguldü ama onu şahidim olarak göstermek, sahip olduğum en etkili
yöntemdi.
‘Rudeus-dono’nun
benden nefret ettiğini sanıyordum?’
Bütün
gün ona sümük gibi yapışmamın üzerine yüzünü ekşitti.
‘O
kadar da kafana takmana gerek yok, bir daha kızın olursa onu bana vermen
yeterli.’
‘Yani,
cidden kızlarımdan birisiyle evlilik yemini etmek istediğini mi söylüyorsun?’
‘Yok,
sadece basit bir şakaydı. Oh, pardon, hiç azgınlık kokusu saldım mı acaba?’
‘*Koklar*
Yok, öyle bir koku almadım.’
‘Anlıyorum,
demek bu kadarı ile bir sıkıntı yok.’
Ne
de olsa, etrafta gerçekten de bir kız yoksa, kuşumun ötebilmesine imkan da yok.
Görüş
alanıma girmedikleri sürece sorun yok yani.
‘Bu
geçtiğimiz ay boyunca görüp farkına vardığım bir şey. Rudeus-dono epey olgun
birisi. Halen genç biri olmanıza rağmen, Ruijerd-dono da sizi bir savaşçı
olarak görüyor.’
‘Ne
oldu sana böyle, aniden övgü dolu sözler falan.’
Birazcık
tiksindim.
Aniden
tavrını değiştirmek falan.
‘İlk
başlarda, kıçını Ruijerd-dono’ya yaslayıp, istediği her şeyi sorumsuzca yapan
götü boklu bir velet olduğunuzu düşünmüştüm.’
Ho.
İyi
söyledi.
Dediği
pek de yanlış sayılmaz.
‘Büyücülük
yetenekleriniz hayalimin de ötesinde. Yağmur sezonundayken bütün ormanı
dondurabilmek… normalde bunun ancak bir peri masalında gerçekleşecek bir şey
olduğunu hayal ederdim.’
‘Fiyuvvv,
gerçi benim hocam bundan çok daha inanılmazdır.’
Hiçbir
sebep yokken gene Roxy’i öne sürdüm.
Roxy’i
ne kadar da övsem az gelir.
‘Ve
her şeyden de öte, bu kadar güce sahipsiniz ama öyle bir muameleye maruz
kaldıktan sonra bile bizim ırkımız, Dedorudia’ya karşı bir intikam alma çabası
içine girmediniz.’
Öyle
deyince… harbiden de öyle ha.
Aslına
bakarsak, Ruijerd de söyledi bunu, tedbirsiz davrandım.
İki
tarafın da yaptıklarından ders alması iyi bir şey değil mi?
Ayrıca…
‘Hem
burası Ghyslaine’nin memleketi.’
‘Ghyslaine
bu köy hakkında ne söyledi?’
‘Pek
bir şey söylemedi.’
Ghyslaine’nin
Yüce Orman’ı pek de sevdiği söylenemez gerçi.
Bana
Hayvan Tanrısı dilini öğretirken bile, ara ara yüzünü ekşitirdi zaten.
‘Kim
saygıdeğer bir öğretmenin ailesi ile iyi geçinmek istemez ki?’
‘Bir
daha özür dilesem olur mu?’
‘Özür
dilemene hiç de gerek yok. Onun yerine Minitona-chan’a elimi sürmeme izin
verirsen çok makbule geçer.’
‘Eğer
Rudeus-dono cidden ve dürüstçe kızımı eşi olarak görmeyi düşünüyorsa, benim
için bir mahsuru yok.’
‘Hö?!’
Gerçekten
mi?
Yani
bana o kedi kulaklı kız ile nyannyan oynamama izin veriyor demek mi oluyor bu!
Oha.
Şu
an düzgünce sohbet ediyoruz sıçtığımın NEET’i, otur yerine.
‘Tabii
ki de şaka yapıyorum. Muhtemelen, Eris de buna çok kızardı.’
‘Tam
şimdi, birazcık azgınlık kokusu burnuma geldi gerçi.’
‘Elden
ne gelir ki. Gyes-san öyle bir şey dediği için oldu. Çok da ciddiye alma.’
‘Anladım…
Üzgünüm.’
Cidden.
Eris
ile düzgünce sözleştim biliyor musun.
Onbeş
yaşında.
Dört
sene daha sonra.
Eğer
dört sene daha beklersem cennete gideceğim.
Söz
vermek demişken, Sylphy ile de bir sözümüz var ama…
Acaba
Sylphy şimdi nasıldır.
Muhtemelen
iyidir.
Artık
saçı yüzünden zorbalık görmüyordur umarım…
‘Görünüşe
göre bugün de geldi.’
Tam
da düşüncelere dalmışken, Kutsal Hayvan-sama birdenbire yanıma geldi.
‘La…
korumalar ne yaptıklarını sanıyorlar ulan?!’
Bu
olanı gördükten sonra, Gyes dişlerini gıcırdatmaya başladı.
Bugün
de, Kutsal Hayvan-sama, mutlu bir ses ile bana “Hav” dedi.
Cevap
olarak kafasını okşadım.
‘Yoksa
kendi gücüyle mi çıkıyor?’
Diye
sordum ama…
‘Hayır,
birisinin yardımı ile çıkması dışında bir şey söz konusu olamaz.’
Dedi
Gyes, dertli bir şekilde Kutsal Hayvan-sama’ya bakarken.
Birisinin
yardımıyla.
Şüphesiz
ki, kendilerinin arasından birisi ama herkesin başka bir yerde olduğunu
kanıtlayan şahitleri var.
Ürpertici
bir durum.
‘Ruijerd
ile benim soruşturmam nasıl olur? Sanıyorum ki, Ruijerd’in gözü ile işi çabucak
halledebiliriz.’
Böyle
söylememin üzerine…
‘Hayır,
Kutsal Hayvan-sama’nın korunması, Dedorudia ırkı için bir gurur meselesi.
Yabancıların karışmasına izin veremeyiz.’
Diye
beni geri çevirdi.
‘Köyü
korumakta bir sorun yok ama bunda mı sorun var?’
‘O
ayrı, bu ayrı.’
Köyü
korumak tamam ama Kutsal Hayvan-sama’nın nasıl kaçabildiğini araştırmak tamam
değil.
Bu
düşünce yapısını cidden anlayabilmiş değilim ama bunca zaman yapılagelmiş olan
şeyler arasındaki bir farktan kaynaklanıyor olsa gerek.
Peki,
buna razıysalar, benim için fark etmez.
‘Eğer
bunca sefer kaçabilmeyi başarmışsa harbiden de endişe verici bir şeyler var
demektir. Şimdilik sıkıntı yok çünkü şimdi yağmur mevsimi ama yağmur mevsimi
bittikten sonra tekrardan kaçarsa ne yapacaksınız. Ayrıca, köyün içinde bile
olsa, en kötü ihtimalle yaratıklar tarafından saldırıya uğrayabilir.’
‘Dediğin
doğru…’
Gyes
bayağı bayağı endişelenmeye başladı.
‘Kutsal
Hayvan-sama’nın benimle oyun oynamak için kaçtığını dikkate alırsak, benim onu
ziyarete gidecek olmam nasıl olur, problemi çözmüş olmaz mıyız?’
‘Öyle
bir şey… Ama… Hmmm…’
Sıkıntılı
görünüyordu.
Sonuçta
br yabancının Kutsal Ağaç’a yaklaşmasını istemiyor olmalı.
Aklını
çeleyim madem.
‘Peki
o zaman, Kutsal Ağaç’ın yakınında buluşsak ve başkasına fırsat vermeden biz onu
dışarı çıkarsak, sonra hem bir koruma da bizimle gelebilir. Eğer böyle yapacak
olursak, başkasının onu çıkaracak olması hakkında endişelenmemize gerek
kalmaz.’
‘Öyle
yaparsak, önceliklerimizi ters çevirmiş olmaz mıyız?’
‘Böyle
yapmanın Kutsal Hayvan-sama’nın nerede olduğunun bilinmediği bir durumdan daha
iyi olduğunu düşünüyordum gerçi.’
‘…’
Gyes
iki arada bir derede kaldı.
Ne
kadar sıkıntı içinde olduğu halinden belliydi.
---
Daha
sonra, iki haftadan daha az bir süre için.
Kutsal
Hayvan-sama ile beraber olup birlikte oyun oynadık.
Suçlunun
kim olduğunu keşfedemedik, ama gerçi, Kutsal Hayvan-sama da ortadan kaybolmayı
kesti.
Bu
arada, korumakla görevlendirilen kişi, Kutsal Hayvan-sama’ya patisini
uzatmasını öğrettiğimi gördüğünde delicesine kızdı, gerçi bu bir sır.
---
Başka
daha bir sürü şey olduktan sonra üç aylık süre sonunda bitti.
Yağmur
durdu.