24.03.2021
Kutsal Kılıç Anayolu
Çevirmen: AllahDiyenKirpi
Kısım 1
Dorudia
köyünden ayrılmamızın bir gün öncesinde.
Eris
ve Minitona kavgaya tutuştular.
Sonucun
ne olduğunu söylememe gerek bile yok gerçi ama, Eris ezdi geçti.
Tahmin
edeceğiniz gibi.
Eris,
antremanlarda Ruijerd’e ayak uydurabilecek bir seviyede.
Özel
olarak herhangi bir eğitim almamış, üstelik kendisinden yaşça küçük bir kız,
onun karşısına rakip olarak çıkıyorsa eğer, ona rakip bile denilemez ki.
Bu
bildiğin zayıfa zulmetmek.
Gidip
onu uyarsam iyi olacak.
Zaten
Eris’in böyle bir çocuk olduğunu biliyorum ama yakında 14 yaşına girecek.
14
yaşına girecek olsa bile yine çocuk denilebilecek bir yaşta, ama 14 yaşında da
önüne gelen herkesi ayrım yapmadan dövmezsin hani.
İyi
de, nasıl söylesem.
Şimdiye
dek Eris’in kavgalarını bir kere bile durdurmadım ki.
Maceracılar
loncasında çıkan kavgalarda bile, kavgayı ayırma işini genellikle Ruijerd’e
bıraktım.
Şimdi
ne diyebilirim ki.
Belki
de “Maceracılar ve köylü kızları farklıdır.” gibi bir şey söyleyebilirim.
‘Ya-yanlış
anladın, suç Minitona’da.’
Bu
iddiayı ortaya atan kişi Terusena’ydı.
Anlattığına
göre, Minitona, yağmur mevsimi bittikten sonra ayrılmayı planladığını söyleyen
Eris’i vazgeçirmeye çalışmış.
Eris,
Minitona’nın onu durdurmak istemesine biraz mutlu olmuş tabii, ama neden
yolculuğa devam etmesi gerektiğini açıklamaya başlamış.
Bencillik
yapan kişi Minitona iken, açıklama yapanın Eris olduğu bir gelişme.
Normalde
olanın tam tersi yani.
Kısa
bir süre daha tartışmaya devam etmişler.
İlkten
ikisi de sakinmiş ama yavaş yavaş tartışmanın fitili alevlenmiş.
Minitona
düşüncesizce açıklamalar yapmaya başlamış.
Ghyslaine
ve benimle alakalı düşüncesizce açıklamalar.
Bunları
duyduktan sonra, kızgın bir yüz ifadesi ile, Eris kendisini tutmaya çalışmış.
Sanki,
sakin sakin laf anlatmak ister gibi.
Sonunda
ise, karşısındakine elini ilk uzatan kişi Minitona olmuş.
Bildiğin
kavgaya davetiye çıkarmış.
Cesurca
bir haraket. Neredeyse saygıyı hak ediyor.
Ben
bunu yapmaya cüret dahi edemezdim mesela.
Böyle
söylüyorum da, işin sonu Eris’in kavgaya girmesi olmuş.
Acımadan,
her zaman yaptığı gibi, Eris karşısındakinin suyunu çıkarmış.
‘Eris.’
‘Ne
var!’
Durumlarına
yakından bir baktım.
İlk
önce Minitona.
Dayağı
yemiş de olsa, derin derin nefes alıp verirken yüzündeki heyecan rahatlıkla
okunabiliyordu.
Bu
kadar dayak yedikten sonra bile, iradesi kırılmış değildi.
Eris,
yetişkinlerin bile iradesini çabucak kıran birisi.
Yumuşak
davranan bir kız değil.
Yani
bunun anlamı…
‘Sanıyorum
ki, ölçülü davranmışsın.’
‘Tabii
ki de.’
Eris
bunu söylerken yüzünü öbür yana çevirdi.
Eski
Eris olsa, eğer karşısındaki kendisinden küçük bile olsa, “tanrı yarattı” demeden
karşısındakinin ağzını burnunu kırardı.
Bir
bildiğimiz var ki konuşuyoruz.
‘Normalde,
çok daha kötüsünü yapardın değil mi?’
‘Sonuçta
o benim arkadaşım...’
Eris’in
yüzüne bir bakınca, dudaklarının ekşi bir ifade ile yukarıya doğru büküldüğünü
gördüm. Yaptıklarından pişmanlık duyan birisinin yapacağı bir surat ifadesiydi
bu.
Hmm.
En
azından ona vurmuş olmaktan pişmanlık duyuyor gibi.
Bu,
Eris’in şimdiye kadar hiç yapmamış olduğu bir şey.
Geçtiğimiz
bu üç ay süresince, Eris daha da olgunlaşmış olmalı.
Azar
azar düzgün bir biçimde olgunlaşıyor.
Eh,
madem öyle, o zaman söyleyebileceğim tek bir şey var.
‘Yarın
ayrılmadan önce onunla barışsan iyi olur.’
‘Asla
olmaz.’
Halen
daha biraz çocuk gibi, ha.
Kısım 2
Köydeki
son günümüzde yolculuğumuza hazırlık yapmakla meşguldük, yani Kutsal
Hayvan-sama’nın yanına gitmedim.
Suçlunun
onu tekrar dışarıya çıkartacağını düşünüyordum ama, bir sebepten ötürü Kutsal
Hayvan-sama bir daha hiç gözükmedi.
Bunun
yerine, gecenin bir yarısında çıkagelen bir çift davetsiz misafirimiz oldu.
‘Ah!!’
Küçük
bir çığlık ve bir şeye çarpmanın çıkardığı bir patırtı.
Çıkarttıkları
bu iki ses ile – tahmin edeceğiniz gibi – beni bile uyandırırlardı.
Son
zamanlarda sanki çok fazla gevşeklik ediyormuşum gibi hissediyordum, bu yüzden
kalkıp yanımda duran asamı elime aldım.
Bir
hırsıza göre gereğinden de fazla acemilerdi.
Ruijerd
ne olduğunu epey bir evvelden farketmiş olmalıydı.
Humu.
'Terusena,
daha sessiz yürü nya.’
Asamı
bıraktım.
Ruijerd’in
sükunetinin sebebi bu yüzdenmiş.
‘Üzgünüm
Tona ama etraf karanlık.’
‘Eğer
gözlerini iyice odaklarsan görebilirsin nya… Ah!’
Yeniden,
bir şeye çarpmanın sesi geldi.
‘Tona,
iyi misin?’
‘Acıdı
nya.’
Gel
gör ki, fısıldaştıklarını sanıyorlardı ama aslında sesleri o kadar çok
çıkıyordu ki, söyledikleri her şeyi duyabiliyordum.
Acaba
neyin peşindeler?
Para
mı? Veya belki de şöhret.
Acaba
yoksa bedenimin mi peşindeler.
Yok
canım…
Eris
için gelmişlerdir herhalde.
‘Ah,
burası mıydı nya?’
‘*Koklar*
Biraz farklı kokuyor gibi sanki.’
‘Müsaade
istemeye gerek yok nya. Muhtemelen uyuyorlardır nya."
Odamın
kapısının önünde durdular, sonra da kapının açılıp içeriye girdiklerini
hissettim.
Çekingen
bir biçimde odanın içinde göz gezdirmeye başladılar ve ben yatakta oturmuş bir
pozisyondayken bakışlarımız birbirine değdi.
‘Nya…!’
‘Ne
oldu Tona… Ah.’
Minitona
ve Terusena gelmişti.
Üstlerinde
ince bir deriden yapılma, tek parça bir elbise vardı.
Elbisenin
kıçlarına yakın bir tarafında deliği vardı ve kuyruklarının ucu, sırtlarının
kenarından hafifçe görünüyordu.
Hayvan
ırkı pijamalarının tipik karakteristik özellikleriydi bunlar.
Gerçekten
de çok sevimli görünüyorlar.
‘Gecenin
bir yarısında burada ne işiniz var? Eris yan odada.’
Olabildiğince
kısık bir sesle söyledim.
‘Pa-
pardon nya…’
Bunu
söylerken bir yandan da kapıyı kapatmaya başlamıştı ama birden durdu.
‘Aklıma
gelmişken, sana hiç teşekkür edemedik nya.’
‘Ah,
To- Tona?’
Sanki
son anda hatırlamış gibi böyle söyledi ve Minitona odanın içine geri döndü.
Terusena
da arkasından içeri girdi.
‘Bizi
kurtardığın için teşekkür ederim nya. Eğer beni büyün ile iyileştirmeseydin
ölebilirmişim diye söylediler nya.’
Bu
doğru.
O
yaralar, gerçekten, hayatı tehlikeye sokacak cinstendi.
Benim
irademi çoktan kıracak türden yaralardı onlar.
Öyle
bir vaziyetteyken, tavrını, hiç bozmadan koruyabilmiş olması bence cidden
inanılmaz bir şey.
‘Halletmesi
kolay bir meseleydi.’
‘Büyün
sağolsun hiç yara izi kalmadı nya.’
Tona
bunu dediği sırada, tek parça giysinin eteğini tutup yukarı doğru kaldırdı ve
bana o güzel bacaklarını gösterdi.
Ancak,
odanın karanlık olmasından dolayı maalesef çok da iyi göremedim.
Sanki
neredeyse görebiliyordum ama aslında da göremiyordum.
Kishirika-sama,
neden bana karanlıkta görmemi sağlayan şeytan gözünden bahşetmedin ki??
‘Tona,
yaptığından hiç mi utanmıyorsun?’
‘Zaten
daha önce bir kere gördüğü için sıkıntı yok nya.’
‘Ama
ama, Gyes amca dedi ki, insan erkekleri yılın bütün zamanlarında azgın
olurlarmış, yani eğer onun karşısında böyle dikilmeye devam edersen sana
saldıracaktır.’
Yılın
bütün zamanlarında azgın mı.
Çok
kaba şeyler söylemiş.
Gerçi
dediği şey yanlış sayılmaz.
‘Zaten
eğer vücudumu gördüğünde azıcık dahi heyecanlanacaksa, o zaman bu, ona olan borcumuzu
ödemek için uygun bir karşılık olmaz mıydı? Nya?! Burası da biraz soğukmuş!’
‘Ne
kadar daha eteğini kalkık tutmayı planlıyorsun?’
Bunu
söylerken Tona’nın bacaklarına bakmıyordum.
Döktüğüm
soğuk terleri sildikten sonra, yanıbaşımdaki asamı elime alıp, sıkıca kavradım.
Yan
odadan gelmekte olan, yavaş yavaş yayılan, keskin mi keskin bir öldürme arzusu
hissediyordum.
‘*Ö…Öhöm*
Minnettarlığını kabul ediyorum. Eris yan odada, acaba rica etsem..."
Çocuk
olabilirler ama yine de yara izlerinin olup olmadığını öyle rahat bir biçimde
göstermemeleri gerekir.
Doktorculuk
oynamayı hobi edinmiş, sapık bir adam tarafından saldırıya uğrayacak falan
olsalar çok kötü olur.
‘Anladım,
ama gerçekten, teşekkürler nya.’
‘Çok
teşekkür ederim.’
İkili,
başlarını öne eğip odadan ayrıldı.
Biraz
bekledikten sonra yavaşça ilerledim ve kulağımı duvara dayadım.
Eris’in,
yan odadan, memnuniyetsizliğini belli eden bir ses tonuyla “Ne istiyorsunuz?”
dediğini duyabiliyordum.
Kollarını
çapraz yaptığı, o her zamanki duruşu gözlerimin önüne geldi.
Tona
ve Terusena’nın seslerini işitmesi biraz zordu.
Yok,
aslında Eris’in sesi fazla çıkıyordu.
Konuşmalarını
heyecan içerisinde dinlerken, Eris’in sesi de yavaş yavaş durulmaya başladı.
Her
şey yoluna girdi sanırım.
Rahatlamış
hissettim ve yatağıma geri döndüm.
Herhalde
bütün gece boyunca konuşmuşlardır.
Ne
konuştukları hakkında hiçbir fikrim yok.
Tona
ve Terusena’nın insan dilini konuşmak konusunda çok da ilerlediklerini
söyleyemem.
Eris
de birazcık Hayvan Tanrısı dilinden öğrenmişti ama öyle muhabbet edebilecek
kadar değil.
Acaba
düzgünce muhabbet etmeyi başarabilmişler midir?
Bunun
hakkında birazcık endişeliydim ama ertesi gün bizi geçirmeye geldikleri sırada,
Eris’in Minitona’nın elini tutarken ağladığını görünce, endişem geçti.
Demek
ki düzgünce barışabilmişler.
Harika,
harika.
Kısım 3
Kutsal
Kılıç Anayolu.
Yüce
Orman’ın içinden dümdüz geçen bir yol.
Bu
büyü gücü ile dolup taşan yol, zamanında Aziz Milis tarafından oluşturulmuş.
Etrafı
sel götürmüş bile olsa, sadece bu yol kupkuru kalırmış; ayrıca söylediklerine
göre, bu yola yaklaşan tek bir canavar bile olmazmış.
Dedorudia
ırkının bize verdiği bir at arabası ile bu yolun üzerinden ilerleyeceğiz.
Yolculuğumuz
için gerekli olan ne var ne yok, her şeyi bizim için hazırlamışlar.
At
arabası + at.
Yolculuk
giderleri (5 Milis Altın Sikkesi + 5 Milis Gümüş Sikkesi).
Yiyecek
içecek.
Böyle
olduğundan dolayı, Aziz Limanı’na geri dönmeden bile Milis’in başkentine gidebiliriz.
Tamam
öyleyse, hadi yola çıkalım.
Tam
ayrılıyorduk ki, bir sebepten ötürü, bu maymun suratlı herif yanımıza geldi.
‘Şeeey~,
düşünüyordum da, Milis’e dönmemin zamanı geldi. Hatta geldi de geçiyor bile.
Beni de yanınıza alın.’
Çaylak
Gisu, bunu dediği sırada, hiç utanması yokmuş gibi arabaya atlayıp aramıza
katıldı.
‘Oh,
Gisu da buradaymış.’
‘Sen
de mi bizimle geliyorsun?’
Yanımdaki
diğer iki kişiden gelen tek bir sızlanma bile yoktu.
Merak
ettim ve acaba tanışıyorlar mı diye sordum.
Anladığım
üzere, ben daha farkında bile değilken, Gisu bizim bu ikisi ile arasında temel bir
ilişki oluşturmak için birtakım hazırlıklar ile meşgulmüş.
İlginç
hikayeler anlatmak için Eris, Tona ve Sena tayfasına ve eski zamanları yâd
etmek için de, Gustav ile Ruijerd’in seanslarına katılmış.
Yani,
milletin güvenini kazanmak için her zamanki dümenlerinden çevirmiş ve bu ikisi
de ona karşı kendilerini yakın hissediyorlar.
Bu
yüzden, onu bu kadar rahat bir şekilde aralarına kabul etmeye niyetliler.
‘Tamamdır,
DEEEH!’
Ruijerd’in
bağırmasıyla birlikte, at arabası ileri doğru hareket etmeye başladı.
Bizi
geçirmeye gelenlere baktığım sırada, Eris halen Minitona ve diğerlerine bakıp
gözyaşları döküyordu, ben de birazcık duygulandım.
Ancak,
kafamın içinde halen daha beni birazcık olsun rahatsız eden bir şeyler vardı.
Gisu
yüzünden.
Eğer
bizimle gelmek istiyorsa, en başından gelip söylemesi yeterliydi.
Öyle,
arkamdan gizli gizli işler çevirmesine hiç gerek yoktu.
Eğer
düzgün bir şekilde sormuş olsaydı, zaten onu reddedecek bir sebebim olmazdı.
‘Hey-hey,
senpai. Bana öyle bakmasan hani.’
Bayağı
bir hızla giden bu at arabasının içinde, memnuniyetsizlik ile dolup taşan bir
yüz ifadesi ile, ona dik dik bakıyordum.
Otuziki
dişini gösteren bir şekilde gülerken, Gisu kulağıma yaklaştı.
‘Senpai’nin
aşkı için yardımda bulunan kişi bendim, biliyor musun?’
Ve abuk
sabuk bir şeyler hakkında konuşmaya başladı.
Aşk
konusunda yardım...
İyi
de, işin en sonunda bile, geçtiğimiz bu üç ay boyunca, ister köpek kulaklı
kızlar olsun isterse kedi kulaklı kızlar olsun, hiçbirisine daha elimi sürmüş
bile değilim.
Eris
ile de bir gelişme yaşanmadı.
Başlangıça
göre Gyes ile daha iyi bir ilişki kurabildim ama en fazla o kadar.
Buna
aşk mı deniliyor?
Salak
salak konuşma.
Ben
öyle birisi değilim.
‘Aşkta
yardımcı olmak mı, ne demek istiyorsun?’
‘Kutsal
Hayvan-sama ile buluşup beraber olman konusundan yardımcı oldum, değil mi?’
‘Kutsal
Hayvan mı??’
Ne
demek istediğini düşündüm.
Ve
anladım.
‘Ah.’
Bu…
bunun yüzündendi hepsi!
Suçlu
olan kişi bu!
Aşkta
yardımcı olmakla ne kastediyorsun!
En
başından beri yanlış anlaşılma diye söyleyip duruyorum.
Yoo,
önce bunu bir geçelim de.
‘Ku-
Kutsal Hayvan-sama’yı dışarıya çıkarmayı nasıl becerebildin!"
‘Meslek
sırrı… Şey… Aslında, bu Dedorudialıların yüzde altmışı aptal. Birazcık olsun
dikkat dağıtıcı bir şey yaptıktan sonra, gerisi çantada keklik.’
Dikkatsizce
ve kendinden emin bir şekilde böyle söyledi.
Hayır,
yani…
Bunu
yapmak oldukça tehlikeli.
Sonuçta,
hayvan ırkındakiler aşırı derecede sinirlenmişlerdi.
Hani
yapanı bulacak olsalar, çok feci linç ederlerdi.
‘Ne-
neden böyle tehlikeli bir işe kalkıştın ki?’
‘Sonuçta,
sen köpeklerden hoşlanıyorsun, değil mi?’
‘Sana
bunun bir yanlış anlama olduğunu söylemiştim.’
‘Cidden
öyle mi? Olsun, sorun değil.’
Anlamsızca
gülerken, hafif bir ses tonuyla, Gisu bunu öylece söyleyiverdi.
Biraz
sonra da, beni sıkıntılar basmaya başladı.
Bu
herif, yoksa, harbiden de tehlikeli birisi olabilir mi?
Yolculuğumuz
sırasında aramızda olmasının kötü olup olmayacağını düşünmeye başladım.
‘Ruijerd-san.
Geri dönmemiz gerek.’
‘Neden?’
‘Kutsal
Hayvan-sama’yı dışarı çıkarıp duran suçluyu teslim etmemiz gerek.’
‘Ne?
Bekle bekle!’
Gisu
paniklemeye başladı ve eliyle ağzımı kapatmaya çalıştı.
İyi
de, bu herif yüzünden benden şüphe edip durdular.
Kötü
adam olarak görülmeyi göze almalı ve cezasının verildiğine emin olmalıyım.
‘Merak
etme çaylak, nelerle karşılaşabileceğini sana anlatacağım. Anadan doğma bir
şekilde seni bir hücreya atıp, başından aşağı soğuk su dökebilirler, ama bu
kadarına eminim ki katlanabilirsin.’
‘Hop,
bekle bir saniye! Sen ciddi misin! İyi dinle, bu at arabasını ayarlayan kişi
aslında bendim, biliyor musun? O heriflerin bir eşya vererek özür dilemek gibi
bir kültürleri yok. Bu yüzden, etme eyleme!"
Maymun
suratlının çaresizliği yüzünden okunuyordu.
Çok
hoşuma giden bir yüz ifadesi bu.
Bu
adam, kötü birisi değil.
Bu,
hapishanede beraber geçirdiğimiz zaman içerisinde anlamış olduğum bir şey.
Kutsal
Hayvan’ı kötücül niyetlerle falan çıkarmış değil.
Yine
de, hmmm…
‘Rudeus.’
‘Evet,
Ruijerd-san?’
‘Onu
affet.’
‘Danna!
Tam da Danna’dan beklediğim gibi! Şeeey~, her zaman Danna-sama’nın çok yakışıklı
birisi olduğunu düşünmüştüm!’
ꕥ Danna: Geyşaların bütün parasal ihtiyaçlarını karşılayan
zengin adam. Geyşalara bütün hayatları boyunca sahip çıkan birisi.
Cidden,
bu herif…
Her
neyse.
‘Ruijerd-san.
Böylesi iyi mi? Bu adam, o senin nefret ettiğin kötülük yapanlardan birisi’
‘Herhalde,
yaptığı şeyin senin iyiliğine yarayacak bir şey olduğunu düşündüğünden dolayı
öyle yapmıştır.’
Ruijerd’in
karar verirken kullandığı zihniyetin ne olduğunu anlayabilmiş değilim.
Böyle
olursa iyi ve böyle olursa kötü.
Yok,
Gisu’nun bunca zaman boyunca aralarında kurduğu ilişkiden dolayı böyle söylüyor
olabilir.
Görünüşe
göre, bu maymun piçi işini iyi yapmış.
‘Doğru,
aynen öyle danna! Senpai’nin iyiliği için öyle yaptım! Böyle ciddi bir soruna
dönüşebileceğini hayal bile edemezdim. Biraz aşırıya kaçmış olabilirim ama
kesinlikle millete sorun çıkarmak için yapmadım!’
Dürüst
olmam gerekirse, bu adama birazcık borçluyum.
Soğuktan
götümün donduğu bir yerde, bana yeleğini vermesinden dolayı ortaya çıkan bir
borcum var.
Borç
olarak bakarsak küçük; ama suçlamaların asılsız olduğunu bildikleri halde,
halen benden şüphelenmeye devam eden hayvan ırkına kıyasla, çok daha büyük bir
etkisi olan bir borç.
Neyse,
sıkıntı değil.
Sonuçta,
kimse bu yüzden halen sıkıntı çekmekte değil.
Hayvan
ırkı korumaları bile, bu olay sayesinde bir ders almış oldular.
Ve
böylece, kabullenmek zorunda kaldım.
‘Bizimle
gelmende bir sakınca yok, ama çaylak, Supard ırkından korkmuyor musun?’
Ruijerd’in
de duyabileceği bir ses tonuyla söyledim.
Acaba
bu herif Ruijerd’in bir Supard olduğunu biliyor mu, merak ettim.
Onlarla
beraber içki sofrasında bulunmuşsa, o zaman duymuş olması lazım, değil mi?
Eğer
bunu duyduktan sonra, birden ‘Supard ırkı mı, harbiden mi lan?’ diye bir şey
söyleyecek falan olsa, hiç de hoş olmazdı.
‘Yok
canım, tabii ki de korkuyorum, sonuçta ben de şeytan ırkındanım. Supard
ırkından korkmak, sen daha çocukken başlayan bir şey, seni yerler falan diye
söyleyip dururlar.’
‘Anlıyorum.
Tesadüfe bak ki, Ruijerd böyle görünüyor olmasına rağmen, aslında Supard ırkından.’
Ben
böyle derken, Gisu gözlerini kıstı.
‘Danna
farklı birisi. Sonuçta o benim hayatımı kurtardı.’
Acaba
bir şey mi oldu diye merak ettim ve Ruijerd’e kaş göz yaptım, ama o da hiçbir
fikri yokmuş dercesine kafasını salladı.
En
azından onun hayatını kurtarması, şu son üç ay içerisinde gerçekleşen bir şey
değil.
‘Düşündüğüm
gibi, hatırlamıyorsun. Sonuçta otuz sene evvel yaşanmış olan bir olaydı.’
Bunu
dedikten sonra, Gisu, hikayesini anlatmaya başladı.
Tanışma,
ayrılma, kırılma ânı ve aşk sahneleri barındıran harika bir hikayeydi.
Harika
bir hikaye derken; yakışıklı bir adam bir yolculuğa çıkar, yüz tane kadından
‘Lütfen, ne olur gitme!’ dediklerini duyar, bir şeyin onu arkadan
çekiştirdiğini fark eder ve memleketine geri dönmek için yola koyulur, en
sonunda da yanında gizemli bir çıtır ile memleketine ulaşır… Gibi harika.
Çok
uzun bir hikaye olduğundan kısaca şöyle söyleyeyim; halen yeniyetme bir
maceracı iken, bir canavar tarafından saldırıya uğramış ve tam ölmek üzereyken
Ruijerd gelip onu kurtarmış.
‘Aslında,
otuz sene evvel yaşanmış olan bir şeymiş, bana borçlu hissetmene pek de gerek
yok.’
Supard
ırkı korkunçtur ama danna farklı.
Maymun
suratlı çaylak, bir yandan gülerken bunu dedi.
Ruijerd’in
ifadesiz yüzü de yumuşadı.
Sanıyorum
karma kelimesinin ne anlama geldiğini anlamış oldum.
Ne
güzel değil mi. Ruijerd-san.
‘Valla,
birazcık da olsa size katılmak istiyorum. Eski yoldaşlarmışız gibi, olur mu?’
Böylece,
maymun suratlı acemi Ölü Son’a katıldı…
Tamamen
katılmış değil.
Basitçe,
kendisini zorla aramıza sıkıştırdı, en azından bir sonraki şehre varana kadar.
Söylediğine
göre, dört kişilik bir parti oluşturmak uğursuzluk getirirmiş, başına hiçbir
iyi şey gelmezmiş.
Bu
palavraları bir kenara bırakalım.
Partimize
tamamen katılmayı falan düşünmüyor, bu yüzden bir süreliğine aramıza alsak sorun
olmaz.
Böylece,
yolculuğumuzda bize eşlik edenlerin sayısı bir kişi daha artmış oldu.
Kısım
4
At
arabasını yürütme işini tamamıyla küheylanımıza bıraktık ve sırf Yüce Orman’ın
içinden geçip gitmeye odaklandık.
Dümdüz
ilerleyen bir yolda gidiyoruz.
Bu
yol, ufkumuzun da ötesine geçip, Kutsal Milis Krallığı’nın başkentine kadar
uzanan bir yol.
Niye
böyle bir yol var ki diye düşündüm.
Etrafta
hiç mi yaratık olmaz.
Suyun
yolun üzerinden akıp gitmesi de şaşırtıcı derecede iyi.
Merakımı
ortaya döktüğümde, Gisu anlatmaya başladı.
Bu
yolu yapan kişi aynı zamanda Milis Kilisesi’nin, yani dünyanın en büyük
tarikatının da kurucusuymuş.
Aziz
Milis.
Aziz
Milis’in kılıcının tek bir hamlesinin bir sonucuymuş bu yol.
Dağların
ve ormanların dümdüz içinden geçmiş ve Büyülü Kıta’daki bir şeytan lordunu
falan kesmiş.
Bu
hikaye etrafta yayılmaya başladığı sırada da, bu yola “Kutsal Kılıç Anayolu”
ismini vermişler.
Böyle
olmasına imkan yok, diye düşünmek istiyorum ama yoldan yayılan Aziz Milis’in
büyü gücünü hissetmek halen mümkün.
Bunun
kanıtı da, halen tek bir yaratık ile bile karşı karşıya gelmemiş oluşumuz.
At
arabası da hiç çamurlanmadı.
Rüzgar
da iyi, tam pupa yelkenlik.
Bu
bir mucize olmalı.
Milis
Kilisesi’nin neden bu kadar çok güce sahip olduğunu anlayabiliyorum.
Yine
de, vücutta oluşturabileceği zararlı etkilerden de tırsmıyor değilim.
Büyü
gücü olarak tabir edien şey, bayağı kullanışlı bir şey.
Ancak,
hayvanların canavara dönüşmesine, iki çocuğun Merkez Kıta’dan Büyülü Kıta’ya
ışınlanmasına ve daha diğer bir sürü kötü şeylerin daha olmasına sebebiyet
veriyor.
Halen
daha bu kadar fazla büyü gücünün kalmış olması korkulacak bir durum…
Aman
neyse, canavarların saldırmaya gelmeyeceğini bildiğimizden dolayı, keyfimize
bakabiliriz.
Kısım
5
Yol
üzerinde, belirli aralıklarla işaretlenmiş olan kamp alanları mevcut.
O
yerlerin birinde kamp yapmak için hazırlıklara giriştik.
Ruijerd
ormana gitti ve işine ne geldiyse onu yakaladı, bunda bir sıkıntımız olmadı.
Bir
şeyler satmak için civar köylerden gelen hayvan ırkı sakinleri oldu ama almamızı
gerektirecek bir şey yoktu.
Yüce
Orman hakkında söylemeye bile gerek yoktur diye düşünüyorum ama inanılmaz bir
yeşillik bolluğu söz konusu.
Yolun
kenarında, baharat olarak kullanılabilecek tonla bitki var.
Zamanında
okumuş olduğum bitki ansiklopedisinden edindiğim bilgiler doğrultusunda, bu
bitkilerden toplamaya başladım.
Yine
de, aşçılık kabiliyetim o kadar da yüksek değil.
Geçtiğimiz
yıl boyunca yeteneğimi bayağı bir geliştirdiğimi söyleyecek olsam bile, “kötü”
anca “azıcık kötü”ye evrilebildi.
Yüce
Orman’daki yemeklik malzemelerin kalitesi, Büyülü Kıta’dakinden katbekat daha
iyi.
Ve
sırf canavarlar değil, normal hayvanlar da var.
Tavşanlar
ve domuzlar mesela, bildiğin normal hayvanlar.
Ve
bir de bu hayvanların etleri zaten kendi başlarına leziz ama işte tam da bu
yüzden tadı daha güzel olan etler yemek istiyorum.
Güzel
yemek yeme arayışı, her zaman açgözlülük ile peşinden gidilmesi gereken bir
iştir.
Bakışlarım
Gisu’ya gitti.
Adam
kamp yemekleri pişirmek konusunda uzman.
Getirdiğim
bitki ve böğürtlenleri alıp, onları -neredeyse bir simyacı gibi- etin tadını muazzam
derecede arttıracak baharatlara çevirmeyi başardı.
‘Söylemiştim
değil mi? Her şeyi yapabilirim.’
Sadece
böbürlenmiyordu, bu et cidden enfes.
Harika,
sarıl bana!
O
kadar enfes ki, neredeyse birdenbire ona sarılacaktım.
Az
daha böyle iğrençleşecektim.
Düşündüğüm
şeylerden dolayı kötü hissettim.
İkimiz
adına.
Kısım
6
‘Canım
sıkıldı.’
Biz
bir kez daha bugünün yemeğini hazırlamakla meşgul iken, Eris böyle mırıldandı.
Yemekte
kullanılacak malzemeler: Ruijerd tarafından.
Ateş
ve su: benim tarafımdan.
Yemeği
pişirmek: Gisu tarafından.
Böyle
mükemmel bir görev dağılımının karşısında, Eris’e yapılacak bir iş kalmıyordu.
Ona
kalan iş, en fazla, ateş için odun falan toplamaktı. İyi de ormanın
ortasındayız. Çabucak halledilebilen bir işti bu.
Bu
yüzden canı pek sıkılmıştı.
İlk
başlarda kılıcını kendi kendisine sallayıp dururdu.
Ghyslaine
ve ben onu eğitirken, aynı şeyleri tekrar tekrar yaptırdığımızdan, kılıcını
saatlerce sallayabilirdi.
Böyle
olsa bile, eğer bunu yapmanın ilginç bir şey olup olmadığını soracak olursanız,
cevabın ‘hayır’ olacağı aşikâr.
Şu
anda, Ruijerd avlanmakla, Gisu çorba pişirmekle ve ben de heykelcik yapmakla
meşgulüm.
Bu 1/10
oranındaki Ruijerd heykelciğini bitirmeme daha var.
Ancak,
iyi satmalı.
Değerini
arttıracak özellikleri mevcut.
Eğer
buna sahipsen Supard ırkı tarafından asla saldırıya uğramazsın, aksine, onlarla
iyi geçinirsin. Yani demek istediğim bunun gibi bir şey.
Bunu
bir kenara bırakırsak.
Eris
sıkıntıdan patlamak üzere.
‘Hey!
Gisu!’
‘Buyurun
hanımefendi, çorba henüz pişmedi?’
Çorbanın
tadını kontrol ederken dönüp baktı.
Eris
her zamanki gibi dayatmacı pozuyla orada dikiliyordu.
‘Bana
yemek pişirmesini öğret!’
‘İmkanı
yok.’
Sanki
hiçbir şey olmamış gibi çorbayı pişirmeye geri döndü.
Eris
de aval aval bakakaldı.
Ancak,
hızlıca kendisine geldi ve bağırdı.
‘Neden?!’
‘Çünkü
sana öğretmek istemiyorum.’
‘İyi
de, neden?!’
Gisu
derin bir nefes verdikten sonra.
‘Eee,
bilirsiniz değil mi, hanımefendi. Kılıç ustalarının dövüşmekten başka şeylere
kafalarını yormamaları gerekir. Yemek yapmaya çalışmanın bir manası yok. Yiyebildiğin
sürece gerisini boş ver.’
Diyene
bak.
Yiyebildiğin
sürece gerisini boşver, bu herifin seviyesini tarif eden bir laf değil.
Bu
adam kendi restoranını açabilecek bir seviyede.
Hani
yediğiniz anda ağzınızdan ışıklar saçtıracak kadar değil de, gene bir restoran
açacak olsa, bayağı tanınan bir yere dönüşürdü orası.
‘Ama,
eğer yemek pişirebilirsem… umm… bilirsin ya?"
Eris
bunu söylerken, gözleri bana gidip geliyordu.
Hayırdır
Erisciğim.
Ne
söylemeye çalışıyorsun.
Lütfen
çekinme, ne söylemek istiyorsan söyle.
‘Valla
hiç bilmiyorum.’
Gisu,
Eris’e karşı soğuk davranıyordu.
Neden
böyle yapıyor tam bilmiyorum ama bunları kaba bir biçimde söyledi.
Bana
ve Ruijerd’e karşı böyle değil, ama iş Eris’e geldiğinde, sanki onu kendisinden
uzak tutmak istiyormuşcasına söylemlerde bulunuyordu.
‘Kılıçlarla
alakalı bir kabiliyetiniz yok mu, hanımefendi? Yemek pişirmek gibi bir şeye
ihtiyacınız yok.’
‘Ama…’
‘Biliyor
musunuz, dövüşebilecek kabiliyete sahip olmak, mutluluk duyulması gereken bir
şey? Bu dünyada yaşayabilmek için gereken başka hiçbir şey yok. Yemek yapmasını
öğrenmek, yeteneğinizin körelmesinden başka bir işe yaramaz.’
Eris
yüzünü ekşitti ama Gisu’ya vurmaya falan başlamadı.
Bir
sebepten ötürü, Gisu’nun söylediklerinin garip bir ikna ediciliği vardı.
‘Gerçi
bu sadece bahanelerimin görünen yüzü.’
Gisu
başını ‘tamamdır’ dercesine salladıktan sonra çorbayı karıştırmayı bıraktı.
Ve
taştan kaselere doldurmaya başladı.
Bu
arada, bu kaseleri ben yaptım.
‘Biliyor
musun, birisine yemek pişirmeyi bir daha asla öğretmemeye karar verdim.’
Dediğine
göre, Gisu zamanında labirentleri temizleyen bir partinin üyesiymiş.
Altı
kişiden oluşan bir partiymiş, ondan başka herkes sadece tek bir işi yapmakta
iyilermiş. Diğer hepsi beceriksiz kimseler gibi duruyor, değil mi?
Gisu’nun
o zamanlar sürekli söylediği ‘Siz cidden başka bir şey yapmasını bilmiyor
musunuz lan.’ diye bir lafı bile varmış.
Yine
de, böylesine kıçı kırık bir parti olmalarına rağmen, görevlerini başarıyla
yerine getirebiliyorlarmış.
Ancak
günün birinde partideki kadınlardan birisi, Gisu’dan, ona yemek pişirmesini
öğretmesini istemiş.
‘Bir
erkeğin kalbine giden yol, midesinden geçer.’ sözü, görüldüğü üzere bu dünyada
da geçerli bir söz.
Gisu
da ‘Elden bir şey gelmez.’ demiş ve kadına yemek pişirmesini öğretmiş.
Yemek
pişirmesinden dolayı mı, yoksa başka bir şeyden dolayı mı, bilinmez.
Ama
sonuç olarak, o kadın partideki bir erkekle evlenmiş.
İkisi
partiden ayrılıp başka bir yere gitmişler.
Onca
şeyden sonra, eğer partinin iki önemli üyesi birdenbire ayrılacak olursa,
elbette ki partinin içi pürüzlü bir hal alacaktır.
Parti
kısa sürede kavga ve fikir ayrılıklarıyla dolup taşmış, aldıkları işleri doğru
düzgün yerine getirememeye başlamış ve hızlıca dağılmış.
Böyle
olmuş olsa bile, Gisu elinden her iş gelen bir adam.
Kılıç
ya da büyü ile alakalı bir yeteneği yok ama bunların dışında her şeyi
yapabilir.
Bu
yüzden, çabucak başka bir parti bulabileceğini düşünmüş.
Ama
sonuç tam bir hezimet.
Gisu
o zamanlarda, azıcık da olsa şanı olan bir maceracıymış.
Hal
böyleyken bile onu aralarına dahil etmek isteyen başka hiçbir parti yokmuş.
Gisu’nun
elinden her iş gelir.
Eğer
maceracıların yapabilidği bir şey ise, o da neredeyse her şeyi yapabilir.
Başka
bir deyişle, Gisu’nun yapabildiği her şeyi, diğer herkes de yapabilir.
Eğer
yüksek kademeli bir partiden söz edecek olursak, zaten genelde ikincil işler
bütün ekip üyeleri arasında dağıtılmış olur.
Gisu
farkına varmış.
O
partiden başka hiçbir partide yeri olmadığının farkına.
Beceriksiz
kimselerle dolu olduğundan dolayı orada kalabildiğine.
Ve
sonra, maceracılığı yarıda bırakmış.
Herhalde,
hayatını bir kumarbaz olarak yaşamaya karar vermiş.
‘İşte
bu yüzden, kadınlar yemek falan pişirmesin.’
Bu
bir uğursuzluk.
Diyerekten
üstüne ekledi.
Bana
soracak olursanız, Gisu'nun başına gelen bu uğursuzluğun pek de bir önemi yok.
Yemek
pişirmek gibi bir şeyi öğretecek olsan güzel olurdu.
Bu
çorba çok iyi ya.
Bu
çorbadan ağzıma tek bir kaşık girince bile, sanki beş tane sakız çiğnemiş gibi
hissediyorum.
Öyle
ki, şimdi neredeyse ben de bana yemek pişirmesini öğretmesini isteyeceğim.
Bu
yüzden, Eris’e yardım eli uzatmaya karar verdim.
‘Başına
gelen bu talihsizliği çok iyi anlıyorum çaylak, ama yemek pişirmesini öğrenen
kadın, işin sonunda mutlu oldu, değil mi?’
İşte
bu yüzden bize de öğret, diye bir düşünce içerisindeyim.
Ama
Gisu kafasını salladı.
‘Kadının
sonunda mutlu olup olmadığı falan bilmiyorum. O zamandan beri, onunla hiç
karşılaşmadım.’
Ama,
Gisu kendi kendisine gülüyordu.
‘Erkeğe
gelecek olursak, herhalde o mutludur, yada değildir…’
Bu
yüzden, bu bir uğursuzluk he.
Onu
böyle canı sıkkın bir şekilde gördükten sonra, bir şey diyemedim.
Güzel
olması gereken çorba da, lezzetini birazcık kaybetti.
Ruijerd, biraz acele edip gelir misin artık…
Kısım 7
Günlerden
bir gün.
Yolun
kenarında, kamp bölgesi olarak işaretlenmiş yerlerden birinde, taştan yapılma
garip bir anıt bulduk.
Boyu
dizimize geliyordu ve üstünde değişik bir arma oyuluydu.
Etrafında
yedi tane sembol bulunan bir harf.
Eğer
yanlış hatırlamıyorsam, ortasındaki harf Dövüş Tanrısı dilinde "yedi"
anlamına geliyordu.
Diğer
sembollere gelecek olursam, sanki onları da bir yerlerde görmüş gibi hissediyorum…
Yada sanki görmedim.
Gisu’ya
sorup öğrenmeye karar verdim.
‘Yav
çaylak, bu taş anıt da neyin nesi böyle?’
Gisu
anıta baktı ve ‘He o mu’ diyerek başını salladı.
‘Bu
[Yedi Dünya Gücü].’
Anladım,
yedi dünya gücü.
‘[Yedi
Dünya Gücü] mü, o ne oluyor?’
‘Bu
dünyadaki bilinen en güçlü yedi savaşçı anlamına geliyor.’
Anladığım
kadarıyla, ikinci büyük insan-şeytan savaşının sona erdiği sıralarda, Teknik
Tanrısı diye bilinen birisi gelip bunu yapmış.
Teknik
Tanrısı o zamanların en güçlü kişisiymiş.
Onun
karar verdiği, bu dünyadaki, en güçlü olan yedilinin isimleri.
Bu
anıtın da, sözde o yedi kişinin kimler olduğunu onaylamak için yapıldığı
varsayılıyor.
‘Yanlış
hatırlamıyorsam, o savaşı Danna daha iyi bilir. Danna!’
Gisu
ona seslendikten sonra, yanıbaşımızda Eris’in antremanını kontrol eden Ruijerd,
yürüyerek yanımıza geldi.
Eris
yere yığılıp kollarını ve bacaklarını olabildiğince uzattı ve ağır ağır
soluklanmaya başladı.
‘[Yedi
Dünya Gücü], hah, birazcık nostaljik.’
Ruijerd,
gözlerini kısarak taştan anıta bakıyordu.
‘Bunun
hakkında bir şeyler biliyor musun Ruijerd-san?’
‘Küçükken,
ben de [Yedi Dünya Gücü]’nden biri olması için eğitilen ve heveslendirilen
diğer sayısız çocuklardan birisiydim.’
Bunu
dediği sırada Ruijerd’in gözleri uzaklara gitti.
Epeyce
uzaklara.
Bayağı
bayağı uzaklara…
Tam
olarak ne kadar daha uzaklara gideceksin??
‘Bu
arma tam olarak nedir?’
‘Bunlar
her bir dünya gücünün kendi sembolleri. Şu an bile en güçlü yedi kişinin
isimlerini gösteriyor.’
Ruijerd
tek tek bu sembolleri parmağıyla işaret edip, bize isimlerini öğretti.
Şu
anki yedilinin isimleri:
Birinci
Sıra "Teknik Tanrısı",
İkinci
Sıra "Ejderha Tanrısı",
Üçüncü
Sıra "Dövüş Tanrısı",
Dördüncü
Sıra "Şeytan Tanrısı",
Beşinci
Sıra "Ölüm Tanrısı",
Altıncı
Sıra "Kılıç Tanrısı",
Yedinci
Sıra "Kuzey Tanrısı",
Sıralamaları
bu şekilde gibi duruyor.
‘Haaa.
Ama nasıl oldu da [Yedi Dünya Gücü]’nü daha önce hiç duymadım?’
‘Sonuçta
[Yedi Dünya Gücü] Laplace Seferi’ne kadar meşhur kalmış bir şey.’
‘Bunun
hakkında konuşmayı neden bıraktılar peki?’
‘Çünkü
Laplace seferi sırasında büyük değişimler meydana geldi ve onların yarısı kayboldu.’
Görünüşe
göre, Teknik Tanrısı dışında, o zamanın bütün dünya güçleri Laplace Seferine
katılmışlar.
Ancak,
içlerinden üçü ölmüş.
Birisi
de kayıp.
Ve
neticede, içlerinden birinin sonu da mühürlenmek olmuş.
Söylediğine
göre, tek parça halinde hayatta kalmayı başaran tek kişi, o zamanın Ejderha
Tanrısı.
[Laplace
Seferi] sonrasında, gücün zirvesinde olanlar (yani yine de en güçlü yediliden
bir tık daha güçsüz olanlar), yorulmak nedir bilmeden yüzlerce yıl çalışarak, en
sonunda en güçlü yedilinin arasındaki düşük sıralara yerleşebilmeyi başarmışlar.
Her halükarda, içlerindeki en iyisi bile, eski yediliden olanların üstüne toz
bile konduramaz. Böylelikle, unvan da anlamını yitirmiş...
Dahası,
şu anda, en güçlü dörtlünün başına ne geldiği bile meçhul.
Teknik
Tanrısı, Gaip.
Ejderha
Tanrısı, Gaip.
Dövüş
Tanrısı, Gaip.
Şeytan
Tanrısı (Laplace), Mühürlenmiş.
En
güçlüleri olarak bilinen yüksek sıradakiler, sıralamada gözüktükleri gibi,
etrafta gözükmüyorlar.
Bu
yüzden de, [Yedi Dünya Gücü] zaman içinde insanların hafızalarından silinmiş.
Falan
filen.
Bu
arada, Şeytan Tanrısı Laplace’ın sıralamadan çıkarılmamasının sebebi de
ölmeyip, sadece mühürlenmiş olması.
‘O
zamanlar, teknik tanrısını gören hiç mi kimse yokmuş?’
‘Pekala.
400 sene evvel bile, Teknik Tanrısı’nın gerçekte yaşayıp yaşamadığı bile
şüpheliydi.’
‘Evvela,
Teknik Tanrısı neden böyle bir sıralama oluşturmuş ki?’
‘Güya,
[beni yenebilecek birisini bulmak için] diyerekten bir söylenti var ama
ayrıntılarına vakıf değilim.’
Herhalde
çok derin düşüncelerle oluşturulmuş bir sıralama olsa gerek.
‘Bu
anıt oldukça eski duruyor; böyle olduğundan dolayı, acaba sıralama çoktan
değişmiş olabilir mi?’
Ben
böyle mırıldandıktan sonra, Gisu kafasını salladı.
‘Yok,
görünüşe göre büyü ile kendi kendiliğine değişebiliyor.’
‘Eh?
Öyle mi? Nasıl?’
‘Ne
bileyim ben.’
Anladım.
Taştan
anıtın üzerindeki harfler kendiliğinden değişiyor.
Acaba
tam olarak nasıl çalışıyor.
Bu
dünyadaki büyü hakkında halen anlayamadığım tonla şey var.
Eğer
büyü akademisine gidecek olursam, acaba bu tarz şeyler hakkında bir şeyler
öğrenebilir miyim?
Yine
de, [Yedi Dünya Gücü] he.
Bu
dünyada bu kadar çok hile açmış kimseler varken, onlarla aşık atabileceğimi hiç
zannetmiyorum.
Şey,
zaten bu dünyanın en güçlüsü olmak gibi bir hedefe sahip falan da değilim.
Açıkçası,
en güçlülerle muhatap olmamak en iyisi.
Kısım
8
Yüce
Orman’dan geçip çıkmamız tam bir ayımızı aldı.
Ancak,
sadece bir aycık.
Bir
ay içinde, Yüce Orman’ın tamamını geçmeyi başardık.
Yolumuz,
dümdüz ilerleyen, tek bir canavarın bile olmadığı bir yoldu.
Böylelikle,
kendimizi sadece hareket etmeye verebildik. Bu sebeplerden sadece birisi ama
atımızın performansı da bir hayli iyi idi.
Bu
dünyanın atları, yorulmak nedir bilmiyorlar.
Mola
vermeden bir günde on saat boyunca aralıksız koşabiliyorlar; üstelik, ertesi
gün bir gram yorgunluk bile hissetmeden.
Büyü
gücü falan mı kullanıyor bunlar diye merak etmedim değil.
Gerçekten
de, ormanı pürüzsüz bir biçimde geçtik.
Kazalardan
belalardan ne haber diye soracak olursanız, benim açımdan bir tek yolda
gitmekten basur oldum.
Tabii
ki de, kimseciklere söylemeden iyileştirme büyüsü kullanarak gizlice
iyileştirdim.
Antremanlar
açısından, Eris at arabasının üstünde dikilip duruyordu.
‘Yaptığın
tehlikeli’ ve ‘yapma’ falan dedim ama dikilmekle ilgili tehlikeli olan şey,
hissettiğin denge duygusu ile alakalıydı.
Ben
de denedim ama sonra ertesi gün bacaklarım durmadan titremişti.
Eris
gerçekten harika birisi.
Mavi
Ejderha Sıradağları’na giden bir vadi gördük.
Vadiye
giderken bir kasaba bulunuyordu.
Kasabadaki
hanları işletmekle sorumlu olanlar cüce ırkından kimseler.
Maceracılar
loncası burada bulunmuyor.
Yine
de demirci kasabası olarak şöhreti bulunan bir yer burası, silah ve zırh
dükkanlarının hepsi birbiriyle bağlantılı.
Burada
satılan kılıçlar sadece ucuz değil, aynı zamanda da kaliteli… Gisu bize böyle
söyledi.
Eris’in,
sanki her şeyi istiyormuş gibi bir yüz ifadesi vardı ama paramızı istediğimiz
gibi saçabilecek durumda değiliz.
Sonuçta,
Milis’ten Merkez Kıta’ya, yanımızda bir Supard ırkı ile geçebilmek bize bir
servete daha patlayacak.
Çarçur
edecek paramız yok.
Eris’in
şu an kullandığı kılıcı da hiç fena sayılmaz.
Gerçi,
ben bir erkeğim.
Bütün
bu yavuz kılıç ve zırhları sıralanmış bir şekilde görünce, kaç yaşında
olursanız olun, heyecanlanmamak elde değil.
Böyle
söylesem bile, sonuçta bunlar birisinin yaşını göstermesiyle alakalı şeyler.
Dükkana
bakan cüce gülerek ‘Onun sana uyacağını zannetmiyorum evlat.’ diye söyledi.
Böyle
görünmeme rağmen Kılıç Tanrısı stilinde orta seviyede olduğumu söyleyince, dayı
biraz şaşırdı.
Şey,
harcayabileceğimiz hiç paramız yok, bu yüzden de birazcık alay edilmiş olmakla
kaldım.
---
Gisu’nun
anlattığına bakılırsa, burası anayolun birçok kola ayrıldığı yer.
Eğer
dağı izleyip doğuya doğru gidecek olursanız, cücelerin olduğu büyük bir şehre
ulaşırmışsınız.
Kuzeydoğuya
doğru giderseniz, elflerin bölgesine ve kuzeybatıya doğru giderseniz de,
buçukluların (hobbit) bölgesi önünüze serilecek olurmuş.
Bu
kasabanın bir maceracılar loncasına sahip olmamasının sebebi, herhalde
bulunduğu yerle alakalı bir durumdur.
Bir
de, dağlara doğru gidecek olursanız, kaplıcalara ulaşırmışsınız.
Kaplıcalar.
Özel
ilgi alanım.
‘Kaplıca
nedir?’
‘Dağdan
gelen sıcak suyun biriktiği bir yer. Kaplıcada yıkanmak cidden iyi
hissettirir.’
‘Ohhh…
Kulağa ilginç geliyor. İyi de, bu ilk defa buraya gelişin değil mi Rudeus? Öyle
olduğunu nereden biliyorsun?’
‘E-
ee… Bir kitapta okudum.’
Acaba
bu kaplıcalardan [Dünyayı Geziyorum] seyahatnamesinde bahsediliyor muydu.
Yanlış
hatırlamıyorsam, sanki bahsedilmiyordu…
Ama
yine de, kaplıcalar he.
Harbiden
de çok severim.
Bu
dünyada hiç yukata falan yoktur ama…
Islak
saçlar, kiraz çiçeği rengine bürünen cildiniz, sıcak suyun içindeyken Eris’in
kendinden geçmesi…
Kaplıca
olarak bilinen şey işte tam da orada.
Yok
ya, herhalde kız-erkek karışık girilen bir yer yoktur.
Önceki
dünyamdan farklıdır, değil mi?
Gerçi,
onbinde bir ihtimalle karışık girilen bir yer olsa bile, acaba tam olarak nasıl
olurdu.
Bu,
ne olduğunu mutlaka öğrenmem gereken bir şey.
‘Yağmur
mevsiminin yeni bitmiş olmasından dolayı, dağların olduğu taraflar şu anda çok
kötü bir hal içinde olmalı, değil mi?’
Ben
tam bir ikilemde kalmışken, Gisu itiraz etti.
Dağlarda
yürümeye alışık olmayan birilerinin oraya gitmeye kalkması çok fazla vakit alır
gibi.
Bu
yüzden, kaplıcalara gitme işinden vazgeçmemiz gerekiyor.
Tüh.
Kısım
9
Kutsal
Kılıç Anayolu, Mavi Ejderha Sıradağları’nın içine girdi.
Aynı
anda sadece iki at arabasının geçebileceği kadar genişliği olan bir yol.
Dağı
ikiye bölen.
Vadinin
en dibinde.
Yine
de, belki de Milis’in kutsal koruması yüzünden olsa gerek, kaya kayması gibi
bir olay hiç yaşanmamış.
Eğer
bu yol hiç olmasaydı, kuzeye geçebilmek için çok büyük bir sapma yapmaktan
başka çareniz kalmazdı.
Dağlarda
neredeyse hiç mavi ejderhalardan olmamasına rağmen, bir sürü başka canavar
vardı, yani yine de dağın üzerinden geçmeye kalkmak gene de çok tehlikeli
olurdu.
Böyle
bir yerde, tek bir canavarın bile karşınıza çıkmayacağı bir kestirmenin
bulunuyor olması.
Aziz
Milis’e böylesine tapılıyor olmasını çok iyi anlıyorum.
Üç
günün sonunda, vadiyi geçebildik.
---
Bu
şekilde Yüce Orman’dan ayrılıp, insanların bölgesine geçmiş olduk.