17.02.2021

Dorudia Köyünde Sakin Yaşam Sahne 1

resim
Çevirmen: AllahDiyenKirpi

Kısım 1

Hapishaneden çıkınca bir de baktım, dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor.

Yağmur mevsimi gelmiş.

Sonraki üç ay boyunca durmaksızın yağmur yağması tahmin ediliyor.

Sel, her yeri alıp götürecek ve bu durumda da seyahat etmek imkansızlaşacak.

İşte tam da bu sebepten dolayı, Yüce Orman’nın sakinleri, ağaçların üstünde yaşıyorlardı.

Kısım 2

Anladığım kadarıyla, bu seferki kaçırma olayı birazcık özel bir durummuş.

Kaçakçılık çetesinin hazırladığı, geniş çaplı bir plan.

Öyle ki, Dorudia’nın Muhafızı, Kutsal Hayvan’ı bile yakalayıp kaçırdıkdıkları bir plan.

Neden onu kaçırmaya çalıştılar bilmiyorum.

Ancak, Kutsal Hayvan özel bir canlı olarak kabul edilen bir varlık, bu yüzden de onu ele geçirmek isteyen kimseler mevcut.

Tabii ki, normalde bunu yapabilmek oldukça zor.

Kaçırmayı başarsan bile, koku alma yetenekleri iyi olan savaşçılar, onu kurtarmak için çabucak gelirlerdi.

Bu yüzden, kaçakçılık çetesi yağmur mevsiminin başlayacağı zamanı hedeflemiş.

Yağmur mevsimi tam üç ay sürecek.

Hal böyle iken, elbette bütün ahali yağmura hazırlık yapmakla meşgul olacak.

Köylerdeki bütün savaşçıların da elleri dolu olacak.

Ayrıca, yağmur mevsiminde iken, gemiyle açılmak da mümkün değil.

Başka bir deyişle, eğer Kutsal Hayvan’ı tam da yağmur mevsimi başlamadan önce yakalayıp da Büyülü Kıta’ya götürebilirsen, savaşçılar da sana zamanında yetişemez ve sen de çoktan tüymüş olursun.

Elbette, hayvan ırkı, böyle bir şeyin olma ihtimaline karşı tetikteydi.

Yetişkinlerin hepsi, bu hazırlık sürecinde dışarıya gitmemeleri konusunda çocuklarını uyarmışlardı.

Söylemeye gerek yok ama, aynı şeyi korunmakta olan Kutsal Hayvan’a da demişlerdi.

Bu yüzden, kaçakçılık çetesi planlarını bir adım daha öteye taşımak durumunda kalmış.

Önce, etrafta ne kadar insan kaçakçısı varsa hepsini tuttular ve doğru zamanın gelmesini beklediler.

Zamanı geldiğinde ise, hepsi aynı anda çocukları kaçırmaya başladı.

Savaşçılar panik halindeydi.

Bu yıl kaçırılma vakaları pek az oldu diye düşünüp tam da rahatlamışken, civar köylerindeki çocuklar, birden bire kaçırılmaya başlandı.

Bir de üstüne, kaçakçıların köylere saldırmak için tuttukları silahlı birlikler de mevcuttu.

Ama bu sefer, Dorudia köyüne yapılan bir saldırı yoktu.

Dorudia köyündeki savaşçılar aldıkları yardım çağrıları üzerine gruplara ayrıldılar ve diğer köyleri korumaya gittiler.

Dorudia köyündeki korumaların sayısı azaldığı zaman, kaçakçılık çetesi seçkin birlikleri ile, asıl buraya saldırdı.

Sadece Kutsal Hayvan’ı kaçırmakla kalmayıp, köy ağasının torununu da kaçırmayı başardılar.

Her yerde olay çıkart, sonra da ana hedefe saldır, harika bir plan.

Silahlı birliklerin saldırması.

Çocukların kaçırılması.

Ve de Kutsal Hayvan’ın kaçırılması.

Böyle olduğundan dolayı, hayvan ırkındaki savaşçılar ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar, her yeri korumaya yetecek kadar güçleri bulunmayacaktı.

İlkten, Gyes ve Gustav, çocukları kurtarmaktan vazgeçtiler.

Savaşçıları topladılar ve köyü korumak için savunma hatları oluşturdular, sonra da kendi başlarına Kutsal Hayvan’ı aramak üzere köyden ayrıldılar.

Bu demektir ki, Kutsal Hayvan bu köy için işte bu denli önemli bir varlık.

Kutsal Hayvan’ı kaçırmak ve gemiye almak, bunu yapmak iki gün bile sürmeyecekti.

Kaçakçıların mallarını sakladıkları mekânı bulmaları, şanslarıının bir ürünüydü.

Kanın kokusu ve yükselen ateşin yaydığı ışık.

Bu iki etken, mekânı bulmaları konusundaki kilit noktaydı.

Sayemizde yani.

Yine de merak ediyorum, neden Kutsal Hayvan’ı Ruijerd’in olduğu yere götürmüşlerdi ki?

Aslında… büyük çaplı bir operasyona giriştiklerinden dolayı, bir iki hata yapmış olmaları muhtemel.

Yoksa Ruijerd’in kelepçelerinden kurtulup katliam yapabilme olasılığını hesaba katarlardı.

Peki madem, buradan sonrası benimle ilgili değil.

Beni bir hafta boyunca boşlayıp ne yapıyorlardı ki?

Anlattıklarına göre, Ruijerd kaçakçılara karşı bayağı bir bilenmiş.

Ayrılmak üzere olan gemiye saldırmayı teklif etmiş.

Kaçakçıların, hayvan ırkının burunlarından kendilerini gizleyebildikleri bir yöntemleri olduğundan dolayı, çocukların hangi gemide olduklarını bilmiyorlarmış.

Gustav’ın dediğine göre, niyetlerinin ne olduğunu öğrendikten sonra, ona uygun olarak cevabını vermişler.

Eris’e gelecek olursak, o da bu planda yer almış, çocuklar için bir koruma olarak.

Tabii ki de yüzünü kaplayan sırıtış ile.

Greyrat’ların kanından dolayı olsa gerek.

Elbette, Ruijerd ve diğerlerinin saldırısı başarılı olmuş.

Trajik bir biçimde, çetenin gemisini keşfetmişler ve bütün çete mensuplarını ya öldürmüşler ya da yakalamışlar.

Kaçırılan çocuklar birer birer gemiden çıkartılmış.

Aşağı yukarı elli tane falan çocuk varmış.

En sonunda, çocuklar kurtarılmış. Mutlu son.

Aslında pek de böyle olmamış.

Yağmur mevsimi başlamadan önce, Aziz Limanı’ndan ayrılacak olan son gemiye saldırmaları üzerine, yetkililer olay yerine gelmiş.

Tabii ki Gustav ve Gyes onlara karşı çıkmış.

Yüce Orman’daki liderler ile Kutsal Milis Krallığı arasında, kölelik yasaklanmış.

Onlar sadece bunun olmasını engellemeye çalıştıklarından dolayı, bunun için suçlanmaları garip olurdu.

Aziz Limanı görevlileri, yaptıkları şeyi öğrenince, şaşkına dönmüş.

Önceden haber verilmiş olsaydı, birazcık daha iyi olurdu tabii.

Ancak, yapılan saldırı, ayrılmak üzere olan bir gemiyi yakalamak içindi.

Açıklama yapacak vakitleri yoktu.

Ayrıca orada elli küsür çocuk vardı.

Elli tane çocuk.

Beş ya da on tane falan değil.

Her köyden, kaçırılan bir-iki tane çocuk vardı.

Aziz Limanı’ndakiler, bütün bu olanlardan bihaberdi.

Üstüne üstlük bunca zamandır, görevliler rüşvet alıp, kafalarını başka tarafa çevirmişler.

Bu, orman ile krallık arasında yapılan antlaşmanın ihlali demek oluyor.

Eğer işler bu şekilde bırakılsaydı, Hayvan Irkı ile Kutsal Milis Krallığı arasında büyük bir çatlak meydana gelecekti.

En kötü ihtimalle savaş çıkardı.

Ve hatta, tartışmalar bu seviyeye kadar yükselmişti bile.

Ama en sonunda, Aziz Limanı tarafı geri adım attı.

Hayvan ırkına ithafen, hatrı sayılır ölçüde bir tazminat ödenmiş.

Yapılan bu görüşmeler ve kaçırılan çocukların ailelerine geri götürülmeleri, bir hafta falan sürmüş.

Bu yüzden koca bir hafta boyunca beni boşladılar.

Madem öyle, yapacak bir şey yok.

Aksine, böylesine önemli bir meseleyi bir hafta içinde halledebildikleri için sevindim.

Gerçi, bilirsiniz ya…

Hayvan ırkındakiler sevince boğulmuşlardı ve Ruijerd’e minnettardılar.

Eris, yüzünde bir gülümseme ile, hayvan ırkından çocuklarla birlikteydi.

Bense, hapishanede, maymun suratlı bir adamla, “özgür” bir yaşamın nasıl olduğunu deneyimliyordum.

Bu kabul edebileceğim bir durum değil.

Doğrusu, bu arada birini yollayıp beni mapustan kurtarabilirlerdi.

Kısım 3

Açık bir şekilde hoşnut değildim ve Gyes özür diledi.

‘Gerçekten çok üzgünüm, ne olur affet.’

Yaptığı şey, yere kapanmanın hayvan ırkı şekliydi.

Yüzü yukarı dönük bir biçimdeyken karnını gösteriyordu.

Önce benimle dalga geçtiğini falan düşündüm.

Karnını gösteriyor olsa bile, Gyes’in sesi üzgündü.

Hem kızını hem de Kutsal Hayvan-sama’yı esaretten kurtaran birisini soyup soğana çevirip, bir de üstüne, üzerine soğuk su döktürmek gibi bir şey yapacak olmayı, hayal dahi edemezdi.

Ve bir de, arada, onu unutup elindeki meselelere odaklanması da var, ne yaparsa yapsın, bu affedilebilir bir şey değil.

Kellesini sunmaktan başka seçenek yok.

Böyle söylediler.

Ancak, Gyes, benden gardiyanı affetmemi istedi.

O sadece ona söylenen işi yapıyordu.

Yağmur mevsimi bittikten sonra evleneceğinden dolayı, normal cezalandırmak uygun iken, onu aşağılayacak bir ceza vermemi istemiyor.

Eğer öyle bir şey olacak olursa, sonradan aramızda kötü niyet oluşabileceğinden dolayı.

Böyle söyledi.

Açıkçası, böyle demesine darıldım.

Herkesin içerisinde özür dilerken, söylediklerinde bu kadar ileriye giderek, bana sıkıntı çıkarmaktan başka bir şey yapmamış oluyorsun.

Eğer bir de, sımsıkı duran baklavalarını böyle gözümünün içine sokup durursan, üstüne kıskançlık hissetmeme de neden olursun.

Onu bunu geç de… acaba bu gardiyan Onee-san ile ne yapsam ki… ya da... neyse boşver.

‘Her şey bir yanlış anlaşılma üzerine başladı. Gerçi benim için çok da önemli değil.’

Şu an affedici olmanın zamanı. Rudeus D. Buda.

Hem One Piece göndermesi hem de “the” ile yapılan bir kelime oyunu. the -> D, yani Rudeus the buddha demek istiyor.

Ne de olsa ben bir yetişkinim.

Büyüklük bende kalsın.

Aynen.

Hatalı olanlar kaçakçılık çetesiydi.

Ve o çetenin de kökü zaten çoktan kazındı.

Bu bir mutlu son.

Siz de acı çektiniz, ben de acı çektim.

Sonuç olarak, sıkıntı yok.

Bundan öte diyeceğim bir laf.

Mapus hayatı da bir bakıma eğlenceliydi zaten.

Yiyecekler güzeldi ve Gisu da oradaydı.

Benden sorumlu olan Onee-san da güzel bir kadındı.

‘Ben, bu köyün ağası olarak, gösterdiğin bu hoşgörü için ayrıca minnettarım.’

Cevabımı duyduktan sonra, Gustav denilen bu yaşlı savaşçı, kibirli bir biçimde böyle söyledi.

Gyes tamam da, senin de özür dilemen gerekmez miydi?

Yakalandığım zaman orada olup, emirleri veren sendin ama, değil mi?

Neyse, sorun değil.

Yaşlı birisinin bana karnını göstermesini istemiyorum.

Onun yerine gardiyan Onee-san’ın öyle yaptığını görmek isterdim.

Ruijerd kaşlarını çattı.

‘Aslında ben de özür dilesem iyi olur, değil mi?’

‘Hayır, o kadar da önemli değil Ruijerd-san.’

‘Böylesi iyi mi? Gerçi böyle olması biraz da benim suçum ama?’

‘Bütün hafta sen de elinden geleni yaptın sonuçta, değil mi Ruijerd-san?’

Hayvan ırkı, Ruijerd’i bağrına bastı.

Görünüşe göre Gustav ve Gyes de, Ruijerd’in Supard ırkından olduğunu zaten anlamıştı.

Supard ırkıyla ilgili genel olarak ne çeşit duygular içerisindedirler bilemem.

Ama en azından şimdilik, Ruijerd onlar için onların çocuklarını kurtarmış olan bir kahraman.

Sabırlı davrandım ve Ruijerd’e karşı olan tutum birazcık iyileşti.

Öyleyse, güzel sonuçlar elde ettik demektir.

Nasıl bir sürecin takip edildiği bir yana, istenilen sonuç elde edildiği sürece benim bir şikayetim yok.

‘Hmph!!’

‘Gah!’

Ben bunları düşünedururken, Eris öne çıktı ve Gyes’in karnına tekmeyi gömdü.

Sonra da ‘Suyun korumasını istediği yere bahşeden (Aqua-sama), kristal berraklığındaki akıntıların buraya gelmesine izin ver, [Su Topu].’

Savunmasız yakalanan Gyes’i su mermisi ile acımasızca vurdu.

Çevredekiler şaşkına döndü.

Eris her zamanki duruşuna geçti ve yüksek bir sesle konuştu.

‘Artık ödeştik!’

Tam da Eris’ten beklenileceği gibi.

Kısım 4

Şu anda Gustav’ın evindeyiz.

Bir ağacın tepesine inşaa edilmiş, köydeki en büyük ev.

Odundan yapılma ve tam üç katlı.

‘Eğer deprem falan olursa dayanabilir mi ki’ diye düşünüyorum ama yetişkinler koşuştururken bile birazcık dahi sallantı hissetmedim.

Buradakiler Dedorudia ırkından.

Gustav da bu ırkın lideri.

Ve onun oğlu olan Gyes de, köydeki savaşçıların lideri.

Kaçakçıların elinden kurtardığım kişilerden biri, Gyes’in ikinci kızı olan Minitona imiş.

En büyük kız olan Linia ise, şu an başka bir ülkede öğrenciymiş.

Ve ayrıca, kurtardıklarımızın arasında Adorudia ırkından olan bir kız da varmış.

Adorudia ırkının liderinin ikinci kızı, Terusena.

Memeleri büyük olan, köpek kulaklı bir kız.

Onu Adorudia köyüne geri götürmekle alakalı bazı planlar yapılmış, ama yağmur yağmaya başladığından dolayı vazgeçilmiş ve görünüşe göre Terusena üç ay kadar burada kalacak gibi.

Bu arada, hayvan ırkından olanların arasında bile, Dedorudia kanını taşıyan köleler, belirli bir ülkenin soylularına normalden daha yüksek fiyatlara satılabilirmiş.

Özellikle de kolayca eğitilebilen çocuklar revaçtaymış.

Belirli bir ülkenin soyluları…

Sanki bu hikayeyi bir yerlerde duymuştum!

‘Asura Krallığı’nın soyluları, böyle şeylere nasıl kayıtsız kalabilirler!’

Erisciğim.

Neden seninle alakasız bir şeymiş gibi konuşuyorsun!

Muhtemelen bu durumun böyle olması, başından beri, soyadları fare gibi bir hayvanı çağrıştıran birileri yüzünden falandır.

Eris’in evindeyken, uşaklardan ya da hizmetçilerden bu konuyla alakalı bir şey duymadım ama aslında o kişilerin de böyle kaçırılmış olmaları yüksek ihtimal.

Sauros iyi biri ama onun bakış açısı birazcık farklı.

Evet, şimdilik en iyisi bir şey dememek.

Hiçbir şey söylememek bile, gereksiz konuşmaktan iyidir.

Böyle düşünürken Eris birden bir şey hatırladı ve parmağındaki yüzüğü gösterdi.

‘Aklıma gelmişken, Ghyslaine’i tanıyor musunuz? Bu yüzük ona ait.’

Beast God dilinde konuşamıyordu.

Bu yüzden insan dilinde soruyordu.

Bizden başka insan dilini bilenler, sadece Gustav ve Gyes.

‘Ghyslaine mi?’

Gyes’in yüzü kederli bir hal aldı.

‘Halen hayatta mı?’

‘He?’

Tiksinti dolu bir ses tonuyla söyledi.

Sanki birazdan kusacakmış gibi.

Sonra da dedi ki.

‘ O, ailemizin yüzkarası.’

Bu sözler, Gyes’in Ghyslaine’e vuracağı darbelerin sadece başlangıcıydı.

İnsan dilinde söyledi ki, Eris de anlayabilsin.

Sonra da onun ne kadar da başarısız, ne kadar da terbiyesiz bir kız kardeş olduğundan falan bahsetmeye başladı. Duygulardan yoksun bir sesle.

Ghyslaine, daha önce hayatımı kurtardığından dolayı, dediklerini dinlemeye dayanamadım.

Görünüşe göre, eskiden burada yaşarken kötü denilebilecek bazı şeyler yapmış.

Ancak, bunlar daha o bir çocukken olan şeyler.

Benim tanıdığım Ghyslaine, her şeyini ortaya koyan hödüğün biri.

Her şeyi dikkatlice yapan ve işine gönlünü veren birisi.

Hakkında böyle konuşulmayı hakedecek birisi değil.

Saygı duyduğum bir kılıç antrenörü, ve ayrıca, övünebileceğim bir büyü öğrencisi.

Bu yüzden, öyle ya da böyle…

Sussan iyi edersin.

‘O tuttuğun yüzük, pervasızca davrandıktan sonra annemizden zorla aldığı bir şey, barındırdığı pek bir anlamı yok. Tek bildiği bir şeyleri kırmak olan, salağın tekiydi Ghyslaine.’

‘Hasi--‘

"Kes sesini be! Sen Ghyslaine hakkında ne bilirsin ki!"

Sözümü bitiremeden, Eris oldukça yüksek bir sesle bağırmaya başladı.

Öyle yüksek bir sesti ki, ev yıkılacak sandım. Dedorudialıların yüzleri ekşimişti.

İnsan dilini anlayanlar, sadece Gustav ve Gyes idi.

Eris’in birden bire bağırmaya başladığını gören diğerleri, ne olduğu anlayamamışlardı.

Eris şimdi saldıracak diye düşündüm.

Ancak Eris’in yüzü sinir ve utançla karışırık bir haldeydi ve gözleri dolmaya başlamıştı, öfkeden titriyordu ama saldırmak için harekete geçmedi.

Ghyslaine benim hocam! O benim en çok saygı duyduğum kişi!

Biliyorum.

Ghyslaine ve Eris’in ne kadar da birbirlerine yakın olduklarını.

O, Eris’in en çok güvendiği kişi.

Benden çok daha fazla.

Ghyslaine harika birisidir! Hem de aşırı derecede harikadır! Eğer yardıma ihtiyacım olursa, hemen beni kurtarmaya gelir! Aşırı derecede hızlıdır! Ve aşırı derecede de güçlü!

Eris, aklına gelen herşeyi bağırarak söylemeye başladı.

Ne dediğini anlayamasalar bile, o acı acı çıkan sesi yüzünden, neden böyle olduğunu anlamışlardı.

En azından, benim demek istediğim her şeyi söyledi.

‘Ghyslaine… *hık*… hakkında… öyle bir şey… söyleme… *hık*…’

Yaşlar gözlerinden oluk oluk akarken, Eris ona vurmamak için elinden geldiğince kendini tuttu.

Aynen, Gyes’e böyle bir zamanda vurmamalısın.

Bu köyde ondan nefret edilmesinin sebebi, davranışlarının şiddete meyilli olmasından dolayı.

O, zaten hep istediği gibi sert davranan birisi.

Eğer Eris ona vurmuş olsaydı, Gyes’in dediklerini haklı çıkarmış olacaktı.

Kendisinin de onun söylediği gibi birisi olduğunu kanıtlamış olacaktı.

Gyes, bunun üzerine, ne diyeceğini bilemedi.

‘Yok, ama… Ghyslaine’e saygı gösteriyor… olamazsın… Nasıl olur?’

Bunu gördükten sonra öfkemi yatıştırdım.

‘Herhalde bu konu hakkında konuşmayı bırakmalıyız.’

Eris’i kollarıma alırken bu teklifi sundum.

Böyle dediğim zaman, Eris, sanki duyduğu şeye inanamıyormuş gibi bana baktı.

‘Neden? Rudeus… Yoksa sen de mi Ghyslaine’den nefret ediyorsun?’

 ‘Tabii ki Ghyslaine’i ben de seviyorum.’

Ama…

‘Bizim tanıdığımız Ghyslaine ile onların tanıdığı Ghyslaine, aynı isimdeki farklı kişiler.’

Bunu dedikten sonra Gyes’e döndüm.

Eğer şimdiki Ghyslaine ile tanışacak olsaydı, o bile onun hakkındaki düşüncelerini değiştirebilirdi.

Zaman geçtikçe insanlar değişir.

Bunu söyleyen bensem, kesin doğrudur.

Eris bu söylediğimi kabullenemedi.

Ancak, sözünde diretmeyi de bıraktı.

‘Yok yav… Ghyslaine gerçekten de böyle saygı duyulası birisine mi dönüştü?’

‘En azından, o benim saygı duyduğum birisi.’

Böyle dedikten sonra, Gyes düşüncelere dalar.

Aslında, hikayesini dinledikten sonra düşünüyorum da, belki de aralarında birsürü kötü şey yaşanmıştır.

Bu yaşadıklarından dolayı, onun asla affedilemez olduğunu falan düşünmüştür.

Husumet bulunan kişilerin ilişkileri farklı olur, düzeltilmesi zordur.

Özellikle da, kan bağının olduğu birisiyle aranda husumet var ise, düzeltmek çok daha zordur.

Ne kadar yıl geçse de, asla affedemeyeceğini düşündüğün şeyler vardır.

‘Eğer anladıysan, özür dileyecek misin?’

‘Üzgünüm.’

Ortam ne kadar da hassas bir hal aldı.

Yine de… Ghyslaine ha…

Geçtiğimiz bu yıl boyunca tamamen aklımdan çıkmıştı ama o da bu ışınlanmanın içine çekilmiş olsa gerek.

Kim bilir şu an nasıldır.

Bahsettiğimiz kişi o ise, Eris ile beni aramak üzere yollara düştüğünü hayal edebiliyorum...

Aziz Limanı’nda iken bilgi toplayamadığıma pişman oldum.

Kısım 5

Bir hafta geçti.

Yağmur yağıyor, seller akıyor.

Köydeki boş olan evlerden birine yerleşip, yaşamaya başladık.

Genel olarak, Yüce Orman’ın kahramanları olduğumuzdan dolayı, hiçbir şey yapmasak bile, yine de bize yiyecek veriyorlardı.

Yaşamımız pek de iyi değil. Çok iç karartıcı.

Aşağıda gerçekleşen büyük bir sel var ve bu çok korkunç durum, hatta bir ara köyden bir çocuk aşağı düştü.

Büyü kullanarak onu kurtarmayı başarmıştım ve çocuk minnettar kalmıştı.

Büyümü kullanarak bulutları dağıtabilirim diye düşündüm ama sonradan vazgeçtim.

Roxy de söylemişti zaten, gereksiz bir biçimde kontrol etmek iyi bir fikir değil.

Eğer bu yağmuru zorla kesecek olursam, Yüce Orman bundan kötü bir şekilde etkilenebilir.

Aramızda kalsın, aslında yağmuru durdurup gideceğiniz bir sonraki yere bir an evvel varmak istiyorum, ama…

Peki madem, üç ay içinde kendiliğinden duracak zaten, o zamana kadar dayanmaya çalışayım.

Kısım 6

Yağmur yağarken köyde gezinmeye başladım.

Burası bir köydü sonuçta, yani silah olsun, bir takım aletler olsun, bunları satan bir dükkan veya kalınabilecek bir han mevcut değildi.

Köy, temel olarak hanelerden, depolardan ve köy korucularının karakolundan oluşuyordu.

Bunların hepsini ağaçların üstüne inşaa etmişler.

Köyün tasarımı üç boyutlu ve oldukça ilginç bir yapıda.

Sırf etrafta boş boş yürümek bile kalbinin küt küt atması için yeterli.

Köyün biraz gezdikten sonra, giriş yapılmasına izin verilmeyen bir yer olduğunu görüyorum.

Anladığım kadarıyla, oradan gidildiğinde varılacak yer, bu köy için önemli bir yer olmadı.

Tabii ki de, ayakkabılarım ayağımda iken öyle bir yere adım atmak gibi bir niyetim yok.

O vakit, alt ve üst köprülerin kesiştiği bir yer buldum.

Tam da ‘Acaba yukarıdan bir kadın geçer mi ki’ diye düşünürken, Gisu’yu gördüm.

‘Hop, kouhai, cezan çoktan bitti demek?’

Ona seslendikten sonra, Gisu mutlu bir yüz ifadesi ile bana el salladı.

‘Evet. Bir daha öyle bir şey yapmamam gerektiğini söylediler. Ne kadar da aptallar değil mi? Çoktan tekrardan yapmaya karar verdim bile’

‘Gardiyan hanım! Buradaki adam anlaşılan dersini almamış!!’

‘Lan bekle bir dakika bekle. Dur yapma. Şu anda kaçamam çünkü yağmur mevsimindeyiz.’

Şu anda yağmur mevsimindeyiz.

Durum böyle olmasına rağmen, bu adam gene aynı haltı yiyecek.

Gerçekten, iflah olmaz birisi.

‘Ah bir saniye lütfen… Sana yeleğini geri vereyim.’

‘Sana saygılı bir şekilde konuşmayı bırak demedim mi? Hem yelek de sende kalsın.’

‘Emin misin?’

‘Bu mevsimdeyken hava soğuk olur.’

Ancak, kötü biri değil.

Bu işime gelen, sıcak his bana Paul’u hatırlattı.

Paul.

Acaba hali vakti yerinde midir?

Kısım 7

İki hafta geçti.

Yağmur halen durmadı.

Dedorudia ırkının gizli bir büyü tekniğine sahip olduklarını öğrendim.

Düşmanın yerini bulmak veya dengesini dağıtmak üzere, özel bir tür ses çıkarttığın bir çeşit uluma, bu tarz bir büyü.

Dediğine göre, Gyes’in kullandığı ve beni felç eden uluma da bu çeşit bir büyü.

Anladığım kadarıyla, “ses” ile alakalı bir büyü bu.

Böyle olunca da, elbette ki Gustav’dan bana öğretmesini istedim.

İsteğimi hemen kabul etmesi çok hoş bir davranıştı.

Birkaç defa nasıl yapıldığını gösterdi, ben de onu taklit etmeye çalıştım.

Ama pek de beceremedim.

Eğer Dedorudia ırkına özgü özel ses tellerine sahip değilsen, bu yapabileceğin bir şey değil gibi.

Böyle falandır diye aklıma geldi.

Muhtemelen, ırklara özgü olan büyülerin büyük bir kısmını kullanamayacağımı söylemek, pek de abartı sayılmaz.

Gerçi hayvan ırkındakiler insan ırkının büyülerini kullanabiliyorlar, hani nerde adalet.

Temel mantığını anladım, sesine büyü gücü ekleyerek yapıyorsun, birkaç defa denedim ama oluşturduğum etkiler pek de güçlü değildi.

Yapabileceğim en fazla, düşmanları bir an için şaşırtmak olurdu.

Çok da işe yarayacak bir şey değil.

Bu arada, söz kullanmadan büyü yapabildiğimi gösterdiğimde, Gustav bir hayli şaşırdı.

‘Büyü okulları artık bu tarz şeyler mi öğretiyor?’

‘Öğretmenim beni iyi eğittiği için böyle.’

Hiçbir sebep yokken, topu Roxy’ye attım.

‘Hooo… Şu öğretmenin nereli peki?’

‘Büyülü Kıta’nın Biegoya bölgesinde yaşayan, Migurd ırkından bir kız. Böyle büyü yapmasını… herhalde büyü okulundan falan öğrenmiş olmalı.’

İllaki büyü okuluna gitmek istediğimi söylediğim zaman, Gustav ‘Hoo, zaten bu kadarını yapabiliyorsun ve halen daha da fazlası için didiniyorsun’ diyerek beni takdir etti.

Kendimi iyi hissettirdi.

Kısım 8

Bir ay geçti.

Canavarlar köye dadandı.

Su örümceğine benzeyen bir böcek yaratık, suyun üstünde belirdi ve birden saldırıya geçti, bir de ağaca tırmanan su yılanını andıran bir yaratık da vardı.

Tabii köyün savaşçıları bizi korudu.

İkisinden elde edilen malzemeler oldukça kâr getirecek gibi.

Ancak görülüyor ki, hayvan ırkının gurur duyduğu koku alma ve sonar işlevi gören çıkarttıkları sesler, bu yağmurlu havada pek de işe yaramıyor gibi.

Yaratıklar, nöbetteki korumaları atlatarak köyün ortasına kadar gelmişler.

Kertenkelevari bir yaratığın gözlerimizin önünde bir çocuğu bir anda yuttuğunu gördüğümüzde, Eris ile birlikte köyü turluyorduk.

Bir toprak mermi ile kertenkeleyi hemencecik vurup, onu hakkın rahmetine kavuşturdum.

Bu çok yakındı.

Çocuk sevimli bir şekilde kuyruğunu salladı ve teşekkür etti.

Eris bunu görünce, burnundan ağır ağır solumaya başladı.

O heyecanla, ben de Eris’in kıçını okşadım ve Eris normale döndü.

Çocuk bunları sırıtarak izledi.

İşler tehlikeli olmaya başladı.

Artık, bizim hayatımız da tehlikede.

Bunu durumu Ruijerd’e açıkladım ve yüzü karardı.

Çocuklar tehlikede iken o burada zaman geçiremezdi.

Durum böyle olsa bile, köyün korumaları onlara yardım etmemize karşıydılar.

‘Bu köyün savaşçıları için, köydekileri korumak bir gurur meselesidir.’

Sözde böyle bir şey.

Köyü korumak, köyün savaşçılarının görevi.

Köyün dışından gelen savaşçılardan asla yardım istemezler ve onlara yardım etmene de izin vermezler.

Bu bildiğin Ruijerd kafası.

Hiç anlayamıyorum.

‘Çocukların güvenliğinin böyle bir şeyden daha önemli olması gerekmez mi?’

Böyle söylememin üzerine Ruijerd birkaç saniye düşündü ve bu konu hakkında görüşmek üzere Gyes’in yanına gitti.

‘Oh, Ruijerd-dono, bize yardım mı etmek istiyorsun?’

Gyes onu memnuniyetle karşıladı.

Ruijerd’e karşı gösterdiği tavır aşırı derecede olumluydu.

Düşününce, sahi, gemiye saldırma olayına Gyes de katılmış.

Köyün savaşçılarını temsilen, ettiği yardımlardan ötürü onu ödüllendirmeyi bile teklif etmiş.

İşte o teklif, bizim köyün etrafında beliren yaratıkları bulup yok etme isteğimizin kabul edilmesine dönüştü.

Ruijerd onları bulacak ve ben de büyü kullanıp onları alt edecem.

Sonra leşini alacağız ve üstündeki değerli şeyleri toplayacağız.

Gyes de bunları bizden satın alacak.

Bayağı iyi bir döngü.

İlk başlarda, Ruijerd’in de değiği gibi, köyün savaşçıları bunu pek de olumlu karşılamadı.

Ama sonrasında bulduğumuz her yaratığı nasıl merhametsizce öldürüğümüzü gördüklerinde, bu yağmur mevsiminde bir kaybın yaşanmayacağını fark ettiler ve bize karşı yavaş yavaş tavırları değişti.

‘Hayvan ırkının gururlu bir ırk olduğunu bilirdim ama… köylerinin savunmasını başka birilerine bırakmak, cidden olacak iş değil…’

Bir sebepten ötürü bu durumdan rahatsız olan tek kişi Ruijerd idi.

Sanıyorum ki, birkaç yüzyıl önce, hayvan ırkı şimdiki gibi değildi.

Kısım 9

Bir buçuk ay geçti.

Yağmurun şiddeti azalmaya başladı gibi.

Ya da bana öyle geliyor.

Eris, Tona ve Terusena birbirleriyle iyi geçiniyor.

Sözcüklerle iletişim kuramasalar bile, o yaşta iken birlikte vakit geçirebilirler.

Hava yağmurlu da olsa, orada burada dolaşarak, öyle ya da böyle bir şekilde eğlenmeyi başarıyorlardı.

“Ne yapıyor ki bunlar?” diye düşünüyordum ve gördüm ki, Eris onlara insan dilini öğretiyordu.

Eris… birisine bir şey öğretiyordu… hem de dil!

Bu, öğretmenlik tecrübesi olan benim, araya girip de Eris’in imajını çizeceğim yer değil.

Ortamın içine edecek birisi değilim ne de olsa.

Yakınlarda bir yere saklanıp onları gözetliyorum.

Şu âna kadar, Eris’in hiç yaşıt arkadaşı olmamıştı.

Böyle olduğundan, Eris’in yaşıtlarıyla böyle iyi geçindiğini görünce, bayağı bir mutlu oldum.

Kızıl saçlı, kedi kulaklı ve köpek kulaklı.

Onların böyle mutlu bir şekilde beraber takıldıklarını görmek bile, benim için yeterli.

Gerçi bilirsin.

Birine bu kadar fazla yapışmanın iyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum.

Benim gibi biri yanlış anlayabilir.

Al işte.

Şu gelen Gyes-san değil mi?

Burnundan alev çıkan birisinin, kızına böyle yapıştığını gören bir ebeveyn sence ne düşünecek olur?

‘Eris-dono, kızımla bu kadar iyi arkadaşlık ettiğin için teşekkür ederim.’

Eeh… NE?

Aynısını ben yaparken bana dediğinden bir cevap farklı değil mi bu?

Hiç şüphesiz, Eris kızına karşı aşırı ilgili.

Acaba erkekler ve kadınlar arasında gerçekten de fark var mı?

Anladım, sanırım bu yüzden böyle. Gerçi böyle olduğu besbelli, değil mi?

‘Bu arada, Ghyslaine konusunda da üzgünüm. Uzunca bir süredir hiç görüşmedik, bu yüzden bir yanlış anlaşılma oldu. Kız kardeşim dünyayı dolaşırken bayağı bir olgunlaşmış olmalı.’

Gyes kafasını öne eğdi.

Geçtiğimiz ay boyunca, böyle birçok kez özür dilemiştir.

Böyle yapması iyi.

‘Aynen öyle. Sonuçta Ghyslaine Kral seviyesinde bir kılıç ustası. Şimdiki Ghyslaine büyü bile kullanabiliyor, biliyor musun?’

‘Hahaha. Ghyslaine büyü mü kullanıyor? Eris hanım, gerçekten iyi espriydi.’

‘Bu doğru! sonuçta Rudeus Ghyslaine’e yazmayı, matematiği ve büyü kullanmasını öğretti.’

‘Rudeus-dono mu öğretti?’

Sonra, Eris bizim itibarımızı bayağı bir arttırdı.

Fedoa bölgesindeyken yaptıklarımızdan bahsetti.

İlk başlarda Ghyslaine’nin ve onun, öğrenmekte ne kadar zorlandıklarını ama sayemde doğru düzgün bir şeyler öğrendiklerini ve bana ne kadar saygı duyduğunu… bu tarz şeyler.

Bunları dinlektikten sonra, birazcık utanmaya başladım.

Başladıktan üç yıl sonra ışınlanma felaketi yaşandığından dolayı, eğitim-öğretimi tamamlayamadım gerçi…

Gyes bu konuya bayağı ilgiliydi.

Bir süre dinledikten sonra, üçlünün yanından ayrılıp içinde saklandığım kutunun yayına geldi.

‘Peki bu saygıdeğer öğretmen böyle bir yerde ne yapıyor acaba?’

‘Mi… başkalarını uzaktan izlemek benim hobim.’

‘Hoo… ne kadar da asil bir hobiye sahipsin. Bu arada, Ghyslaine’e okuma yazma öğretmeyi nasıl başarabildin?’

‘Çok da özel bir yanı yok, bildiğin öğrettim.’

‘Bildiğin? Hayal edemiyorum.’

‘Söylediğine göre, maceracı olduğu zamanlarda, bilgisizliğinden dolayı bayağı bir sıkıntı çekmiş. Sanırım hayal edememen gayet doğal.’

‘Anlıyorum. Sırf beğenmediği bir şey oldu diye, etrafındakileri dövmekten kendini alıkoymayan birisi olmasına rağmen…’

Onu dinledikten sonra anladım ki, Ghyslaine de Eris gibi bir kızmış.

Ne açıdan diye soracak olursanız, kavga başlatması diyebilirim. Ne kadar güçlü ve durdurulamaz olduğuna girmiyorum bile.

Hatta dediğine göre, Gyes birkaç defa kaynar su içmeye zorlanmış.

Küçük kız kardeşinin gücüne karşı koyamayan, zayıf bir abi.

Abilerden konu açılmışken, ben de bir abiyim.

Acaba Norn ve Aisha iyiler mi?

Doğru ya.

Hep bir mektup yollamak istemiştim ama aklımdan çıkıp durdu.

Bu yağmur bittikten sonra Kutsal Milis Krallığı’nın başkentine gideceğim ve Buina köyüne bir mektup yollayacağım.

Büyülü Kıta’dan yollayacak olsaydım, yerine ulaşma ihtimali bayağı düşük olacaktı. Ama Milis’ten yollayacak olursam eminim ki yerine ulaşır.

‘Bu arada, Rudeus-dono.’

‘Evet?’

‘Ne kadar daha o kutunun içinde beklemeyi düşünüyorsun?’

Tabii ki de, giysilerini değiştirmek için soyunmaya başladıkları zamana kadar.

Sonuçta neredeyse akşam oldu.

Banyo yapıcaklar ve sonra da pijamalarını giyecekler.

‘*Koklar*… Azdığının kokusunu alabiliyorum.’

‘Eeh! Yok yav, olamaz. Yoksa bir yerde, birisi mutlu bir ifade ile bir köpek seviyor olabilir mi?’

Salağa yattım ve Gyes de kaşını kaldırdı.

‘Rudeus-dono. O zaman için yaptıklarınızdan dolayı size müteşekkirim. Ve de o yanlış anlaşılma konusunda da bir hayli üzgünüm.’

Söze böyle girdikten sonra, Gyes’in ifadesi değişti.

 ‘Ancak, eğer elini kızıma uzatacak olursan işler değişir. Eğer şimdi gitmezsen, bu sandığı sen içindeyken aşağıya atarım, ona göre.’

Adam ciddiydi.

Tereddüt etmeden.

O anda sandıktan çıktım.

İnanılmaz bir hızla.

’Bu köyü koruyanlardan birisiyim. Böyle söylemek istemem ama, kendine hakim ol.’

‘Peki.’

Evet.

Belki… belki birazcık aşırıya kaçtım.

Davranışımı düzelteceğim.