17.02.2021
Dorudia Köyünde Sakin Yaşam Sahne 1
Çevirmen: AllahDiyenKirpi
Kısım 1
Hapishaneden
çıkınca bir de baktım, dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor.
Yağmur
mevsimi gelmiş.
Sonraki üç
ay boyunca durmaksızın yağmur yağması tahmin ediliyor.
Sel, her
yeri alıp götürecek ve bu durumda da seyahat etmek imkansızlaşacak.
İşte tam da
bu sebepten dolayı, Yüce Orman’nın sakinleri, ağaçların üstünde yaşıyorlardı.
Kısım 2
Anladığım
kadarıyla, bu seferki kaçırma olayı birazcık özel bir durummuş.
Kaçakçılık
çetesinin hazırladığı, geniş çaplı bir plan.
Öyle ki,
Dorudia’nın Muhafızı, Kutsal Hayvan’ı bile yakalayıp kaçırdıkdıkları bir plan.
Neden onu
kaçırmaya çalıştılar bilmiyorum.
Ancak,
Kutsal Hayvan özel bir canlı olarak kabul edilen bir varlık, bu yüzden de onu
ele geçirmek isteyen kimseler mevcut.
Tabii ki,
normalde bunu yapabilmek oldukça zor.
Kaçırmayı
başarsan bile, koku alma yetenekleri iyi olan savaşçılar, onu kurtarmak için
çabucak gelirlerdi.
Bu yüzden,
kaçakçılık çetesi yağmur mevsiminin başlayacağı zamanı hedeflemiş.
Yağmur
mevsimi tam üç ay sürecek.
Hal böyle
iken, elbette bütün ahali yağmura hazırlık yapmakla meşgul olacak.
Köylerdeki
bütün savaşçıların da elleri dolu olacak.
Ayrıca,
yağmur mevsiminde iken, gemiyle açılmak da mümkün değil.
Başka bir
deyişle, eğer Kutsal Hayvan’ı tam da yağmur mevsimi başlamadan önce yakalayıp
da Büyülü Kıta’ya götürebilirsen, savaşçılar da sana zamanında yetişemez ve sen
de çoktan tüymüş olursun.
Elbette,
hayvan ırkı, böyle bir şeyin olma ihtimaline karşı tetikteydi.
Yetişkinlerin
hepsi, bu hazırlık sürecinde dışarıya gitmemeleri konusunda çocuklarını
uyarmışlardı.
Söylemeye
gerek yok ama, aynı şeyi korunmakta olan Kutsal Hayvan’a da demişlerdi.
Bu yüzden,
kaçakçılık çetesi planlarını bir adım daha öteye taşımak durumunda kalmış.
Önce,
etrafta ne kadar insan kaçakçısı varsa hepsini tuttular ve doğru zamanın
gelmesini beklediler.
Zamanı
geldiğinde ise, hepsi aynı anda çocukları kaçırmaya başladı.
Savaşçılar
panik halindeydi.
Bu yıl
kaçırılma vakaları pek az oldu diye düşünüp tam da rahatlamışken, civar
köylerindeki çocuklar, birden bire kaçırılmaya başlandı.
Bir de
üstüne, kaçakçıların köylere saldırmak için tuttukları silahlı birlikler de
mevcuttu.
Ama bu
sefer, Dorudia köyüne yapılan bir saldırı yoktu.
Dorudia
köyündeki savaşçılar aldıkları yardım çağrıları üzerine gruplara ayrıldılar ve
diğer köyleri korumaya gittiler.
Dorudia
köyündeki korumaların sayısı azaldığı zaman, kaçakçılık çetesi seçkin
birlikleri ile, asıl buraya saldırdı.
Sadece Kutsal
Hayvan’ı kaçırmakla kalmayıp, köy ağasının torununu da kaçırmayı başardılar.
Her yerde
olay çıkart, sonra da ana hedefe saldır, harika bir plan.
Silahlı
birliklerin saldırması.
Çocukların
kaçırılması.
Ve de Kutsal
Hayvan’ın kaçırılması.
Böyle
olduğundan dolayı, hayvan ırkındaki savaşçılar ne kadar yetenekli olurlarsa
olsunlar, her yeri korumaya yetecek kadar güçleri bulunmayacaktı.
İlkten, Gyes
ve Gustav, çocukları kurtarmaktan vazgeçtiler.
Savaşçıları
topladılar ve köyü korumak için savunma hatları oluşturdular, sonra da kendi
başlarına Kutsal Hayvan’ı aramak üzere köyden ayrıldılar.
Bu demektir
ki, Kutsal Hayvan bu köy için işte bu denli önemli bir varlık.
Kutsal
Hayvan’ı kaçırmak ve gemiye almak, bunu yapmak iki gün bile sürmeyecekti.
Kaçakçıların
mallarını sakladıkları mekânı bulmaları, şanslarıının bir ürünüydü.
Kanın kokusu
ve yükselen ateşin yaydığı ışık.
Bu iki
etken, mekânı bulmaları konusundaki kilit noktaydı.
Sayemizde
yani.
Yine de
merak ediyorum, neden Kutsal Hayvan’ı Ruijerd’in olduğu yere götürmüşlerdi ki?
Aslında… büyük
çaplı bir operasyona giriştiklerinden dolayı, bir iki hata yapmış olmaları
muhtemel.
Yoksa
Ruijerd’in kelepçelerinden kurtulup katliam yapabilme olasılığını hesaba
katarlardı.
Peki madem, buradan
sonrası benimle ilgili değil.
Beni bir
hafta boyunca boşlayıp ne yapıyorlardı ki?
Anlattıklarına
göre, Ruijerd kaçakçılara karşı bayağı bir bilenmiş.
Ayrılmak
üzere olan gemiye saldırmayı teklif etmiş.
Kaçakçıların,
hayvan ırkının burunlarından kendilerini gizleyebildikleri bir yöntemleri
olduğundan dolayı, çocukların hangi gemide olduklarını bilmiyorlarmış.
Gustav’ın
dediğine göre, niyetlerinin ne olduğunu öğrendikten sonra, ona uygun olarak
cevabını vermişler.
Eris’e
gelecek olursak, o da bu planda yer almış, çocuklar için bir koruma olarak.
Tabii ki de
yüzünü kaplayan sırıtış ile.
Greyrat’ların
kanından dolayı olsa gerek.
Elbette,
Ruijerd ve diğerlerinin saldırısı başarılı olmuş.
Trajik bir
biçimde, çetenin gemisini keşfetmişler ve bütün çete mensuplarını ya öldürmüşler
ya da yakalamışlar.
Kaçırılan
çocuklar birer birer gemiden çıkartılmış.
Aşağı yukarı
elli tane falan çocuk varmış.
En sonunda,
çocuklar kurtarılmış. Mutlu son.
Aslında pek
de böyle olmamış.
Yağmur
mevsimi başlamadan önce, Aziz Limanı’ndan ayrılacak olan son gemiye
saldırmaları üzerine, yetkililer olay yerine gelmiş.
Tabii ki
Gustav ve Gyes onlara karşı çıkmış.
Yüce
Orman’daki liderler ile Kutsal Milis Krallığı arasında, kölelik yasaklanmış.
Onlar sadece
bunun olmasını engellemeye çalıştıklarından dolayı, bunun için suçlanmaları
garip olurdu.
Aziz Limanı
görevlileri, yaptıkları şeyi öğrenince, şaşkına dönmüş.
Önceden
haber verilmiş olsaydı, birazcık daha iyi olurdu tabii.
Ancak,
yapılan saldırı, ayrılmak üzere olan bir gemiyi yakalamak içindi.
Açıklama
yapacak vakitleri yoktu.
Ayrıca orada
elli küsür çocuk vardı.
Elli tane
çocuk.
Beş ya da on
tane falan değil.
Her köyden,
kaçırılan bir-iki tane çocuk vardı.
Aziz
Limanı’ndakiler, bütün bu olanlardan bihaberdi.
Üstüne
üstlük bunca zamandır, görevliler rüşvet alıp, kafalarını başka tarafa
çevirmişler.
Bu, orman
ile krallık arasında yapılan antlaşmanın ihlali demek oluyor.
Eğer işler
bu şekilde bırakılsaydı, Hayvan Irkı ile Kutsal Milis Krallığı arasında büyük
bir çatlak meydana gelecekti.
En kötü
ihtimalle savaş çıkardı.
Ve hatta,
tartışmalar bu seviyeye kadar yükselmişti bile.
Ama en
sonunda, Aziz Limanı tarafı geri adım attı.
Hayvan
ırkına ithafen, hatrı sayılır ölçüde bir tazminat ödenmiş.
Yapılan bu
görüşmeler ve kaçırılan çocukların ailelerine geri götürülmeleri, bir hafta
falan sürmüş.
Bu yüzden
koca bir hafta boyunca beni boşladılar.
Madem öyle,
yapacak bir şey yok.
Aksine,
böylesine önemli bir meseleyi bir hafta içinde halledebildikleri için sevindim.
Gerçi,
bilirsiniz ya…
Hayvan
ırkındakiler sevince boğulmuşlardı ve Ruijerd’e minnettardılar.
Eris,
yüzünde bir gülümseme ile, hayvan ırkından çocuklarla birlikteydi.
Bense,
hapishanede, maymun suratlı bir adamla, “özgür” bir yaşamın nasıl olduğunu
deneyimliyordum.
Bu kabul
edebileceğim bir durum değil.
Doğrusu, bu
arada birini yollayıp beni mapustan kurtarabilirlerdi.
Kısım 3
Açık bir
şekilde hoşnut değildim ve Gyes özür diledi.
‘Gerçekten
çok üzgünüm, ne olur affet.’
Yaptığı şey,
yere kapanmanın hayvan ırkı şekliydi.
Yüzü yukarı
dönük bir biçimdeyken karnını gösteriyordu.
Önce benimle
dalga geçtiğini falan düşündüm.
Karnını
gösteriyor olsa bile, Gyes’in sesi üzgündü.
Hem kızını
hem de Kutsal Hayvan-sama’yı esaretten kurtaran birisini soyup soğana çevirip,
bir de üstüne, üzerine soğuk su döktürmek gibi bir şey yapacak olmayı, hayal
dahi edemezdi.
Ve bir de,
arada, onu unutup elindeki meselelere odaklanması da var, ne yaparsa yapsın, bu
affedilebilir bir şey değil.
Kellesini
sunmaktan başka seçenek yok.
Böyle
söylediler.
Ancak, Gyes,
benden gardiyanı affetmemi istedi.
O sadece ona
söylenen işi yapıyordu.
Yağmur
mevsimi bittikten sonra evleneceğinden dolayı, normal cezalandırmak uygun iken,
onu aşağılayacak bir ceza vermemi istemiyor.
Eğer öyle
bir şey olacak olursa, sonradan aramızda kötü niyet oluşabileceğinden dolayı.
Böyle
söyledi.
Açıkçası,
böyle demesine darıldım.
Herkesin
içerisinde özür dilerken, söylediklerinde bu kadar ileriye giderek, bana
sıkıntı çıkarmaktan başka bir şey yapmamış oluyorsun.
Eğer bir de,
sımsıkı duran baklavalarını böyle gözümünün içine sokup durursan, üstüne
kıskançlık hissetmeme de neden olursun.
Onu bunu geç
de… acaba bu gardiyan Onee-san ile ne yapsam ki… ya da... neyse boşver.
‘Her şey bir
yanlış anlaşılma üzerine başladı. Gerçi benim için çok da önemli değil.’
Şu an
affedici olmanın zamanı. Rudeus D. Buda.
ꕥ Hem One
Piece göndermesi hem de “the” ile yapılan bir kelime oyunu. the -> D, yani Rudeus
the buddha demek istiyor.
Ne de olsa
ben bir yetişkinim.
Büyüklük
bende kalsın.
Aynen.
Hatalı
olanlar kaçakçılık çetesiydi.
Ve o çetenin
de kökü zaten çoktan kazındı.
Bu bir mutlu
son.
Siz de acı
çektiniz, ben de acı çektim.
Sonuç
olarak, sıkıntı yok.
Bundan öte
diyeceğim bir laf.
Mapus hayatı
da bir bakıma eğlenceliydi zaten.
Yiyecekler
güzeldi ve Gisu da oradaydı.
Benden
sorumlu olan Onee-san da güzel bir kadındı.
‘Ben, bu
köyün ağası olarak, gösterdiğin bu hoşgörü için ayrıca minnettarım.’
Cevabımı
duyduktan sonra, Gustav denilen bu yaşlı savaşçı, kibirli bir biçimde böyle
söyledi.
Gyes tamam
da, senin de özür dilemen gerekmez miydi?
Yakalandığım
zaman orada olup, emirleri veren sendin ama, değil mi?
Neyse, sorun
değil.
Yaşlı
birisinin bana karnını göstermesini istemiyorum.
Onun yerine
gardiyan Onee-san’ın öyle yaptığını görmek isterdim.
Ruijerd
kaşlarını çattı.
‘Aslında ben
de özür dilesem iyi olur, değil mi?’
‘Hayır, o
kadar da önemli değil Ruijerd-san.’
‘Böylesi iyi
mi? Gerçi böyle olması biraz da benim suçum ama?’
‘Bütün hafta
sen de elinden geleni yaptın sonuçta, değil mi Ruijerd-san?’
Hayvan ırkı,
Ruijerd’i bağrına bastı.
Görünüşe
göre Gustav ve Gyes de, Ruijerd’in Supard ırkından olduğunu zaten anlamıştı.
Supard
ırkıyla ilgili genel olarak ne çeşit duygular içerisindedirler bilemem.
Ama en
azından şimdilik, Ruijerd onlar için onların çocuklarını kurtarmış olan bir
kahraman.
Sabırlı
davrandım ve Ruijerd’e karşı olan tutum birazcık iyileşti.
Öyleyse,
güzel sonuçlar elde ettik demektir.
Nasıl bir
sürecin takip edildiği bir yana, istenilen sonuç elde edildiği sürece benim bir
şikayetim yok.
‘Hmph!!’
‘Gah!’
Ben bunları
düşünedururken, Eris öne çıktı ve Gyes’in karnına tekmeyi gömdü.
Sonra da
‘Suyun korumasını istediği yere bahşeden (Aqua-sama), kristal berraklığındaki
akıntıların buraya gelmesine izin ver, [Su Topu].’
Savunmasız
yakalanan Gyes’i su mermisi ile acımasızca vurdu.
Çevredekiler
şaşkına döndü.
Eris her
zamanki duruşuna geçti ve yüksek bir sesle konuştu.
‘Artık
ödeştik!’
Tam da
Eris’ten beklenileceği gibi.
Kısım 4
Şu anda
Gustav’ın evindeyiz.
Bir ağacın
tepesine inşaa edilmiş, köydeki en büyük ev.
Odundan
yapılma ve tam üç katlı.
‘Eğer deprem
falan olursa dayanabilir mi ki’ diye düşünüyorum ama yetişkinler koşuştururken
bile birazcık dahi sallantı hissetmedim.
Buradakiler
Dedorudia ırkından.
Gustav da bu
ırkın lideri.
Ve onun oğlu
olan Gyes de, köydeki savaşçıların lideri.
Kaçakçıların
elinden kurtardığım kişilerden biri, Gyes’in ikinci kızı olan Minitona imiş.
En büyük kız
olan Linia ise, şu an başka bir ülkede öğrenciymiş.
Ve ayrıca,
kurtardıklarımızın arasında Adorudia ırkından olan bir kız da varmış.
Adorudia
ırkının liderinin ikinci kızı, Terusena.
Memeleri
büyük olan, köpek kulaklı bir kız.
Onu Adorudia
köyüne geri götürmekle alakalı bazı planlar yapılmış, ama yağmur yağmaya
başladığından dolayı vazgeçilmiş ve görünüşe göre Terusena üç ay kadar burada
kalacak gibi.
Bu arada,
hayvan ırkından olanların arasında bile, Dedorudia kanını taşıyan köleler,
belirli bir ülkenin soylularına normalden daha yüksek fiyatlara satılabilirmiş.
Özellikle de
kolayca eğitilebilen çocuklar revaçtaymış.
Belirli bir
ülkenin soyluları…
Sanki bu
hikayeyi bir yerlerde duymuştum!
‘Asura
Krallığı’nın soyluları, böyle şeylere nasıl kayıtsız kalabilirler!’
Erisciğim.
Neden
seninle alakasız bir şeymiş gibi konuşuyorsun!
Muhtemelen
bu durumun böyle olması, başından beri, soyadları fare gibi bir hayvanı
çağrıştıran birileri yüzünden falandır.
Eris’in
evindeyken, uşaklardan ya da hizmetçilerden bu konuyla alakalı bir şey duymadım
ama aslında o kişilerin de böyle kaçırılmış olmaları yüksek ihtimal.
Sauros iyi
biri ama onun bakış açısı birazcık farklı.
Evet,
şimdilik en iyisi bir şey dememek.
Hiçbir şey
söylememek bile, gereksiz konuşmaktan iyidir.
Böyle
düşünürken Eris birden bir şey hatırladı ve parmağındaki yüzüğü gösterdi.
‘Aklıma
gelmişken, Ghyslaine’i tanıyor musunuz? Bu yüzük ona ait.’
Beast God
dilinde konuşamıyordu.
Bu yüzden
insan dilinde soruyordu.
Bizden başka
insan dilini bilenler, sadece Gustav ve Gyes.
‘Ghyslaine
mi?’
Gyes’in yüzü
kederli bir hal aldı.
‘Halen
hayatta mı?’
‘He?’
Tiksinti dolu
bir ses tonuyla söyledi.
Sanki
birazdan kusacakmış gibi.
Sonra da
dedi ki.
‘ O,
ailemizin yüzkarası.’
Bu sözler,
Gyes’in Ghyslaine’e vuracağı darbelerin sadece başlangıcıydı.
İnsan
dilinde söyledi ki, Eris de anlayabilsin.
Sonra da
onun ne kadar da başarısız, ne kadar da terbiyesiz bir kız kardeş olduğundan
falan bahsetmeye başladı. Duygulardan yoksun bir sesle.
Ghyslaine,
daha önce hayatımı kurtardığından dolayı, dediklerini dinlemeye dayanamadım.
Görünüşe
göre, eskiden burada yaşarken kötü denilebilecek bazı şeyler yapmış.
Ancak,
bunlar daha o bir çocukken olan şeyler.
Benim
tanıdığım Ghyslaine, her şeyini ortaya koyan hödüğün biri.
Her şeyi
dikkatlice yapan ve işine gönlünü veren birisi.
Hakkında
böyle konuşulmayı hakedecek birisi değil.
Saygı
duyduğum bir kılıç antrenörü, ve ayrıca, övünebileceğim bir büyü öğrencisi.
Bu yüzden,
öyle ya da böyle…
Sussan iyi
edersin.
‘O tuttuğun
yüzük, pervasızca davrandıktan sonra annemizden zorla aldığı bir şey,
barındırdığı pek bir anlamı yok. Tek bildiği bir şeyleri kırmak olan, salağın
tekiydi Ghyslaine.’
‘Hasi--‘
"Kes sesini be! Sen Ghyslaine hakkında ne
bilirsin ki!"
Sözümü
bitiremeden, Eris oldukça yüksek bir sesle bağırmaya başladı.
Öyle yüksek
bir sesti ki, ev yıkılacak sandım. Dedorudialıların yüzleri ekşimişti.
İnsan dilini
anlayanlar, sadece Gustav ve Gyes idi.
Eris’in
birden bire bağırmaya başladığını gören diğerleri, ne olduğu anlayamamışlardı.
Eris şimdi
saldıracak diye düşündüm.
Ancak
Eris’in yüzü sinir ve utançla karışırık bir haldeydi ve gözleri dolmaya
başlamıştı, öfkeden titriyordu ama saldırmak için harekete geçmedi.
‘Ghyslaine benim hocam! O benim en çok saygı
duyduğum kişi!’
Biliyorum.
Ghyslaine ve
Eris’in ne kadar da birbirlerine yakın olduklarını.
O, Eris’in
en çok güvendiği kişi.
Benden çok
daha fazla.
‘Ghyslaine harika birisidir! Hem de aşırı
derecede harikadır! Eğer yardıma ihtiyacım olursa, hemen beni kurtarmaya gelir!
Aşırı derecede hızlıdır! Ve aşırı derecede de güçlü!’
Eris, aklına
gelen herşeyi bağırarak söylemeye başladı.
Ne dediğini
anlayamasalar bile, o acı acı çıkan sesi yüzünden, neden böyle olduğunu
anlamışlardı.
En azından,
benim demek istediğim her şeyi söyledi.
‘Ghyslaine… *hık*…
hakkında… öyle bir şey… söyleme… *hık*…’
Yaşlar
gözlerinden oluk oluk akarken, Eris ona vurmamak için elinden geldiğince
kendini tuttu.
Aynen,
Gyes’e böyle bir zamanda vurmamalısın.
Bu köyde
ondan nefret edilmesinin sebebi, davranışlarının şiddete meyilli olmasından
dolayı.
O, zaten hep
istediği gibi sert davranan birisi.
Eğer Eris
ona vurmuş olsaydı, Gyes’in dediklerini haklı çıkarmış olacaktı.
Kendisinin
de onun söylediği gibi birisi olduğunu kanıtlamış olacaktı.
Gyes, bunun
üzerine, ne diyeceğini bilemedi.
‘Yok, ama…
Ghyslaine’e saygı gösteriyor… olamazsın… Nasıl olur?’
Bunu gördükten
sonra öfkemi yatıştırdım.
‘Herhalde bu
konu hakkında konuşmayı bırakmalıyız.’
Eris’i
kollarıma alırken bu teklifi sundum.
Böyle
dediğim zaman, Eris, sanki duyduğu şeye inanamıyormuş gibi bana baktı.
‘Neden?
Rudeus… Yoksa sen de mi Ghyslaine’den nefret ediyorsun?’
‘Tabii ki Ghyslaine’i ben de seviyorum.’
Ama…
‘Bizim
tanıdığımız Ghyslaine ile onların tanıdığı Ghyslaine, aynı isimdeki farklı
kişiler.’
Bunu
dedikten sonra Gyes’e döndüm.
Eğer şimdiki
Ghyslaine ile tanışacak olsaydı, o bile onun hakkındaki düşüncelerini
değiştirebilirdi.
Zaman
geçtikçe insanlar değişir.
Bunu
söyleyen bensem, kesin doğrudur.
Eris bu
söylediğimi kabullenemedi.
Ancak,
sözünde diretmeyi de bıraktı.
‘Yok yav…
Ghyslaine gerçekten de böyle saygı duyulası birisine mi dönüştü?’
‘En azından,
o benim saygı duyduğum birisi.’
Böyle
dedikten sonra, Gyes düşüncelere dalar.
Aslında,
hikayesini dinledikten sonra düşünüyorum da, belki de aralarında birsürü kötü
şey yaşanmıştır.
Bu
yaşadıklarından dolayı, onun asla affedilemez olduğunu falan düşünmüştür.
Husumet
bulunan kişilerin ilişkileri farklı olur, düzeltilmesi zordur.
Özellikle
da, kan bağının olduğu birisiyle aranda husumet var ise, düzeltmek çok daha
zordur.
Ne kadar yıl
geçse de, asla affedemeyeceğini düşündüğün şeyler vardır.
‘Eğer anladıysan,
özür dileyecek misin?’
‘Üzgünüm.’
Ortam ne
kadar da hassas bir hal aldı.
Yine de…
Ghyslaine ha…
Geçtiğimiz
bu yıl boyunca tamamen aklımdan çıkmıştı ama o da bu ışınlanmanın içine
çekilmiş olsa gerek.
Kim bilir şu
an nasıldır.
Bahsettiğimiz
kişi o ise, Eris ile beni aramak üzere yollara düştüğünü hayal edebiliyorum...
Aziz
Limanı’nda iken bilgi toplayamadığıma pişman oldum.
Kısım 5
Bir hafta
geçti.
Yağmur
yağıyor, seller akıyor.
Köydeki boş
olan evlerden birine yerleşip, yaşamaya başladık.
Genel
olarak, Yüce Orman’ın kahramanları olduğumuzdan dolayı, hiçbir şey yapmasak
bile, yine de bize yiyecek veriyorlardı.
Yaşamımız
pek de iyi değil. Çok iç karartıcı.
Aşağıda
gerçekleşen büyük bir sel var ve bu çok korkunç durum, hatta bir ara köyden bir
çocuk aşağı düştü.
Büyü
kullanarak onu kurtarmayı başarmıştım ve çocuk minnettar kalmıştı.
Büyümü
kullanarak bulutları dağıtabilirim diye düşündüm ama sonradan vazgeçtim.
Roxy de
söylemişti zaten, gereksiz bir biçimde kontrol etmek iyi bir fikir değil.
Eğer bu
yağmuru zorla kesecek olursam, Yüce Orman bundan kötü bir şekilde
etkilenebilir.
Aramızda
kalsın, aslında yağmuru durdurup gideceğiniz bir sonraki yere bir an evvel
varmak istiyorum, ama…
Peki madem,
üç ay içinde kendiliğinden duracak zaten, o zamana kadar dayanmaya çalışayım.
Kısım 6
Yağmur
yağarken köyde gezinmeye başladım.
Burası bir
köydü sonuçta, yani silah olsun, bir takım aletler olsun, bunları satan bir
dükkan veya kalınabilecek bir han mevcut değildi.
Köy, temel
olarak hanelerden, depolardan ve köy korucularının karakolundan oluşuyordu.
Bunların
hepsini ağaçların üstüne inşaa etmişler.
Köyün
tasarımı üç boyutlu ve oldukça ilginç bir yapıda.
Sırf etrafta
boş boş yürümek bile kalbinin küt küt atması için yeterli.
Köyün biraz gezdikten
sonra, giriş yapılmasına izin verilmeyen bir yer olduğunu görüyorum.
Anladığım
kadarıyla, oradan gidildiğinde varılacak yer, bu köy için önemli bir yer
olmadı.
Tabii ki de,
ayakkabılarım ayağımda iken öyle bir yere adım atmak gibi bir niyetim yok.
O vakit, alt
ve üst köprülerin kesiştiği bir yer buldum.
Tam da
‘Acaba yukarıdan bir kadın geçer mi ki’ diye düşünürken, Gisu’yu gördüm.
‘Hop,
kouhai, cezan çoktan bitti demek?’
Ona
seslendikten sonra, Gisu mutlu bir yüz ifadesi ile bana el salladı.
‘Evet. Bir
daha öyle bir şey yapmamam gerektiğini söylediler. Ne kadar da aptallar değil
mi? Çoktan tekrardan yapmaya karar verdim bile’
‘Gardiyan
hanım! Buradaki adam anlaşılan dersini almamış!!’
‘Lan bekle
bir dakika bekle. Dur yapma. Şu anda kaçamam çünkü yağmur mevsimindeyiz.’
Şu anda
yağmur mevsimindeyiz.
Durum böyle
olmasına rağmen, bu adam gene aynı haltı yiyecek.
Gerçekten,
iflah olmaz birisi.
‘Ah bir saniye lütfen… Sana yeleğini geri vereyim.’
‘Sana
saygılı bir şekilde konuşmayı bırak demedim mi? Hem yelek de sende kalsın.’
‘Emin
misin?’
‘Bu
mevsimdeyken hava soğuk olur.’
Ancak, kötü
biri değil.
Bu işime
gelen, sıcak his bana Paul’u hatırlattı.
Paul.
Acaba hali
vakti yerinde midir?
Kısım 7
İki hafta
geçti.
Yağmur halen
durmadı.
Dedorudia
ırkının gizli bir büyü tekniğine sahip olduklarını öğrendim.
Düşmanın
yerini bulmak veya dengesini dağıtmak üzere, özel bir tür ses çıkarttığın bir
çeşit uluma, bu tarz bir büyü.
Dediğine
göre, Gyes’in kullandığı ve beni felç eden uluma da bu çeşit bir büyü.
Anladığım
kadarıyla, “ses” ile alakalı bir büyü bu.
Böyle olunca
da, elbette ki Gustav’dan bana öğretmesini istedim.
İsteğimi
hemen kabul etmesi çok hoş bir davranıştı.
Birkaç defa
nasıl yapıldığını gösterdi, ben de onu taklit etmeye çalıştım.
Ama pek de
beceremedim.
Eğer
Dedorudia ırkına özgü özel ses tellerine sahip değilsen, bu yapabileceğin bir
şey değil gibi.
Böyle
falandır diye aklıma geldi.
Muhtemelen,
ırklara özgü olan büyülerin büyük bir kısmını kullanamayacağımı söylemek, pek
de abartı sayılmaz.
Gerçi hayvan
ırkındakiler insan ırkının büyülerini kullanabiliyorlar, hani nerde adalet.
Temel
mantığını anladım, sesine büyü gücü ekleyerek yapıyorsun, birkaç defa denedim
ama oluşturduğum etkiler pek de güçlü değildi.
Yapabileceğim
en fazla, düşmanları bir an için şaşırtmak olurdu.
Çok da işe
yarayacak bir şey değil.
Bu arada,
söz kullanmadan büyü yapabildiğimi gösterdiğimde, Gustav bir hayli şaşırdı.
‘Büyü okulları
artık bu tarz şeyler mi öğretiyor?’
‘Öğretmenim
beni iyi eğittiği için böyle.’
Hiçbir sebep
yokken, topu Roxy’ye attım.
‘Hooo… Şu
öğretmenin nereli peki?’
‘Büyülü
Kıta’nın Biegoya bölgesinde yaşayan, Migurd ırkından bir kız. Böyle büyü
yapmasını… herhalde büyü okulundan falan öğrenmiş olmalı.’
İllaki büyü
okuluna gitmek istediğimi söylediğim zaman, Gustav ‘Hoo, zaten bu kadarını
yapabiliyorsun ve halen daha da fazlası için didiniyorsun’ diyerek beni takdir
etti.
Kendimi iyi
hissettirdi.
Kısım 8
Bir ay geçti.
Canavarlar
köye dadandı.
Su
örümceğine benzeyen bir böcek yaratık, suyun üstünde belirdi ve birden
saldırıya geçti, bir de ağaca tırmanan su yılanını andıran bir yaratık da
vardı.
Tabii köyün
savaşçıları bizi korudu.
İkisinden
elde edilen malzemeler oldukça kâr getirecek gibi.
Ancak
görülüyor ki, hayvan ırkının gurur duyduğu koku alma ve sonar işlevi gören
çıkarttıkları sesler, bu yağmurlu havada pek de işe yaramıyor gibi.
Yaratıklar,
nöbetteki korumaları atlatarak köyün ortasına kadar gelmişler.
Kertenkelevari
bir yaratığın gözlerimizin önünde bir çocuğu bir anda yuttuğunu gördüğümüzde,
Eris ile birlikte köyü turluyorduk.
Bir toprak
mermi ile kertenkeleyi hemencecik vurup, onu hakkın rahmetine kavuşturdum.
Bu çok
yakındı.
Çocuk
sevimli bir şekilde kuyruğunu salladı ve teşekkür etti.
Eris bunu
görünce, burnundan ağır ağır solumaya başladı.
O heyecanla,
ben de Eris’in kıçını okşadım ve Eris normale döndü.
Çocuk
bunları sırıtarak izledi.
İşler
tehlikeli olmaya başladı.
Artık, bizim
hayatımız da tehlikede.
Bunu durumu
Ruijerd’e açıkladım ve yüzü karardı.
Çocuklar
tehlikede iken o burada zaman geçiremezdi.
Durum böyle
olsa bile, köyün korumaları onlara yardım etmemize karşıydılar.
‘Bu köyün
savaşçıları için, köydekileri korumak bir gurur meselesidir.’
Sözde böyle
bir şey.
Köyü
korumak, köyün savaşçılarının görevi.
Köyün
dışından gelen savaşçılardan asla yardım istemezler ve onlara yardım etmene de
izin vermezler.
Bu bildiğin
Ruijerd kafası.
Hiç
anlayamıyorum.
‘Çocukların
güvenliğinin böyle bir şeyden daha önemli olması gerekmez mi?’
Böyle
söylememin üzerine Ruijerd birkaç saniye düşündü ve bu konu hakkında görüşmek
üzere Gyes’in yanına gitti.
‘Oh,
Ruijerd-dono, bize yardım mı etmek istiyorsun?’
Gyes onu
memnuniyetle karşıladı.
Ruijerd’e
karşı gösterdiği tavır aşırı derecede olumluydu.
Düşününce,
sahi, gemiye saldırma olayına Gyes de katılmış.
Köyün
savaşçılarını temsilen, ettiği yardımlardan ötürü onu ödüllendirmeyi bile
teklif etmiş.
İşte o
teklif, bizim köyün etrafında beliren yaratıkları bulup yok etme isteğimizin
kabul edilmesine dönüştü.
Ruijerd
onları bulacak ve ben de büyü kullanıp onları alt edecem.
Sonra leşini
alacağız ve üstündeki değerli şeyleri toplayacağız.
Gyes de
bunları bizden satın alacak.
Bayağı iyi
bir döngü.
İlk
başlarda, Ruijerd’in de değiği gibi, köyün savaşçıları bunu pek de olumlu
karşılamadı.
Ama
sonrasında bulduğumuz her yaratığı nasıl merhametsizce öldürüğümüzü
gördüklerinde, bu yağmur mevsiminde bir kaybın yaşanmayacağını fark ettiler ve
bize karşı yavaş yavaş tavırları değişti.
‘Hayvan
ırkının gururlu bir ırk olduğunu bilirdim ama… köylerinin savunmasını başka
birilerine bırakmak, cidden olacak iş değil…’
Bir sebepten
ötürü bu durumdan rahatsız olan tek kişi Ruijerd idi.
Sanıyorum
ki, birkaç yüzyıl önce, hayvan ırkı şimdiki gibi değildi.
Kısım 9
Bir buçuk ay
geçti.
Yağmurun
şiddeti azalmaya başladı gibi.
Ya da bana
öyle geliyor.
Eris, Tona
ve Terusena birbirleriyle iyi geçiniyor.
Sözcüklerle
iletişim kuramasalar bile, o yaşta iken birlikte vakit geçirebilirler.
Hava
yağmurlu da olsa, orada burada dolaşarak, öyle ya da böyle bir şekilde
eğlenmeyi başarıyorlardı.
“Ne yapıyor
ki bunlar?” diye düşünüyordum ve gördüm ki, Eris onlara insan dilini
öğretiyordu.
Eris…
birisine bir şey öğretiyordu… hem de dil!
Bu,
öğretmenlik tecrübesi olan benim, araya girip de Eris’in imajını çizeceğim yer
değil.
Ortamın
içine edecek birisi değilim ne de olsa.
Yakınlarda
bir yere saklanıp onları gözetliyorum.
Şu âna
kadar, Eris’in hiç yaşıt arkadaşı olmamıştı.
Böyle
olduğundan, Eris’in yaşıtlarıyla böyle iyi geçindiğini görünce, bayağı bir
mutlu oldum.
Kızıl saçlı,
kedi kulaklı ve köpek kulaklı.
Onların
böyle mutlu bir şekilde beraber takıldıklarını görmek bile, benim için yeterli.
Gerçi
bilirsin.
Birine bu
kadar fazla yapışmanın iyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum.
Benim gibi
biri yanlış anlayabilir.
Al işte.
Şu gelen
Gyes-san değil mi?
Burnundan
alev çıkan birisinin, kızına böyle yapıştığını gören bir ebeveyn sence ne
düşünecek olur?
‘Eris-dono, kızımla
bu kadar iyi arkadaşlık ettiğin için teşekkür ederim.’
Eeh… NE?
Aynısını ben
yaparken bana dediğinden bir cevap farklı değil mi bu?
Hiç
şüphesiz, Eris kızına karşı aşırı ilgili.
Acaba
erkekler ve kadınlar arasında gerçekten de fark var mı?
Anladım,
sanırım bu yüzden böyle. Gerçi böyle olduğu besbelli, değil mi?
‘Bu arada,
Ghyslaine konusunda da üzgünüm. Uzunca bir süredir hiç görüşmedik, bu yüzden
bir yanlış anlaşılma oldu. Kız kardeşim dünyayı dolaşırken bayağı bir
olgunlaşmış olmalı.’
Gyes
kafasını öne eğdi.
Geçtiğimiz
ay boyunca, böyle birçok kez özür dilemiştir.
Böyle
yapması iyi.
‘Aynen öyle.
Sonuçta Ghyslaine Kral seviyesinde bir kılıç ustası. Şimdiki Ghyslaine büyü
bile kullanabiliyor, biliyor musun?’
‘Hahaha.
Ghyslaine büyü mü kullanıyor? Eris hanım, gerçekten iyi espriydi.’
‘Bu doğru!
sonuçta Rudeus Ghyslaine’e yazmayı, matematiği ve büyü kullanmasını öğretti.’
‘Rudeus-dono
mu öğretti?’
Sonra, Eris
bizim itibarımızı bayağı bir arttırdı.
Fedoa
bölgesindeyken yaptıklarımızdan bahsetti.
İlk başlarda
Ghyslaine’nin ve onun, öğrenmekte ne kadar zorlandıklarını ama sayemde doğru
düzgün bir şeyler öğrendiklerini ve bana ne kadar saygı duyduğunu… bu tarz
şeyler.
Bunları
dinlektikten sonra, birazcık utanmaya başladım.
Başladıktan
üç yıl sonra ışınlanma felaketi yaşandığından dolayı, eğitim-öğretimi tamamlayamadım
gerçi…
Gyes bu
konuya bayağı ilgiliydi.
Bir süre
dinledikten sonra, üçlünün yanından ayrılıp içinde saklandığım kutunun yayına
geldi.
‘Peki bu
saygıdeğer öğretmen böyle bir yerde ne yapıyor acaba?’
‘Mi…
başkalarını uzaktan izlemek benim hobim.’
‘Hoo… ne
kadar da asil bir hobiye sahipsin. Bu arada, Ghyslaine’e okuma yazma öğretmeyi
nasıl başarabildin?’
‘Çok da özel
bir yanı yok, bildiğin öğrettim.’
‘Bildiğin?
Hayal edemiyorum.’
‘Söylediğine
göre, maceracı olduğu zamanlarda, bilgisizliğinden dolayı bayağı bir sıkıntı
çekmiş. Sanırım hayal edememen gayet doğal.’
‘Anlıyorum.
Sırf beğenmediği bir şey oldu diye, etrafındakileri dövmekten kendini
alıkoymayan birisi olmasına rağmen…’
Onu
dinledikten sonra anladım ki, Ghyslaine de Eris gibi bir kızmış.
Ne açıdan
diye soracak olursanız, kavga başlatması diyebilirim. Ne kadar güçlü ve
durdurulamaz olduğuna girmiyorum bile.
Hatta
dediğine göre, Gyes birkaç defa kaynar su içmeye zorlanmış.
Küçük kız
kardeşinin gücüne karşı koyamayan, zayıf bir abi.
Abilerden
konu açılmışken, ben de bir abiyim.
Acaba Norn
ve Aisha iyiler mi?
Doğru ya.
Hep bir
mektup yollamak istemiştim ama aklımdan çıkıp durdu.
Bu yağmur
bittikten sonra Kutsal Milis Krallığı’nın başkentine gideceğim ve Buina köyüne
bir mektup yollayacağım.
Büyülü
Kıta’dan yollayacak olsaydım, yerine ulaşma ihtimali bayağı düşük olacaktı. Ama
Milis’ten yollayacak olursam eminim ki yerine ulaşır.
‘Bu arada,
Rudeus-dono.’
‘Evet?’
‘Ne kadar
daha o kutunun içinde beklemeyi düşünüyorsun?’
Tabii ki de,
giysilerini değiştirmek için soyunmaya başladıkları zamana kadar.
Sonuçta
neredeyse akşam oldu.
Banyo
yapıcaklar ve sonra da pijamalarını giyecekler.
‘*Koklar*…
Azdığının kokusunu alabiliyorum.’
‘Eeh! Yok
yav, olamaz. Yoksa bir yerde, birisi mutlu bir ifade ile bir köpek seviyor
olabilir mi?’
Salağa
yattım ve Gyes de kaşını kaldırdı.
‘Rudeus-dono.
O zaman için yaptıklarınızdan dolayı size müteşekkirim. Ve de o yanlış
anlaşılma konusunda da bir hayli üzgünüm.’
Söze böyle
girdikten sonra, Gyes’in ifadesi değişti.
‘Ancak, eğer elini kızıma uzatacak olursan
işler değişir. Eğer şimdi gitmezsen, bu sandığı sen içindeyken aşağıya atarım,
ona göre.’
Adam
ciddiydi.
Tereddüt
etmeden.
O anda
sandıktan çıktım.
İnanılmaz
bir hızla.
’Bu köyü
koruyanlardan birisiyim. Böyle söylemek istemem ama, kendine hakim ol.’
‘Peki.’
Evet.
Belki… belki
birazcık aşırıya kaçtım.
Davranışımı
düzelteceğim.