07.02.2021

Kirasız Daire

resim
Çevirmen: AllahDiyenKirpi

Kısım 1

Merhaba millet. Ben eski hikiNEET Rudeus.

Bugün, son zamanlarda popülerleşen Kirasız Daire’yi tutuyorum.

Sıfır depozito.

Sıfır kira.

İki öğün yemek ve bir öğlen uykusu fırsatı sunan bir oda.

Ahşaptan inşa edilmiş.

Güneşten gelen ışık birazcık sıkıntı ve yatakta (hasırdan) da ufak bir böcek sorunu bulunuyor ama fiyatı aşırı ucuz.

Sonuçta kira bedeli yok.

Tuvaleti son model bir toprak çömlek.

Boklar içinde biriktikten sonra odanın köşesindeki delikten aşağı döktüğün şu popüler türden çömleklerden.

Su şebekesi olmadığından temizliği belki biraz sıkıntı yaratabilir ama büyünün çözemeyeceği bir sorun değil.

Özellikle benim gibi kaynar su yaratabilen bir büyücüyseniz, bu sorunu çözülmüş bilin.


Günde iki öğün yemek.

Modern çağ insanı belki biraz hoşnutsuz hissedebilir.

Her hâlükârda, yemekler cidden güzel.

Yemyeşil bir bölgeden gelen meyve ve sebzeler, üstelik yanında da et.

Malzemelerin doğal aromalarının yanında, çok hafif baharat tadının da bulunduğu yemekler, öyle ki, Büyülü Kıta’daki herkesin ağzını sulandıracak cinsten.


Şimdi de, bu dairenin en güzel özelliği.

Söylemem gerekirse, burası gerçekten çok güvenli bir yer.

Çünkü şu sapasağlam demir parmaklıklara bir baksanıza.

İster vur, ister asıl… ne yaparsan yap bir santim bile yerinden oynamıyorlar!

Kilidi kör noktada kaldığından büyü kullanıp açılamaz da.

Bu güvenilir demir parmaklıkları görüp de buraya girmeye çalışacak tek bir hırsız bile bulamazsın.

Yine de, suçlular buraya geliyorlar.


 Sonuçta burası bir hapishane.

 

Kısım 2

Yavaş yavaş karanlık ormanın içine taşındım.

Gyes’in sırtında kıpırdayamadan, öylece taşındım.

Karanlığın içinde, ağaçlar korkutucu bir hızla akıp geçiyorlardı.

Görüş alanımda, bize yetişmeye calışan gümüş renginde bir tüy yumağı olduğunu söyleyebilirim.

Yavru bir köpek gibi ama görünen o ki bayağı güçlü bir yavru köpek.


İki ila üç saattir hareket halindeyiz.

Hayvan ırkından bir savaşçı olan Gyes, uzun bir süredir durmadan koşuyordu.


 Bir yere geldiğimiz zaman birden durdu.


 ‘Lütfen kulübenize geri dönün, Kutsal Hayvan-sama’

*Hav*


Gümüş tüy yumağı bir kere ses çıkardı ve karanlığın içine girerek kayboldu.

Sadece gözlerimi hareket ettirebiliyordum, etrafı taradım.

Ağaçların yoğun olduğunu bu alanda, görünen o ki, etrafta birileri vardı.

Ağaçların üstünde birçok ışığın olduğunu seçebiliyordum.


Biraz daha yürüdükten sonra, Gyes, bir ağaca yaklaştı.

Ben halen onun sırtındayken, bir merdivene tırmanmaya başladı.

Görünüşe göre ağacın üstüne doğru çıkartılıyorum.


Bir yapıya girdik.

Tahtadan yapılma, derme çatma bir kulübe.

Gyes benim bütün giysilerimi çıkardı.


Ben burada kıpırdayamazken bana ne yapmayı düşünüyor lan bu?

Tam da bunu düşündüğüm sırada, beni boynumdan tutup bir yere doğru fırlattı.

Kısa bir süre sonra da metal bir kapının kapatılma sesini duydum.


Gyes gitmişti.

Hiçbir açıklama yapmadan.

Ve de sorguya çekmeden.


Kısa bir süre sonra, sonunda vücudumu hareket ettirebilmeyi başardım ve etrafı görebilmek için parmaklarımın ucunda küçük bir ateş yarattım.

Demir parmaklıkları gördükten sonra anladım ki burası bir hapishane.


 Düştüm mapus damlarına.

Sıkıntı yok.

Bunu konuşmanın gidişatından anladım.

Beni, kaçakçılardan biri sanıyorlar.

Yani, korkacak bir şey yok.

Bu yanlış anlaşılma kısa süre içinde çözülecek.


Peki, neden çırılçıplak soyuldum?

Şimdi düşünüyorum da, hapishanedeki diğer bütün çocuklar da çıplak.

Acaba bu bir gelenek falan mı?

Eğer hayvan ırkındakiler çıplak olmaya zorlanıyorsa, bu herhâlde bir çeşit aşağılamadır.

Yok yok, çıplak bırakılıp aşağılanmak sadece hayvan ırkındakilere özgü değildir.

Eski çağlardan beri, tutsakları aşağılamak için onları soymak, gelenek gibi bir şey.

Burası bir fantezi dünyası ama okuduğum kitaplardan edindiğim bilgilere göre, tutsak alınmış kadın şövalyeler her zaman çıplak bırakılırlar.

Görünüşe göre bütün dünyaların sahip olduğu bazı özellikler söz konusu.


 Karanlığın içindeyken düşünmeye başladım.


Öncelikle, yarın onlarla konuşmam gerek.

Konuşmak istemeseler bile sıkıntı yok.


Görünüşe göre yaşı büyük olan savaşçı Ruijerd’in peşine düştü.

Eğer olan şey buysa, çocuklarla yeniden buluşmuş olması gerek.

Ruijerd’i yanlış değerlendirmek kolay ama çocukları kurtarmak için gelen bir savaşçıya karşı düşmanca bir tavır içinde olacaklarını sanmam.

Çocukların kurtarıldığını gördükten sonra, beni kaçakçı zannettikleri bu yanlış anlaşılma da çözülür herhalde.


Her türlü, şuan için güvende sayılırım.

Yaşı büyük olan savaşçı, o gelene kadar işkence ya da sorgulama yapılmamasını özellikle belirtmişti.

Bu yüzden, güvendeyim.

Birden bir yerden dokunaçlar çıkıp bana saldırmayacaklar... değil mi?

 

Kısım 3

Ben bunları düşünürken tam bir gün geçti bile.

Zaman hızlı geçiyor.


Hapishaneye atıldığım günün sabahı, karşımda bir gardiyan belirdi.

Bir kadın.

Bir savaşçı olduğunu gösteren kıyafetler giyen ama Ghislaine’den daha ince yapılı olan birisi.

Ancak aşırı büyük memelere sahip.


Ona söylemeye çalıştım,

‘Bu bir yanlış anlaşılma, ben bir şey yapmadım.’

Kaçakçılarla bir alakam olmadığını ve çocukların o binada tutulduklarını tesadüfen öğrenmem üzerine onları kurtarmak için oraya gittiğimi anlatmaya çalıştım.


Ama gardiyan söylediklerimi dinlemek konusunda pek de istekli gibi değildi.

Bir kovayı suyla doldurdu ve benim üzerime boşalttı.


Su buz gibiydi.

Sanki bir çöpmüşüm gibi beni hor görüyordu ve ben de onun önünde ıslak bir sıçan gibi duruyordum.


 ‘Sapık!’


Birden bir titreme geldi.

Bunun çok güzel bir işkence olduğunu düşünmeden edemedim.

Beni çırılçıplak soydular, bu güzeller güzeli, hayvan kulağı olan, koca memeli onee-san’ı bana bakması için bıraktılar ve bu onee-san, başımdan aşağı soğuk su döküp beni aşağıladı.

Kalbim cidden dayanmayacak gibi.


Bunların o yaşlı savaşçının dediklerini dinleyecekleri yok.

Acaba bana ne olacak?


Tanrıçam Roxy, lütfen bana kutsal korumandan bahşet.

Hayır, Hitogami, sen bu işten uzak dursan da olur.


 *Hapşu*


Şaka bir yana.

Gerçekten de bir şeyler giysem iyi olacak.

Bu şekilde durmak özgürmüşüm gibi hissediyor ama bir yandan da aklıselim bir insan olma özelliğimi kaybediyorum.


Şimdilik soğuk almadan önce ateş büyümü [Yanan Yer] kullanıp vücudumu ısıtacağım.

 

Kısım 4

İkinci gün.

Ruijerd halen beni kurtarmaya gelmedi.

İkinci günümü de çıplak halde geçirdikten sonra, birazcık endişelenmeye başladım.


Acaba Ruijerd’e bir şey mi oldu?

Belki de o yaşlı savaşçıyla kapışmıştır.

Ya da kaçakçılarla olan işler daha da karmaşık hale gelmiştir.

Bir başka ihtimal ise, Eris’in başına bir işler geldi ve o da ona yardıma gitti.


Endişeliyim.

Hem de çok.


Madem öyle, o zaman kaçış planları yapmanın vakti geldi.

Öğle yemeğinden sonra, sessizce büyü yapmaya başladım.

Eğer ateş ve hava büyüsünü karıştırırsanız, rahatlatıcı bir esinti meydana getirirsiniz.

Bütün hücre ılık ve rahatlatıcı bir hale geldi.

Gardiyan yavaş yavaş uyuklamaya başladı ve sonunda da uykuya daldı.

Çok kolaydı.


Demir parmaklıkların üstündeki kilidi açtım ve etrafı kontrol etmek için dışarıya doğru yöneldim.

Kimseciklerin olmadığını doğruladıktan sonra binadan ayrıldım.


Önümde uzanan aldatıcı bir manzara vardı.


Ağaçların üstünde bir şehir.


Bütün binalar ağaçların üstündeydi ve birbirlerine birtakım köprülerle bağlıydılar.

Her ağaçtan öbürüne doğru uzanan köprüler vardı ve aşağı inmeden bütün şehri bu sayede dolaşabilirsin gibi görünüyordu.


Yerde, göze çarpan pek bir şey yok.

Görünüşe göre bazı binaların ve tarlaların izleri mevcut ama kullanıldıklarına dair bir işaret bulunmuyor.

Anlaşılan o ki, yer, hayvan ırkının yaşamında öneme sahip bir şey değil.


Zaten etrafta pek kimseler de yok.

Ağaçların arasındaki köprülerde yürüyen, hayvan ırkından birilerini görebiliyordum.

Eğer ağacın üstündeki köprüyü geçecek olursam her şeyi rahatlıkla görebilirim ama o zaman beni de rahatlıkla görürler.

Ve durumumu düşünecek olursak, her anlamda, tamamıyla görüneceğim.


Yakalanmadan kaçmak zor olacak gibi.

Gerçi, bulunacak olsam bile kaçabilirim.

Eğer birtakım ağaçları ateşe verip, ortaya çıkacak kaostan yararlanıp, başka bir yerdeki ağaçların içinde daldıktan sonra olacak şeyleri kafaya takmazsam.


Ancak, burası bir orman.

Nereye gitmem gerektiğini bilmiyorum.

Gyes çok hızlı koşuyordu.

Gitmem gereken yer, şehirden bir hayli uzak olsa gerek.

Eğer düz bir istikamette, her şeyimle koşacak olursam, oraya ulaşmam her halde bir altı saat falan sürer.

Hem kaybolacak olursam daha da kötü olur.


Toprak büyüsüyle yüksek bir kule yapıp etrafa bakmak gibi bir ihtimal de mevcut.

Ancak, öyle bir şey yapacak olursam peşimdekilerin beni yakalaması çok daha kolay olur.

Üstelik beni yakalamak için kullandığı büyünün ne olduğunu bile bilmiyorum.

Eğer o büyüye karşı bir önlem düşünemezsem, dövüşü yeniden kaybetmem olası bir ihtimal.

Sonra, belki de daha sonra tekrar kaçmayayım diye bacaklarımı falan kesebilir.


Biraz daha beklemek en iyisi.

Daha sadece iki gün oldu.

Ve yaşlı savaşçı da henüz geri dönmüş değil.

Halen daha, Ruijerd ile birlikte çocukları ailelerine teslim ediyor olabilirler.

Acele etmek için bir neden yok.


Bu fikre ulaştıktan sonra, mapusa geri döndüm.

 

Kısım 5

Üçüncü gün.

Gardiyanların bize getirdiği yiyecekler çok lezzetli.

Tam da bir sürü doğallığa sahip bir yerden beklenileceği gibi, organik.

Büyülü Kıta’dan farklı bir klasmanda. Genellikle, ana malzemesi bir çeşit ot olan bir çorba ve kızartılmış artık etler. Ama ikisi de bayağı iyi.

Acaba bana böyle güzel gelmesinin sebebi Büyülü Kıta’ya alışmış olmam mı?


Hapishanedeki bir mahkuma böyle yemek getirdiklerine göre, buradakiler gerçekten de güzel şeyler yiyorlar olsa gerek.


Getirdiği yemekler için gardiyanı övmeye çalışmam bana ikinci porsiyonu kazandırdı.

Bu tepkiden anlaşılacağı üzere, yemekler sanırım bu onee-san tarafından yapılıyor.


Ama yine de, halen dediğim şeyleri dinlemeye lüzum görmüyor.

 

Kısım 6

Dördüncü gün.

Sıkıldım.

Yapacak hiçbir şey yok.

Bir şeyler yapmak için büyü kullanabilseydim güzel olurdu ama eğer çok fazla dikkat çekecek olursam ağzımı tıkayabilirler ya da beni kelepçeleyebilirler.

Henüz öyle bir şey yapmadılar ama kendimi bulunduğumdan daha da kötü bir duruma sokmamın da bir gereği yok.

 

Kısım 7

Beşinci gün.

Bir oda arkadaşı edindim.


Tam da dışarısı çok  gürültülü olmaya başladı diye düşünürken, maceracıya benzeyen birini yanıma attılar.

Kaslı iki adam (hayvan ırkından), onu kollarından tutup sürükleyerek getirdi ve hücrenin içine doğru tekmelediler.


 ‘Lanet olsun! Bana biraz daha özenli davranın!’


Getirenler, hücreden bağıran adamı umursamayıp dışarı çıktılar.

Uflayarak ve tekmeyi yediği yer olan kıçını ovarak, yavaşça arkasını döndü.

Ben de onu Nirvana’ya ulaşmış Buda gibi selamladım.


 ‘Hayatında ulaşabileceğin en üst noktaya, hoşgeldin.’


Tabii ki de çıplak bir şekilde.

Adam ağzı açık bir şekilde orada kalakaldı.

Görünüşüyle, maceracı birisini andırıyordu.

Bütün vücudu siyah giysilerle kapalıydı ve koruyucu kıyafetinin bağlantı noktaları bir çeşit kürk ile kaplıydı.

Doğal olarak, üzerinde bir silah yoktu.


Uzunca bir süre bakakaldıktan sonra fark ettim ki, yüzü sanki bir maymununki gibiydi.

Böyle diyorum ama mecazi olarak falan değil.

Bu kişi, büyülü ırktan birisiydi.


 [Ne oldu kouhai? Garip bir şey mi var?]

Kouhai: çaylak, çömez gibi kullanılan bir tabir, alt kademe olduğunu gösterir.

[Y...Yoo, nasıl söylesem...]


Bu adam, yüzünde büyük bir şaşkınlıkla bana bakıyordu.

Bana böyle dik dik bakıp durma, bu çok utanç verici değil mi?


‘Çıplak bile olsan, görünüşe göre kendinden emin birisisin değil mi?’

‘Len çaylak, “yiğidin malı meydandadır” derler, laflarına dikkat et. Ben senden daha uzun süredir buradayım. Başka bir deyişle, ben bu koğuşun senpaisiyim. Saygı göster.’

senpai: yaşça veya rütbece büyük kişi

 

‘P...Peki..’

‘Emredersin diyeceksin.’

‘Emredersin.’


Neden ilk defa gördüğüm birisiyle böyle kibirli bir şekilde konuşuyorum ki ben?

Çünkü sıkıldım.


‘Maalesef, burada minder falan yok, şurada bir yerlere oturuver.’

‘Hı, emredersin.’

‘Söylesene, çaylak. Ne oldu da içeri düştün?’


Kaba bir ses tonuyla konuşuyorum.

Ondan daha genç olmama rağmen, ona kouhai diye hitap ediyorum, sinirleneceğini falan düşünmüştüm.

Bunun yerine, afallamış bir şekilde sorularımı cevaplamaya başladı.


‘Nasıl söylesem… hile yaptığımı fark ettiler...’

‘Anladım, kumar, ha. Taş, kağıt, makas? Ya da tahta oyunları?’

‘O da ne? Ben zar oynuyordum.’

‘Zar, ha.’


Hiç şüphesiz biliyordum ki, sadece 4, 5 veya 6 gelen bir zar kullanıyordu.


‘İçeriye atılmak için ne kadar da sıkıcı bir suç.’

‘Senin suçun ne peki?’

‘Bakarak anlayamadın mı? Müstehcenlik ile suçlandım.’

‘O da ne demek?’

‘Gümüş kürklü bir yavru köpeğe sarılıyordum ve onlar da beni buraya attılar demek.’

‘Hee, bir söylenti dolaşıyordu son zamanlarda. Dorudia’nın Kutsal Hayvan’ı, sapık bir hayvan tarafından saldırıya uğramış, diye.’


Görünüşe göre olayları iyi anlayan birileri var gibi.

Gerçi, bunlar haksız suçlamalar.

Peki, bu adamdan bir istekte bulunmaktan başka bir seçeneğim yok demek.


‘Öyle cezbedici bir yaratıkla karşı karşıya geldiğinde, yapılabilecek en doğal eylem oydu. Eğer sen de bir erkeksen, ne demek istediğimi iyi anlıyor olmalısın, değil mi kouhai?’

‘Bir gram bile anlayamıyorum.’


Adamın bana bakan gözleri, sanki bilinmeyen bir yaratığa bakıyormuşcasına değişti.

Yok, aslında en başından beri hiç değişmedi.


‘Peki, kouhai, adın nedir?’

‘Adım Gisu.’

‘Ordu mensubu musun?’

‘Hayır, bir maceracıyım, yani çoğunlukla.’


Gisu.

Bu ismi sanki daha önce bir yerlede duymuşum gibi hissediyorum ama.

Nereden duymuştum ki?

Hatırlayamıyorum.

Şey, her yerde buna benzer isimlerle karşılaşılabilir.


‘Ben Rudeus. Senden gencim ama ne de olsa burada senpai benim.’

‘Peki peki.’


Gisu omzunu silktikten sonra sırtüstü yere yattı ve tavana bakmaya başladı.


‘Hmm? Rudeus. Daha önce bir yerde duymuşum gibi.’

‘Her yerde duyabileceğin türden bir isim.’

‘Ha, doğru diyorsun.’


İkimiz de yanyana sıralandık.

Gerçi birimiz tamamıyla çıplak ama.

Garip bir durum.

Bu hücredeki en önemli kişi, yani ben, çıplak ama bu kişi, yani kouhai, giyinik halde.

Harbiden de garip değil mi?


‘Hey, kouhai.’

‘Hayırdır senpai?’

‘Yeleğin, sıcak tutuyormuş gibi duruyor. Ver bakayım.’

‘Hö?’


Gisu isteksiz gibi görünen bir ifade takındı ama yine de kürkten yeleğini çıkarıp bana attı.

Geçinmesi ilginç derecede kolay birisi.


‘Ah. Çok teşekkürler.’

‘Demek, teşekkür edebilen birisisin.’

‘Tabii ki. Günlerdir özgür tarzda duran birisiydim. Sanki uzun zamandan sonra insan olarak yeniden dirilmiş gibiyim.’

‘Saygılı konuşmayı bırak senpai.’


Böylece, Edo zamanlarındaki burnu sümüklü veledleri andıran bir görünüme sahip oldum.

Gardiyan birazcık tiksinmiş gibi bir ifade takındı ama hiçbir şey demedi.


‘Yelekten gelen sıcaklığını hissedebiliyorum.’

‘Hey, erkeklere karşı da bir ilgin olduğu gibisinden bir şey söylemeyeceksin değil mi?’

‘Öyle bir şey dememe imkan yok. Eğer bir kız ise ve yaşı 12-40 arası ise sıkıntı yok, her türlü yalarım. Ama eğer bir erkeğin yüzü ve görünüşü çok güzel bir kızınki gibi değilse, ilgi duymamın kesinlikle ama kesinlikle imkanı yok.’

‘Yani diyorsun ki, yüzü bir kızı andırdığı sürece pek de sıkıntı yok?’


Gisu duyduğuna inanamıyormuş gibi bir yüz ifadesi gösterdi.

Ama biliyorum ki, bunun gibi birisi için, eğer zevklerine mükemmel bir şekilde uyan bir kız bulsa ve o kız bir anda Arthur’a dönüşüp Excalibur’unu meydana çıkarsa bile bu adam Merlin olmaktan çekinmez.

Cinsel anlamda.


‘Bu arada, sana sormak istediğim bir şey var kouhai.’

‘Nedir?’

‘Burası neresi?’

‘Yüce Orman, Dedorudia ırkının kasabasındaki bir hapishane.’

‘Ben kimim?’

‘Bir köpek yavrusuna el uzatan çıplak bir sapık, Rudeus.’


Gerçi, şimdi çıplak değilim ama.

Ayrıca, o haksız bir suçlamaydı.

Ve ben bir sapık değilim.


‘Peki, hangi sebeple, senin gibi Büyülü Irka mensup birisi Dorudia kasabasında kumar oynuyordu?’

‘Aah şey. Bazı eski tanıdıklarım Dedorudia ırkından, burada olabileceğini düşünüp bir uğrayayım dedim.’

‘Buradalar mıydı?’

‘Burada değillerdi.’

‘Burada değillerdi ama sen yine de kumar oynadın? Yine de hile yaptın?’

‘Fark edeceklerini zannetmiyordum...’


Bu adam için hiç umut yok.

Ancak, işime yarayabilir.


‘Kouhai, hileden başka bir şey yapabilir misin?’

‘Her şeyi yapabilirim.’

‘Oh, misal, bir ejderhayı yumruklarında öldürebilir misin?’

‘Hayır, o tarz bir şey imkansız. Dövüşlerde güçsüzüm.’

‘Misal, aynı anda 100 kadınla birlikte olabilir misin?’

‘Bir ya da taş çatlasın iki kadın benim için yeterli.’


Son olarak, gardiyan duymasın diye sesimi alçaltarak, açıkça dedim ki.


‘Misal, buradan kaçıp bir şehre ulaşana kadar koşabilir misin?’


Bunu söylememin üzerine Gisu kafasını kaldırıp gardiyana baktı ve kafasını kaşımaya başladı.

Sonra da yüzünü bana yaklaştırdı.

Fısıldayarak.


‘Böyle bir niyetin mi var?’

‘Eğer dostlarım gelmezse.’

‘Ha? Üzgünüm ama nasıl diyeyim, kötü olmuş.’


Hey, yapma.

Eğer öyle diyecek olursan sanki beni çoktan gözden çıkarmışlar gibi anlaşılır.

Ruijerd beni bir kenara atmaz.

Eminim ki şuan çok garip bir durumun içerisindedir.

Gelip onları kurtarmamı bekliyorlardır.


‘Kendi başına kaç. Beni alakadar etmez.’

‘Kaybolurum, şehre giden yolu bilmiyorum.’

‘Buraya gelmeyi nasıl başardın peki?’

‘Kaçakçıların elinden çocukları kurtarıyordum.’

‘Kurtarmak mı?’

‘Tam da o sırada bir köpek yavrusunun tasmasından kurtarmaya çalışıyordum, birden hayvan ırkından bir adam ortaya çıktı ve bağırmaya başladı, sonra hareket edemez oldum ve yakalandım.’


Gisu kafasını kaşırken ne olduğunu pek de anlayamamış gibi görünen bir ifadesi vardı.

Belki de pek tatmin edici bir açıklama yapmadım.


‘Ha, yani? Şey mi? Haksız suçlama?’

‘Haksız yere suçlandım.’

‘Anlıyorum. Bu yüzden kaçmak istiyorsun.’

‘Aynen öyle, lütfen bana yardım et.’

‘Olmaz. Neden sana yardım edecekmişim. Senin aksine, ben yakında buradan çıkacağım.’


Nedenini soruyor olsan bile.

Demin söylemedim mi.

Nereye doğru gitmem gerektiğini bilmiyorum.


Ölene kadar ormanda dolaştığım bir kaderden kurtulmak istiyorum.

Ayrıca neredeyse tamamen çıplağım.


‘Şey, eğer hakkındaki suçlamalar haksızsa sıkıntı yok. İllaki doğrusunu anlayacaklardır.’

‘Eğer öyle olsaydı iyi olurdu.’


Bana soracak olursanız, şu Gyes pek de laf dinleyecek türden biri gibi durmuyor.

Ancak, çocukları kurtardığım bir gerçek.

Çocuklar evlerine geri döndükten sonra, üzerimdeki haksız suçlamalar da doğal olarak kalkacaktır.


‘O zaman biraz daha bekleyeyim bari.’

‘Aynen öyle yap. Kaçmaya kalkışmaktan hayır gelmez.’


Gisu bunu söyledikten sonra yeniden yere yattı.

Eğer bu adam böyle diyorsa, o zaman biraz daha beklerim.


Neyse ki, halen biraz daha vakit öldürebilirim.

Eğer işler o raddeye gelecek olursa, etrafı ateşten bir denize çevirip kaçamayacağımdan değil.

Sırf şu Dedorudia ırkındakilere acıdığımdan dolayı, onlar beni haksız yere suçlamalarla yakalayanlar ama yine de ormanı yakacak bile olsam bu işteki sorumluluğumuz ortak olur.


Sanıyorum, çocukların ailelerini bulup onlara geri ulaştırmalarının bu kadar fazla zaman alması onlardan kaynaklanan bir durum falandır.

 

Kısım 8

Altıncı gün.


Bu dairede yaşaması gerçekten de çok rahat.

Yemekleri iyi, havalandırması iyi (gerçi kendim yapıyorum ama), yapılacak çok fazla bir şeyin olmadığını düşünüyordum ama artık konuşabileceğim birisi bile var.


Yatak aslen böcekler ile dolup taşıyordu ama büyü ile onları ortadan kaldırdıktan sonra çok konforlu bir hal aldı.

Tuvalet halen aynı ama koca memeli nee-sanın sıçtığım boku temizlediğini düşündükçe birazcık zevke geliyorum.


Ancak halen endişe içerisindeyim.

Halen bir haberin gelmemesi bayağı endişe verici.


Yakalanmamın üstünden neredeyse koca bir hafta geçti.

Sanki biraz yavaşlarmış gibi hissediyorum.

Başlarına bir iş geldiğini düşünmeye başladım.

Ruijerd’in çözemeyeceği bir çeşit sıkıntı.

Yardımıma ihtiyacı olabilir.

Çok geç kalınmış bile olabilir.

Yine de, gitmeye imkanımın olmadığı bir yere gidemem.


Yarın.

Yok, yarından sonra.

Yarından sonra, bu kasabaya ateşler salacağım.

Demek isterdim ama o kadar ileri gitmek biraz kötü hissettirir, bu yüzden sadece gardiyanı rehin alıp kaçacağım.

 

Kısım 9

Yedinci gün.


Bugün mapus hayatımın son günü.

Dışarıdan bakınca sanki hiçbir şey yapmadan yatıyorum gibi duruyor ama aslında kafamın içinde durmadan planlar yapıyorum.


‘Aklıma geldi de, kouhai.’


Haydut tarzındaki sesimle, Gisu ile konuşmaya başladım.


‘N’oldu?’

‘Bu kasabadaki tek hapishane burası mı?’

‘Neden soruyorsun bunu?’

‘Yok, normalde hiçbir sebep olmadan iki insanı aynı hücreye atar mıydın?’

‘Normalde bu hapishaneyi kullanmıyorlar. Normal suçlular Aziz Limanı’na yollanırlar.’


Suçlular Aziz Limanı’na yollanıyor demek.

Tahmin edecek olursam, bunun anlamı, bu hapishaneye sadece Dedorudia ırkının belirlediği özel suçları işleyenleri atıyorlar.

Beni kaçakçı sandılar ve Kutsal Hayvan’a karşı cinsel saldırı suçu işlemekle suçlandım.

Ona “Kutsal Hayvan” diyecek kadar ileriye gidiyorlarsa, bu demektir ki onun bu kasaba için özel bir değeri var, yani bu kasaba için özel bir varlık.

Ancak, bir dakika.


‘Peki, sen neden bu hapishanedesin? Seni sadece hile yaparken yakaladılar, değil mi?’

‘Bilmem ki. Belki de kasaba sınırları içerisinde gerçekleşen küçük bir olay olduğu içindir?’

‘Böyle olduğunu mu düşünüyorsun?’

‘Böyle bir şeydir.’


Bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyorum.


Kollarımı kaşımaya başladım.

Sonra da karnımı kaşıdım.

Daha sonra da sırtımı.

Her nedense cidden kaşıntı tuttu.

Bunu düşündükten sonra yere baktım.

Bir pire zıpladı.


‘Uoh?! Bu yelek böceklenmiş!’

‘Hmm? Aah, bir süredir hiç yıkanmadı nasıl olsa.’

‘Yıka!’


Yeleği çıkarttım.

Birazcık silkeledim ve böcekler her yere saçılmaya başladı.


Hemen kavurucu rüzgarlar ile onları öldürdüm.

Böceklerin hepsi piç.


‘Oh? Daha önce gördüğümden beri düşünüyordum ama bu inanılmazdı. Bunu nasıl yapıyorsun?’

‘Sessiz büyülü sözler kullanarak.’

‘Anladım. Sessiz büyülü sözler. Bu cidden inanılmaz.’


Eh, tam da bütün böceklerin icabına baktığımı düşünürken, bütün vücudum yine kaşınmaya başladı.

Şimdilik ısırıldığım her bölgeye iyileştirme büyüsü uygulamaya çalışacağım.

Ne var ki, sırtım.

Belki de üstüne yattığım içindir ama sanki sırtımdan deli gibi ısırmışlar gibi hissediyorum.

Ellerim sırtıma ulaşamıyor.

Ahhhh.


‘Hey kouhai.’

‘N’oldu?’

‘Gel de sırtımı kaşı, bu kaşıntı beni öldürecek.’

‘Peki peki.’


Bacaklarımla bağdaş kurup oturdum ve Gisu arkama geçti.

Sırtımı kaşımaya başladı.


 ‘Ah, işte orası, tam orası. İyisin he, bu işte yeteneklisin.’

‘Söylemedim mi? Her şeyi yapabilirim. Hazır elim değmişken omuzlarına masaj bile yapabilirim.’


Gisu omzuma masaj yapmaya başladığı zaman düşündüm ki, bu adamın ellerini böyle iyi kullanması gerçekten de çok tehlikeli.

Sırtımdaki kaslar istemsizce kasılmaya başladı.


‘Ohhh, harikasın, çoooook iyi hissettiriyorsun, ah, biraz daha aşağıya. Mmmm, orası, işte tam orası. Mmmhnn?’


Sonra.


Sonra, üzerimde birtakım bakışların toplandığını hissettim.


İyice bir baktım.

Parmaklıkların öbür tarafında toplanmış, aşağı yukarı yedi kişi vardı.


Birincisi, Ghislaine’ye azıcık benzeyen yaşlı bir adam.

Ghislaine’ye birazcık daha benzeyen bir abi.

Bana bakmakla ilgilenen koca memeli nee-san.

Beni işaret edip bir yandan da kahkahalar atan, kedi kulaklı genç bir kız.

Elleriyle yüzünü kapatmış ve parmaklarının arasından bana bakan, köpek kulaklı genç bir kız.


Ve son olarak parlak kel kafalı Supard ırkından bir abi ve ellerinde giysilerimi, cübbemi ve asamı taşıyan Boreas ailesinden bir genç hanım.


‘Rudeus? Bu adamla ne yapıyorsun??’


Gözlerinde inanılmaz bir soğuklukla, Eris bana bakıyordu.

Şu anki görünüşümle.

Gisu benim arkamda ve sırtıma odaklanarak beni omuzlarımdan tutuyor.

Bu doğru, sanki götümü arkamdakine doğru uzatmışım gibi görünüyorum.

Ve sırtımın en alt noktası Gisu’nun kasık bölgesiyle birleşiyordu.


‘Bu bir yanlış anlaşılma.’

 

Kısım 10

İki kızın tanıklık etmeleri üzerine, serbest bırakıldım.

Daha sonra ise yanlış anlaşılma ve haksız yere suçlanma durumum hızlıca çözüldü.


Bu arada, görünen o ki Gisu’nun bir süre daha hapishanede kalması gerekiyor.