24.06.2020

Gemideki Keşiş

resim
Çevirmen: NatsuJun

Kısım 1

Kaçakçılarla bir uzlaşmaya varmamız bir ayımızı aldı.

Kaçakçıları bulmak o kadar zor olmadı.

Önce istihbarat komisyoncusuna para yedirip bir aracı adamla tanıştık.

Kaçakçılarla iletişimi aracı adam üzerinden gerçekleştirdik.

Ve son olarak aracı adamdan haber gelmesini bekledik.

Sonrası bu aşamalardan tekrar tekrar geçmemizle gerçekleşti.

İstihbarat komisyoncusuna para ver, aracı adama para ver ve kaçakçıya para ver.

Göz açıp kapayıncaya kadar elimizdeki paranın yarısı ortadan kaybolmuştu.

Cüzdanım hafifledi.

En azından okyanusun diğer tarafına vardığımızda, handa konaklayabilecek kadar paramızın kalacağına inanmak istiyorum.

Açıkçası, kaçakçılarla direk temas kursak olayı daha ucuza getirebilirdik gibime geliyor.

Fakat, kaçakçılar görünüşe göre  teşkilat halinde hareket ediyor. Aracı adamı bulmazsan iletişime geçemezsin.

Galiba yakayı ele vermemek için geliştirdikleri zekice bir hamle.

Yapılanmalarını tam olarak çözemedim, ama işleri tıkırında gibi duruyor.

Tüm hazırlıkları tamamlamamız bir ayımızı aldı.

Bu da bir ay hem kısaymış hem de geçmiyormuş gibi hissettirdi.

İkisi de birbirinden farksız.


Kısım 2

Belirlenen günde.

Gecenin ilerleyen vakitleri.

Ay daha kendini göstermemişken.

Belirtilen yer, limanın son kısmına yakın bir rıhtım.

Etrafında ürkütücü bir sessizlik var, sadece dalgaların sesi duyuluyor.

Orada yüzünü örten bir kapüşon giymiş şüpheli biri ve bir de küçük tekne vardı.

Tam ayarladığımız gibi, kaçak girmesini istediğimiz kişiyi bu adama teslim edeceğiz.

Ruijerd’i kaçakçıya verdik.

Konuştuğumuz üzere Ruijerd’in elleri arkasında birleştirilip kelepçelenmişti.

Kelepçeler özel bir alet dükkanından satın alındı.

‘....’

Kaçakçılar açısından, taşıdıkları tüm bireyler abartısız köle olarak görülüyor.

Bir köleyi taşımak için aldıkları ücret, 5 küçük yeşil sikke. Standart ücretlendirme.

Bu parayı çoktan ödedik.

Ama aracı adamın dediğine göre, bazıları değişim sırasında da ücret talep edebiliyormuş.

İşe yaramaz paragözler.

‘Peki o zaman, bizimkine sahip çıkın.’

‘....’

Kaçakçı tek kelime etmedi.

Sessizce başını eğip Ruijerd’i tekneye yükledi ve kafasına bir torba geçirdi.

Küçük teknede sadece bir kayıkçı var.

Ama güvertede kafasına torba geçirilmiş pek çok baş ayırt edilebiliyor.

Gerçi boyutlarına bakınca, hiçbiri çocuk olmamalı.

Bunda karar kılınca Ruijerd tekneye bindi ve kaçakçı sinyali verdi.

Teknenin önünde oturan adam sihirli sözleri söylemeye başladı.

Ardından tekne karanlık gecenin loşluğunda hiç ses yapmadan okyanusun içine yol aldı.

Sihirli sözleri iyi duyamadım, ama görünüşe göre dalgaları kontrol edip teknenin ilerlemesini sağlayan bir su büyüsü.

Eğer öyleyse benim de yapabileceğim bir şey olmalı.

Küçük tekne denizin ortasında bir süre durdu ve sonra büyükçe bir tüccar gemisine yanaştı.

Orada köleler teslim edildi, ama galiba gemi sabah yola çıkacak.

Ruijerd’in  yönü teknedeyken bana dönüktü.

Kafasına torba geçirsen bile benim nerede olduğumu biliyor.

Onu yolcu ediyorum.

Donna Donna süzülerek ilerliyor.

Yo, onu su üstüne bırakmadık.

Onu satmadım yani.

Sadece kısa bir ayrılık.


Kısım 3

Sonraki gün.

Bir yıldır bel bağladığımız kertenkeleyi sattık.

Kertenkeleyi güvertede taşımak için vergi istiyorlar ve Milis Kıtası'nda ulaşım için at kullanılıyor.

Bu dünyadaki atlar bir hayli hızlı.

Kertenkele kullanmamız için artık bir sebebimiz yok.

Eris kertenkelenin boynuna sarıldı ve vücudunu okşadı.

Söylenecek bir söz yoktu, yalnız hissedecekti.

Kertenkele Eris’e iyice alışmıştı.

Yolculuk boyunca ara sıra başını yalayıp salya içinde bırakıyordu.

Eris’i yoğun bir sıvı içinde bırakmak, ne kada....ne erotik bir kertenkele gerçekten.

Ben de Eris’i baştan sona yalamak istiyorum.

Böylece yeni bir kıskançlık alanı keşfettim.

Doğru.

Bu kertenkele zaten içimizden biri olmuştu.

‘Ölü Son’un müttefiki.

Ona kertenkele deyip durmak haksızlık.

En azından bir isim koyalım.

Pekala, bugünden  itibaren senin adın Geraha.

 Geraha Romancing Saga adlı eski bir jrpg'deki kertenkeleadam karakterin adıymış.

Pek çok insan arkadaş edinmek isteyen, denizin evladı.

‘Şaşırtıcı derecede itaatkar. Yolculuğunuz süresince iyice eğittiniz mi?’

Kertenkeleyle ilgilenen tüccar gıpta ile bakıyordu.

‘Eh, sayılır.’

Onu eğiten Ruijerd’di.

Çok belirgin bir eğitim vermedi aslında, ama aralarında kesinlikle bir sahip-hizmetkar ilişkisi vardı Ruijerd ile Geraha’nın.

Eminim, bu kertenkele partide en güçlü kim biliyordu.

Bu arada, bana herhangi bir bağlılık göstermedi, hatta birkaç kere beni ısırmaya bile çalıştı.

Evet, bunu hatırlayınca biraz sinirlendim.

‘Haha, tam da ‘Ölü Son’un Ruijerd’den beklenir bir hareket. O vakit, yeni bir sahibe alışması çok uzun sürmeyecektir. Son zamanlarda çoğunluk onlara kötü davrandığından, tekrar eğitmek zor oluyor.’

Bu tüccar Lugonia ırkından.

Kertenkele kafasına sahip.

Büyülü Kıta’da kertenkeleleri kertenkeleler eğitiyor.

‘Bunca zaman bizimle seyahat eden yoldaşımıza değer vererek davranmak, zaten olması gerekendir.’

Konuşmalarımıza bakınca, bizim Geraha’ya(kertenkele demek) gerçekten Donna Donna gibi davrandık.

 Kurban edilmek üzere götürülen danaya Donna Donna diyorlarmış.

Ellerimde yoldaşımı satarak kazandığım para.

Bunu düşününce, kazandığım para aşırı kirli geldi. Ne kadar gizemli.

Belki de hiç isim koymamalıydım. Sonuçta duygularımı aktarıyor.

Güle güle, ey isimsiz kertenkele.

Sırtını asla unutmayacağım.

‘Ühüüü....’

Eris’in burun çekme seslerini duydum.


Kısım 4      

Kertenkeleyi sattıktan sonra gemiye binmeye gittik.

‘Rudeus! Gemi! Kocaman bir gemi! Vaaaa!! Sallanıyor! Nasıl bir şey bu?’

Gemiye bindikten kısa bir süre sonra, Eris coşkuyla geminin bir ucundan bir ucuna koşturmaya başladı.

Kertenkeleden ayrılmış olması aklından uçup gitmişti.

Duygularının bu kadar kolay değişiyor olması aslında onun iyi yanlarından.

Gemi tahtadan inşa edilmiş bir yelkenli.

Görünüşe göre daha bir ay önce tamamlanmış olan en yeni model buymuş.

Duyduğuma göre Aziz Limanı’na yapacağımız bu yolculuk, geminin ilk seferi olacakmış.

‘Fakat, şekli önceki gördüğümden biraz farklı.’

‘Daha önce gemi görmüş müydün, Eris?’

Oysa okyanusu ilk defa görüyordu.

‘Ne diyorsun, senin odanda da bir tane yok muydu!?’

Ah, düşününce doğru öyle bir şey yapmıştım.

Ne kadar nostaljik.

Toprak büyümü geliştirmek için yapmaya başladığım şey. Sonra ‘aslında figür yapabilirim’ fikri aklıma geldi ve Roxy’nin 1/10’luk boyutunda figürünü yapmaya başladım.

En son figür yapalı baya oluyor.

Sonuçta nerede, ne kadar büyü gücüne ihtiyacım olacağını bilemediğimden, büyü gücü harcayacak antrenmanlardan kaçındım.

Ruijerd ve Eris’in antrenmanla meşgul olduğu sürede ben de beden gücümü geliştirdim.

Son zamanlarda bir hayli boşlamıştım.

Ortalık sakinleştikten sonra antrenmanlara başlasam iyi olacak.

‘Sonuçta hayal gücümü kullanarak yaptım, tabii ki biraz farklı olacak.’

Üstelik, bu gemi söylenene göre en yeni model.

Yeni olan ne bilmiyorum gerçi.

‘Harika değil mi? Okyanusu böyle kocaman bir şeyin içinde geçmek.’

Eris büyük ilgi gösteriyordu.


Kısım 5

Yola çıkmamızdan üç gün sonra.

Geminin güvertesinde, düşünmeye başladım.

Gemi.

Gemilerden söz açılmışken, gizli hazine olayları aklıma geldi.

Gemide yolculuk yapıyorsan, illa ki bir olay olacak.

Bundan eminim.

Bunu beyan edebilirim.

Mesela geminin hemen yanında yunusların sıçraması.

Kız karakter bunu görüp ‘Bak! Harika!’ der, ve ben de bakıp, ‘Gece benim tekniklerim de harikadır.’ sonra kız karakter ‘Harikasın! Kucakla beni!’ der, bunun üstüne ben de  ‘Hey, hey, hem de böyle bir yerde, seni yaramaz kedi seni.’ derim, ve sonra...

Evet. Bir şeyler gerçekten farklı.

Ayrıca gemi deyince akla, elbette saldırılar gelir.

Ahtapotlar, mürekkep balıkları, yılanlar, korsanlar veya hayalet gemiler.

Bu tarz şeyler tarafından saldırılmak ve geminin batması, sonra dalgalar tarafından sürüklenip karaya oturmamız.

Sürüklendiğin yer kimsenin olmadığı bir adadır ve orada kız karakter ile birlikte yaşamaya başlarsınız.

Kız kahraman ilkin benden nefret eder ama birçok olayı atlattıktan sonra yavaş yavaş yumuşar.

Ve sonra, bir başına olduklarında, bir kadın ve erkek olarak yapabilecekleri yegane olay.

Kesişme anları. Şiddetli tutku. Delikanlılık.

İki kişilik bir cennet.

Ayrıca saldırılmak deyince söz konusu ahtapotsa, kız kahramanın işi bitmiş demektir.

Nereden saldırıyor anlayamadığın sekiz tane bacak, kız kahraman havada asılı tutar.

Vücudu can çekişir halde. Göğüsleri gün yüzüne çıkar. Altından tentaküller süzülür.

Ellerini terletecek muhteşem bir manzara. O an için gözlerini bu manzaradan alamazsın.

Ama işte, hayaller hayatlar.

Eris şuan kabinde, solgun bir surat ve önünde bir kova.

Tam gemide ilk defa yolculuk yaptığına sevinip heyecanlanıyordu ki birden yola çıkınca kusmaya başladı.

Oysa kertenkeleyi sürerken hiç sorun olmamıştı, gemide yolculuk niye bu kadar problem anlamadım.

Benim gibi hiç taşıt tutması yaşamamış biri için, çok uzak geliyor tüm bunlar.

Tek bildiğim, sallantı ne kadar ufak olursa olsun, gemi tutan bir insan için herhangi bir şey fark etmiyor.

Sadece bu.


Kısım 6

Dördüncü gün.

Ahtapot gerçekten geldi.

Muhtemelen ahtapot. Gözlerimi açtığımda açık mavi renkli bir ahtapot gördüm, ve üstelik kocamandı.

Fakat, gemiyi koruyan S rütbeli parti tarafından çok çaba harcanmadan püskürtüldü.

Demişken, gemiye korumak gibi görevler de mi vardı?

Düşününce, yakınımdaki bir tüccara sordum, dediğine göre gemi korumada uzmanlaşmış kişilermiş.

Parti adı  [Deniz Mavisi Yol].

Duyduğuma göre tersaneci loncalarla özel bir sözleşmeleri varmış.

Durum böyle olunca, şimdiki okyanus rotası gibi, denizde boy gösteren tüm yaratıklar onların uzmanlık alanına giriyor.

Galiba yürek zıplatan tentakül hadiselerini unutsam iyi olacak.

Büyük hayal kırıklığı...

Gerçi, avantajlı bir yönü var.

Olası kötü senaryolara karşın, mücadeleleri kenardan izliyordum.

İlk başta bu kadar burnu havada olmalarına gülüp geçtim.

Öncü birlik olarak dövüşen kılıç ustası güçlüydü, ama bir Ghyslaine değil.

Düşmanların saldırılarına göğüs geren ve  onları oyalayan savaşçı güçlü, ama bir Ruijerd değil.

Ahtapotun hareketlerini durduran  artçı destek benden aşağıda.

Yani, başlarda baya hayal kırıklığına uğramıştım.

Dedim S rütbe bile, ancak bu seviyede demek ki.

Bu dünyada bir sürü güçlü insan olduğunu düşünmüştüm, ama işe bakın ki düşündüğüm kadar yetenekli değillermiş.

Fakat, birden fikrimi değiştirdim.

Onlar S rütbeli bir parti.

Dikkat etmem gereken şey bireysel yeteneklerinden ziyade takım çalışması.

Bireysel yetenekleri kötü olmasına rağmen, devasa ahtapotu yenmeyi başardılar.

Bireysel yetenekleri kötü olmasına rağmen, S rütbesine kadar yükselebilmişler.

Önemli olan bu.

Her birey rolünü yerine getirip, gruba büyük güç sağlıyordu.

İşte bu, takım çalışması.

Bizde, Ölü Son’da, eksik olan şey bu.

Ölü Son’daki bireysel yetenekler büyük.

Fakat, bir takım olarak savaşsak, iş yapar mıydık? Merak ediyorum.

Ruijerd’in takım çalışması mükemmel.

Acaba ordudaki tecrübelerinden mi kaynaklanıyor bilmiyorum, ama gruba çok iyi ayak uyduruyor.

Ben veya Eris yanlış yaptığında bile, eksiğimizi tamamlayabiliyor.

Kitle kontrolünde  de fevkalade. Yaratıklar onunla göz göze gelince bile birden yerine mıhlanıyor.

Her halükarda, aşırı güçlü.

Aslında tüm rakipleri tek başına halledebilir, ama biz  takım çerçevesinde, onu bizimle birlikte dövüşmeye zorluyoruz.

Takım çalışmamız kötü diyemem, ama çok dağınık olduğumuz su götürmez bir gerçek.

Ben genellikle kavga sırasında böyle şeyleri aklımda tutmaya çalışıyorum.

Bunu dememe rağmen, hareketlerimiz uyum içinde gerçekleşmiyor.

Metodlara çok takılı kalıp, düşmanın bana yaklaşmasına imkan veriyorum.

Çok sayıda düşman olduğunda özellikle sırtımızı Ruijerd’e yaslıyoruz.

Eris bu konuda işe yaramaz.

Söylediklerimizi canıgönülden dinliyor.

Ama, dövüş sırasında nefes tayinini iyi yapıp savaş ortamına ayak uyduramıyor.

Düşman önünde olduğunda, gözü kara davranıp fazla açılıyor.

Gevşek dövüşme stili kulağa hoş geliyor, ama bir kere olsun ne beni ne de Ruijerd’i takip etmedi.

Ruijerd’in benim takibime ihtiyacı olmamasına rağmen.

Bir şekilde Ruijerd’den ayrı düşersek.

Eris’e tam manasıyla destek olabilecek kabiliyeti kendimde görmüyorum.

Son zamanlarda büyülü gözleri elde ettim, ama sadece iki elim var.

Bir elim kendimi korumak için, diğer elim Eris’i.

Ve tabi bir elimle koruyabileceğim alan sınırlı.

Endişeleniyorum.

Karşı tarafa varır varmaz Ruijerd’i bulmamız lazım.

‘Rudeuswu...’

Eris güverteye soluk bir suratla geldi.

Geminin güvertesine çıktığında ayakları sendeliyordu, sonrasında öğürmeye başladı.

Galiba midesinde kusacak bir şey kalmamıştı artık.

‘Bi...birileri burada can çekişiyorken, neden...böyle bir yerdesin...’

‘Ah, kusura bakma. Okyanus çok güzel olunca.’

‘’Çok kalpsizsin..ühhüüü...’

Bana sarılırken bir gözünde yaşlar belirmeye başladı.

Gemi tutması baya şiddetliydi.


Kısım 7

Beşinci gün.Kabindeki Eris, her zamanki gibi kötü hissediyor.

Ve yanında ben, ilgimi tamamen ona veriyorum.

‘Uuu, uuu...başım ağrıyor...iyileştir beni...’

‘Tamam, tamam.’

Denizcilerden duydum, dediklerine göre deniz tutması iyileştirme büyüsüyle biraz olsun dindirilebiliyormuş.

Bir denedikten sonra, Eris’in daha iyi hissetmeye başlamasıyla teyit ettik.

Deniz tutması, otonom sinir sistemindeki kontraendikasyonlarla ortaya çıkıyor.

ꕥ Kontraendikasyon: Normalde tedavinin uygun olmadığı hal demektir. Sarsılmalar ve sallanmalar insanın kulağındaki denge merkezindeki basıncı değiştirir, bünyesi hassas olan insanlarda yakında bulunan otonom sinir sistemi etkilenip bulantı, kusma gerçekleşebilir. Kısaca çeviride yanlış kullanım var.


Başına iyileştirme büyüsü kullanırsanız, bir süre hafifliyor.

Başka bir ifadeyle, şuan yaptığım tam olarak.

Bunu dememe rağmen, süreklilik gösteren bir önlem değil, veya kişiyi daha iyi hissettirmiyor.

‘Hey...yoksa...ölecek miyim...?’

‘Deniz tutmasından ölsen çok gülünç olurdu ama, değil mi?’

‘Ben hiç gülmüyorum...’

Kabinde bizden başka kimse yok.

Kabinler aslında geniş olmasına rağmen, görünen o ki Büyülü Kıta’dan Milis Kıtası’na seyahat eden pek kimse yoktu.

Acaba bunun sebebi şeytan ırklarında yolculuk ücretinin insan ırkına göre daha pahalı olması mı? Veya Büyülü Kıta’da yaşamak daha ucuz diye mi?

Böyle şeyleri bilmeme imkan yok tabi.

Eris ve ben burada yalnızız.

Loş ve sessiz odada, artık karşı koyacak gücü olmayan Eris’le birlikte.

Ve beş gün boyunca, halsiz Eris’in bakıcılığını yapan bir ben vardım.

İlk başta, bunda bir sorun yoktu.

Ama, sadece iyileştirmek yetmiyor.

İyileştirmem için Eris’in başına dokunmam lazım.

Düzenli aralıklarla iyileştirme büyüsü yapabilmek adına, Eris’i kucağıma yatırmıştım, bir yandan başını desteklerken, diğer yandan iyileştirme büyüsü yapıyordum sürekli.

Bunun sonucunda, bir yerde garip hissetmeye başladım.

Eh, ‘garip’ lafını kullanmam yanlış anlaşılıyor, değil mi?

Dürüst olayım.

İyice erotik moda girmeye başlıyorum.

Lütfen biraz düşünün.

Kabinde, normalde güçlü olan Eris şimdi bu halde, ıslak gözlerle, deliler gibi nefes alıp verirken, zayıf ve titrek bir sesle

‘Lütfen. Yalvarıyorum, yap artık. (İyileştir)’. diye yalvarıyor

Zihnimde, o sondaki ‘iyileştir’ kısmını olabildiğince kısıyorum.

Bu bana Eris’in davetiye çıkarmasından başka bir şey gibi gelmiyor.

Tabii, gerçek böyle değil.

O sadece hasta.

Daha önce hiç deniz tutması tecrübe etmedim, ama sancılı bir süreç olduğunu anlıyorum.

Ona dokunuyorum.

Bunda erotik bir şey yok.

Fakat.

Aynı yaştaki bir kızın başını okşamak ve vücut sıcaklığını hissetmek.

Bu oldukça uyarıcıydı.

Gerçi dokunduğum yer hiç erotik değil, ama uyarıcıydı işte.

Aslında biraz uyarıcıydı, ama bunu uzun bir süre devam ettirmek tehlikeli olabilir.

Dokunmak demek, dokunulmak demek.

Dokunmak demek, yakın olmak demek.

Yakın olmak demek bir başka deyişle...

Eris’in soğuk terle ıslanmış yüzünün, ve ensesinin, boynunun, ve göğsünün...

Tüm hepsinin görüş alanımda olması demek.

Üstelik bu, yorgun ve halsiz Eris.

Kazara dokunsam bile beni döven her zamanki Eris nerede şimdi?

Şuanki haliyle, çantada keklik.

Bu noktada zaten benim değil mi?

Ona ne istersem yapayım, kim ne karışır?

Bu duygular bir bir tomurcuklanmaya başladı.

Neredeyse eminim, kıyafetlerini parçalasam bile, onu şehvetime alet etsem bile, Eris karşı koymazdı.

Yo, karşı koyamazdı.

Dermansız bir ifadeyle, teslim olmuş bir suratla, ve yüzünden süzülen gözyaşlarıyla, muhtemelen kabullenmekten başka çaresi kalmazdı.

Bu manzarayı düşünmek bile, bacaklarımın arasındaki Excalibur’u Arthur’un önüne koymaya yeterli.

Zihnimdeki Arthur feryat ediyor ve bana yalvarıyor.

Eris’in dayanacak gücü yok diye feryat ediyor.

Bu şansın bir daha asla gelmeyeceğini haykırıyor.

Şimdi ‘o’nu bir kenara atma vakti diyor.

Diğer yandan, içimdeki Merlin dayanmamı söylüyor.

‘Çoktan kararını verdin, değil mi??’ diyor.

‘15 yaşına kadar bekleme sözünü tutmaya karar verdin, değil mi?’ diyor.

‘Yolculuğun sonuna kadar sabretmeye karar verdin, değil mi?’ diyor.

Merlin’den yanayım.

Ama, sabrın sonu kapıya dayandı.

Mesela, göğsüne ufaktan dokunarak denemeye başladım.

Şüphesiz, yumuşacık.

Ama sadece yumuşak değil.

Evet. Mesele meme olunca sadece yumuşak diyemezsin.

Yumuşak kısmın tam ortasında sıkı bir kısım var.

Kutsal Kase.

Arthur’umun tam da aradığı şey.

Eğer benim Gawain(elim), Kutsal Kase’ye ulaşsa, kim bilir neler olurdu?

Camlann Savaşı çıkardı.

Ahh, elbette sadece Kutsal Kase değil.

Eris’in vücudu günden güne gelişiyor.

Sonuçta büyüme döneminde.

Muhtemelen genlerinden dolayı, özellikle vücudunun bir kısmı büyük hızla annesine benzemeye başlıyor.

Bu hızla giderse eminim seksi ve göz alıcı bir güzellikte olacak.

Etrafındaki erkeklerin bakışları onun üzerinde yoğunlaşacak.

Aralarından biri ‘Heh. Biraz daha ufak olsalar aslında mükemmel olurmuş.’ diyebilir.

Sonuçta herkesin zevki farklı.

Ama ben o herife, ‘Ben onun  göğüsleri tam kararındaki’halini de bilirim.’ derdim.

Anladın mı?

Demek oluyor ki, şuan, tam da şimdi, ‘Eski Eris’i benim yapabilirim.

‘Huu...Huu...’

Nefes alış verişim iyice hızlandı.

‘Ru-, Rudeus...?’

Eris bana endişeli bir yüzle bakıyor.

‘S-, sen iyi misin?’

Sesi beni bitirdi.

Her zamanki kulak tırmalayıcı, gereksiz gürültücü ve biraz tatsız olan sesi.

O ses, şuan beynimi uyuşturuyor.

‘Hahhh...Hahh...Ben iyiyim. Endişelenme. Sonuçta söz verdik...’

‘...Eğer sana zor geliyorsa, kendini zorlamana gerek yok tamam mı?’

‘!’

‘Kendini zorlamana gerek yok’, derken yoksa,

‘Kendini tutmasan da olur’ mu diyor?

Yani istediğimi yapabilir miyim?

...

Şaka yapıyorum tabi ki.

Biliyorum.

İyileştirme büyüsü kullandığım için sihir gücüm mü bitiyor diye düşündü.

Farkındayım.

Bana güveniyor.

Şuan için katiyen ona el sürmeyeceğimi biliyor.

Ve güvenine ihanet etmeyeceğimi.

Rudeus Greyrat ihanet etmeyecek.

Bu tam olarak ‘güvenini boşa çıkarmama’ kavramı.

Pekala, bir robot olayım.

Sadece iyileştirme büyüsü yapan bir robot.

Duygularından arınmış bir robot olayım.

Hiçbir şeye bakmayacağım.

Eğer Eris’in yüzünü görürsem, kudururum.

Bunu düşünerek gözlerimi kapattım.

Hiçbir şey duymamam lazım.

Eğer Eris’in sesini duyarsam, kudururum.

Bunu düşünerek kulaklarımı tıkadım.

Ben çekingen bir insanım.

Hiçbir arzum yok, bu sebeple kudurmayacağım.

Bunu düşünerek, kalbimin kapılarını kapattım.

Fakat, Eris’in başı ve sıcaklığı, kokusu...

Bu ikisi yüzünden, hemen kararlılığım su koyuverdi.

Beynim duracak gibi hissediyorum.

Eh, daha fazla tutamayacağım.

Sınırıma dayandım artık.

‘Eris, benim bir tuvalete gitmem lazım.’

‘...Ahh. Demek tuvaletin vardı, he? Çabuk dönmene gerek yok, acele etme....’

Bana çabucak inanan Eris’e bir bakış atarak kabinden dışarı çıktım.

Hızlıca hareket ettim.

Kimsenin olmadığı bir yer arıyorum. Hemen bir tane gözüme kestirdim.

Ve sonra, mutluluk anı.

‘Fiyuvvv...’

Böylece bir keşiş oldum.

Ama burada duramazdım, keşiş gözlerimi kapayıp daha da güçlü bir şeye dönüşeceğim.

 Kamen Rider Stronger göndermesi varmış.

‘Ben geldim.’

‘Ah, hoşgeldin.’

Kabine Bodhisattva gibi bir suratla geri geldim ve iyileştirme robotuna dönüştüm.

 Bodhisattva: Budizm inanışına göre diğerlerine yardım etmek için kendi aydınlanmasını erteleyen kişi.


 ‘...Hm? Rudeus, sen bir şey mi yedin?’

‘Eh?’

‘-Burun çeker-...Acayip kokuyorsun...’

Ellerimi yıkamayı unutmuşum.

Tehehehe.

 Bunu animelerdeki bilindik elini başının üstüne koyup dil çakırarı bir vaziyette söylüyor.


Kısım 8

Gemiden indikten sonra Eris çabucak eski enerjik haline döndü.

‘Bir daha gemiye binmek istemiyorum!’

‘Olmaz, hala Milis Kıtası’ndan Ana Kıta’ya geçmek için bir kere daha binmemiz gerekiyor.’

Bunu duyması üzerine bariz bir şekilde Eris’in neşesi kaçtı.

Sonra gemide neler olduğunu hatırlayıp endişeli bir ifadeyle,

‘Hey, hey. Yine böyle olursa, iyileştirme büyüsü yapar mısın?’ dedi.

‘Sorun değil, ama bir dahaki sefere ecchi şeyler yapabilirim.’

Bunu ciddi ciddi söyledim.

Harbiden ciddi söyledim.

Yarı ölü haliyle bana o kadar yakın olmasına karşı koymak tam bir işkenceydi.

‘Uu..Niye böyle acımasızca şeyler söylüyorsun?’

Acımasız değil.

Sadece acı gerçek.

Önüne yemek konup beklemeye zorlanan köpeğin yaşadıklarını anla.

Sanki açlıktan miden gurulduyordur ve yemek ‘ye beni ve karnını doyur’ der gibidir.

İstediğin kadar su içip açlığını geçiştirmeye çalış, boş mideni asla tatmin etmez.

Yemek bir yere gitmez ve miden tekrar boş olduğundan guruldamaya başlar.

‘Çaresizce Eris’in tatlılığına dayanmaya çalışıyorum.’

‘O..o zaman  elden bir şey gelmez. Bir dahaki sefere, biraz, dokunmana izin veririm o zaman, tamam mı?’

Eris’in suratı  kıpkırmızı kesildi.

Gerçekten çok tatlı.

Fakat, onun birazı ile benim arzularım arasıda dağlar kadar fark var.

‘Maalesef, bu birazcık dokunmayla bitecek bir şey değil. Şimdiden kendini hazırla, çünkü bir dahaki sefere ortalık fena karışacak.’

Eris diyecek söz bulamadı.

Benden çok fazla şey beklememeni tercih ederim.

Lütfen sözümüzü korumama izin ver.

Eğer sözümde duramazsam, ikimiz de kötü duygular beslemeye başlarız.

‘Şimdilik, gidelim.’

‘Ta...tabi. Geliyorum.’

Eris çabucak  eski haline geldi ve şehre coşkuyla yürümeye başladık.

Gözlerimizin önünde tıpkı Rüzgar Limanı’na benzeyen bir şehir manzarası.

Burası Aziz Limanı.

Milis Kıtası’nın en kuzeyindeki şehir.

Milis Kıtası.

Sonunda buralara kadar geldik.

Ama yine de, önümüzdeki yol uzun.

‘Rudeus, sorun ne?’

‘Yo, yok bir şey.’

Şimdilik önümüzdeki yolu unutalım.

Şuan için önemli olan, diğer şehre gitmek.

‘Pekala.’

Kaçak soktuğumuz eşyayı alma zamanımız bu gece.

Paramızı Büyülü Kıta’dayken  çevirtmiştik.

O yüzden Maceracılar Loncası’na gitmemize gerek yok.

İlk iş han bulalım.

Sonra gemi yolculuğu boyunca birikmiş olan yorgunluğumuzu atalım.

Sonrasında  Ruijerd’i bir ziyarete gidelim bakalım.

---

Böylece Milis Kıtası’na ayak basmış olduk.