18.06.2020
Kısım 4
Çevirmen: Gölge
Üçüncü gece tamamen emin ve adapte
olmuş durumdayım. Gece yarısı Çocuk Parkı’nı görmeyi umuyorum. Tıpkı iki gece
evvel olduğu gibi.
Öyleyse, elimdeki şey kontrol
edilmeli. Yatağa vurmadan önce, yatağımın yanına çeşitli şeyler koydum. Bir
testere (gerçekten bir silah olarak kullanabilirim), bir shiai (beden eğitimi
sınıfımdan getirdim) –bir tür dövüş sopası-, bir golf sopası (Babamın), bir
lazer kılıç (Çocukken oynadığım bir oyuncak) ve bir masa tenisi raketi
(bilinmeyen bir nedenden ötürü) Rüyamda bir şekilde herhangi bir şeye sahip
olabilirim? Yere baktım ve,
"... ... uu--n .."
Doğal olarak inledim. Plastik tüpün
kenarı sol bacağımdaydı (ışın kılıcı)… … İşte bu. Raket, testere, shiai, hatta
bir golf sopası değil. Onların hiçbiri ayağıma çarpmadı.
“Neden bu… Peki, iyi bir şekilde çarptı.”
Özetlersek, gitmiş olan anılarımda
bile, Shun’la “Kosmos Savaşları” oynarken kullanırdım.
"Tch ..."
Test koşusu için, gri plastik tüpü
kınından çektim ve elimle savurdum. Ama hiçbir şey olmadı. Kılıçtan beliren
ışık parıltısı filmdekilerden farklıydı.
Keskin yayılsa iyi olabilirdi.
Plastik tüpten mavi-yeşil renklerde ateş yayan bıçağı çektim.
“Vay, nasıl da nostaljik…”
Geçmişe baktığımda, kılıcı havalı görünen
bir yöne doğru kaldırdım. Kendimi hazırlamak için, kılıcı tekrar tekrar
salladım. Sadece cızırtılı bir ses yarattı, havayı kesti.
“Hiçbir şey değişmedi… Bunun ölçüsü dönen
bir silah gibi olmalıydı, bir şekilde olmadı mı? Değersiz bir plastikle
yapılmış gibi görünüyor…”
Nefesimi tuttum, hislerimi kestim.
Bu bir rüya. Burada sağ duyu yok. Bu
nedenle sağ duyuyu uzaklaştır. Hayal et. Düşüncelerin bu dünyada hayata
döndüğünü hayal et. Yani ---
"... ... ..."
Yanımdaki bir ağaç. Onu yaşlı düşman Darth
Gazer olarak hayal ederek. Gözlerimi kapatıp, bunun filmden bir sahne olduğunu
hayal ediyorum. Tüm vücudum geriliyor. Silahımı mümkün olduğunca tamamen
sallıyorum ---
*çığlık*
Coşkuyla sallamıştım. Bir dahaki sefer,
*Çııınnn*
"Aaaaagh!!? Değerli eşyamın ..."
Bıçak ağaca çarptığında gövdesi sadece
büküldü, kırılmadı! Aceleyle zemine yığılanları toplarken, bıçağın merkezi
(vs.)tamamen parçalanmış durumdaydı. Anlıyorum, plastik oyuncakla vurduğunda ne
olduğunu …
"Ben ... sorun yok! Bu sadece bir
rüya, bir rüya --- !"
Bu evi ejderhanın yıkması gerçek değildi!
Sorun yok, bu rüyadan uyanırsam iyi olacak! Yani sakin ol. Lafı gelmişken,
burada can sıkıcı başka şeyler olabilir mi? Çünkü sonuçta, bir silah olarak
kullanabileceğim hiçbir şeyim yok. Silahsızım, kısaca.
“Zorlu olacak …”
Bir canavar tarafından fark edilirsem,
kaçmaktan başka çarem yok. Akeno ile karşılaşıp karşılaşamayacağımı merak
ediyorum …?
***
Akeno’ya “Okulda buluşalım.” diye söz
vermiştim. Zamana karar vermedik (rüyalarda zaman durur); Telefonumu kullanmayı
deneyebilirim ama bence hatlar ölü. Bu akşam “Seni bulana kadar gidip güvenli
bir yere gizlen”- türünde bir savaşçı olabilirim ama sıradan birinci seviye bir
kahraman için ekipmanlarımın uygun olmasını umarken, mahalle bakkalından meyve
bıçağım vardı. Korunmaya ihtiyaç duyulduğunda prenses gelir, (konumlar değişti)
prenses tarafından korunmam imkansız değil. Doğrusu, bir çamura karşı bile
kazanamam.
Gerçi bunu hatırlatan şeyi henüz
düşürdüm, kırık lazer bıçağı, bu rüyanın ilerisinde, kılıf koyamadım yani arta
kalan kırılmamış bıçağı öylece taşıdım.
Böylece, geçen gece ejderha tarafından
saldırıya uğradığımız yeri geçtim, tuğlalar önceki gibiydi.
"... ... ah, istasyon"
Travmamdan dolayı gergince yürüdüğüm halde,
bir canavara rastlamadım, beklenmedik ve hızlı bir şekilde Nanaobi
İstasyonu’nun Güney çıkışına ulaştım.
O akşam, Akeno ve ben ana caddede yürürken
bir sürü araba geçiyordu. Şu anda, hareketli bir araç görünmüyor. Üç şeritli
yol boş. Ama cadde üstüne ve araç park yerlerine park edilmiş arabalar var;
bisikletler için istasyonun güneyinden dönen korunaklı yol, bu rüya dünyasında
biraz yalnız kalacak.
"!! Orada ..."
Orada biraz terk edilmiş bisiklet
olmalı. Onlarla okula gidebilirdim. Bisikletlerle hızlıca gidilebilir. Hızlı
bir şekilde Akeno’ya tekrar katılabilir ve eğer bir canavar bizi bulursa
koşabilirim. Her halükarda yürümekten iyidir.
Şöyle bir baktığımda, üç kilitsiz bisiklet
bulabildim. Ama tozlu ve tamamen haşat olmuşlardı.
“Hm, en azından bir sürücü için çok daha
iyi bir durumda…”
Belki de, istasyonun kuzey çıkışından
bir tane almak daha kolaydır ---
"Oooii ---- !!"
"-------- !!?"
Birilerinin sesini duyduğumda tamamen
dondum. Bir canavar hırıltısı değil, bir insan sesi. Akeno’nun değil,
Valkyrie’nin değil, derin bir erkek sesi… Bu dünyada daha da fazla insan var
mı…?!
Bir genç güney çıkış merdivenlerinden
tek başına iniyordu. Saç şekli bir denizkestanesi gibi, oval yüzlü, sivri
çeneli. Giysileri tanıyamayacağım kadar çok hırpalanmış olduğu halde Saijou
Akademi’sinin üniforma markasına ait olduğunu çıkartabildim.
“Hoshi! Hoshi’sin dimi!”
"... eh ... Saitou ... ?"
Saitou Masanori bir gülümseme ile bana geldi, benimle aynı dönemden
bir serseri. Okulumuzda enerjilerini onları eğitmeye harcayan özel tanıtım
kursları olmasına rağmen, her şekilde bu devasa bir okul. Raptiye varsa, çivi
de vardır. Orada Saitou gibi kötü çocuklar da var.
“Bu dünya tarafından “çağırıldın”, ha”
“Senin gibi.”
Normalde arkadaş değiliz, ama ıssız bir caddede karşılaştıysak bu ayrı bir
hikâye olur. Doğal gülümsedim.
“Karşılaşmamıza sevindim. Arkadaşlarımdan ayrıldığım için endişeliydim.”
“Ben de, yalnız kaldım… eh, ne arkadaşı?”
Uyurken bizimle aynı rüyayı gören başka insanlar da mı var?
“Sohbet işini sonra yaparız. İlk olarak yer değiştirelim. Burası
tehlikeli, canavarlar bizi fark edebilirler." Saitou etrafa göz
gezdirirken hafifçe ürperdi. Onun için tedbirli olmak, bu rüyada ejderha
dışında başka canavarların da olduğunu düşünmeyi mümkün hale getirir.
"Peki, markete ne dersin?'
Ana caddenin karşısındaki Clan Mart'ı işaret ettim.
"Bana uyar. Acıktım da. Yerken konuşalım.
***
İyi havalandırılan dükkanda, Saitou
yiyecekleri kasa önündeki zemine yaydı, oturdu ve konuşmaya başladı. Ben de o
anda ödemeyi ardına bıraktım. Bu Saitou’yu şaşırttı ama yine de onun
aldıklarının yaklaşık tutarını bıraktım.
“Massan’dan sonra Homura-san, Bununla
hepimiz beş kişiyiz.”
“Beş insan… ve beş gün önce…”
Saitou’nun gurubu normalde beş
kişilik genç kabadayı grubuydu, dediklerine göre rüyada beşinci geceleriydi.
Muhtemelen yolda çok fazla canavarla karşılaştılar, ejderhalardan balçıklı
türlere kadar. Bu rüya dünyası sandığımızdan daha çok yönlü.
“Peki, gördüğümüz yol, bunun gibi
canavarlar hepsi kadar korkutucu değil…”
Saitou bir bardak birayı gururla
dikti. Onlara göre rüyayı kontrol etme yeteneği zaten ellerindeydi, bu
canavarlarla dövüşmek için kullanabilirlerdi.
“Bu normal bir insan olmanın aksine
farklı; bir süper kahramana dönüşeceksen ESP kullanmalısın ya da gördüğümüz
yolu, büyü.”
Benim açımdan, oradaki lazer
bıçağının getirdiği şey hüsran, sadece hayranlık duyabildim.
“Öyleyse… Örnek verirsek, sana
verilen yetenek ne? Sen ne yapabilirsin, Saitou?”
“B, ben? Ben,… Şey bu…, oldukça iyi. Ateşi
kontrol edebilirim. Tek bir dalgayla bir canavarı bir ateş darumasına
çevirebilirim.”
***Bir çeşit Japon oyuncağı
“Cidden mi?! Müthiş. Gücünü görmeme izin
ver!”
“Eh, görmek mi istiyorsun?”
“Yapamaz mısın?”
“Şey diyeceğim şu ki… Kontrol edemiyorum…
Bunu hiçbir çakmak için kullanamazdım.”
“Anlıyorum, diyorsun ki mümkün değil.”
Küçük dükkânda, eğer biraz fişek
gösterisi yaparsak sonuç yalnızca binanın alev alması olacaktır. Dışarıda
yapınca, diğer elimizde dikkati çekilen canavarlar ve üzerimize gelen tehlike
olacaktır.*
“Her neyse, senin için sayıyorum.”
“Tamam, bana bırak.”
Saitou göğsüne vurdu. Normalde bir
serseriye karışmak düşünülemezdir ama bu şartlarda bu çocuklar güvenilirler.
“Neyse, buradan beni çağır. Beni bekleyen
bir arkadaşım var yani okula gitmeliyim. Bana katılmak ister misin, Saitou?”
Biz yiyip içerken, sanırım Akeno’nun
hisleri çaresizlik olmalıydı. Burada da endişe verecek kadar kalamayız.
“Kendi güçlerini kullanabilir mi?”
“Bilmiyorum. O da benim gibi, güçlerini bu
gece deneyecek.”
“Onun kullanabilip, kullanamaması hassas
bir konu, hmm…”
“Güçlerini fark ederse iyi olur, o zamana
dek yardım edemem ama onu koruyabilirim. Her şekilde, onun arkasından
ayrılamam. Diğer bir yandan, güçlerimi kullanamam. Yani lütfen, Saitou, Sana
soruyorum.”
“… … Anlıyorum … … Ama endişeli dostlarım
var yani onları çabucak bulmalıyım… Ama nereye gittiklerini bilmiyorum.
Saitou sırtını eğdi, bunun hakkında
düşündü ve kasanın diğer köşesindeki tuvalete girdi. O içerideyken, bir
yumurtalı sandviçi dondurarak düşünüyorum. Sadece Akeno ile ilgili düşünceler zihnimde
kesişti. Saito’nun cevabını duymak endişe verici olacaktı.
Bir süre öncesine dek, karşılaşacağım
sıradaki canavarın yine sadece bir ejderha olabileceğini düşünmüştüm. Bu
Saitou’nun hikâyesi üzerine değişti. Endişelerime göre, yanlış hüküm verdim.
Akeno okul sınırlarındaki, okul binasında bekliyor olabilirdi ama onun güvenli
bir yerde olduğunu söylemek güvenilir miydi?
Bir canavarın keskin hisleri binada
gizlenmiş birini ortaya çıkarabilirdi. Böyleyse, gizlenmenin olumsuz sonuç
vermesi olasıydı.
Okulda onun sınırı yoktu. O an
durduğum yerde bile olabilir. Geçen geceki ejderha buraya adım atarsa, cam
kolayca parçala---
---- *camın parçalanış sesi*
Şiddetli parçalanma sesiyle şaşkına dönmüştüm. Camın bir yanı kırılmış,
sayısız parça uçuyordu. Marketteki karanlıktan, siyah bir gölge uçarak
geliyor…!
“N---?”
Düşen gölgeye bakılırsa, beni yere
düşürmeyi deneyeceği anlaşılabilirdi! Zemine yuvarlanırken, hemen tezgâha
çarptım, nefesim beni terk ediyor, raflardan gelen şeyler yüksek sesle
yuvarlanıyor.
“Ah, lanet…”
Şimdilik yaralanmadığım için
şanslıyım. Ama kötü hislerim gerçekleşiyor, hızlıca fark ediliyordu!
Kalktığımda, hemen dükkânın içine
baktım. Tavandaki ışıklarının bazıları kırılmış, diğerleri titrekti. Canavar
parçaladığı cam kırıklarıyla vurulmuş olmalıydı. Tüm vitrinler bir köşeye
serilmiş, içindeki kutu ramenler ve diş fırçaları zemine saçılmıştı.
Ve onların üzerinde, dükkânın
ortasında duran şey, canavar. Boğa büyüklüğünde simsiyah vücudu ve üç başı
vardı! Altı yakut gibi göz, dükkânın içini tarıyordu.
"... Kerberos ..."
Bunun adını Batı filmlerinin ya da
video oyunlarının birinde gördüm. Cehennem gelen üç başlı köpek--- o an önümde
duran şey aynı popüler tasvirlerden biri gibiydi.
Gürleyişi, uyum içinde üç ağızdan
çıkarak nefesi ile karıştı. Bu köpekler muhtemelen bir insanı kolayca ısırıp,
koparıyor olmalı. Ve sert kasları ve koruyucu kürkü ile, Golf kulübü, shiai ya
da gördüklerimin ona dokunacağını düşünmüyorum.
“… Ah, hayır… bu korkunç…”
Geçen gece ejderha tarafından
saldırıya uğradığımda bilinmeyenden korktuk ama bu gece durumu anlayabilirim. O
şey karşısındakini sessizce ve titizlikle gözleyebilir. Bu yüzden, korkunç.
Bu kez ejderhadan farklı. Bu akıllı.
Dahası, bu beni sadece bir yem olarak görür. Altı gözü beni tarıyor. Gözleri
sanki av hareketlerini ve nasıl yakalayacağını gösteriyor.
Ama en iyi seçeneğim kaçmak değil.
Derin bir nefes aldım ve,
“Saitou!! Yardım et, Saitou!!”
*Kerberos kükrer*
Kerberos sesini daha da yükselterek
tehditkârca büyütüyor. Yapabildiğim kadar yüksek sesle bağırıyorum.
“Bu bir canavar! Artık gücünü kullanma
vakti!! Saitou, buraya!!!!”
…Ama cevap yok. Tuvaletin kapısı kapalı,
bir milim bile hareket etmiyor.
"Saitou ..."
Neden çıkamıyor? Sesimi duyamıyor mu?
Eminim orada, Saitou!!!
Çaresizlik üzerimden geçiyor. Bu canavarı
tek başıma haklayabilecek gücüm yok. Saitou olmadan güvenmek, seçim yapmalıyım
ama bunun için koşmak, ama nereye koşmak?
Umutsuzca düşündüm. Buradan çıkarım
ve ölürüm. Ne kadar mücadele ettiğim fark etmez, bu canavar benden güçlü
yapılmış. Sadece beni geçecek ve zamansız bir anda onun akşam yemeği olacağım.
"... ... ..."
Bu geçiş mağazadan kaçmak için.
Kasanın etrafında ikileme düştüm, etrafta dönmeye hazır olmak ve arka odaya
koşmak arasında. Köpeğin kocaman vücudu odaya giremez. O zaman bu bir o
vazgeçene kadar bekleme olayı.
2-3 dakika düşündüm. Bu arada
hedefimi belirledim.
*Kerberos kükrer ve saldırır*
Bir kükreme ile Kerberos havaya
sıçradı.
“Of…”
İçgüdüsel olarak yana sıçradım!
Kasanın ardına gitmenin zamanı değil. Ama kasanın ardına saklandığımda devasa
köpeğin vücudunun darbesiyle uçarak beni ölümüne ezmesi mümkün.
Diğer odanın kapısı kapalıydı.
Saitou’nun girdiği tuvalete kaçabilir miyim? Peki, düşen raflara, yerdeki
şeylere ve kırık camlara minnettarım, ayağımı basacağım yerler en beteriydi.
Yavaşça geri dönmek beni yoracaktı.
Bana kalan tek alternatif…
“Guh…!!!”
Tereddüt vakti değildi.
Kerberos ezilen kasadan yavaşça
süzülüp, köşeyi gözetlerken, kararımı verdim. Dükkândan ana caddeye çılgınca
koşacaktım.
Yanıma hiç bakmadım. Tüm gücümle ana
caddeye geçtim. Gözlerim Nanaobi İstasyonu’nun, güney girişine kenetlendi.
Koşmam gereken yere!
*Kerberos kükrer*
Üçlü bir uluma sırtıma çarptı. Avcı
sinyali! Bana yetişemeyecekti. Bacaklarımı ileri itmek için daha çok güç
kullan---
“eh…yaaaa!?”
Çöktüm!
Telaşla dizlerimi bükmüştüm. İleri
düştüm. Yardımcı olmaz ama başımı çarpmış olabilirdim. Hemen kolumu çıkardım,
sol bileğim kanadı, asfalta çarpan sol omzumun her bir yanı!
“…ne ara…”
Tüm bunlarla bu şekilde bir
istasyonda tökezleyecektim. Tamamen doğruldum. Kalktığımda sağ elimle sol
bileğimi tuttum,
“…ahhhh!!?”
Hemen yerine oturttum! Sol ayağımda
keskin bir acı vardı. Sol baldırım bir şey tarafından yeniyor gibiydi. Yüzümü
aşağı çevirip, ona bakmak için döndüğümde,
*Kerberos kükrer*
Altı gözle göz göze geldim. Sağdaki
başı (benim gördüğüm sol) sağ ayağımı ısırıyor…!
“Hayır… …”
Kalkarken, başını alçalttı. Baş aşağı
asılı olarak sürüklendim.
Bu gidişle, sanırım yutulacağım---
**Kerberos ısırır**
Ağzı umursamazca kapandı; ayağımın
olduğu yere yerleşerek! Kalın dişleri eti doğruca yırttı ve kemikleri
parçaladı!
"Aa ... .. . aaaaaaaaaaaaaaa!!!"
Hızla yere düştüm. Aşağıdaki şeyler
sol bacağımı eksiltiyor. Yırtık etin içindeki beyaz iskeleti gördüm. Acı çekerken
yuvarlanıp, kandan dolayı çırpınıyor, yarayı iki elimle tutmaya çalışıyordum.
Bu hızla akan kan durmaz ki!
“…lanet…”
Kerberos kaptığı bacağımı bir sakız
gibi çiğniyordu. Üç başı vardı ve kalan iki kafasının ağızlarının açılmasına az
kaldı. Saçılan salyaları, “yemek istiyoruz” diyordu.
**Kerberos tekrar kükrer**
Dev köpeğin koca pençesi önünde, bir
kedinin oynadığı top gibi öylece yuvarlandım. Yuvarlanırken şiddetle yığıldım,
sol omzum patisinin altında eziliyordu. Bir çıtırdama sesini duyarak, omzumun
çıkmış olduğunu anladım.
“of… başım…”
Zayıf bir şekilde inledim. Ezici bir
gücün beni sabitlediği yerde hareket edemem. Böyleyken, bir yüz bana yaklaştı…
... Valkyrie beni kurtarmaya gelecek
... ... şu an ... ... ya gelmezse ... ... burada hemen ölürüm kesin ... ... ...
bu rüyada ölürsem gerçek dünyada da ölürüm ... ... Akeno ... en azından sen ...
...
"... ... ..."
Hızla kararan bilincime, tek bir
küçük güvensiz his çekiliyor. Sırtımda bir şeyler var. Çakıl taşı değil.
Sert, uzun, ince bir şey… ah, bu
lazer bıçağım.
…Tekrar yapacağım. Bu beni ölümden
kurtarabilecek tek şey. Düşük bir şans olsa da bunu kaçıramam. Herhangi bir
sebepten, diğer seçenekleri boşa harcamak istemiyorum. Sadece ölüm için
hazırlanıp, pes edebilir miyim…
O an serbest olan sağ elimi sol
yanıma hareket ettirdim. Beceriksizce, plastiği kavramak için sapından tutup
bıçağı çektim.
Artık göster kendini, ışın kılıcı!
Kalan son umudum! Bir anlık olsa da! Zihninde hayal et… … Çevir bu rüyayı
geleceğim için! Çevir bu dünyayı geleceğim için! Işığını göster bana!
**Sakuya çığlık atar**
Acı dolu bir çığlıkla, sağ kolumu
salladım! Ve o anda,
**Parlayan kılıç uğuldar ve uzar**
Titrek bir ışık dalgalandı! Bir an
için “eh?” diye düşünürken,
**Kerberos ciyaklar**
Kulak zarı yırtan bir inleme üstümde
yankılandı! Kerberos ön patisini kaldırdı ve benden uzaklaştı. Bunun sebebi
ışıktan kaynaklanan bir hasar mıydı?
Bitkince kalkarken dev köpeği takip ettim.
O anda anladım. Hasar yoktu. Orta ve sol başı, güçsüzlükten ölmüş gibi
hissettiriyor. Sol patisinin eklemindeki yırtık izini hemen hemen fark
edebilirim. Ama nasılsa, kan akmıyordu.
**Kerberos ulur**
Kalan sağ başı üzgün bir bakışla
uludu. Sonunda o da büküldü, yere uzandı. O… öldü mü?
"... ... ..."
Sağ elimle tuttuğum şeye dikkatle
baktım. Küçük plastik tüpte, sadece yontulmuş bir bıçak vardı. Muhtemelen bir
anlık olmuş olmalı, ama---
“Bu bir rüya olamaz… …ya da öyle mi?”
Karışık kafamda, görebildiğim tek şey
oyuncak lazer bıçağıydı.