18.06.2020
Yeni Bir Dünya
Çevirmen: Euphia
*Aaaaaaahhhhhh*
17-18 yaşlarında bir çocuk, yatağından
doğrulup dağınık siyah saçlı kafasını kaşırken esnedi.
Hemen kalktı ve kahvaltı hazırlamaya
başladı.
Bir apartman dairesinde tek başına yaşayan
ve şu an Filipinlerdeki Mapua Teknoloji Enstitütüsü Bilişim Teknolojileri
bölümünün ikinci sınıfında okuyan bu kişi, Lucas Lauwers’tı.
Yanlış anlamayın, ebeveynleri ve ailesi
ölmüş değildi. Lucas artık bir üniversite öğrencisi olduğundan, yalnız yaşamaya
karar vermiş ve okuluna yakın bir daire kiralamıştı. Gerçi, yarı zamanlı işi
olmadığından dolayı, faturalarını ödeyenler hala ebeveynleriydi.
Basit bir tavada yumurta pişirdikten sonra
yemeye koyuldu ve ilgisini çeken bir şeyler var mı diye bakmak için
televizyonu açtı.
Hiçbir şey olmadığını görünce, yemeğini
çabucak bitirdi ve okul için hazırlanmaya başladı.
“Hmm.. Saç tamam, kıyafetler… tamam
sanırım?”
Lucas aynanın önünde kendine bakarken
mırıldandı.
Aynadaki yansımasında perçemleri sağ
gözünün üzerinde ayrılmış, gözlerinde uykusuzluk belirtileri olan, minimal
desenli koyu gri bir tişört, siyah kot pantolon ve son olarak siyah ekose
desenli, koyu gri ayakkabılar giyen bir oğlan vardı.
Genel olarak, görünüşü olabileceği kadar
ortalamaydı, öyle değilse de, ortalamanın birazcık altındaydı.
Ne kadar uğraşırsa uğraşsın daha iyi hale
gelmeyeceğini anlayınca iç geçirdi ve dışarı çıkmak için ilerledi.
[[Şimdi biraz da oyunlardan
konuşalım-]]
Tam dışarı çıkacakken, yetişkin bir erkeğin sesi odadan yankılandı.
“Ah, televizyonu kapatmayı unutmuşum.”
Lucas aniden ilginç bir konuşma duyduğunda,
televizyonu kapatmak için ona doğru yürüyordu.
[[Yeni bir oyun cihazı az önce tüm dünyada aynı anda piyasaya sunuldu!
Sadece onunla uyumlu olan bir oyunla beraber, dünyanın her yerinden oyun
severler yüksek fiyatına rağmen satın almaya başladı bile.]]
[[Burada ne kadar paradan bahsediyoruz?]]
[[Bizim para birimimizle, 700.000 peso!]]
(41.890 ₺)
“Aaahh, istesem bile, alabilmeme imkan
yok...”
Lucas böylesine yüksek bir meblağ görünce
çok şaşırmıştı.
[[Bu oldukça fazla, nedir bu yeni cihaz?]]
[[Ah, işte buna inanamayacaksınız.]]
[[Hadi ama, burada haber spikerliği
yapmamız gerekiyor.]]
[[Haha, haklısın, oyun dünyasını sallayan
bu yeni oyun cihazı, [Portal], dünyanın ilk Sanal Oyun Cihazı!]]
*tak*
Lucas’ın elindeki kumanda anında düştü ve
donuk bir gürültüyle yere çarptı.
“A-az önce sanal oyun cihazı mı dedi!? O
zaman öncesinde bahsettiği sadece bu aletle oynanabilen oyun...”
[[Bu [World Gate Online] oyunuyla birlikte,
dünyanın her yerinden oyun severlerin konuştuğu tek konu! Ve sadece oyun
severler değil, bu tür oyunlara ilgi duymayan insanlar bile satın almaya
başladı! Aslına bakarsanız, ben kendim de şu anda oyunu onuyorum ve daha önce
gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor! Bu dünyanın sanal olduğuna inanamazsınız!
Manzara, insanlar, hayvanlar ve canavarlar o kadar gerçekçi görünüyor ki!]]
[[Amanın,biri az önce bir oyun severe
dönüştü gibi görünüyor. Haha, belki ben de bir tane alır ve nasıl bir şeymiş
bakarım. Ama bu kadar yüksek bir fiyatla, fazla insanın oynayabileceğini
sanmıyorum.]]
[[Ah, o halde, bu fırsatı kaçırmamalılar!
Şu anda, ekranınızın alt kısmında bir telefon numarası olmalı, isminizi ve
adresinizi PORTAL ile yazın, seçili renginizi ekleyin ve aşağıdaki numaraya
yollayın! 1000 şanslı kazanan sadece kendilerine özel [Portal]’lar elde
edecek!!! Kazananlar bu akşam gece yarısında seçilecek! Bu yüzden katılım
mesajınızı şimdiden yollayın!]]
“…Kolaymış gibi söyleseler bile… En ufak
bir şans olduğunu bile zannetmiyorum...”
Lucas kendine ne kadar meteliksiz olduğunu
hatırlatarak, keyifsiz bir şekilde iç geçirdi.
“Neyse, denemekten bir zarar gelmez en
azından.”
İsmini, adresini, PORTAL’ı yazdı, renk
olarak beyazı seçti ve en azından başkalarının kazanma ihtimalini zorlaştırmak
için gönderdi.
İzlemeye devam ederse geç kalacağı için,
televizyonu kapattı ve memnuniyetsiz bir ruh haliyle, o cihazın fiyatının ne
kadar da yüksek olduğunu düşünerek dışarı çıktı.
+++
“Hey hey, bu sabahki haberleri izledin mi?”
“Evet, nihayet gerçek bir sanal oyun cihazı
icat edildi!”
“Evet ya, harbiden öyle! Kesinlikle kendime
onlardan bir tane alacağım. Ebeveynlerim önünde yerlere kapanmam gerekse bile!”
“Oha, cidden mi?! Benim için de yap!”
“Kendi [Portal]’ını kendin al!”
Profesörü beklerlerken, Lucas’ın yaşlarında
iki oğlan, arkasında heyecanlı bir şekilde yeni oyun cihazını tartışıyorlardı.
“Acaba ben de aileme bir tane almaları için
yalvarabilir miyim?”
Böyle bir şey yaparsa yalnızca
azarlanacağına kanaat getirdiği an, bu düşünceye kafasını salladı.
Sanal oyun cihazıyla alakalı konuşanlar
sadece arkasındaki iki oğlan değildi, dairesinden çıktığından beri, neredeyse
etrafındaki herkes heyecanla ondan bahsediyordu. Caddelerde olsun, okul
lobisinde, koridorlarda, kafeteryada ya da sınıfında olsun, her yerde,
[Portal], [World Gate Online], sanal dünya gibisinden şeyler duyuyordu. İşin
doğrusu, bunlar o tür bir şeye para yetiremediğini hatırlattığından, hepsinden
bıkıp usanmıştı.
Bir kez daha iç geçirdikten sonra, profesör
gibi görünen biri içeri girdi ve öğrenciler konuşmayı bırakıp sessizce
sıralarına döndüler.
Sınıf oryantasyonu başlamış olduğu halde,
Lucas hala sınıf arkadaşlarının birbirlerine [World Gate Online]’a göz
atmalarını ya da okuldan sonra [Portal] almalarını söyleyen fısıldaşmalarını
duyabiliyordu. Bundan dolayı kötü ruh hali daha da beter hale geldi, ve
oryantasyonu zar zor hatırlayabildi.
Bu gün ilk ders günü olduğundan ve
profesörler sadece oryantasyon verdiğinden, ders çabucak bitti ve Lucas öğle
yemeği almak için kafeteryaya gitmeye koyuldu. En ucuzundan basit bir şey
aldıktan sonra, boş bir masa bulmak için etrafına bakındı ve arkadaşlarının
oturduğu masayı fark etti. Başka boş masa olmadığı için, oraya oturmaya karar
verdi.
Şimdi bile, her yerde [Portal] veya [World
Gate Online] ile alakalı şeyler duyuyordu, arkadaşları bile onu konuşuyordu.
Öfkeyle dolu olması sebebiyle sohbetin hiçbir kısmına kulak vermedi ve arkadaşı
ansızın sorana kadar yemeğini yemeye devam etti.
“Peki ya sen Lucas?”
“Hm?”
“Dinlemiyor muydun? Bir [Portal] almak için
paran olup olmadığını soruyorum.”
Gavin Fastmark, kendisi gibi IT(Bilişim
Teknolojisi) öğrencisi olan arkadaşlarından biri, Lucas doğal olarak kendi
dünyasına kapanmışken bu soruyu yöneltmişti, Lucas kendisine ne sorulduğunu
bile bilmiyordu.
Bu arada, bu zorbalık değildi; muhtemelen
öyle görünse bile, Lucas zorbalığa uğramazdı. Görünüşe göre arkadaşları da
tıpkı onun gibi aynı konuda takılıp kalmış, aralarında satın alabilen birinin
olup olmadığını soruyorlardı.
“Tabi ki de hayır, alsam bile, oynayacak
zamanım yok.”
“Haah, senin ders çalışmayı seven tiplerden
olduğun aklımdan çıkmış, ha? Anime ve oyunlar hakkında biraz bilgin olduğu için
ilgini çeker diye düşünmüştüm.”
“Elbette hala ilgiliyim, yani, kim
olmazdı ki? Oyunu ve cihazı yapmayı nasıl başarabildiklerini merak ediyorum,
acaba hangi algoritmaları kullandılar?”
“O tür bir ilgi, ha?”
“Valla, canavarları öldürmek de ilgi
çekici… ama param olmadığı için yapabileceğim bir şey yok.”
“Değil mi?”
Hepsi, parasızlıklarından dolayı hayal
kırıklığına uğramış bir halde, aynı anda iç çektiler.
Lucas öyle demiş olmasına karşın, oyunu
oynamakla cidden ilgileniyordu, ve nasıl yapıldığı ilgimi çekiyor dediğinde de
yalan söylemiyordu; gerçekten meraklıydı.
Yemeklerini bitirdikten sonra, vedalaştılar
ve bir sonraki derse gittiler.
+++
Okul bir aksaklık olmadan bitti, fakat
Lucas hala etrafındaki bitmez tükenmez [World Gate Online] konuşmalarından
dolayı kötü bir ruh hali içerisindeydi. Bir otaku olarak, Lucas, kendi
bedeninin sistem tarafından güçlendirildiği, büyü yapabildiği, kılıç
kullanabildiği, efsanevi ejderha benzeri canavarları alt edebildiği böylesine
rüya gibi bir oyunu oynayamadığı gerçeğinden rahatsızdı, dairesine dönerken
aksiliği üzerindeydi.
Kıyafetlerini değiştirdikten sonra,
ızdırabını unutmak için dairesinde manga okuyarak, anime izleyerek ya da light
novel okuyarak tembellik etti. Arkadaşları onu anime ve oyunlar hakkında azcık
bilgisi olan çalışkan bir tip zannetse bile; gerçekte Lucas şimdiki gibi
aylaklık eden biriydi, oyunlarla o kadar ilgilenmese de, biraz oynardı.
Şimdilik, öyle yapmak ona sadece [World Gate Online]’ı hatırlatacağından dolayı
oyun oynamaktan kaçınıyordu. Bunu bir sır olarak saklamasının sebebi, böylece
ailesinin imkan dahilinde bulunan herhangi bir yoldan öğrenemeyecek olmasıydı.
Yani kendine yeni bir kişilik yaratmıştı, bilgili, çalışkan, ukala bir
tip.
Tembellik ederken bile, ödevini yapmayı hiç
unutmaz ve sınav olduğunda çalışırdı. Yani sanırım ona aslında tembel olsa da
burs almayı başaran bir dahi diyebilirdiniz. Gerçi, bunu muhtemelen kendi hiç
fark etmemişti.
Tatmin olmuş hissettikten sonra, akşam
yemeği hazırladı. Erkenden uyumak istediğinden, basit bir yemek pişirdi ve
hızlıca bitirdi, [Portal] ve [New Gate Online] ile ilgili haberler
duymaktan kaçınmak için televizyonu açmadığından emin oldu ve yatağa gitti.
“….Sanal bir dünya ha….Öylesine fantezi
benzeri bir dünyada yaşamak güzel olmalı…”
Loş tavana bakarak mırıldandıktan sonra,
nihayet gözlerini kapadı. Uyanır uyanmaz, hayatını değiştirecek inanılmaz bir
şeyin geleceğinden bihaberdi.
[Gece yarısı, 12.00]
*bzzz bzzz bzzz*
Lucas uyumaya devam ederken, odada küçük
bir ışık belirdi.
Beliren bu ışık, mesajı alırken titreşen
kendi cep telefonundan geliyordu.
*ding dong*
“Mmmh… kim bu.. sabahın köründe…”
Lucas çalan kapı zilinin sesine uyandı.
Uykulu bir halde, odasından kapısının önüne
yürüdü. Darmadağınık saçlarını ve buruşuk kıyafetlerini düzeltmek amacıyla bir
saniye durdu. Tatmin olduktan sonra kim olduğunu görmek için kapıyı açtı, kapı
gözünden bakabilirdi, ama yeni uyandığı için düzgün düşünemiyordu.
Kapıyı açtığında karşısına çıkan kişi, mavi
çizgili beyaz üniforma giymiş bir kargo görevlisiydi.
Kargo görevlisi olduğunu, adamın ayakkabı kutusundan biraz daha büyük, koli bandıyla sarılmış bir kutu taşımasından anlamıştı.
“Ah, bir şey sipariş ettiğimi hatırlamıyorum,
bir problem mi var?”
Kendisine teslim edilmesi gereken bir
sipariş verdiğini hatırlayamadığından dolayı, başka bir işi olup olmadığını
sormuştu.
“Gerçekten mi? Ama ımm… adres bu, değil
mi?”
Kargo görevlisi ona üzerinde adresi yazan
makbuzu gösterdi. Hakikaten de bu, onun adresiydi.
“…Evet, o yer burası, ama…”
“Peki, siz Bay Lucas Lauwers mısınız?”
“…Evet.”
“O zaman bu teslimat size ait, merak
etmeyin, nakliye ücreti almıyoruz, yalnızca benim için şurayı teslimatın
başarılı bir şekilde yapıldığının kanıtı olarak imzalayın.
Kargo görevlisi kutuyu Lucas’a verdi ve
imzalaması gereken kağıdı gösterdi.
Lucas kutuyu dikkatlice yere koydu ve
tükenmez kalemle kağıdı aldı. Belgeyi imzaladı ve görevliye geri verdi.
Kargo görevlisi gözden uzaklaştıktan sonra,
Lucas kapıyı kapattı ve teslim aldığı kutuya baktı.
“…”
Kısa bir sessizlik anının ardından, onu
yerden kaldırdı, masanın üzerine koydu ve açmaya karar verdi.
“…Bir dakika…Ya bu bir bombaysa ve binayı
yok etmeyi planlıyorlarsa? A-ama bana bunu yaptırmaları için bir sebep
hatırlayamıyorum! Eminim ki dışarıda bir yerlerde benden bu kadar çok nefret
eden hiç kimse yoktur! Gerçi, bir de bunu kimin nerede yaptığının önemli olup
olmadığı konusu da var…Ya bunlar aslında uyuşturucuysa!? Yoksa az önce beni
uyuşturucularını saklamak için mi kullandılar!!! N-ne yapacağım? P-polis…Polisi
aramalıyım! Numara neydi…….Lanet olsun, çok fazla Amerikan filmi izlediğim için
aklıma gelen tek numara 911!!! Burası Filipinler!!!”
Çılgınca hayalleri onu delirtmeye
başladığında Lucas’ın beti benzi attı ve ne yapması gerektiğini bilemez bir
halde, başını terli ellerinin arasına aldı.
“P-pekala…sakin ol… böylesine film gibi bir sahnenin gerçekleşmesi mümkün değil! İlk önce…bomba mı değil mi, bakalım…”
Bunu düşünürken, sağ kulağını tik-tak seslerini kontrol etmek amacıyla dikkatle kutunun üzerine dayadı. Elbette ses gelmiyordu.
“...Güvenlidir herhalde…muhtemelen…”
Lucas koli bandını dikkatli bir şekilde kesti ve kutuyu açtı. İçini gördükten sonra, Lucas’ın soluk yüzü normale döndü, fakat yüz ifadesi yerini bir şaşkınlığa bırakmıştı.
“İ-imkansız…”
Bunu mırıldandıktan sonra, odasına koştu ve
cep telefonunu kaptı.
Gördüğü şeyin neden teslim edilme sebebini doğruladı, kutuya yöneldi ve hızla koli bandı ile fazla kutuyu çıkardı.
Şimdi karşısında duran şey, ön kısmında
içindeki objenin fotoğrafı bulunan beyaz bir kutuydu.
Ön yüzünün en üst sağ köşesinde yazılı
kelime, [PORTAL]’dı. Ve böylece, tamamen kendisine ait bu oyun cihazına sahip
olmuştu.
+++
“Hadi bakalım…bu şey nasıl kuruluyor?”
Okuldan sonra, Lucas [World Gate Online]
oynamak için çabucak apartman dairesine koştu.
[Portal] cihazının, gözlerinizin üzerinden
geçip onları birleştiren saydam bir vizörle birlikte, başınıza kulak üstü
kulaklığı gibi oturan diske benzer bir başlığı vardı. Sol diskinden siyah
bir fiş dışarıya uzanıyordu. Onu yatağının yanındaki prizlerden birine taktı ve
vizördeki [Oyunu yerleştirin] yazısı eşliğinde, diskin ortasındaki düğmeye
bastı. Cihazın sağ diskinin arkasının orta kısmında, ufak, düz, dikey bir kesik
vardı. Oraya, [Portal] ile gelen [World Gate Online] oyununun CD’sini
yerleştirdi. Önünde beliren yüklemeyi bekledikten sonra, yeni bir mesaj ortaya
çıktı.
“Evet!”
Diye bağırdı Lucas, gözlerini kapatıp parlak bir ışıkla sarmalanırken.
Nihayet gözlerini tekrar açan Lucas,
önündeki güzel manzara karşısında büyülenmişti.
Bedeni havada süzülürken, etrafındaki
masmavi gökyüzüne ve aşağısındaki yeryüzüne baktı. En azından dünya gibi
görünüyordu, aynı kıtalara sahipti; kendi ülkesi Filipinleri ve aynı zamanda
diğer ülkeleri gördü. Ama insan daha yakından gözlemleyince, kıtanın çoğunu
kaplayan ormanlar ve orada olmaması gereken dağlarla birlikte çok az bina
olduğunu görebildi. Fakat Lucas kendi ülkesi hakkında bu kadar şey bile
bilmediği için, ona doğal olarak tamı tamına bir kopyası gibi görünmüştü.
“Çok hoş, değil mi?”
Lucas havada süzülürken yalnız olmadığını
farketti, birkaç metre önünde büyüleyici figürü ve zarif sesiyle, kendisini
tanrıça gibi gösteren bir Yunan tuniği giyinmiş, anime ve mangalardaki klasik
Onee-san tipine benzeyen güzel bir kadın vardı.
“Karakterini yaratırken sana rehberlik
edeceğim. Bir adım öne çık maceracı ve ırkını seç.”
“Bir NPC, ha? Cidden bu kadar güzel bir
kadın olmak zorunda mıydı?”
Lucas’ın önünde beliren, kendi görüntüsünün
farklı ırklarda gösterilmiş haliydi. İnsan, Elf, Yarı-Elf, Cüce, Kurt adam,
Ork, Hobbit, Elemental.
“İnsan”
Diye cevapladı Lucas, hiç tereddüt etmeden.
“Görünüşünü değiştirmek ister misin?”
“Ah, evet lütfen.”
Oyunda kimsenin onu fark etmesini
istemediği için, görünüşünü birazcık değiştirmenin en iyisi olacağına karar
verdi.
“Hmm… nereden başlasak… saç rengini beyaza
dönüştür o zaman.”
Bunu dediği anda, önündeki görüntüsü
istediği doğrultuda değişmeye başladı.
“Sonra, ten rengini biraz daha
açalım…yeterli. Ayrıca gözler, hmm… kırmızı iş görür…göz torbalarını yok et…,
boy olarak da…onu öyle bırakalım, oyunda ve gerçek hayatta denge anlayışımı
kaybedersem kötü olur.”
Kendisi gibi görünmeyen karakterinden
memnun bir biçimde, rehbere işinin bittiğini söyledi.
“Yolculuğuna nereden başlamak istersin?”
*ting*
“Hmm... Bunların her birinin nerede olduğunu bilmek mümkün mü merak ediyorum.”
Lucas nereden başlaması gerektiği hakkında
en ufak bir fikri olmadığı için, başını hafifçe yana eğdi.
Bunu gören rehber kıkırdadı ve cevap verdi.
“Evet, sana Filipinler haritasını
göstereceğim ve belirtilen 3 şehri işaretleyeceğim.”
“...He?”
Ardından, betimlemeleriyle beraber 3
kırmızı nokta bulunan bir harita önünde belirdi. Luzon, Visayas, Mindanao
denilen yerlerin her birinde birer nokta vardı.
Oyunda, Filipinler [Espion], Luzon [Cyble],
Visayas [Cravon], Mindanao [Etrano] olarak adlandırılıyor gibi görünüyordu.
Fakat haritaya bakmaktansa, Lucas gözlerini
rehbere dikti.
“Hmm… Bunu yalnızca geçici bir hevesle
söyledim ama cevabının değişken olabilmesi çok garip… Yapay zekanın nasıl
yapıldığını gerçekten çok merak ediyorum… ve Espion yerine Filipinler dedi…”
Lucas rehberin etrafında daireler çizerek onu dikkatlice incelerken düşünmeye devam etti.
“Bir problem mi var?”
“He? Ah, hayır… bir saniye… Bir
yapay zekanın bu şekilde yanıt vermesi hiç mümkün mü?”
Lucas rehberin cevabının niye bu kadar
yerinde olduğunu merak etmeye ve onu gözlemlemeye devam etti.
“? Evet?”
“…Sen…Sen benimle aynı mısın?”
“? Evet, gördüğün gibi ben insanım.”
Rehber kıkırdadı ve Lucas’ın, onun alaylı
mı konuştuğunu, yoksa bunun bir NPC’nin anlayışı mı olduğunu düşünmesine sebep
olacak şekilde cevapladı.
“Hayır, demek istediğim, eee bir maceracı,
kullanıcı, ya da oyuncu, o türden bir şey misin?”
Bu bir NPC’ye sorabileceğim bir şey mi ki?
Lucas bunu düşünürken, rehber tekrar kıkırdadı.
“Hahaha, foyam ortaya çıktı, desene.”
Rehber pes etti ve teslim olur gibi
ellerini kaldırdı.
“O zaman sen…”
“Evet, ismim Lily, bütün bunları mümkün
kılan şirketin [World Gate’de] senin gibi acemilere rehberlik etmesi için
tuttuğu bir çalışanıyım. Tanıştığımıza memnun oldum, hımm…”
Lily başını hafifçe eğerek selam verdi.
Beklenildiği gibi, önünde selam veren tanrıça kadar güzel bir kadının
olması, seni daha da utangaç yapardı ve Lucas buna bir istisna değildi.
“E-evet, eee, benim adım Lucas.”
“Tanıştığımıza memnun oldum, Lucas, peki, başlangıç noktana karar verdin mi?”
Aniden, sadece karakterini yarattığını hatırlayan Lucas, bir süredir arka plana
atılmış olan haritayı çabucak inceledi.
“Hmm…. Çoğu insan orada başlayacağından
merkezde başlamak istemiyorum…hmm…o zaman [Drachedge]’i seçeceğim, Güney
Krallığının başkentini.”
“Oh? Güney, ha? Aklıma gelmişken,
şehirlerin nereye konumlanmış olduğunu bilmiyorsun, oyunun web sitesine
bakmadın mı?”
Lily bu kadar basit bir şeyi nasıl
bilmediğini sorarken başını yana eğdi.
“…Ah.”
“…Sakın daha yeni fark ettiğini söyleme…”
Lucas beyaz saçlı kafasının arkasını
kaşırken bitkin bir şekilde güldü. Yapacak bir şey yoktu, oyunu oynamaya can
atıyordu ve hiçbir şey araştırmamıştı.
“Şey…Oyuna başlamadan önce bilgi alırsam
kendime özgü oynayış şeklimi kısıtlayacağını düşündüm...falan?”
“Hahaha, bunu sadece uyduruyorsun, yine de
doğru, oralarda aynı zamanda herkesin önüne geçebilmek için yanlış bilgi
verenler de var, o yüzden oyuncuların koyduğu bilgileri okurken dikkatli ol. Ve
resmi web sitede yalnızca Şehir Haritası, İş tanımları gibi en temel
bilgiler yer alır. Gerçi canavarlarla ilgili hiçbir bilgi yoktur, oyunu daha zor
ve ilgi çekici yapmak için.”
“A-anladım…”
Lucas’ı onun az önce söylediklerini aklında tekrarlarken gören Lily, tekrar kıkırdamadan edemedi.
“Temel statların sistemin senin hakkındaki
değerlendirmesine göre rastgele dağıtılacak, böylece, acemi seviyesindeyken
bile özgün bir karakter olacaksın.”
“Tutorial’ı başlatmak ister misin?”
*** Tutorial: Oyunlarda oyuna başlamadan önce göz atılması gereken, oyunun nasıl oynanacağı hakkında bilgi veren bölümlere verilen isim. Eğitmen ya da öğretici şeklinde çevirmek istemediğim için aynen bıraktım.
*ting*
Lucas’ın önünde tanıdık bir pencere
belirdi. Oyun hakkında ne kadar cahil olduğunu bildiği için, kabul etmeye karar
verdi.
“Evet!”
O kelimeyi söyler söylemez, gökyüzünü ve
yeryüzünü göremeyecek hale gelinceye dek garip bir ışıkla sarmalandı.
Birkaç saniye sonra, ışık azaldı ve Lucas,
bembeyaz karolarla döşenmiş bir odaya getirilmişti.
[Eğiticinin ilk aşaması harekettir, lütfen
bu engelli koşu parkuru aracılığıyla her türden hareketi deneyin.]
Lily’nin sesi bir yerlerden yankılandı, ama
ne kadar dikkatlice bakarsa baksın, sadece saf beyaz gördü.
Lily’nin kısa açıklamasının ardından, birkaç beyaz karo yerinden oynadı; bazıları yükseldi, bazıları gömüldü, bazıları şekil değiştirdi. Şimdi karşısında değişen karolardan yaratılmış bir engelli koşu parkuru duruyordu.
Bedeninin ne kadar esnek olduğunu öğrenmek için yaptığı birkaç gerinme hareketinden sonra, 8 yönün tamamına birkaç adım yürüdü, ardından, engel parkuru boyunca koşmaya başladı.
“Hızım gerçekte olduğundan daha yüksek gibi
görünüyor…iyi bir stat almışım anlaşılan.”
Bunu düşündüğü sırada, zıpladı, eğildi, karoların üzerinde yuvarlandı, hatta takla ve ters salto gibi birtakım akrobasi hareketleri yaptı.
Sonrasında, gücünü kontrol etmek için
parkurdaki demirleri denedi. Olan…
“Aaah!”
İkinci demirde düştü.
“…Yüksek hız ve düşük güç!? Uuu…”
Lucas gücünün ne kadar düşük olduğuna
inanamadığı için sızlandı.
“Pekala, onu yalnızca yükseltmem gerekiyor
öyleyse.”
Bunu söylerken hemen şınav çekmeye başladı.
10 dakika boyunca şınav çektikten sonra,
uzun süredir beklediği pencere ortaya çıktı.
*ting*
“Ooohh!!!”
Lucas bu ileti üzerine bir zafer çığlığı
attı.
“Hm? Bu kadar uzun süredir şınav çektiğim
halde neden yorulmadım acaba? Canım da mı yüksek ki?...muhtemelen?...Her neyse,
hadi önce STR’yi biraz daha yükseltelim, sonra diğerlerini.”
+++
Bu manzarayı başka bir mekandan
izleyen Lily’nin ağzı ve gözleri sonuna kadar açılmıştı.
“B-bu…”
Beyaz saçlı oğlanı uzun bir süre şınav
çekerken hatta engelli koşu parkurunu baştan sona koşarken görmüştü; yavaş
yavaş STR,SPD,VIT ve nedendir bilinmez, LUK geliştiriyordu.(bkz. ÇN)
Bildiği kadarıyla, Lucas, tüm ülkede bu metodu kullanan ilk kişiydi; hayır,
büyük ihtimalle tüm dünyadaki tek kişiydi!
“…bunu fark etmediği için ya bir aptal, ya
da bir dahi…haha, ne kadar da ilginç bir çocuk.”
[Antrenman Odası] sadece oyuna
aşinalığınızı arttırmak amacıyla hazırlandığı için, oyun geliştiriciler bir
bozukluk oluşturmuşlar gibi görünüyordu, oyuna alışmak için hiç yorulmadığın bu
odada, Lucas gerçekten de statlarını istediği kadar yükseltebilirdi.
“Bu çocuk sonunda nasıl birine dönüşecek
acaba? Hahaha, sabırsızlanıyorum.”
Lily kıkırdadı ve dudaklarının kenarları hafifçe yukarı kıvrıldı.
+++
[Antrenman Odası]’nda harcadığı 2 saatten
sonra Lucas, +17 STR, +8 SPD, +20 VIT, ve +22 LUK kazanmıştı.
Şansının neden yükseldiği hakkında onun
bile hiçbir fikri yoktu. Açıkçası, yükseliş yükseliş demekti, bu yüzden daha
derinlemesine düşünme gereği görmedi. Sonuç olarak, ilk aşamada INT ve DEX’ini
yükseltmenin bir yolunu bulamamıştı.
[Şimdi birinci aşamayı bitirdiğinize göre,
artık tutorial’ın ikinci aşamasına geçebiliriz. Önünüze sunulmuş olan
silahlarla kuklaya vurmayı deneyin. Kuklanın HP’si 0’a düştüğünde, parçalarına
ayrılacak ve yenisiyle değiştirilecek, dolayısıyla acele etmeyin, ilk aşamada
olduğu gibi.]
Diye gülümseyerek açıkladı Lily, ama
gözlerinin içi gülmüyordu sanki – [Antrenman Odası]’ndan onu görmenin bir yolu
olmadığı için, Lucas sadece hissedebilmişti.
“İ-ilk aşamada 2 saat harcadığım için bana sinirlendi mi acaba? Sanırım daha hızlı olmalıyım…”
Lucas, bunu düşünürken, demir kılıcı eline
aldı ve kuklayı öldürmek için kullandı, HP’sini tükettikten sonra mızrağı
kullandı; ardından baltayı, hançerleri, gürzleri, ve nihayet, yayı.
Sınırsız oku olduğu için, her atışında nişan alışını düzelterek kuklayı başarıyla vurdu.
Yaklaşık 100 oktan sonra, nihayet hedefini
doğru ayarladı ve tanıdık bir pencere yeniden ortaya çıktı.
*ting*
Görünüşe göre isabet oranı çevikliğe
bağlıydı (DEX), bunu çözer çözmez, kuklayı ok ve yayla öldürdükten sonra bile,
DEX’ini arttırmaya devam etti.
50 dakika sonra, nihayet +12 DEX ve +5
LUK’a ulaştı, bundan memnun halde, bir sonraki aşamaya geçti.
[Eğitimin son aşaması olan büyüde, sana ateş, su, toprak ve havayı kontrol eden bir takım komutlar verilecek. Eğer bu adımı atlamak istersen, öyle de yapabilirsin.]
[Fo̱tiá] !
Diye bağırdı Lucas, ve ona verilen asanın
ucunda küçük bir alev belirdi.
“Voaaaahhh…Gerçek büyü yaptığıma
inanamıyorum!!!”
Sıradaki, su.
[Neró] !
Ateş büyüsünde olduğu gibi, küçük bir su
topu asanın ucunda dalgalandı.
[Gi̱] !
Şimdi ufak bir taş görülebiliyordu.
[Mien] !
Bir hava topu, asanın ucunda fırıl fırıl
dönüyor gibi görünüyordu.
“Yani bunlar dört elementin büyüleri… Belki
de bir büyücü olmayı denemeliyim?”
Diye düşündü Lucas, büyü onu hayran
bırakmaya devam ederken. Bunu bir saat boyunca tekrarladı ve sonunda +13 INT’ye
ulaştı.
Bu sonuçtan memnun olmuş bir şekilde
eğitimi bitirdi ve bir kez daha garip bir ışık tarafından yutularak dünyanın
üzerine geri getirildi.
Nedense Lily’i gördüğünde, rehber ona
bakarak gülümsemeye devam ediyordu.
“Hahaha, eminim bir gün harika bir oyuncuya
dönüşeceksin, pekala, şimdi seni göndereyim mi?”
“Ah, evet lütfen!”
“Maceranda bol şans, eğer kuzeye kadar
gelebilirsen, belki de tekrar görüşürüz, Lucas.”
“Ah, evet- bekle… Hala karakterim için bir
isme karar vermed-”
Lucas aniden karakterinin adını hatırladı
ve bunu rehbere, Lily’e belirtir belirtmez, onu yutan garip ışık tarafından
susturuldu.
+++
“Ahh…”
Lucas kendine gelirken ufak bir homurtu
çıkardı.
“B-bekle, hala ismi söylemedim! İsimsiz kullanıcı olarak bilinmek istemiyorum!!!”
Acele ettirdiği için rehberine sessizce sövdükten sonra, ismini kontrol etmek için stat penceresine bakmak aklına geldi.
“[Stat Penceresi]”
“….Lucas…ama nasıl? Ah!”
Karakterini adlandırmadığı için saçma bir
isim verilmediğine sevindi ve niçin orada kendi isminin yazdığını düşündü. Bir
süre sonra, Lily’e kendini tanıttığını hatırladı, o sırada aniden sorulduğu
için utanmıştı ve yanlışlıkla gerçek ismini söylemişti.
“…Acaba aslında karakter ismimi mi
soruyordu?...”
Bunu düşünüp iç geçirdi ve sadece
kabullendi. Zaten değiştirmenin herhangi bir yolu da yoktu.
“Daha da önemlisi, bu olağanüstü şans da
neyin nesi…?”
Nihayet sakinleşerek, etrafındakileri fark etti. Şu an şehir meydanı gibi görünen bir yerin ortasındaydı. Her tarafta gezinmekte olan zırhlara, cübbelere ve hafif teçhizata bürünmüş oyuncular ve NPC’lerin yanı sıra, aynı zamanda mallarını satmak için tezgahlarını kurmuş olanlar vardı. Bir de partileri için bağırarak eleman arayanlar.
Binalar ortaçağ filmlerinde gördüğünüz klasik yapılara benziyordu, bir bar, bir restoran, giyimevi, demirci dükkânı, vs.
Şehrin en yüksek tepesinde, hayal gücü diye
bağıran heybetli bir ortaçağ kalesi bulunuyordu.
Devasa devekuşu benzeri kuşların çektiği
yük arabalarından gökyüzünde uçan ejderhalara kadar, kesinlikle sadece
masallarda görebileceği bir dünyaydı.
Lucas gördüğü her yere korkuyla karışık bir şaşkınlıkla baktığından, bazı insanlar başlarını o tarafa çevirmeye başladı.
“Oh, bir çaylak, ha?”
“Görünüşe göre manzara tarafından
büyülenmiş.”
“Haha, onun gibi tipler ilk ölen olmaya
adaydır.”
Ve benzeri şeyler. Bunu duyan Lucas, yüzüne
ne kadar utandığını açıkça gösteren kırmızı bir renk yerleştirdi.
“Affedersin, bir çaylaksın değil mi?
Partimize katılmak ister misin?”
Aniden, kendisinden biraz uzun boylu, ucuz
deri kıyafetler ve Lucas’tan azcık ileride bir acemi olduğunu gösteren paslı
bir kılıç giyen biri, arkasındaki ufak tefek adamla beraber yanında belirdi.
“Ah, eğer benimle bir sorununuz yoksa, umarım iyi anlaşırız.”
Bir problem olmadığını görünce, kabul etti
ve hafifçe başını eğip onları selamladı.
Bunun üzerine, bir ses eşliğinde tanıdık
pencere ortaya çıktı.
“Evet”
Lucas teklifi hiç tereddüt etmeden kabul
etti. Ardından, takım arkadaşlarını gösteren parti menüsü açıldı.
*ting*
“O zaman, hadi avlanmaya başlayalım.”
“Ah, evet”
Lucas onları bir ofis boy gibi takip etti.
Gerçi sadece onun hayal gücü de olabilirdi.
Şehir duvarlarının dışındaki çamurlu
alanlardan geçtiler ve ormana girdiler.
“…Level 7’deki biri için ormanda avlanmak
normal mi?”
Diye düşündü Lucas, ikiliyi arkalarından
çelişkiye düşmüş bir ifadeyle takip ederken.
“Orada! Bir [Kurt]! Hadi onu yakalayalım!”
Feredir silahını sağa sola sallayarak
koşuşturdu, Ravi de çok geçmeden onu takip etti.
“Çüş- bir uzman değilim ama bu ikisinin
takım çalışması denen şeyden haberleri var mı!!??? Ve LVL 13 bir kurda öylece
saldırmak!?”
Lucas böyle bir şeyi düşündüğü için
kendisinin mi yoksa onların mı tuhaf olduğunu merak etti. Her halükarda o kurdu
kılıcı rastgele sallayarak mağlup edemeyeceklerdi.
Lucas ikiliye yardım etmeye karar verdi ve
[Acemi Hançeri] ile saldırdı.
*aauuuuuuuuuuuu*
Tam azıcık HP’si kaldığı anda kurt bir yardım çağrısı bıraktı ve çok geçmeden, yardım geldi.
Fakat gelen sıradan bir yardım değildi, koyu kırmızı renkli kürkü olan insansı bir kurt geldi ve hafif öfkeli bir hırıltı çıkardı.
*grrrrr*
“B-b-b…Bir [Kızıl Kurt adam] geldi!!!”
Boss canavarı anında gören üçlü, can
havliyle şehre koştu. Ama ne yazık ki, kurt adam daha hızlıydı. Çok geçmeden,
kurt adam yollarını keserek önlerinde belirdi.
“Hayatta olmaz, ölümle burada
yüzleşmeyeceğim! Bu levellerle 60 LVL bir boss’a karşı kazanmamıza imkan
yok!”
Feredir envanterine hızla göz attı ve bir
parşömen çıkardı.
“K-kahretsin! Ben de ölmek istemiyorum!”
Feredir’i gören Ravi de onunkine benzer bir
parşömen çıkardı.
“[Kaçış]” !!!
Diye bağırdı ikili, ve tanıdık bir ışıkla
çevrildikten sonra yok oldu.
“İmkanı yok, onlar seni şehre geri
ışınlayan parşömenlerden miydi!!!??? Lanet olsun!!! Az önce beni terk mi
ettiler!!!???”
Lucas iki takım arkadaşının onu arkada
bırakmasını izlerken yarı öfke, yarı şaşkınlıkla doluydu.
Bunu gören kurt adam ufak bir kahkaha attı ve Lucas’a doğru yavaşça yürüdü.
“K-kahretsin, yalnızca bir kürk topu olsan da!”
Lucas sövdü ve kaçmaya koyuldu. Dükkanlarda
satılan bir item olduğu için parşömene sahip olmasına imkan yoktu, yani
koşmaktan başka çaresi yoktu. Dalların arasından sıçramak ya da daldan dala
atlamak için tüm gücünü ve hızını kullanarak koşmayı sürdürdü. Ormanı bir
engelli koşu parkuruna çevirerek, kurt adamdan kaçarken hızlanmaya devam etti.
Ne kadar çabalarsa çabalasın, kurt adam her
seferinde duraksamasına sebep olacak şekilde önünde belirdi, ta ki nihayet
ayağı takılana kadar.
İri kaya parçalarından oluşan bir boşluğa
düşerken, öylece inmeye devam etti. Ölümünü bekleyen Lucas, gökyüzüne bir kez
daha baktı ve gözlerini kapadı.