23.04.2021
Bugüne kadar, anahtara hiç dokunulmamıştı.
Çevirmen: NatsuJun
Şubat'ta, daha
bitkiler çiçek vermemişken.
Bahar esintileri çoktan kapımıza varmışken, soğuklar sık sık
geri döndü ve mevsimler sadece takvimde değişir oldu. Bu harap ağaçların
yeşermesi görünen o ki bir hayli zaman alacak. Nehir kıyısından geçen sakin
bulvarda bile bu kasvetli manzaranın izleri var.
Okulun her zamanki
bisiklet yolunda, denizden esen kuvvetli bir fırtına kışın hüzünlü kokusunu da
beraberinde getiriyor.
Birbirini izleyen
tatiller sayesinde, ya da belki geçen günkü Komachi'nin teşekkür konuşması
sebebiyle ortalıkta ruhsuz gibi dolanıyordum, ama bu soğuk esinti suratıma öyle
bir vurdu ki sanki uykudan yeni uyanıyormuşum gibi hissettim. Toplamda üç hafta
süren giriş sınavı artık bitmişti ve içim gündelik yaşama geri dönüş coşkuyla
doluydu.
Galiba bedenim bu
git-gellere iyice alışıyor. Yaklaşık iki senedir bu sokakları arşınlıyorum,
artık dikkat etmeden bile dönemeçlerden dönüp trafik lambalarına vardığımda en
uygun ve olması gereken tavırları sergiliyorum.
Bunu bir sene
daha yapacağıma göre, herhalde gelecek yıl gözlerim kapalı bile okula gidip
gelebilirim. Yo, daha net konuşmak gerekirse, bu yolu sadece bir yıl daha
kullanacağım. Sonrasında kendimi nostaljiye boğup belki bu sokakta dururum yine
içimden gelirse. Ama cidden, bu yola okula giden rotam diyecek sadece bir yılım
kaldı.
Ne zaman, ne şekilde ve nerede olursan ol, her zaman bir süre limitin oluyor. Sabahları ve akşamları, güneş hep doğar ve batar - ama eğer bu olaylara 'yılın ilk gündoğumu' veya 'dağların arasından gündoğumu' gibi özel anlamlar yüklersek, o vakit güneş sonsuzluk algısını kaybeder.
Belki böyle
şeyler ilişkiler için de söylenebilir. Komachi ve benim aramda kardeşlikten
gelen bir bağ söz konusu, ve bu kendi başına sonsuza dek süreceğinin
göstergesi. Fakat, artık eskisi gibi çocuk olmadığımızın farkına vardığımızdan,
ilişkimizin seviyesi her nasılsa biraz değişti denebilir.
Ben kesinlikle
kardeşler olarak biraz olsun daha olgun olduğumuza inanıyorum. Gerçi, aslına
bakarsan birlikte olduğumuz 15 senenin ardından, Komachi de ben de ilişkimizin
öyle *keskin* değişimler yaşamayacağının farkındaydık.
Sonuçta Komachi
ile aynı aileye mensup olduğumuzdan, galiba böyle olmasında sorun yok. Zaten
hep şanssız olduğuna inanırdım, ve pes ederek artık hayatının sonuna dek bana
eşlik etmekten başka çaresi kalmadı. Birlikte, abiciğine cehenneme kadar eşlik
edecek.
Bu düşüncelerde
kaybolmuşken, sonunda kapının yanına vardım.
Frenleri hafifçe
sıkarak hızımı azalttım, diğer insanların ve bisikletlerin arasına karıştım.
Böylece bisikletin kollarından tutup çevirdim ve bisikletimi boş bir yere
yerleştirdim.
Bisikletim
gıcırdayarak durduktan sonra kilidini taktım. Başımı kaldırdığımda etrafımda
umduğumdan çok daha fazla boş yer olduğunu fark ettim.
Bisiklet park
alanının neden bu kadar boş olduğuna endişelenirken, ana binanın girişine doğru
ağır aksak yürüdüm.
Tatil olan
günlerden olacak herhalde, yanımdan geçen öğrenciler yol boyunca şen şakrak
makara yaparken çok coşkulydu. Yankıyan
sesleri normalden daha çok kendini hissettiriyordu.
Bunun sayesinde
önceki şaşkınlığıma cevap bulmuş oldum.
An itibariyle
üçüncü sınıf öğrenciler sınava hazırlık evresinin zirvesindeler, ve okula gelip
gelmemekte özgürler. Böylelikle çoğu okula gelmemiş, bu da park alanının neden
bu kadar boş olduğunu açıklıyor.
Okulun birinci ve
ikinci katı çok sessizdi. Girişten merdivenlere kadar olan yolda sınıflar terk
edilmiş gibiydi, bu yüzden koridordaki öğrencilerin sesleri çok daha belirgin
geliyordu.
Sessiz ve soğuk
atmosfer onları huzursuz etmiş olacak ki bu sebepten birbirleriyle daha fazla
konuşmayı tercih etmişler.
Bunu düşününce,
konuşmalarının ardından bir yalnızlık hissi alıverdi beni.
Fakat, buna
rağmen, üçüncü kattaki ikinci sınıfların olduğu sınıflara vardığımda, sevecen,
şen şakrak sesler duyabiliyordum. Aslına bakarsanız, aşırı gürültülü. Tatil
günlerinizi nasıl geçirdiğiniz umrumda bile değil, o yüzden kapayın çenenizi!
Hey, illa telefonunuzu getirip birbirinize yollamak zorunda değilsiniz, eh, ne
de olsa onları SNS'e yüklemediniz mi zaten? Arkadaşlarınız çoktan görmüş
olabilir. Muhtemelen refleks olarak 'beğen!' tuşuna basıp hemen ardından
unutmuşlardır. Ah anladım, bu yüzden bilerek tekrar gösteriyorsun onlara. Aman
Tanrım! Ne kadar da dünden hazırlıklısınız! Boşlukları kapatmak için iki
kademeli bir saldırı!
☙
Rurioni Kenshin’de geçen bir kullanımmış.
Böyle düşünüp
koridorda akın eden Instagramcılardan kaçınırken, arkamdan gelen usul ayak
seslerinin yaklaştığını duydum. Yol vermek için hafifçe sağa çekildim. Ardından
sol omzuma usulca vuruldu.
'Hachiman!
Günaydın!'
Arkamı
döndüğümde, vücut özellikleri Instagram'a etrafımızdaki herkesten daha yakışan
birini gördüm. Bu kişi okul kıyafetinin üstüne rüzgarlık giymiş Totsuka Saika'dan
bir başkası değildi.
'A-ahhh...
Günaydın...'
Derme çatma bir cevap verdiğimde, Totsuka haylazlığının bir başarıya ulaştığını gözüme sokarcasına şaka yollu gülümsedi. Çok geçmeden benimle dalga geçer gibi kısık bir sesle şaşırıp şaşırmadığımı sordu. Onun yüzünden nefesimi toplarken anca başımı sallayabildim. Tanrı aşkına! Haylazlıklar Ustası Totsuka-san, sen var ya sen!
☙
Karakai Jouzu no Takagi-san’a gönderme bir kelime oyunu varmış.
Yo, elbette
şaşakaldım. Yani, neden bu kadar tatlı olmak zorunda ki? Böyle dudaklarını aşır
uzun elbise kolunun ardında saklayıp neşeyle gülerken, alımlı kız yanın çok
fazla değil mi? Hey, hey, şimdi Daikanyama veya Nakameguro'da gibi yerlerde
satılan tarz kapüşonluların fotolarını yüklemenin sırası değil.
Asıl bunu yükleyin! *Kızlık gücü* dediğiniz işte budur! Haydi
kızlar, biraz kendinize yakışanı yapıp
hatalarınızdan ders alın. Şimdilik kalbimde yer alan Instagram 'beğen!' tuşuna
basmakla yetineyim.
Ve aynı tuşa 16
kez bastıktan sonra kalbimin küt küt atmasını durdurabildim ve nefesimi
toparladım. Sonunda Totsuka'yı adamakıllı süzecek
duygusal dinginliğe ulaşabildim.
☙
Takahashi Meijin’in ‘saniyede 16 mermi’ tabirine gönderme.
Hafif uzun,
beyaz, parlaki yumuşak ve ışıkta açılan saçları birazcık dağınıktı. Sırtına
alıp omuzladığı raket çantasına çeki düzen vermesi hızlı ve maharetliydi, bir
yandan da canlı ve insanın ruhuna can getiren bir gülümseme atıyordu.
Yanaklarındaki detaylar sanki pembeye boyanmış gibi insanın içini ısıtıyor.
Anladım. Anlaşılan sabah alıştırmaları daha yeni bitmişti, biter bitmez de
alelacele buraya gelmişti.
Sanki hayal meyal
limonlu bir sprey deodorant kokusu alıyorum, acaba doğru mu? Eğer öyleyse,
gönlüm istediği kadar içime çekebilirim, göğsümde depolayıp alyuvarlarımla
vücudumun dört bir yanına yayarım onu. Böyle bir şeyi sadece iyi etik değerlere
sahip bir centilmen yapar. Burnumla derin bir nefes alıp ağzımla nefesi verdim,
sonra konuşmaya başladım.
'Sabah
antrenmanında iyi iş çıkardın. Hava bu kadar soğukken bir de, inanılmazsın.'
'Evet. Gerçi
alışkınım zaten.'
Totsuka adımlarıma
ayak uydururken kocaman bir gülümsemeyle yanıtladı. Gülüşünün ardından
alçakgönüllülükten ziyade özgüven yattığına eminim.
'Yakında alt
dönemler gelecek. Bu yüzden, en cazip yanımızı göstermek adına daha sıkı
çalışmam lazım.'
Sanki 'Ganbaru-zoi'
der gibi elini yumruk yapıp göğsünün önünde sıkarak moral depoladı.
☙ New Game’deki
‘Ganbaru-zoi!’ elimden geleni yapacağım hareketine gönderme.
Böylesine savaşma
ruhu ortaya koyan hali gerçekten şirin, sevimli, alımlı, güvenilir ve tatlı
görünüyordu. Bana kalırsa, genelde iyi bir şeyi betimlemek için kullanılan tüm
sıfatlar ona yakışır. Sonuç olarak sadece dolmuş gözlerimle ona bakmakla
yetindim, kelimeleri söze dökme kabiliyetimi kaybetmiştim çünkü. Artık sözleri
kullanmama gerek yok... Diğer yandan belki de sessizce ona bakakalmamdan biraz
karafsı karışmış olacak ki Totsuka gözlerini dikip yukarı bakarak başını büktü.
'Peki siz alt
dönemlerle ne yapacaksınız?' 'Heh?'
Gözlerim hala ona
dalmış bakarken beklemediğim bir soru sorulması üzerine şaşkınlıktan garip bir
ses çıktı ağzımdan. Bunun üstüne Totsuka sorusunun belli belirsiz olduğunu
düşünmüş olacak ki ellerini sallayarak üstüne birkaç şey daha ekledi.
'Yani, şimdi
Hizmet Klübü artık adamakıllı bir klüp haline geldiğine göre, alt dönemlerin
klübünüze katılması sorun olmaz değil mi?'
O açıdan bakarsak
adamakıllı klüp aktivitesi yapıyor muyuz emin değilim, ama... Bunu düşünürken
başımı büktüm.
'Bilmem ki... Bir
ast olarak bilmiyorum. Ayrıca nasıl oldu da bizimkisi bir klüp halini aldı
hiçbir fikrim yok... Neredeyse zorla tehdit edilerek klübe katıldım, sanırsın
bir çeşit mahkumum.'
'Ahaha,
anladım...'
'O yüzden ben alt
dönemlerin katılacağını sanmıyorum.'
Derken Totsuka
acı bir gülümsemeyle gözlerini nazikçe düşürdü. 'Hadi ya... Buna biraz üzüldüm
doğrusu.
Eğer alt dönemler
katılmazsa, ileride elbette Hizmet Klübü tarihe karışacak. Bu böylesine bariz
bir şeyken, bir kez daha bunun farkına vardım. Hızımı artırıp Totsuka'nın bir
adım önüne geçtim. Yüz ifademi gizleyebildiğim bu pozisyonda yorgun bir iç
çektim.
'Benim açımdan da
bir hayal kırıklığı... Ben de Kouhailerime en az bir kez olsun her Senpainin
söylediği sözlerden etmek isterdim - 'Bu zorlukları yaşayan bir tek sen
değilsin.
Herkes bu
yollardan geçiyor.' Veya 'Eğer şimdi pes edersen, nereye kaçarsan kaç işler yoluna
girmeyecek.' gibisinden sözler.
'N-ne kadar itici
bir senpai...'
Arkamdan yüzünde
beliren hafif endişeli tebessümünü hissedebiliyordum.
'Ah, öyle demek istememiştim! Sadece, Hizmet Klübü harika bir klüp diyordum, o yüzden ileride de devam etmesini istedim...'
Totsuka dinç bir
şekilde önüme doğru atladı ve tekrar aynı çizgide olduk. Bana doğru bakarken
gözlerinde bir huzursuzluk ve endişe emaresi vardı.
'...Eh, sonuçta
bu klüp başkanı ve yardımcısına bağlı değil mi? Ben öylesine bir astım sadece,
O yüzden klüp meselelerinde kullanacak bir oyum yok.'
Böylece saf ve katıksız bir gerçeği ortaya döktüm.
Sözlerimi duyan
Totsuka kıkırdadı.
'Öyle konuştun ki
tıpkı ofis işçilerine benzedin.'
Sözleri şakayla
karışık bir serzeniş gibiydi, diğer yandan taşı tam gediğine koymuş olabilir.
Bu konuda duruşum
şimdiye kadar hep aynı olmuştur. İş, talepler şeklinde gelir ve böylece
danışmanlık doğar,
problemleri ve
imtihanları beraberinde getirir, bu yüzden meseleyi her şeyimi vererek
halletmeye çalıştım. Benim ne istediğimse çok önem arz eden bir mevzu değil.
Zaten her zaman 'Bu tamamen benim işim olduğundan.' demişimdir.
Bu sayede
sonrasında söylediğim şeylerde bir miktar mazoşistlik olabilir.
'Değil mi?
İleride çalışmaya başladığımda, her şey daha zor ve boktan olacak, değil mi? O
yüzden hiç mi hiç çalışmak istemiyorum.'
Komik demeçime
gülerken sınıfa vardık. Sonrasında birbirimize ufak bir el sallayıp kendi
yerlerimize doğru yöneldik.
Sınıftaki ısıtıcı
sayesinde burası koridordan çok daha sıcaktı. Sınıfın atmosferi o yüzden olacak
ki çok daha gevşekti. Kapıya yakın oturanlar açısından bakarsak, kapının
etrafındaki aralıklardan giren soğuk onları sefilce donduruyordu. Onlara
kıyasla ısıtıcının yanında bulunan pencere tarafında oturanlarsa yüce sobanın
lütfuyla mayışıp aylaklık ediyorlar. Pencere tarafının en önünde oturan
Kawasaki Saki, gözleri kapalı bir şekilde çenesini eline dayayarak uyukluyor
gibiydi.
Diğer yandan
pencere tarafının arka sıralarına baktığımda, oradakiler her zamanki gibi enerji
dolu. Tobe yine neşeyle daldan dala konuşurken herkesin ilgi odağıydı,
muhtemelen geçen gün güzelce tamamlanan çikolata etkinliğinden ötürü.
Belki de etkinlik
sayesinde ilişkilerinde birtakım değişiklikler olmuştur. Miura doğru mesafeyi
ayarlamakta başarısız olsa bile, en azından biraz olsun yaklaştı. Ebina da
diğerlerine olan mesafesini korurken, iyi bir gelişme kaydetti. Tobe'ye gelecek
olursak... eh, neyse ne. Görünüşe göre eğleniyor, ne de olsa Tobe'den
bahsediyoruz. Böylece, şey, her neyse.
Fakat, etkinliğin güzel olduğunu söyleyen o kişi için...Onlara doğru baktığımdan, gruptaki Yuigahama beni fark etti.
Yuigahama belli
belirsiz ağzını açtı ve usulca el salladı bana. Böyle şeyler yapman beni
utandırıyor, lütfen buna bir son ver...Gel gör ki onu görmezden
gelemeyeceğimden ufak bir baş sallamayla karşılık verdim.
Sonrasında
Yuigahama'nın bakışlarını takip ederek Miura ve diğerleri de bana baktılar.
Hemen sonrasında Miura bakışlarını kaçırıp telefonuna odaklandı, bir yandan
saçlarıyla oynamaya başladı, Ebina kim olduğumu görünce usulca 'ohh'ladı. Tobe
ve diğerleri sessizce 'yah', 'yo' ve 'hey' gibi şeyler söylediler adamakıllı
selamlamak varken. Bir arka sıralar klasiği.
Benzer şekilde
Hayama Hayato da basit bir tebessümle 'günaydın' diyerek selamlayıp gözlerini
çevirdi. Karşılık olarak 'yo' diyerek başımı sallayıp hızlıca sandalyemi
sıramın altından çektim.
Çenemi masaya yaslayarak gözlerimi kapatıp dinlendim.
Tekrar düşününce, bu işte bir tuhaflık var.
Normalde
sabahları böyle birbirimize seslenip selamlaşmayız ama ola ki göz göze denk
geldik, sessizce selamlaşacak kadar da tanışık sayılırız artık.
Eğer bu ne zaman
başladı diye soracak olursanız, cevabı oldukça basit. Ta ilk zamanlar gözlerimi
onlara dikip, gözlemlerken başladı.
Sınıfa ilk dahil
olduğumda bile, sınıf manzarasının sadece küçük bir alanını kaplasalar da
Hayama ve tayfasından haberdardım. Buna rağmen, isimlerini, hangi klübün üyesi
oldukları gibi bazı bilgileri biliyor ve birey olarak onları ayırt
edebiliyordum.
Gel gör ki onları
tanıyorum demek güç.
...Şimdi bile
onları pek tanıdığım söylenemez.
Belki bu tarz
düşüncelerimden, belki de alışık olmadığım bu selamlaşmalardan artık
bilmiyorum, otururken rahatsız hissettim kendimi.
Nedense kendimi
toparlayamıyordum, o yüzden hızla oturduğum yerden kalktım.
Tam böyle
zamanlarda en iyisi tuvalete tüymektir. Kaçıyor olmak utanç verici olabilir,
ama faydalı.Daha geçenlerde, meşhur bir komedi
ikilisi trafik kazası geçirdi. Kaza yerinden kaçıp iyi hal sergiledikten sonra
yayınlar geri dönüp üstüne olay hakkında devamlı espri yapıp durdular!
☙ Aragaki Yui
ve Hoshino Gen’in başrol aldığı ‘We Married As a Job’ adlı TV dramaya gönderme
yapılıyormuş.
☙ Inoue
Yousuke ikilisine gönderme yapmış.
Hızlıca sınıftan
çıktım ve tuvalette işimi rahat rahat hallettim. Belki de yol üstündeyken
içecek bir şeyler almalıyım...Derken otomatın yolunu tuttum. Zaman almış başını
gitmiş, öğrenciler ucu ucuna yetişebilmek ümidiyle koridoru hızla
arşınlıyorlar. Önceye nazaran daha sessizlerdi.
Bu sayede
arkamdan gelen adım sesleri zihnimde daha çok yankılanmaya başladı. Arkamda
hissettiğim silüet mesafesini çekimser ama yakın tutuyordu. Adımları beni
usulca takip etti.
Otomatın önünde
durduğumda, arkamdaki adımları da gecikerek durdu.
Hızlıca kendime
her zamanki gibi bir MAX Kahve kaptım ve ani bir hareketle kenara çekildim, ve
adımların sahibi yavaşça öne adım atıp siyah kahveyi gösteren düğmeye bastı.
'Olanları
duydum.'
Otomattan kutu
kahveyi almak için çömelen bu kişi, sanki olduğum yerde duracağımı bilen bir
edayla yüzünü dönmeden konuşmaya başladı.
Böyle bir şey
daha önce olsaydı bundan çok rahatsız olur ve sert konuşurdum, ama artık durum
böyle değil.
Artık Hayama
Hayato'nun her şeyi sinir bozucu bir şekilde söylediğini bildiğim için hiç
gıcık olmadım.
Hepsinden öte,
özellikle bana bir şey demek için geldiğini biliyordum. Hal böyle olunca, hiç
mi hiç gıcık olmadım. Ah, hayır! Aslında baya sinir oldum!
Cidden, niye
böyle konuştun ki...? Konuşma tarzı sanki beni teste tabi tutar gibi, tıpkı
benzer birinin konuşma şeklini andırıyor...
Eh, bazen birinin
gündelik konuşma tarzı bile bulaşıcı olabiliyor. Belki tek başına bu bile
birbirlerini uzun zamandır tanıdıklarının kanıtı olabilir.
Tam da bu yüzden
diyebilirim ki Hayama'nın *bu meseleyi* önüme getirmesi aşırı normal bir şey.
“Zorlanmış
olmalısın. Omzundaki yükler hafifledi mi?”
Sıcak görünen
kutu kahvesini hafifçe havaya attı ve kahvesini atıp tutarken yüzünü bana
çevirdi. Ukala bir tavırla sözlerine devam etti. Biliyor muydun, Raiden...? Kafamdaki düşünceleri mırıldanırken başımı büktüm.
☙ Sakigake!! Otokojuku serisine bir
gönderme.
'Heh? Neyi
kastediyorsun? Ehm, kız kardeşim hakkında mı konuşuyorsun? Giriş sınıvlarıyla
ilgili mi bu?'
'Hayır.'
Hayama iç çekip
omuz silkti.
“Bu da sana zor
zamanlar yaşatmış olmalı, ama... Ahh, bu arada. Kız kardeşine
'Sınava
hazırlanarak iyi iş çıkarıyorsun' dediğimi iletir misin?“
'Yo, sana ne
oluyor böyle? Hem neden senin için böyle bir şey yapayım? Gerçi, düşünmen mutlu
etti. Sağolasın.'
Hayama'nın parlak
gülümsemesine karşın donuk gözlerle bakınca, şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.
'Cevap olarak
senden asla böyle bir şey beklemiyordum.'
Hayama kutu
kahvenin kapağını çekip açtı. Kahveyi ağzına götürünce acı bir tebessüm
takındı. Hey, teşekkür etmiş olmam o kadar tuhaf değil, tamam mı? Benim
davranışımdan ziyade, senin gösterdiğin incelik kuşkusuz daha şaşırtıcı, öyle
ki böyle bir zamanda Komachi'ye teselli sözleri etmeyi unutmaman bile başlı
başına...
Bununla birlikte,
Hayama gerçekten terbiyeli biri olduğundan, amacından sapan konuyu hemen asıl
noktaya döndürüyor.
'Kız kardeşini
bir kenara bırakalım...Buraya diğer kız kardeşin hakkında konuşmaya geldim.'
Diğer kız
kardeşim mi? Sen neden bahsediyorsun? Yoksa Keika'yı mı kastediyorsun? Yok
canım, tabi ki küçük bir kız olmasına rağmen ciddi manada potansiyel bir
tehlike arz ediyor...Bu yüzden, duymazdan gelmenin en doğrusu olduğunu anlayıp
öyle davrandığımda, Hayama Hayato'nun yüz ifadesi daha da katılaştı.
Eğer salağa
yatmaya devam edersem, eminim 'Anlaşıldı, demek sen o tip adamlardansın he?'
tarzı şeyler diyip kafasına göre yorumlayacaktır.
Genelde
birbirimizin niyetini çoktan fark etmiş oluruz.
Aslına
bakarsanız, Hayama da ben de birbirimizi kendi yollarımızla anlamış
varsaydığımızı fark ettik, bu da konuşmaktan vazgeçtiğimizden hayal kırıklığına
uğramışız gibi hissettirdi. Sonunda hatta bunu kabullenip, ben merkezli
duygularımızı birbirimize yüklemekten başka bir şey yapmamaya başladık.
Birbirimize
yönelttiğimiz sözler hiçbir zaman elle tutulur bir soru haline gelmedi ve
devamlı asıl noktayı ıskaladı durdu. Ne sözlerimizin birbirimize geçip
geçmediğini teyit etmekle uğraştık ne de sözlerimizi birbirimizden sakındık.
Duruşlarımızın
birbiriyle çeliştiğini anlamamıza rağmen, nihayetinde birbirimizi görmezden
gelemedik. Konuşmalarımız bencil monologlar ve ironik, imalı sözlerle doluydu.
'...Şey, görünüşe
göre olaylar bundan sonra gittikçe zorlaşacak, ama bilmiyorum.'
'Kesinlikle.'
Hayama zoraki bir
gülüş attı ve içmeyi bitirdiği kahve kutusunu fırlattı. Kutu uçarken bir yay
çizdi ve deliksiz bir şekilde çöp kutusuna girdi. Binanın sessiz birinci
katında, tiz bir ses koridorlarda yankılandı.
Girdiğinden emin
olunca Hayama gülüşünü bozarak bir iç çekti. Bu iç çekişin tatmin olmaktan mı
yoksa bir yalnızlık belirtisi mi olduğunu pek anlayamadım. İç çekişinin
manasını kestirememişken, Hayama aniden yürümeye başladı.
'...Neyse ki,
önceki halinden daha iyi. Ben hep bir şeylerin değişmeyeceğini düşünürdüm.'
Başka bir yöne
bakarken sözleri kulaklarıma geldi. Belli ki cevabımı beklemeye niyeti yoktu.
Belki de bir şey söyleyeceğim aklının ucundan dahi geçmemiştir.
Ahh, tam da
düşündüğüm gibi, her zamanki muhabbetlerimiz işte. Yo, bekle, buna sohbet bile
denir mi bilmiyorum.
Bir diğerimize
sanki zorla sıkıp, kusuyormuşuz gibi söylemek bile istemeyeceğimiz şeyler
mırıldanıp durduk. Karşımızdakinin sözünü duymamız üzerine ikimiz de kendimize
göre onayladık, kelimelere kendi anlayışımıza göre zoraki anlamlar yükledik.
Bu yüzden
tavırlarımızı bir diğerimizin sözlerine anlam yüklemek diye tanımlamak yerine,
her ikimizin yaptığı bir diğerinin Kaishakunin'i desek daha yerinde olur. Öyle
ki, anlamlı bir sohbete çıkacak sözler bile kısa kesilmişti ve son an gelip
çatıncaya kadar birbirimizi dinlemeye devam ettik.
☙ Utanç vb. gibi
durumlarda Seppuku uygulayan Japonların yanında bulunup yardım eden kişiye
verilen rolün adı Kaishakunin’miş.
Hayama çoktan bir
adım öndeydi benden. Onu uygun bir mesafeden takip edip, demin yaşadığımız
konuşmayı zihnimde geri sardım.
Hayama
Yukinoshita'nın aile evine döndüğü bilgisini nereden duymuş acaba merak
ediyorum? Anne babasından mı? Yoksa,
belki de
Haruno'dan? Belki de Yukinoshita'nın ta kendisinden? Yoksa Yuigahama mı çene
çalayım derken bundan bahsetti? Her nasıl olursa olsun, arada çok fark yok.
Sonuçta hepsinin ucu aynı yere varıyor.
Nihayetinde bana
öyle geliyor ki Yukino Yukinoshita'nın hareketleri, Hayama Hayato'nun asla
değimez diye düşündüğü 'şey' in değişmesine sebep oluyor.
Yine de
Hayama'nın buna iyi bir şey olarak bakmasına sevindim. Yukinoshita ailesiyle
olan uzun süreli ilişkisini göz önüne alırsak, özellikle de iki kız kardeşle,
bu sözleri böylesine kendinden emin konuşuyorsa inanmamam için bir neden yok.
Bu sayede az çok
rahatlamış hissettim. Rahatladım çünkü ben farkına varmadan, Yukino Yukinoshita
pek çok alanda elinden geleni yapıyordu.
Evvelen bana
*omzumdan yük indi mi* diye sorduğunda bilerek kafam karışmış gibi davranıp
Komachi'den mi bahsediyorsun diye sormuştum, belki de onun ifade tarzında bir
kusur yoktu. Göğsümde yükselen acı kısmen Komachi'nin bana teşekkür ettiği
zamana benziyor.
Dolayısıyla
hissettiğim acı gerçekten doğru şeyi yaptığımın bir delili.
Sınıfa yürürken
aramızda olan mesafe değişmedi.
Dersler başlamak
üzereydi. Derse neredeyse geç kalmak üzere olan öğrenciler yanından koşarak
geçerken Hayama günaydın demeyi ihmal etmediler, Hayama da nazikçe el sallayarak
karşılık verdi.
Nedense gözlerim
Hayama'nın sallanan kolunda takıldı kaldı.
Birden belki de
Hayama'nın benimle aynı şeyi düşündüğünün farkına vardım. Ben nasıl Komachi'nin
üzerine titriyorsam, muhtemelen Yukino, veya her ikisi için aynı şekilde hissediyordu,
ne de olsa birbirlerine çok yakınlar. Sınıfa döndüğümüz bu kısa zaman dilimi
içinde kendi rızamla,
kendimi onun
yerine koyup hayal ettim.
Hayama elini
sınıfın kapısına koyduğunda, aramızdaki mesafe azalmıştı.