19.06.2020
Kış, daha başladığının farkına varmadan biter.
Çevirmen: Forevertr3
Şubat ayına
girdiğimizden beri bir süre geçmişti.
Kışın
soğuk rüzgarı her zamanki gibi şiddetlice esiyordu ve kuru kuzey rüzgarı her
estiğinde sınıf penceresinin camlarından çatlama gibisinden sesler çıkıyordu.
Son
dersimiz olan rehberlik dersinin de bitmesiyle sıcaklıklar daha da düşüşe
geçti. Sınıfın kapısına yakın olan sıram, maalesef kaloriferden nasibini
alamıyordu ve küçük, soğuk esintiler kapının açıklıklarından eserek sınıfa
giriyordu. Bu esintiler enseme vurduğunda titriyordum.
Fakat
pencereden dışarıya baktım ve hala güneş gök yüzünde görülebiliyordu. Gündüz
vakti zamanla azar azar artıyordu.
Takvime bakacak olursak İlkbahar Ekinoks'una fazla zaman kalmamıştı. Fakat her
yıl bu zamanlarda, hele hava da soğukken, kendini şöyle düşünürken buluyorsun,
“Bu ilkbaharı ne diye çağıralım; 'İlkbahar Geldi ' diyelim” kafanda
çalıp dururken kafanla dans falan edersin veya bunun gibi şeyler.”
ꕥ Hata Mahiro'nun İlkbahar geldi şarkısı,
ninnisi artık her neyse.
Fakat bir de şöyle bir deyiş var: “Eğer kış geldiyse, acaba
sonrasında ilkbahar mı var?”
ꕥ Batı Rüzgarları için yazılan bir tür
kasideden bir parça.
Okul bitmişti ve sınıfın havası yaklaşan ilkbaharı müjdeliyor gibi imgelere
sahipti.
Bir aydan biraz
daha az zaman sonrası böceklerin uyanış vaktini gösteriyor olacaktı.
ꕥ Uzak Doğu Takvimleri'nde 5-20 Mart arasında
tarih böceklerin uyanması diye adlandırılıyormuş.
Sınıftaki
etkili ısıtıcıdan dolayı tüm sınıf bir anda böceklerin, kurbağaların,
yılanların kış uykusu tarihinden biraz daha erken uyanmışlar gibi
hareketlenmeye başladılar.
Sınıfın pencere kenarına yakın olanlar kalorifere yakın olduklarından sıcaklıktan
tamamen nasibini alabiliyorlardı. O bölgelerin birini coşkulu bir grup
doldurmuştu. Her zamanki gibi bugün de onların gürültücü, göze çarpan seslerini
duyuyordum.
“Adamım bugünlerde yiyecek şöyle tatlı bir şeyler gelse önümüze,” dedi Tobe saçlarını
sallıyorken. Oooka ve Yamato, Tobe'nin neyden bahsettiğini anlamış gibi
dizlerine vurdular ve onu işaret ettiler.
“Aynen adamım.”
“Aynen.”
Sonrasında bu üçü aralarında bakıştılar.
“Ne dediğimi bilirsin...? Şöyle tatlı çikolata fena
olmazdı.” dedi Tobe, gereksizce dramatik davranıyordu. Bu üçü galipçe bakışlar
attı ve kızlara kısaca göz gezdirdiler.... Mmm, ilkbahara az kaldı diye
düşünüyordum, fakat hala kışın ortasındaymışız gibi hissediyorum.
Miura onlarınkine oranla daha duygusuz ve soğuk bir tepki verdi.
“...Ha?”
Miura
dilini hafifçe ısırdıktan sonra bu üç salağı ilgisiz bakışlarıyla susturdu.
Yuigahama ve Ebina-san zoraki bir gülümseme yaptı.
“Tabi
ya, yılın o zamanı geldi demek...?” dedi Hayama, kız ile erkek gruplarının
arasına girerek. Oooka ve Yamato başlarını eğerek Hayama'nın dediklerini
onayladı.
“Senin için ne güzel Hayato-kun, fakat bizim için o kadar iyi olmuyor.”
“Doğru.”
Oooka ciddi tavırlar sergilerken Yamato onaylarcasına başını eğdi. Kelimeleri
sanki ortada çok büyük bir sorun varmış gibi çıkmıştı. Bu fırsatçı
bakirenin kıskançlığı o kadar berbat ki, bu bir şekilde muhteşem gibi... Diye
düşündüm. Sonrasında Tobe sersemce gülümserken Hayama'nın omuzlarını
sıvazlıyordu.
“Fakat Hayato-kun genelde çikolataları almayı kabul etmiyor.”
“Ne, öyle mi!? Ne yazık ama!”
Oooka'nın söyledikleri Hayama'nın zoraki bir gülümseme çıkarmasına neden
oldu. Anlıyorum, bu yolu seçerek çıkabilecek gereksiz sorunlardan
kaçmak istedi.
Yine de, ona aşık olan kızlar bunu kabullenecek kadar hevesli
olmayabilirler. Bu kızların önde gelen ismi Miura, yüzünü onlardan başka bir
yöne çevirmiş, ilgisiz bir ifadeyle sessizce konuşulanları dinliyordu.
Onu
izleyen Yuigahama “ah” çektikten sonra konuştu.
“Fakat
hiç tanımadığın bir insandan bir şeyler almak korkunç olur.” Yuigahama ona olan
sempatisini göstermek için başını eğdi.
Peşinden Ebina-san ciddi bakışlarla elini masaya vurdu ve konuşmayı sona
erdirdi. “Hiçbir şey almayı kabul etmiyorsun... çünkü asıl sen onları
alacaksın. Mesela alacağın biri Hikitani-kun olabilir?”
Konuşmasını bitirdiği anda, Miura başını bir yana eğdi. Ya bu kız ciddi
bakışlarla nasıl oluyor da böyle şeyler söylemeyi beceriyor...? Miura
cebinden peçete çıkardı ve Ebina-san'a uzattı.
“Ebina, burnun kanıyor.”
“Oh, teşekkürler.”
Ebina-san burnunu silerken şüphelice gülüşünü kesti ve Miura yumuşak bir
gülümseme çıkardı. Kaloriferin yanında olmak gibi bir etken bir yana, orada
toplanan herkes çok sıcak görünüyorlardı.
Hayır, sadece onlar değil. Tüm sınıf aynı sıcaklıkla sarılmıştı. Bu sersemce
hava sadece Tobe ve diğer ikisini içeren ahmak üçlü ile sınırlı değildi,
sınıftaki diğer tüm gruplar için de geçerliydi.
Resmi olarak, Sevgililer Günü'ne birkaç gün vardı.
Diğer bir deyişle, o gün annen ve kız kardeşinden çikolata aldığın gün.
Sevgililer Günü aşk ile kutsanmış bir gün, fakat bu ikili anlayış duygusu
sorunsuz olmuyor. O günde, olayların oluşuna göre her şey etkilenebiliyor. O
gün kanın ciddi ciddi aktığı gün. Tarihte bu gün, bir devlet büyüğü ile
başlayan bu gün, ayrıca çetelerin arasında çatışma çıktığı bir gün. Ve bir de,
Chiba'nın yerlisi olan biri, çikolatalar hakkında bir kere daha düşünmezler
çünkü onun yerine Bobby'yi düşünürler.
ꕥ Chiba Lotte Marine Beyzbol takımının
menajeri Bobby'nin soyadı Valentine(Sevgili) imiş.
Fakat benim gibi birinin ne düşündüğü hiç önemli değil, sonuçta böyle
büyük bir günü devirmek imkansız. Aslında, ben çikolata ve şeker
sanayisinden biri olsam kendi kazancım için bu günü herkese tavsiye edebilirdim
ve sonrasında gelenekleri yanlış düşünen biri olarak damga yerdim.
Sevgililer Günü artık Japon Kültürü'nün bir parçası olmuş halde. Noel de az
veya çok aynı şekil. Hatta zamanla Cadılar Bayramı'nın da Japon versiyonu falan
çıkabilir. Yaz Festivali, Bon Festival Dansı, veya Yengeç ve Oğlak
dönencelerinde mezar ziyareti yapmak da pek farklı olamaz.
Basitçe, bu onları sevmek veya onlardan nefret etmek ile alakalı. Kimse
seni Ortodoks veya kafir diye suçlayacak değil ya. Eğer o günleri
kabullenmeyeceksen, Noel olsun Sevgililer Günü olsun, “Onlardan nefret ediyorum!”
diye bağırmalısın.
Komachi her yıl bana sinsice de olsa çikolata verdiği için ben Sevgililer
Günü'nden o kadar da nefret etmiyorum. Hatta şöyle ki, Komachi'yi abisi olarak
çok sevdiğimden dolayı, o günün gelmesini dört gözle bekliyor gibiyim.
Acaba
bu yıl bana vermek için ne tür pahalı bir çikolata aldıracak bana.... Kız
kardeşimin bana yaptıracağı harcamalar hakkında mutlu düşüncelere dalmışken,
sınıfta bir şamata koptu.
“Ya, zamanında yapamayacağım!”
“Meraklanma, daha zamanın var! Devam et! Pes etme!”
Tesadüfen oraya baktım ve farklı yerlere oturmuş kız grupları vardı. Bu
grupların ikincisi ve üçüncüsü bir çeşit atkı veya süveter örmeye
çalışıyorlardı. Sanki bir Light Novel yazarı ile onun editörü arasında geçen
konuşmaya tanıklık ediyor gibiydim. Bak arkadaş, zamanında
bitiremeyeceksin. Sevgililer Günü'ne çok az kaldı ve sen hala işin yüzde onunu
ancak bitirmişsin. İşi zamanında yetiştirmeye çalışmak yerine, işi teslim etmen
gereken son zamanı daha ileri bir tarihe atmak daha etkin ve gerçekçi olur!
Görünen o ki bu yürek parçalayıcı sahneyi izleyen sadece ben değildim.
Miura parmaklarıyla saçlarını kurcaladı ve bir iç çekti.
“...Yani, el yapımı şeyler biraz itici olabilir. Bu tipteki şeyleri kabul
etmemek yanlış olmaz.”
İlgisizce bu kelimeleri söyledikten sonra faklı yerden bir soluk daha çıktı.
“İtici... Öyleler sanırım...” Yuigahama küçük parmaklarıyla şeftali renkli
saçının topuzunu kurcaladı, böylelikle hırkası hafiften gerildi. Sonrasında
sıkıntı içerisindeymiş gibi ama utangaç bir şekilde gülümsedi.
Bu gülümsemeyi görünce aniden daha öncelerden bir şey aklıma geliverdi.
—Demek,
el yapımı?
Acaba bu kız kimin için kurabiyeler yapıyor? Bunu düşünüyorken ona baktım ve
gözlerimiz karşılaştı. Bir refleks ile ikimizde gözlerimizi kaçırdık.
“Zaten önemli olan duyguları aktarmak, başka şey değil.”
Hayama'nın sesi biraz kendini kasıyormuş gibi çıkmıştı.
“Evet aynen öyle ahbap! Fakat bilirsin işte ben, anlarsın ya, birileri o şeyden
bize de verse, iyi olmaz mıydı?” Tobe hemen ellerini dizlerine vurdu ve
Hayama'nın dediklerini onayladığını kelimelere döktü. Onun çaprazında,
Ebina-san ellerini çiçek yapmış yandan ona bakışlar gönderiyordu.
“Fakat çikolatayı yaparken bir hata bile yapamazsın, çünkü yaparsan bitersin.
Zaten çok pahalı olmayan bir şeyi elle yapmak yıldırıcı olur. Gidip halihazırda
yapılmış olanı satın almak daha kolay olmaz mı?”
“Evet, aynen öyle!”
Ebina-san konuşmasını bitirir bitirmez Tobe görüşünü değiştirdi... Hadi
ama hemen kabulleneceğine, en azından üzerinde biraz ısrarcı olsaydın.
“...Mmhmm, el yapımı, demek?”
Ardından gelen Miura'nın ilgisiz sesi onları kahkahalara boğdu.
Daha biraz zaman öncesinde kadar bit bölünme yaşayan bu grupta artık ondan eser
yok.
Hayama tüm samimiyeti ile herkesin ondan umduğu o Hayama Hayato gibi
davranıyor, bu sırada Miura yavaş da olsa kendi yöntemleriyle onunla arasındaki
mesafeyi azaltıyor. Tobe ve Ebina-san ise, onlar, her zamanki gibiler işte,
fakat o olaydan bir takım zaman geçince ikisi de kendilerince uygun bir ortam
oluşturmuşlar.
Ve Yuigahama neşe içinde onları izliyordu.
Sınıf ortamı tabiki yerinde durmuyordu, değişiyordu. Fakat yine de, onların
sahip olduğu sakin sakin, sanki yavaştan ilkbahara geçiş yapıyormuş gibi ısınan
o yeri böyle yandan izlemek biraz parlak gelmişti ve hafiften gözlerimi
kapadım.
ꕥ ꕥ ꕥ
Koridor
üzerinden okulun özel binasına yayılan hava soğuk ve kuruydu. Dudaklarımın
çatladığını ve vücudumun sertleştiğini hissediyordum.
Sınıfın pencerelerinde buğu görülebiliyorken, okul bahçesini net olarak
görebildiğin koridorun pencerelerinde buğu yoktu. Bahçede dökülmüş ağaçlar ve
küçük çiçek grupları vardı, tozlu ve koyu kahverengi olan bu kış manzarası
Japonya'nın kuzey bölgelerinde görülenler gibi değildi.
Chiba'ya pek kar yağmaz. Bu azlık kara alışık olmayan Japonya'nın Kanto Bölgesi'nde
de aynıdır. Geçen ay haberlerde Tokyo'ya kar yağdığını duydum fakat buraya bir
kar tanesi bile yağmadı.
Kışa ait bir figürün azlığı havayı çok soğuk yapıyor. Daha az öncesine kadar
sınıfta hissettiğim sıcaklığı artık hissedemeyince boynuma sarılı olan atkımı
daha da üste çektim.
Sınıftaki o yerin sıcak hissettirmesinin nedeni kalorifere yakınlığından falan
değildi. Asıl nedeni bir süredir sorun yaratan çatlaklar
doldurulmuştu.
Eminim ki Hayama ve diğerleri birlikte olacakları son anı dramatikçe değil,
sanki dünya ve dünyadaki yaşam sona eriyormuş gibi huzurlu ve sıcak bir şekilde
bekliyorlardı. Hepsinin birlikte korumak için çaba sarf ettiği o kutsanmış ve
huzur dolu gerçeklik yerin dibine batmıştı.
Şu mümkün ki, sayısız kışı geçirmenin verdiği deneyim onlara nihayetinde
baharın geleceğini anlamalarına olanak sağlayabilir.
Önümüzde duran, o beklediğimiz şey baharın sıcaklığı değildi, o ayrılıkların
baharıydı. Çiçekler açtığı zaman gelen bir fırtına gibi iyi arkadaşlar hep
uzaklara giderler.
Sınıflarımız değişecek ve belki de yeni yeni ilişkiler kuracağız. Gelecek sene
bu zamanda, sınav sezonunun tam ortasında olacağız ve artık okula gitmemiz
gerekmeyecek. İşte bu yüzden herkes birlikte eğleniyor ve bu kışı bağrına
basıyor. Herkes huzur içinde sonu bekliyor.
Bu durumda zayıf bir soğukluğun yanında belirgin bir sıcaklık var. Atkıma
boğulmuş halde yürüyorken “buz gibi soğuk” diye mırıldandım ve arkamdan gelen
hafif ayak seslerini duydum.
Arkama döndüm ve omuzlarıma biri dokundu. Yuigahama'nın asık suratı ile
karşılaştım.
“Neden önden gidiyorsun...?”
“Birlikte gidelim falan demediğin için...” dedim huzursuzca. Neden böyle bir
tavır sergilediğini anlamadım.
Yuigahama'nın ağzı açık kaldı ve utanç içinde saçlarını hafiften okşadı.
“...Oh, beni beklediğini düşünmüştüm. Bir süre sınıfta bekledin de, o
yüzden...”
“Yo, öyle değil...”
Konuştuğum sırada neden sınıfta beklediğim hakkında düşündüm. Evet, şu doğru ki,
Yuigahama beraber kulübe gitmek için birçok sefer beni davet ederdi. Muhtemelen
bu yüzden yanıma gelip davet edeceğini farz ettim ve kendimi bir bekleyişin
ortasında buldum.
Fakat aklıma başka düzgün bir neden geldi.
“Ben sadece Hayama ve Miura'nın durumunu merak etmiştim.”
“Ahh, anladım. Şu an iyi gibiler, iyi yani.”
Yuigahama küçük bir soluk verdi ve hafifçe başını eğdi. Sonrasında bu boş
koridorda bir iki adım önüme geçti ve vücudunu zayıfça salladı.
“Bilirsin işte, bu iyi bir şey. Eminim ki herkesin kafasında birçok soru
işareti var ama onlar olabildiğince içinde bulundukları anı yaşamaya gayret
edip neşeleniyorlar...”
Her bir kelimesinde empati kurarken, ifadelerine nazik bir gülümseme ekliyordu.
“Evet, öyle sanırım. Muhtemelen hayatlarımızın en iyi zamanını yaşıyoruz şu
an.”
“Beklenilmedik şekilde pozitifsin...”
“Geçmişi hatırladığında pişmanlıktan ölmek istersin ve geleceğini düşündüğünde
endişelenmekten bunalıma girersin. Yani eleme yaparsak, yaşadığımız an en
iyisi.”
“Lafım geri! Negatifsin yine! Yuigahama somurtarak omuzlarını düşürdü.
Sonrasında hızlıca öne atıldı ve şikayet etmeye başladı. “Başladın yine böyle
şeylere... Ortamı oku işte.”
“Ortam, derken...?”
Ne tür bir ortam mesela?
Mesela Sevgililer Günü ortamı?
Eğer öyleyse anlayabilirim sanırım. Bazen; kitleyi izlerim, kendimi ortama
ayarlarım ve ortam için ne gerekiyorsa onun rolünü yaparım. Sonrasında bu
sadece “herkesin yaptığı bir şey” diyerek kendime çeki düzen veririm. Yoksa bu
sadece beklentilerinin olmasını, istemeni sağlar, seni şımartır, kendini
kaybettirir, ve bekletir.
Fakat bunun yapman gereken bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Tek yaptığın sadece beklemek olursa bu samimiyetsizlik olur. Çözüm ne olursa
olsun, tünelin sonunda seni bekleyen sonuç her ne olursa olsun, aldanmadan ve
kuşku duymadan ileriye adım attığından emin olmalısın ve tüm pişmanlıklarını en
sona bırakmalısın.
İşte
bu yüzden, ortama ayak uydurdum ve sormaya karar verdim.
“Bu
arada...”
Boğuk
bir ses ile bu kelimeleri çıkarabilmiştim ve Yuigahama arkasını döndü. Başını
eğmesi ve o gözleri, lafına devam et sinyali veriyordu. Onu tam karşıdan, böyle
görmek bir şekilde büyüleyiciydi, hafiften yüzümü kaçırdım.
“...Yakın bir zamanda boş vaktin var mı?”
“Huh? Şey, evet, var... sanırım,” dedi Yuigahama, kekeleyerek ve ellerini
şaşkınca hareket ettirdi. Huzursuzlanmış gibi cep telefonunu eline aldı. Fakat
hemen sonrasında aniden tüm hareketlerini durdurdu.
Kulüp odasının kapısına bakakaldı. Bunun sonrasında, ağzından kelimeleri
çıkarmakta zorlandı. Öncekinden farklı şekilde, ifadesi batmıştı.
Olanları görünce biraz şaşırmıştım ve neden böyle bir ifade yaptığını sormak
için acele ettim, ben de kendimi boğucu ortamın içinde bulmuştum. Koridordaki
hava öylesine soğuk ve kuruydu ki boğazımda bir şey takılı kalmış gibi kendimi
rahat hissetemedim.
Bu soruyu tam o anda, burada sormak en iyi seçenek olmayabilirdi. Veya belki
de, daha iyi veya daha düzgün bir yol olabilirdi. Acaba tekrardan sormak
tuhaf kaçar mı? Ne yapmam gerektiğinden emin olamıyordum.
İkimizin de ağzını bıçak açmıyorken, onun yüzüne baktım, sırtım hala çöküktü ve
gözlerim yere bakıyordu. Takındığı bu sorunlu gülümsemesi nefesimi kesmeme
neden olmuştu.
Bu sessizliği bozmak için Yuigahama hızlıca konuştu, “Biraz
düşünmeme izin ver, sana sonra söylerim!”
“...P-Peki.”
Rahatladım mı yoksa yoruldum mu? Muhtemelen biraz daha farklı bir şey.
Bu her ne olursa olsun, derinden bir soluk çıkardığım anda, Yuigahama verdiğim
cevabı beklemedi, bir kaç adım öne attı ve kulüp odasının kapısını açtı.
× × ×
Kapı açılmıştı. İçeriye girdik ve odanın içi rahatlatıcı bir hava ile
sarılıydı.
Sınıfta çok daha fazla insan olmasına rağmen, tuhaf ki, burayı daha rahatlatıcı
görmüştüm. Belki de bu sadece okulun özel binasının bu kulüp odasına nüfuz eden
güneş ışığının bir yan etkisi olabilir.
Üzerine hafiften güneş ışığı vuran, her zamanki yerinde oturan kişi,
Yukinoshita Yukino'ydu.
Elindeki kağıtlara bakan yüzünü kaldırdı, saçlarını narince yandan süpürdü ve
nazikçe gülümsedi. “Merhaba.”
“Yahallo, Yukinon.”
“Selam.”
Yuigahama elini kaldırarak selam veriyorken ben de her zamanki gibi tipik
selamımı verdim ve yerlerimize geçtik.
Bilmem ki, acaba ne zamandan beri burası benim yerim olmuştu. Kimse burada oturduğum
için huzursuzlanmıyor, ya da kimse buraya oturmamı emretmedi, veya kimse buraya
oturmaya zorlamadı. Beklediklerimden çok daha hoş bir şeyden dolayı olduğu
kesin.
Ve burada görmeye alışkın olmadığım sadece bir varlık huzursuzluğun acısını
hissetmeme yeterince neden oluşturuyordu.
“Senpai çok yavaşsıııııın.”
“Sen niye yine buradasın...?”
Masaya yaslanmış, kızgınca ayaklarıyla tekmeleme hareketi yapan, bu okulun
Öğrenci Konseyi Başkanı Isshiki Iroha'ydı. Tavırları, bile bile yüzünü
somurtması, yüzünü benden kaçırması çok kurnazcaydı... Yahu cidden bu
kızın Yuigahama ve benden daha erken geldiğine inanamıyorum. Rüzgardan daha hızlı
olmaya falan mı çalışıyor?
ꕥ Kantai Collection'dan Shimakaze
parodisi. Shimakaze=Hızlı Ada Rüzgarı.
“Neden buraya geldiğini sordum fakat o ikinizin gelmesini beklemeyi istedi.
Ben geldiğimden beri burada,” dedi Yukinoshita, bir soluk verirken.
Sonrasında kasıtlı şekilde ona daha soğuk bakışlar attı. Buna rağmen
misafirperverliğinden ödün vermeyerek ona çay hazırlamıştı. Misafirperver
olmanın bir çok yolu var, mesela ben Koleksiyon yapmaktan başlamak
istiyorum.
ꕥ Kantai Collection(Koleksiyon)
Isshiki'nin biz buraya gelmeden belirtmiş olduğu gibi, o asıl bizim gelmemizi bekliyordu.
Bu yüzden Yukinoshita'nın soğuk bakışlarına aldırmadı. Bana dönüp elini yüzüne
yaklaştırdı ve gizlice benle konuştu.
“İlk geldiğimde Yukinoshita-senpai çok güzel gülümsüyordu fakat hemen ardından
bozuldu... Bunca zamandır hiç değişmeden böyle davranıyor.”
Ahh,
anladım... Yani, Isshiki'nin geldiği her seferde Yukinoshita hiçbir şey yokmuş
gibi tavır alıyor, hahaha. Hayır yani, cidden sen neden buradasın ki? Diye
düşündüm. Sonrasında birisi zayıfça öksürdü.
“...Isshiki-san?”
Bir baktım ki, Yukinoshita açıkça
gülümsüyordu. Opps, bu o gülümseme! Yukinon'un korkutucu olduğu
zamanlarda çıkardığı gülümseme!
“E-Evet! Şey, özür, ama cidden buraya bir
işim olduğu için geldim!”
Isshiki hemen arkama saklandı ve beni öne
itti, beni o gülümsemeden kaçınmak için barikat olarak kullanıyordu. Hey,
kes şunu, biliyorsun o gülümseme beni de çok korutuyor.
“Hadi ama ikiniz de sakin olun. Iroha-chan
öğrenci konseyi işleri için mi buradasın?” Yuigahama araya girdi ve sırasına
geçmesi için ona elini salladı.
Soğukkanlı bir yüzle “Yui-senpai, çok
naziksin!” diyerek kendi yerine geçti.
Ne istediğini sormak için ona meraklı
gözlerle baktım. Sonrasında yüzü daha da soğukkanlı oldu ve ellerini çırptı.
“Şey, aslında, düşündüğümden daha fazla boş zamanım olduğunu falan hissettim,
gibi bir şey, sanırım?”
“Ne?”
Başladı yine saçmalamalarına... Umuyorum ki
en son bize yaşattığı onca sorunu unutmamıştır... Veya senin yerine tüm konsey
işini biz yaptığımız için mi şuan kendini boşta hissediyorsun? Bunun köle gibi
sık sık çalışmaya tabi tutulduğundan dolayı oluşan bir tür tükenmişlik sendromu
olduğunu sanmıyorum...? Fakat burada tükenmiş olanın bizler olduğunu
düşünüyorum, neyse bunun derdi ne yine? Ne demek istediğini açıklaması için ona sert bakışlar attım.
İşaret parmağını çenesine koydu ve tatlıca
başını eğdi. “Yılın bu zamanlarında hiçbir okul etkinliği yok ve tüm küçük
işleri başkan yardımcısı benim yerime yapıyor. Artık yapmam gereken son şey,
yıl sonu raporunu imzalamak.”
Bak sen şu işe. Öğrenci Konseyi'nde olmanın
gerektirdiği işlere pek alışık değilim, fakat ne şaşırtıcı ki, her türlü işten
sorumlular, sanırım? Üçüncü sınıflar sınav maratonunun içindeyken okul idaresi
de yeni öğrenciler için liseye giriş sınavı hazırlamakla meşguller.
Yani bu demek oluyor ki şu anki
öğrenciler boştalar.Öğrencilerin yapmaları gereken, zorunlu bir şeyleri
kalmadı.
“İşte görüldüğü gibi yapacak bir şey
olmadığından Öğrenci Konseyi'ni tatil ettim.”
Ohhh, iyi niyetli bir şirketin menajeri
gibi... Şu tesadüfe bak ki, yapılacak herhangi bir
iş olmadığı halde bu odaya zorla insan getirilerek oluşan bu kulüp kesinlikle
kötü niyetli bir şirket olsa gerek!
Bizim şirketin menajeri olan kişi, başıyla
onayladı ve elini çenesine koydu.
“Katılman gereken kulübün yok muydu senin?”
dedi Yukinoshita, başını yana eğerek.
Utancından gelmişçesine yanakları hafiften
kızardı ve tatlıca yüzünü kaçırdı.
“.........Bugünlerde Futbol Kulübü'nün
etkinlikleri dışarıda oluyor ve dışarısı çok soğuk.”
Bu mahcup olman gereken bir durum, utanıp
kızaracak bir durum değil. Yuigahama kendi kasarak gülerken Yukinoshita sanki
baş ağrısı varmış gibi ellerini şakaklarına götürdü.
“A-Ahaha... Peki, neden gelmiştin?” diye
sordu Yuigahama.
Sonrasında Isshiki boğazını temizledi ve
tüm vücuduyla bana döndü. “Senpai, pek umurumda değil ama tatlı şeyleri seviyor
musun?”
“Eğer Hayama'dan bahsediyorsan, eminim ki,
ne verirsen ver, severek yiyecektir.”
Isshiki'nin davranışlarını çok iyi
anlıyorum. Sorusunu gayet iyi anladım ve yanaklarını bıkkınlıktan şişmesine
neden olan cevabımı verdim. Onu dinleyen Yuigahama bir şeyler hatırlamış gibi
görünüyordu.
“Oh, fakat Hayato-kun çikolata kabul
etmiyormuş diye duydum.”
“Ehhh, neden?”
“...Bi-Bilmem ki?” Yuigahama şaşkınlıktan
başını yana eğdi.
Sonrasında Yukinoshita bıkkınlıktan gelen
bir soluk verdi. “Ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklardan dolayı tabiki. İlk
okuldayken, o günden sonraki günde sınıfın her yerinde oraya buraya uçuşan
kıvılcımlar oluyor...”
“...Ahh.”
“...Ahhhh, anladım sanırım.”
Isshiki ve Yuigahama başlarıyla onayladılar. Evet,
evet, bende anladım. Tamamen!
Sonraki günde çıkan büyük kargaşayı kolayca
hayal edebiliyorum. Kızların aralarında “Çok etkileyici ☆ Etrafta Kimsenin Olmadığı Anda Cadıca İşler Çeviren Kızlar! Hainleri de
Unutmayın!” gibi konuşmalar geçiyor. Bunların büyük çoğunluğu diğer
kızları aşağılamak için oluyor (Kendi-Gözlemlerim).
ꕥ “İdol
Kızlar Yalnız Karşılaşma Turnuvalarında Yüzer” parodisiymiş, ne olduğunu
bilmiyorum maalesef.
Ne korkunç, diye düşündüm. Yaşamını yeraltınd— yani kız toplumundan gelen
kin ile sürdüren Isshiki, sığ bir soluk verdi.
“Peki, senle idare edeceğiz, senpai. Tatlı
şeyleri seviyor musun?”
“Ne tuhaf bir şekilde soruyorsun...”
Az öncekiyle aynı soruyu sorduğun halde
benden dürüstçe cevap vermemi mi bekliyorsun? Bana ek insan olarak davranması
ve ilgisizliği bu dünyadan değil sanki. Bu düşünceler beynimde dolaşıyorken bir sandalye sarsıldı. Sesin geldiği
yöne baktım ve Yuigahama öne doğru atılmıştı.
“Hikki tatlı şeyleri sever!”
“Evet, öyle.”
Diğer bir tarafta ise Yukinoshita baskıcı
bir gülümseme ile hor görücü bir şekilde kıkırdıyordu. Davranışlarının
oluşturduğu baskı ile Isshiki kendi kelimelerini söyledi.
“İkinizin de onun yerine cevap vermesi
tuhaf, fakat... duyduğuma sevindim!”
“Evet... Ne, neden?”
“Bilirsin, çikolatalarımı ne kadar tatlı
yapmam gerektiği konusunda endişeliydim. Herkesin kendine göre tercihleri var
sonuçta, değil mi?” diye devam etti Isshiki, beni umursamadan.
Yukinoshita başını eğdi. “Ne kadar tatlı...
Isshiki-san yoksa kendin mi yapmaya çalışacaksın?”
“Bak bu çok şaşırtıcı...” dedim.
Sonrasında Isshiki dargınca baktı. “Neden
ki? Ben tatlı şeyleri yapmakta iyiyimdir.”
“Var ya, çok iyi olmalı. Ben de öğrenmeyi
çok istiyorum, fakat ben nedense beceremiyorum... ”
Yuigahama omuzlarını eğdi ve kamburunu
çıkardı. Bu sırada Isshiki küçük göğüslerini kabarttı. Hmm, çok
eğlenceli, kabarttığı göğsü daha da küçük görünüyor... Acaba perspektiften
dolayı falan mı? Her neyse, gideceğim ve bunu Blu-Ray'de düzeltmelerini
isteyeceğim!
ꕥ Bu Cilt çıkmadan önce animeye uyarlanmıştı.
Genelde böyle şeyler olmaz ama yazarımız çok sinirlenmiş olduğu ortada ki,
lütfen Isshiki'nin göğüslerini tarif ettiğim kadar küçük çizin demeye getirmiş.
Animelerde düzeltmeler seri bittikten sonra BluRay diski satılmaya sürüleceği
an yapılır. Çok iyi yazmış yazarımız, AHAHAHAHAH.
Yuigahama'nın durumunda ise, aşçılıkta
tamamen kötü olma seviyesinin yakınında değil, fakat her neyse. Bu onun göğsüne
kıyasla çok önemsiz bir problem.
“Yui-senpai, aşçılık tamamen samimiyet ile
ilgili. Kendi ellerinle yaparken en önemli şey nezaket ve sempatidir. Kendini
geliştirmenin kısa yolu yemeği kimin için yaptığını düşünmektir.”
Isshiki teselli etmek için, çökmüş
Yuigahama'nın omuzlarını sıvazladı. Neşe içinde bir gülümseme ile onu
cesaretlendirdi.
“Ne de olsa, el yapımı tatlılar hakkında
bir gram fikri olmayan erkeklerle uğraşıyoruz burada. Ve el yapımı çikolatalar
çok basitler. Hem çokça yapmak bile maliyet gerektirmiyor hem de en sonunda her
birinin tatlılığı gibi bir takım düzenlemeler yapabiliyorsun. Sonrasında
erkekler buna çok bayılıyorlar.”
“Senin sempatin sınırları çok aşıyor...
Nezaketin bile tamamen cüzdanına bakıyor.”
“Bu türlü düşünce tamamen doğru olmadığı
için daha sorun çıkarabiliyor.”
“Bu beni hiç de mutlu etmedi...”
Tüm bu geri-besleme ile karşılaşınca
Isshiki bile bir adım geri atıyor. Sonrasında iniltiler çıkartarak zorla konuyu
değiştirdi, sanki önceki konu hiç konuşulmamış gibi.
“Şey, bu zaten bir şakaydı. Bu senpai'in
diyebileceği türden bir laf olurdu zaten... Fakat dediğim gibi nezaketen yaptığım
çikolataları nasıl yapacağımı bilmem gerekiyor. Yani senpai, ne tür tatlıları
seversin mesela?”
“Ne tür, diyorsun...? Bu gibi mesela.”
Çantamdan çıkardığım şey, tabiki MAX
COFFEE. Neden mi? Çünkü bu benim için özel bir şey.
Kahve kutusunu masaya koyar koymaz üçü de
tüm bakışlarını bana dikti.
Şey, ne bu şüpheci bakışlar...? Chiba'da bu
kadar tatlı bir şeyi aldığında sevinmeyen tek bir kimse bile yoktur. En azından bunu demek isterdim fakat herkesin yüzü tamamen şüpheci bir
şekilde bakıyordu...
Yuigahama kutuya baktı ve fısıldadı.
“...Ben bile bunu yapabilirim.”
“İmkanı yok yapamazsın. Saçmalamayı kesin
ve MAX COFFEE'yi öyle tepeden bakmayın. Sadece kahveye süt ve şeker atıp
karıştırınca bunu yapabileceğini zannediyorsan tamamen yanılıyorsun. Hayır,
cidden, yapmaya kalkışma bile.”
“Buna cidden sinirlendi mi!?”
Tabiki. Bu, kahveye konsantre süt atmakla
aynı şey değil. Gerçi konsantre süte kahve atmak beni daha çok ikna ederdi. Bu
yapışkan tatlılığa elde yaparak erişemezsin. Bu konu öyle amatörlerin burnunu
sokacağı bir konu değil.
Isshiki tırnağını dudaklarına koyarak biraz
düşündü ve ağzını açtı.
“Aslında bu biraz maliyetli olurdu benim
için.”
“Ne kadar yapacağın hakkında bir bilgim yok
ama eğer her bir tane için kendini 130 yen ile sınırlıyorsan, senin bütçene
ağır gelebilir...” dedi Yukinoshita, kuşku içinde şakaklarını sıvazlarken. Yine
de, bu önemsiz bir endişeydi.
“Endişelenmene gerek yok. MAX COFFEE'yi
almak için doğru marketleri gidip toptan alırsan daha ucuz oluyorlar.”
“Aman Hikki sen de, ne kadar da düşkünsün
şu şeye...?”
“Tatlı içecekleri içmek için fazla şansın
olmadığı zaman öyle olur tabi. Ne de olsa ben hep acı şeyler içiyorum.” diye
acıca homurdandım.
Sonrasında Yukinoshita uzun saçlarını
omzuyla beraberinde savurdu ve inatçı bir gülümseme takındı. “Acı şeyler içmek
için değildir, deneyim kazandığın şeydir.”
“Evet, evet, her neyse. Fakat katlanmam
gereken sıkıntı hiç değişmiyor. Böyle olunca da tüm hayatımı sadece tatlı
şeyler içerek geçirmek istiyorum.”
“Görünen o ki, tattığın şey acı değil,
hayatın ta kendisi...” Yukinoshita çok derinden soluk verdi.
Hayır, hayır, tam senin dediğin gibi. Ben
hep acı olan şeyleri tadıyorum, hayatı dahi. Daha önce denilenlerin de
ışığında, hayat acı olan her şeye denktir, yani yaşam acıdır! Gibi gereksiz düşünceler beynimi doldurmuştu.
Isshiki “Tamam, neyse umurumda değil.” diye
alay etti.
Ne kabasın. Isshiki çayının geri kalanını içti, bardağı tabağına geri koydu ve bana
doğru döndü.
“Senden nezaketen verilen çikolatalar
hakkında fikir edinmek istiyordum.”
“Nezaketen, demek...?”
Saçlarımı kurcaladım ve hatıralarımı peşi
sıra düşündüm. Ne yazık ki, çikolata aldığımı hiç hatırlayamadım, yani diyecek
bir şeyim yoktu. Kız kardeşimden aldığım çikolatalar sevgiden dolayıydılar!
Bu düşüncelerim yüzüme vurduğunda Isshiki
incitici şekilde kıs kıs güldü.
“Ohh, senpai, sen şu hiç alamayan
tiplerdensin demek? Fakat erkekler genelde kim daha fazla çikolata alır diye
yarışmazlar mı? Sen de hiç alamayan bir erkek olarak gururun incinmiyor mu?”
“Şey, öyle bir yarışa girmeme gerek yok...
Sevgililer Günü ne zaman bir spor oldu?”
Kazananı sayılarla belirlemekten daha basit
ve açık bir şey yok, fakat bunun bile kuralları var. Mesela çokça bilineni
ofsayt tuzağı olan nezaketen verilen çikolata! Bu durumda kesinlikle kırmızı kart
verilmesi lazım. Tamam da, bu ofsayt tuzağı da ne demek? Yine ben ve futbol
hakkında tek bir şey bilmiyor olmam.
Allak bullak bir iki kelime edip, oradan
buraya bir şeyler sallıyordum. Isshiki saçmalamalarımı blöf olarak gördü ve
dinlemeye bile zahmet etmedi. Sonrasında tuhafça sıcak bakışlar gönderirken
salladıklarıma inanmıyormuş gibi bir soluk verdi.
“Öyleyse yapacak bir şey yok. Peki o
zaman...”
“Onun hakkında endişelenmene gerek yok.”
Isshiki'nin konuşması Yukinoshita
tarafından kesildi. Yukinoshita saçlarını yandan hafifçe kaldırdı ve kendince
bir gülümseme takındı. Bu sırada Isshiki'nin ağzı tam zıttı idi, tamamen
açıktı.
“Ne...? Yoksa Yukinoshita-senpai, sen ona
çikolata—”
Yukinoshita onun kelimeleri tamamlaması
izin vermedi ve nazikçe kıkırdadı. “Hikigaya-kun'un yarışabilecek hiç bir
arkadaşı olmadığından dolayı.”
“Oh, şimdi anladım.”
Ben de kendimi tesadüfen Isshiki gibi
başımı eğerek onaylıyor buldum. Tamaaaam, bu tamamen anlaşılabilir bir
şey. İş yarışma olduğu zaman yalnızlar; ilkellerin, işsiz topluluğun altında
çalışıyorlar. Fakat tek sorun ilkellerin sayısı fazla iken yalnızlar sadece bir
kişi.
Ben gerçek huzurun ne olduğu çukuruna
düşünmeye düşmek üzereyken yan tarafta oturan Yuigahama yanaklarını şişirdi.
“Endişelenmeni gerektirecek bir durum
olduğunu düşünmüyorum... Hem Hikki de çikolata alıyordur... değil mi?” Dedi ve
bana çekingen bir bakış gönderdi.
Ben de bir gülücük ile başımı
eğdim.
“Ne...? Yoksa sen...?”
Isshiki bir bana bir Yuigahama'ya bakınıp
durdu. Onun şaşkınlıktan titriyormuş gibi gözüken gözleri benimkiyle
karşılaştığında içgüdüsel olarak gururlu bir gülücük yaptım.
“Hmph, evet öyle... Ne de olsa benim
Komachi'm var!”
Ve işte ben bu yüzden çikolata alıyorum!
Hey gidi ben! Kız kardeşim olduğu için çok mutluyum! Kız kardeşin olduğu
sürece, sen hep kazanırsın!
Fakat her niyeyse Isshiki şaşkınca başını
titretti. “Ne? Komachi...? O kim? O bir pilav mı?”
“Hayır.”
Ne, acaba Isshiki'nin ailesinin ana yemeği
Akitakomachi pilavı falan mı? Sadece bana JA-Ugo'dan veya işbirlikçilerinden
pirinç verin. Ve yine, lütfen aradan çık JA-Chiba.
ꕥ Ja-* pirinçlerini anime/manga karakteri
kullanarak satan bir tarım derneğiymiş.
“Oh, Komachi-chan Hikki'nin kız kardeşi.”
diye açıklama getirdi Yuigahama.
Isshiki tamamen ilgisiz bir yüz ifadesi
yaptı ve monoton şekilde konuştu.
“Kız kardeşin mi vardı senin, senpai?”
“Evet.”
Evet, var. Dünyanın en iyisi hem de. Hatta
o dünyanın kız kardeşi.
Zafer kazanmışça cevap verdim ve Isshiki
bana şüpheli şekilde baktı. Bana baktı, olabildiğince beni süzdü, başını yana
eğdi.
“...Siscon?”
“Hayır, salak, tabiki öyle değil,” dedim
fakat çevremdekilerden gelen tepkiler soğuktu.
“...Şey, bunu inkar edebileceğimden emin
değilim,” dedi Yuigahama. Sonrasında Yukinoshita başını eğmiş, dalgın dalgın bakıyordu. Hadi
ama, yardım et bana.
Irohasu onların tepkisini görünce
inandırıcı şekilde başını eğdi. Sonrasında işaret parmağını dikti, onu çenesine
götürdü ve alaycı şekilde güldü. “Senpai, yoksa sen kendinden genç kızlardan
hoşlanıyor musun?”
“Hayır, pek değil.”
Daha yaşlı veya daha genç, ne önemi var.
Ben başkaları tarafından son derece uğraştırıcı olarak görünen bir tipim.
Böylece geçiştirdim ve Isshiki dilini
ısırdı.
“Peki...”
Isshiki boğazını temizlemek için öksürdü,
bana tepeden bir bakış attı ve hemen sonrasında yüzünü kaçırdı.
O bir elini hafiften yumruk yapıp nazikçe
üniformasının göğüs kısmına koyarken diğer zayıfça titreyen eliyle de eteğini
düzeltiyordu. Gözleri ıslaktı ve çıkardığı soluklar sıcaktı.
Sonrasında parça parça konuştu.
“Kendinden genç kızlardan... nefret ediyor
musun?”
Tabiki... asla! Evet! Böyle sorarsan, ben
kesinlikle onları çok seviyorum!
Yuigahama bıkkınca bir soluk verdi ve
Isshiki'ye baktı. “Biliyorsun, soruş tarzın cidden sorunlu...”
“...Evet, öyleler sanırım.”
Evet, öyleler. Gerçi artık buna alıştığımı düşünmeye başlamıştım. Isshiki bunu hiç
hoş bulmadı ve dargın gözlerle bana baktı.
Bu tavrı acı bir gülümsemede bulunmama
neden oldu.
Isshiki, onun davranışları ve konuşması
büyüleyiciydi, fakat onun bu davranışlarının şu an bana etki etmemesinin birçok
nedeni vardı. Eğer eskideki ben olaydı şu an yerimde hemencecik aklım başımdan
giderdi, kesinlikle giderdi.
Nedenlerin arasındaki diğerlerinden daha
büyük bir neden vardı, bu aslında çok da basit bir nedendi.
“Kardeşlerimden biri kız olduğu sürece daha
büyük, daha küçük hiç sorun değil.”
“Bu siscon olmaktan veya genç kızlara
ilgisi olan biri olmaktan daha kötü bir hastalık!”
Yuigahama'nın trajik çığlığı tüm odada
yankılandı ve Isshiki de iğrenç şekilde onayladı. Şimdi sizin yüzünüzden
Komachi'nin az biraz daha büyümüş halini hayal ettim. Odada bana
katılan biri var mı diye göz gezdirdim ve Yukinoshita karmaşık bir yüz
ifadesiyle ellerini çiçek yapmış olanları gözlemliyordu.
“Sorun neye göre genç hesapladığında. Okul
yılı olarak mı? Doğum günü? Doğum günü sadece bir kaç ay geride olunca daha
genç mi sayılıyor...? Genç tanımlaması biraz belirsiz. Bence ilk bunlara bir
karar vermek lazım, değil mi?” dedi Yukinoshita, boş boğaz konuşmasıyla.
Yuigahama ellerini çırptı. “Oh, fakat Hikki
kendinden daha yaşlı kızlarla daha iyi geçinen tiplere benziyor...! Yani,
eminim bundan!”
Yuigahama yumruğunu sıktı, hem de
kuvvetlice. Fakat ben kesinlikle öyle bir saplantı içinde değilim.
“...Ama bu durumda pek uygun değil. Mesela
aralarında sadece bir yıl olması pek de bir şey değiştirmiyor.”
Bu tür şeyler bakış açısına göre değişiyor!
Önemli olan şey bana ne kadar ilgi gösterecekleridir. Ve buna ilişkin olarak
da, Komachi en mükemmeli. O en iyi yetiştirici olma yeteneğini kazanmış
biridir.
Isshiki inledi. “Ehh, emin misin?
Hayama-senpai de böyle mi düşünüyor?”
“Ne bileyim.”
“Fakat senpai, genç olmanın bir avantaj
olduğunu siz söylemiştiniz, değil mi?”
“Evet, dedim sanırım...”
Bunu duyduğum gibi düşünmeye başladım.
Bu arada Isshiki benden genç, değil mi...?
O ufacık dahi olsa bile bana saygılı, şerefli, nezaketli davranmıyor olduğundan
dolayı kesinlikle böyle hissetmiyordum. Yani alt sınıftan biriymiş gibi
hissettirmiyordu bana...
Cidden, beni hafife mi alıyor? Evet benim
ad ve soyadım baş harflerinin ikisi de H, H2 yani, fakat ben ne hidrojen kadar
küçüğüm ne de adı geçen basketbol mangası gibi basketbolla herhangi bir
bağlantım var. Zaten bu da basketbolla alakalı olmazdı, bir gençlik romantik
komedisi olurdu. Fakat yaz tatilinde kendimi bu manganın tüm ciltlerini okurken
bulmam çok olurdu.
ꕥ H2 adındaki basketbol mangası.
“Ayrıca senin doğum günün Nisan'da olduğu
için aramızda tam bir yıl bile yok. Bu yüzden benden genç olduğunu hissetmene
falan gerek yok.”
Aramızdaki zaman farkı ben daha yeni adımlarımı
atmaya başlamışken onun daha yeni doğuyor olmasıydı. Asıl yaş farkı derken
mesela Komachi veya Haruno-san ile aramızda olan fark çok daha bariz.
Hiratsuka-sensei, çok daha... evet çok çok daha.
Isshiki benden sekiz ay, Yukinoshita'dan üç
ay daha küçük. Bunları düşündüm. Isshiki benimle aynı fikirde değildi galiba,
nedense şaşkınca bana bakıyordu.
“......”
“Ne...?”
“Oh, şey... Biraz şaşırdım sadece.”
Onunla konuştuğum anda saçının arka
kaküllerini kurcaladı ve geçiştirmeye çalıştı.
Diğer yandan, Yuigahama gürültüyle
sandalyesini benden uzaklaştıracak şekilde yerini değiştirdi.
“Onun doğum gününü nereden biliyorsun!?
Korkunç! Hikki, korkunçsun... Hayır, cidden yani...”
“...Bayağı bilgilisin gibi.” Yukinoshita
sımsıkı gülümsedi. Bu normal hoşnut veren bir gülümsemeden daha çok Nikkari
Aoe'nin gülümsemesine benziyordu. Gülümsemesi ondan sızan sıkılığın bir saydam
hissiyatını içeriyordu.
ꕥ Touken Ranbu oyununda Nikkori Aoe'nin ismi
Japonca'da “gülümseme” kelimesiyle benzer okunuyormuş.
“Şey yani, geçen Isshiki gereksiz kurnazca
tavırlarını sergilerken bahsetmişti ya...”
“Ne, gereksiz mi dedin!? D-Değil bir kere!
Hatta burada tilki olan ben değil asıl sensin, senpai!”
Isshiki sandalyesinden hızlıca kalktı ve
parmağıyla beni işaret etti. Aslında tilkice davranan ben değilim; Isshiki,
senin normal halin tilkice...
“Benim çok iyi hafızam var, bu yüzden
aklımda kalmış... Her neyse, eğer işin yoksa Öğrenci Konseyi'ne veya Futbol
Kulübü'ne geri dön artık,” dedim.
Isshiki öfkelice somurtuyorken bende
yavaş yavaş ona yolunu gösteriyordum. Hadi ama, bu kız yine böyle davranıyor.
Evet, evet, sen kurnazsın, çok kurnaz.
Onun gidişini izlerken Yukinoshita,
Yuigahama ve ben alaycı şekilde gülümsüyorduk. Sonrasında Gönüllüler Kulübü'nün
kapısından, onun çıkmak için ilerlediği kapıdan, tıklama sesi duyduk.