08.04.2021
1.5 Sene Önce Paul
Çevirmen: AllahDiyenKirpi
Kısım 1
--Paul’un Bakış açısından--
Uyandığımda, yemyeşil bir arazinin ortasında olduğumu fark ettim.
Burası bir çimenlikti.
Bu yeri “çimenlik” ten başka tarif edebilecek bir kelime yok.
Hiçbir özel yanı bulunmayan, tamamıyla sıradan, bildiğin düz bir çimenlik; ama garip bir şekilde, burası bana tanıdık geliyordu.
Birkaç dakika düşünüp, burasının neresi olduğunu çıkarmaya çalıştım.
Hatırlıyorum.
Burası Asura Krallığı’nın güney bölgesi.
Daha önce kaldığım bir kasabanın yakınlarındaki bir yer.
O zamanlar, bir şehirde Su Tanrısı Tarzı kılıç eğitimi alıyordum.
Başka bir deyişle, Lilia’nın evine yakın bir yerdeyim.
Doğal olarak ‘Bu bir rüya olmalı!’ diye düşündüm.
Yine de, burası oldukça nostaljik hissettiriyor.
Ne kadar süre burada yaşamıştım? Bir yıl mıydı, yoksa iki miydi?
Hatırlayabildiğim tek şey, çok da uzun bir süre olmadığı.
Hatırlayabildiklerim, daha çok dojo ile ilgili. Benden üst kademede olan bir öğrenci aklıma geldi.
Pisliğin teki.
Tek bildiği konuşmak olan birisiydi.
Yeteneğimi gördükten sonra, tehditler ile, onu geçmeye hakkımın olmadığını her gün kafama sokup duran bir puşt.
Bu tarz, insanı ast-üst ve güçlü-zayıf diye ayıran ilişkilerden nefret ediyorum.
Zaten evden kaçma sebebim sırf babama baş eğmek zorunda kalmak istemememdendi.
Yine de, ona kıyasla babam bin kat daha iyidir. Bunu nasıl açıklasam ki, zira babam gerçekten güçlüydü.
Gel gör ki, benden daha önce kılıç öğrenmeye başlayan o kişinin sahip olduğu bir gücü yoktu.
Şımarık itin önde gideni.
Orta seviyeye ulaşmam için eğitildiğim sırada, o piç halen başlangıç seviyesinde bir yerlerde takılıyordu.
Ne kadar güçsüz biri olduğunu artık siz düşünün.
Ana dojoda bile, Su Tanrısı Stili’ndeki en iyi öğrencileri o idi.
O ve tayfası, beceriksizliklerinin şundan ya da bundan kaynaklandığı hakkında durmadan bahaneler uydurup dururlardı.
Bir gün onlara gerçek gücümü göstereceğime karar vermiştim.
Gerçi, en sonunda bile, o herife gücümü göstermeyi başaramadım.
Kendime yediremediğim birçok şey vardı. Mesela Lilia’ya karşı işlediğim suç gibi, bu yüzden kaçtım.
Zaten, hedefim en başından beri aşağı yukarı böyle bir şeydi, onların değer verdikleri bir şeyi mahvetmek.
Kaçtığımdan bu yana kudurmuşçasına her yerde beni arıyorlardı.
Onlarla eğlenmek amacıyla ülkeyi bile terk ettim.
Tekrar düşündüğüm zaman fark ettim ki, o zamanlar çok toymuşum.
O yaşça büyük öğrencinin nasıl davrandığının bir önemi yoktu, asıl olay benim Lilia’ya öyle kötü bir şey yapmış olmam.
‘……nn’
Rüzgâr esti.
Gözüme toz kaçtı ve kaşlarım çatıldı.
Ve sonra, giysimin çekiştirildiğini hissettim.
‘Baba… neresi, burası…?’
‘Ha?’
Bakınca gördüm ki, Norn göğsüme sıkı sıkıya tutunmuştu.
Endişeli bir yüz ifadesi ile bana bakıyordu.
En sonunda, çimenlik üzerinde dikildiğimin farkına vardım.
Üzerine bastığım toprağı, ayaklarımın altı ile net bir şekilde hissedebiliyordum.
Norn’dan gelen sıcaklığı da.
Bu bir rüya falan değil.
‘…Bu da ne böyle?’
Neden burada olduğuma anlam veremiyorum.
Eğer yalnız olsaydım, sonuna kadar, bunun bir rüya olduğunu düşünebilirdim.
Gel gör ki, Norn kucağımda ve bana tutunuyor.
Norn üç sene önce doğdu.
Minik Norn.
Benim sevimli kızım.
Nadiren kızlarımla iletişime geçerim.
Sert bir baba gibi olmaya karar verdiğimden beri, onlarla fiziksel temas kurmaktan genelde kaçınırdım.
Peki o zaman şu anda neden Norn’u kucaklıyorum?
…Ah, doğru ya.
Hatırladım.
Daha demin, evde Zenith ile konuşuyordum.
Sıradan bir konuşmaydı.
‘Kızlarımız büyüdükçe babalarıyla temas kurmaktan kaçınacaklardır, yani şimdilik kendini tutmasan da olur.'
‘Yok yok, hayır, bu sefer ağırbaşlı bir baba olmaya çalışıyorum. Rudeus’tan farklı olarak, Norn daha normal bir çocuk gibi, bu yüzden bir baba olarak nasıl davranmam gerektiğine daha dikkat etmem gerek.’
'Yani böyle yapman onu sevmediğinden falan değil, öyle mi?’
'…Aynen, o zaman bir sarılayım madem… '
Böyle bir konuşmaydı.
Yanı başımızda, Lilia Aisha’ya bir şeyler öğretiyordu.
Lilia Aisha’nın bir çeşit özel eğitim almasını istiyordu.
Biraz daha özgür bir biçimde büyümeleri gerekli diyerek karşı çıkmıştım ama Lilia beni bastırmayı başarmıştı.
Aisha çok hızlı büyüyor.
Öğretilen şeyleri anında ezberliyor, tıpkı yürümesini çabucak öğrendiği gibi.
Fakat.
Tam o sırada, bir anda, parlak bir ışık tarafından sarmalanmıştım.
Oh, Hatırlıyorum.
Hafızam yerine geldi.
…O şey olmaya başladığı anda, ne olduğunu hemen fark etmiştim.
‘…Baba?’
Norn oldukça endişeli bir ifade ile yüzünü kaldırıp bana baktı.
‘Her şey yolunda.’
Norn’un başını nazikçe okşadım.
Ve etrafa bakmaya başladım.
Lilia ya da Zenith’ten bir iz yoktu.
Yakındalar ya da değiller, veya belki de sadece ben uzaklaştırılmışımdır, ama Norn benimle birlikte.
Acaba neden?
…Hatırladım.
Labirentlerde maceracılık yaparken, bir keresinde çok fena bir tuzağa yakalanmıştım.
Yanlışlıkla tetiklediğim, bir çeşit ışınlanma tuzağıydı.
Neyse ki şansım yaver gitmişti de, yakınlarda bir yere ışınlanmıştım.
Bu olay olduğunda, Elinalise –öfkeden duman çıkarırken- beni çekiştirip durmuştu.
Eğer şanssızsan seni anında öldürebilecek bir merettir bu ışınlanma tuzakları.
Tuzağı önceden bulması gereken maymun izcimiz yerine, haksız yere suçlanan kişi ben olmuştum.
Konuya geri döneyim, sadece tam o anda seninle temas halinde olan kişiler, seninle birlikte aynı yere ışınlanır.
Norn’un şu an benimle birlikte olması bu yüzden.
İyi de, neden?
Neden böyle bir şey oldu?
Ne olduğunu bile anlayamadan, bir anda oluverdi.
Kimin işi bu?
Etrafımda bir sürü düşman var.
Düşmanlarımdan birinin işi ise bu, hiç şaşırmam.
Ama şu var ki, bu bir ışınlanma olayı.
Konu ışınlanma olunca işler değişir.
Işınlanma büyüsü yapmak için kullanılan herhangi bir büyülü söz yok.
Bunun yerine, büyülü eşyalar ve benzeri şeyler kullanılarak ışınlanma büyüsü gerçekleştirilir.
Dünyanın neresi olursa olsun, ışınlanma tetikleyici büyü eşyaları kullanımı yasaklanmıştır.
Işınlanmak, ilk olarak yasak teknik olarak ortaya çıkmıştır ve çoktan beridir kayıplara karışmış bir büyüdür.
Benden, tek bir kişiden, intikam almak amacıyla neden bu kadar ileri gittiler ve böyle yasadışı bir işe bulaştılar ki?
Hem, nasıl oluyor da benim ışınlandığım yer böyle boş bir arazi olabiliyor?
İmkânı yok.
Bu işin arkasında dojodaki öğrencilerden biri mi var?
Birden aklıma geliverdi.
Lilia’ya ulaşmak için, beni aradan çıkarmaları gerekli.
Burada olmam bir ipucu olmalı.
Ben eve geri dönene kadar, çoktan Lilia ve Zenith’i elden geçirmiş olurlar.
Lanet girsin, anca onların düşünebileceği bir plan bu.
‘Baba.’
‘Norn, her şey yolunda. Çabucak eve döneceğiz.’
Bu sözü kendim için mırıldanıp dururken, şehre doğru ilerlemeye başladık.
Neyse ki, beklenmedik bir şey olursa diye, kılıcımın kabzasının içine bir tane altın sikke gizlemiştim.
Kılıcımı her zaman yanımda taşımak, maceracılık zamanlarımdan kalma bir alışkanlık.
Uyurken bile yanımdan ayırmam.
Kılıcımı bıraktığım zamanlar, sadece ve sadece bir kadın ile yatakta birlikte olduğum zamanlardır.
Ayrıca maceracı kartım da kılıcın kınının içinde.
Olur da bir gün böyle bir durumun içine düşersem diye.
Parayı bozdurmak için maceracılar loncasının yolunu tuttum.
Sekiz tane büyük bakır sikke ve dokuz tane de gümüş sikke.
Komisyon ücreti gene artmış.
Gerçi elime geçenler bana yeter de artar bile.
Loncadaki görev tahtasına hızlıca bir göz attım ve “acil teslimat” görevini görür görmez hemen kabul ettim.
Resepsiyondaki hanımefendi, kabul edilen görevi büyü gücü ile karta işledi.
Kartın üzerinde yazan derecenin S olduğunu gördükten sonra yüzünü şaşkın bir ifade aldı.
Kadının şaşırmasının sebebi S seviye maceracıların nadir olmalarından değil, benim böyle bir görev seçmiş olmamdan kaynaklıydı.
Genellikle, bu tarz teslimat görevleri acil olmalarından dolayı derecesine bakılmadan herkes tarafından alınabilir, ama yine de genel olarak E seviye görevler olarak kabul edilir.
Normalde bu görevi almamın arkasındaki nedeni saklamaya tenezzül etmezdim; ama, açıklaması dertli olacağı için bir şey demedim.
Memnuniyetle bir gümüş sikke çıkarıp uzattım.
En son yolculuk için hazırlık yapmam kaç sene önceydi?
Aradan çok uzun bir süre geçti ama halen neler yapılması gerektiğini çok iyi hatırlıyorum.
Hazırlıkları çabucak tamamladım.
Ayrıca bir de, maceracılar loncasından ödünç at aldım.
Çok şükür ki böylesine bir acil teslimat görevine denk geldim.
S seviye maceracı olmanın sağladığı avantajlardan biri, böyle bir görev sırasında bedavadan at talep edebilmek.
Tabii ki, görevi tamamladıktan sonra atı geri vermek gibi bir durum söz konusu.
Bu sefer, teslimat adresinden farklı bir yöne doğru hareket etmem gerek.
Görevi verenden özür dilerim ama benim durumum da çok acil.
Bu verilen atlar, cidden iyi olanlarından.
Şans benim yanımda.
Böyle olması bile durumun ne kadar acil olduğunun bir göstergesi.
Sunulan yararları kendi çıkarım için kullanmamdan ötürü maceracı statümün iptal edilmesi gibi bir durum olabilir ama olursa da olsun.
Zaten maceracılığa devam etmeme kararını çok önceden vermiştim.
Norn’u atın üstüne çıkardıktan sonra, ben de arkasına oturdum.
Hemen şehirden ayrıldık.
Kısım 2
Norn yolda hastalandı.
Fazla aceleci davrandım.
Norn’un ata binmek hakkında hiç tecrübesi yoktu, üstüne gece ve gündüz durmadan yolculuk yapıyoruz, halen daha küçücük bir çocuk olmasına rağmen.
Norn’u iyileştirmek için fazladan zaman harcadık ve Fedoa bölgesine ulaştığımızda çoktan iki ay geçmişti bile.
Eğer at arabasıyla gidecek olsaydık gene bu kadar zamanımızı alırdı.
Zaten, teslimat görevinin de başarısız sayılması çok oluyor.
Kesilen para cezası pek dert değil.
Yine de, çaresizlik içerisindeyim.
Buina köyüne varmadan önce, vaziyetin ciddiyetini öğrenmiştim.
Bütün Fedoa Bölgesi kaybolmuştu.
Şaşkınlıklar içerisindeyim.
Ne oldu böyle?
Bildiğim Buina köyü nereye gitti?
Zenith?
Lilia?
Surlarla çevrili Roa şehri bile artık ortada yoktu.
Yani, bunun anlamı Rudeus da artık orada değil demek, öyle mi?
Aptal…
Farkında olmadan, dizlerimin üstüne düştüm.
‘Işınlanma tuzağı tarafından yok edilme.’
Bu sözler kafamın içinde dönüp durdu.
Maceracılık zamanlarımda.
Labirentler hakkında çok şey duydum, orada dikkat edilmesi gereken bir numaralı tuzağın, ışınlanma tuzağı olduğu mesela.
Dostlarının nerede olduğunu bile bilmeden parti dağılıverir.
Asla yakalanmamanız gereken, bir numaralı, en kötü tuzak.
Böyle bir tuzağa yakalanan birçok parti duydum ve çoğunun akıbeti de tamamıyla yok olmak olmuştu.
Eğer öyle bir tuzağa yakalanılırsa, bütün parti üyelerinin o labirentin girişinde tekrar buluşmaları gereklidir.
Aksi takdirde, tekrardan buluşmaya gelmeyenler ölü sayılırlar.
Bu hikâyeyi kim duyacak olsa eminim ki şaşkına dönerdi.
Ama, hakikaten.
Böyle bir yerde iken.
Ben…
‘Baba… halen eve gelmedik mi?’
Bu sözler ile gerçekliğe geri döndüm.
Henüz daha sadece üç yaşında olan kızım, giysimi kenarından tuttu.
Ses çıkarmadan Norn’a sarıldım.
‘Baba? N’oldu?’
Evet.
Ben bir babayım.
Bir baba.
Kızımın neler olduğu hakkında halen bir fikri yok.
Ama, yanında olduğumdan dolayı, içi rahat.
Ben bir babayım.
Bir baba.
Asla zayıflık gösterme.
Kararlı duruşumu bozmamalıyım.
İşte böyle.
Işınlanma çok feci bir tuzak.
Bu duruma neden düştük bilmiyorum.
Ama hayattayım.
Zenith eskiden maceracıydı.
Lilia bile, gerçi artık eskiden olduğu kadar güçlü değil,ama halen kılıç kullanmasını bilir.
Aisha…
Hatırlıyorum, tam da ışınlanma gerçekleştiği sırada, Lilia Aisha ile temas halindeydi, değil mi?
…Tam olarak emin değilim.
Hayır, ümidini yitirme.
O anda, Lilia Aisha’nın elini tutuyordu.
Şimdilik bunu böyle bilelim.
Kısım 3
Yakınlardaki bir şehirde, ödünç aldığım atı loncaya geri verirken, bir yandan da bilgi toplamaya çalıştım.
Facia, bütün Fedoa bölgesini kapsayacak kadar büyükmüş.
Sauros ve Phillip’ten halen bir haber yok ve kardeşi artık Fedoa Bölgesi’nin yeni efendisi.
Ancak, Phillip’in kardeşinin sorumluluk alarak bu facianın sonuçlarıyla ilgileneceği yok.
Bu onun derdi değil ki, gelip de bir yardım eli uzatsın.
Görünüşe göre, kendi halkını korumak yerine, kendisini korumayı tercih eden tiplerden birisi.
Asura soyluları işte bu yüzden beni tiksindiriyor.
Bilgi topladığım ara, Alphonse adında yaşlı bir adam benimle iletişime geçti.
Philip’in altında çalışan bir uşakmış.
Greyrat hanedanlığına bağlılık yemini etmiş.
Böyle bir durumda bile kendisi için bencilce düşünceler beslemiyor.
Hatta bu sığınmacı kamplarını yapabilmek için kendi mal varlığından bile harcamış.
Alphonse dedi ki, benim yardımıma ihtiyacı varmış. Ona [Neden ben?] diye sorduğumda, beni daha önce Phillip’ten dinlediğini söyledi.
Phillip demiş ki;
‘Acil durumlarda canını dişine takıp mücadele eder, ama ilerisini düşünme kabiliyetinin olmamasından dolayı, kendi hataları yüzünden başını derde sokan güvenilmez birisi.’
Böyle böyle devam ediyor. Gerisi sizi ilgilendirmez.
Alphonse benimle temas kurma konusunda ilkten kararsızmış, ama benim Rudeus’un babası olduğumu düşündükten sonra, şansını denemeye karar verip işbirliği teklifi sunmak için benimle temasa geçmiş.
Sadece konuşmasını dinliyordum ama, Rudeus hakkında böylesine olumlu düşünceleri olduğunu duymak hoşuma gitti.
Alphonse’un teklifini seve seve kabul ettim ve verdiği talimatları yerine getirmeye başladım.
Bu şekilde bir ay geçti.
Alphonse çeşitli yerlerden durmadan gönüllü ve yardım parası toplayıp, sığınmacı kampını sürekli büyütüyordu.
Ne kadar harika bir yetenek.
Diğer yandan, ben, ‘Fedoa Bölgesi Arama Ekibi’ni kurmakla ve yönetmekle meşgul iken; aynı zamanda da kaybolan insanları bularak sığınmacı kampına geri getirme işini hallediyordum.
Şebekemiz her yana yayıldı, durmadan kazazedeleri kurtarmaya çalışıyorduk.
Ama şu var ki, benim amacım yabancıları kurtarmak değil, ailemin bulunması idi.
O zamanlarda, oradaki yönetim gücü neredeyse bir kralınki kadardı ve Alphonse da, artık sığınmacı kampının inşaatı için düzenli bir kaynak akışına sahipti.
Sığınmacı kampına, Kutsal Milis Krallığı’ndaki Maceracılar Karargâhı’na gittiğimi söyleyen bir not bıraktım.
Milis ve Asura, eğer başarılı bir şekilde bu iki yer arasında bir bağlantı oluşturabilirsem, o zaman bilgi toplamak da oldukça kolaylaşacaktır.
Ulaştığım düşünce buydu.
Herkes kolayca bulunabilecekti.
O zamanlar düşündüğüm şeydi bu.
Çok safmışım.
Kısım 4
Milis’te aktif olarak işleri yürütürken, senenin yarısı geçti bile.
Hatırı sayılır ölçüde insan, Milis Kıtası’na ışınlanmıştı.
Hepsi -öyle ya da böyle- kurtarılanlar.
İçlerinden bazıları köle olarak satılmaktaydı.
Hepsini kurtarmaya karar verdim.
Deniliyor ki, eğer köleleri zor kullanarak serbest bırakırsan, Milis Krallığı’nın Yasaları’na karşı gelmiş olursun.
Ama, Zenith ile Lilia da bir şekilde köleliğe düşmüş olabilirler.
Eğer öyleyse, suç bile olsa tereddüt etmeye gerek yok.
Hepsini kurtaracağım.
Bu tavır ile devam edeceğim.
Bu şekilde, hangi durumun içine düşersem düşeyim, yaptığım şeyin haklı olduğunu kendime hatırlatacağım.
Hiçbir sebebin ya da teamülün kararımı sarsmasına izin vermeyeceğim.
Bunu düşününce, Zenith’in ailesinden destek alabileceğimi fark ettim.
Zenith’in ailesi, Milis Krallığı’nda oldukça güçlü sayılan asillerden.
Harika şövalyeler yetiştirmeleriyle bilinen, saygın bir aile.
Onlarla, karşılıklı güven antlaşması yaptım.
Kaybolan insanların kurtarılması işlemi tıkırında.
Faaliyetlere erkenden başlamamız sayesinde, yardıma ihtiyacı olan bir sürü kişiyi hızlıca bulduk.
Çoğunluğunu, direkt olarak Fedoa Bölgesi’nden Milis Krallığı’na ışınlananlar oluşturuyor.
Memleketine yürüyerek gitmek durumunda olanlara, yol için harçlık verdik.
Fedoa Bölgesi Arama Ekibi’nin bulduğu yaşlı ve çocuklara, kalacak bir yer sağladık.
Köleliğe düşmüşlerin de özgürlüklerini geri alabilmeleri için altına ihtiyaçları vardı, Zenith ailesinin gücü ile bunu da hallettik.
Eğer diğer her şey sonuçsuz kalırsa, o zaman biz de onları uygun bir zamanda kaçırıp geri göndermenin yolunu gözlüyorduk.
Elbette, bir sorun patlak verdi.
Milis Krallığı’nın soyluları, köle hırsızlığı ve kaybolmalarının arkasındaki sorumlunun ben olduğumun farkına vardı ve bu yüzden de bir kısmı kendi özel birliklerini bana saldırması için yolladı.
Birçok ekip üyemiz bu yüzden öldü ama ben durmadım.
Davamızda haklıydık.
İnsanları kurtarmamız doğru olandı ve bu yüzden arama ekibi benim yanımda olmaya devam etti.
Sıkıntıları çözmek için önceden Asura Krallığı’nın soylularından biri olduğumu, Zenith’in ailesini ve eski maceracılardan olduğum gerçeğini kullanmak zorunda kaldım.
Yine de, Zenith ve Lilia hakkında en ufak bir bilgiye bile ulaşamadım.
Söylememe bile gerek yok ama, aynı durum Rudeus konusunda da geçerli.
Oğlum, her nerede ise, hakkında aşırı miktarda bilgi ve söylentiler ile birlikte en çok göze batan olmalıydı, ama maalesef, benim bilgi ağıma bir türlü girmedi.
Kısım 5
Bir yıl geçti.
Hızlıca bir sene geçti gitti.
Artık kaybolanlar hakkındaki yeni bulgular, eskiye göre bayağı bir farklı ve kafa karıştırıcı olmaya başladı, ayrıca seyrekleşti.
Bulunanlar da, kabaca bir ifadeyle, Milis Kıtası’nın ortalarından ve Merkez Kıta’nın güney taraflarından oluyordu.
Halen kayıp olan köylüler var ve öbürleri de halen köleliğe hapsolmuş vaziyette.
Bu aşamaya kadar, kölelerin özgürleştirilmesi işlemi yolunda gidiyordu.
İlk önceliğimiz, onları korumamız altına almaktı, bunun için güç kullanmamız gerekse bile.
Ayrıca fark ettim ki, bu yaptığımız birçok soylunun gözünde nefret uyandıran bir şeydi, öyle ki bizi görmezden gelemiyorlardı.
Durum, üyelerimizin birçoğunun saldırıya uğrayıp, ya öldürülmesi ya da ciddi şekilde yaralanması ile birlikte daha da kötü bir hal aldı.
Hatta bazı ekip üyeleri bu olanlar yüzünden beni suçladılar.
Daha iyisini yapabilirdik, ayrıca böyle bir durumun içine düşeceğimiz aklımın ucuna bile gelmemişti.
Buna rağmen, tavrım değişmedi.
Değiştirmek için artık çok geç.
Son zamanlarda sığınmacıların ölüm haberleri, sıklıkla elimize ulaşır oldu.
Öyle yeni olmuş ya da ne zaman olduğu belirsiz ölüm haberleri falan değil.
Zaten en başından beri birçok ölüm haberi alıp duruyorduk.
Daha doğrusu, ölüm haberleri, sağ kalanların bulunması haberlerinden daha fazlaydı.
Eto, Chloe, Rawls, Bonnie, Lane, Marion, Montie…
Tanıdık birisinin ölüm haberini her duyduğumda, tüylerim diken diken oluyor.
Ölüm haberlerinden dolayı ruhen yıkılanlar gördüm.
Ayrıca intihar etmelerini kıl payı ile önleyemediklerimiz de oldu.
Diğer kalanlar beni suçlayıp durdular, o yere neden daha önce bakmadım diye.
Her seferinde, ruh halim daha da bozuluyor.
Sonra, zaman geçtikçe, ölüm haberleri bile belirsizleşmeye başladı.
O kişi belki de ölmüştür.
Şu kişiye benzeyen bir ceset bulundu.
Ormanın derinliklerinde birisi şu kişiye benzeyen birisini görmüş, falan.
Doğru düzgün düşününce, çabalarımızın birçok kişi için boşa harcanmış olduğunu fark ettim.
Ailem hakkındaki bir bilgi de halen bana ulaşmış değil.
Sanki başaramadım diye düşündüm.
Büyülü Kıta’ya ve Merkez Kıta’nın kuzey kesimlerine de bakmalıydık.
Eğer oralarda köle falan oldularsa, halen yaşıyor olabilirler.
Sonraya bırakılması gereken şey sonraya bırakılmalı.
Yapılacak ilk şey, arama kurtarma çalışmalarının tehlikeli olan yerlerde yapılması mı?
Hayır, imkânsız.
Arama ekibindekilerin çoğu, dövüşmek için uygun kimseler değil.
Çoğu aslen kasabalardan gelme çiftçiler.
Aralarında maceracılar da var ama sayıları bir elin parmaklarını geçmez ve onları da zaten bildiğim yerlerin içinden uygun olanlarına yolladım.
Geriye kalan Fedoa Bölgesi Arama Ekibi üyelerine gelince, eğer Merkez Kıta’nın, Büyülü Kıta’nın ve Begaritto Kıtası’nın kuzey bölgelerine gönderilecek olurlarsa, mücadele sırasında ayakta kalmaları çok zor olurdu.
Kurtarmak için gönderilenlerin kurtarılmaya ihtiyaçları olurdu.
Bu yüzden, verdiğim karar yanlış değil.
Bu zamana kadar verdiğim kararlar sayesinde, binlerce kazazedeyi kurtarabildik.
Belki de, eğer “Kara Kurt'un Dişleri” ile iletişime geçebilseydim, Begaritto Kıtası’nda ve Büyülü Kıta’da da arama çalışması yapabilirdim.
Ne yazık ki, sadece tek bir kişi ile temas kurabildim.
Ayrıca, o tek bir sefer iletişim kurduğum kişinin şu an nerede olduğu ve ne yaptığı hakkında artık hiçbir fikrim yok.
Hem onların kalpsiz kimseler olduklarını düşünmek istemiyorum.
Aslında aramızdaki ilişki kötüydü ve ben partiden ayrılırken de kavga ettik.
Gelmiş geçmiş en kötü uğurlama idi.
Halen bana karşı bir garezleri varsa şaşırmam.
Neden eskiden öyle bir şekilde birbirimize veda ettik ki?
Cevabını biliyorum, çünkü benim çocukluk yapmam yüzünden. Gerçekten çok toymuşum.
Artık ne kadar pişman olsam da fayda etmez.
Kısım 6
Bir buçuk yıl geçti.
Bu günlerde, o kadar çok içiyorum ki, inanamazsınız.
Eğer alkol almazsam hiçbir şey yapamam, artık benim için bir olgu oldu.
Sabahtan akşama kadar içiyorum.
Ayık olduğum bir an bile yok.
Gecenin bir yarısı uyanıp “böyle olmamam gerek” diye düşünsem bile, yapabildiğim şeyler gene de boşa gidiyor.
Ailemin ölmüş olduğu aklıma gelip duruyor.
Nasıl öldüler, cesetlerine ne oldu?
Düşünebildiğim şeyler sadece bunlar.
Sonuçta, benim o mükemmel oğlumdan, faciadan bu yana tek bir haber bile gelmedi.
Düşünmek istemiyorum.
Hatta ölmüş olma ihtimalleri bile aklıma gelsin istemiyorum.
Herhalde, geçen bu bir buçuk yıl içinde, benim yardımımı bekleyen herkes gözyaşları içinde ölüp gitmiştir.
Bunu düşündükçe sanki aklımı kaçıracak gibi oluyorum.
Neden buradayım ki ben?
Bütün olası seçenekler arasından, ilk önce en tehlikeli yerleri aramak en iyi seçenek olurdu.
En kötü durumda bile, ben tek başıma bir şekilde bu işi halledebilirdim.
Karar verirken yapmış olduğum her bir hata, direkt olarak, kurtarılabilecekken kurtarılamayıp ölenlerin artmasına sebep oluyor.
Üzerine titrediklerimiz, bizim için en değerli olanlar, acımasızca bizden alındı.
İnanmayı istemeyerek, kederlerimi içki ile içime attım.
Sadece kafam güzel iken mutlu olabiliyorum.
İş yapacak halim kalmadı.
Altı ay sonra, Milis Kıta’sındakileri Fedoa Bölgesi’ne geri gönderme planı başlayacak.
Hasta, kadın, çocuk ve yaşlıları öyle pervasızca yollayamam.
Her birine yolculuk giderleri için bir altın sikke versek bile, içlerinde öyle uzun yolculuğa dayanamayacak olanlar var.
Ama evimize dönme umudu ve iradesine sahibiz.
Fedoa Bölgesi Arama Ekibi’nden olanlar onları geri götürecek.
Plan işlerken, onlardan sorumlu olan ben olmama rağmen, toplantılara bir kere bile katılmadım ve onun yerine tüm gün boyunca kafayı çektim.
Bütün önemli üyeler, ben dâhil, Milis’te kaldı.
Ama sonunda, arama faaliyetleri azaldı.
İki yıl.
Arama çalışmaları iki yılın sonunda durdurulacak.
Ben halen daha bırakmak için çok erken diye düşünürken, bu kadarının yettiğini düşünen başkaları da vardı.
Eğer daha aramaya devam edersek, sadece parayı çöpe atmış oluruz.
Sonuçta, ailemden tek bir kişiyi bile bulabilmiş değilim.
Böylesine işe yaramaz bir adamım.
Neden böyle işe yaramazın biriyim lan ben?
Her zaman çocuk kaldım, en sonunda bile bir yetişkin gibi olamadım.
Sürekli sarhoş ve içki kokulu olduğumdan dolayı, bütün ekip üyeleri benimle aralarına mesafe koymaya başladılar.
Doğal olarak.
Böylesine bütün gün sadece kafayı çeken budala birisiyle, kimse yakın olmak istemez.
Yine de bazı istisnalar mevcut, bunlardan birisi de Norn.
‘Baba! Hemen az önce, kocaman bir adam gördüm.’
Sarhoşken bile, Norn benimle neşeli bir şekilde konuşuyordu.
Norn.
Benim... artık Norn benim tek ailem.
Bu dünyadaki en değerli varlığım.
Benim için, sadece Norn var.
Doğru.
Begaritto’ya ya da Büyülü Kıta’ya bile gitmedim.
Norn’un varlığı dolayısıyla.
Şu an artık dört yaşında olan kızımı, nasıl olur da bırakıp gidebilirim?
Onu bırakıp da neden öyle ölebileceğim tehlikeli yerlere gitmeliyim ki?
‘Oh? Ne oldu Norn? Eğlenceli birilerini mi buldun?’
‘Evet! Neredeyse bir çukura düşecektim ki, kel bir amca gelip beni kurtardı! Bir de bunu! Bana bunu verdi!’
Bunu söylediği sırada, Norn neşeli bir şekilde ellerini uzattı.
Ellerinde tutuğu bir elma vardı. Kıpkırmızı bir elma. En iştah açıcı renginden.
‘Anladım, ne güzel. Ona teşekkür ettin mi peki?’
‘Evet, “Teşekkür ederim” dedim. Sonra kel amca da başımı okşadı!’
‘Güzel, güzel. Demek iyi birisiydi. Ama onu rahatsız edebileceğinden dolayı ona kel dememelisin.’
Kızım ile yaptığımız konuşmalar her zaman eğlenceli oluyor.
Norn benim hazinem.
Eğer biri ona elini sürecek olursa, bütün Milis Krallığı’nı bile karşıma alırım.
Tam bunu düşünüyordum ki…
‘Lider, durum kötü!’
Ekip üyelerimden birisi aniden odama girdi.
Kıymetli kızım ile yaptığım konuşmayı bölmesinden dolayı, birazcık huysuzlandım.
Normalde olsa, cevaben ciğerlerimdeki bütün havayı kullanarak, öfkeyle bağırırdım.
Ancak, kızım yanımdayken, gururum bana mani oldu.
‘Mevzu nedir?’
‘Verdiğin görevi yerine getiriyorduk ki, birden saldırıya uğradık!’
‘Saldırı mı?’
Saldırıya mı uğramışlar.
Kim tarafından?
O lanet olası soylular tarafından olmalı.
Onlara Asura Krallığı buyruğu altında olanların, faciadan sonra haksız bir biçimde köleliğe zorlandıklarını söyledik.
Yine de, umurlarında bile olmadı ve köleleri salmadılar, açgözlü piçler.
Bugünkü hikâye bu demek, kölelerini geri almak için adam yolladılar.
‘Tamamdır o zaman, millet, çabuk hazırlanın. Gidiyoruz!’
Şimdilik, herkesi toplanmaları için çağırdık.
Güçlü savaşçılar değiller ama karşılarındaki düşmanlar da labirentlerde savaşmış güçlü maceracılar falan değil.
En azından karşılarındakiyle eşit derecede savaşabilecek kadar varlar.
Onlar toplanırlarken, sorunun çıktığı yere doğru gitmeye başladım.
Mekân yakında, hemencecik ulaşabileceğim bir yerde.
Arama ekibinin gizli üssü, giysilerin ve diğer benzeri eşyaların saklandığı eski bir depo.
Bulunması kaçınılmaz olan bir yer.
Bu kötü oldu. Üssümüzü değiştirmemiz gerekebilir.
‘Bay Paul, düşman sadece bir kişi ama çok güçlü, dikkatli olun.’
‘…kılıç kullanıyor mu?’
‘Hayır, bir büyücü. Sanıyorum ki bir çocuk, ama yüzünü gizlemiş.’
Büyücü bir velet…
Muhtemelen bir çaylak, gerçi, karşısında bu kadar yetişkin varken, hepsini yenmeyi nasıl başarmış olabilir?
Kesin cüce ırkından birisidir.
Öyle küçük yapılı birisi ise, kendisini çocuk olarak göstererek bizi kolayca kandırabilir.
Cüce ırkından bir rakip.
Sarhoşken bile, yine de kazanabilmem gerek.
Bildiğin eşkıyalar tarafından yenilgiye uğratılamayacağım konusunda kendime güvenim tam, ama…
Yok ya, bir şey olmaz.
Dövüş kabiliyeti bakımından yeteri kadar seçeneğe sahibim.
Bu düşünceler ile birlikte, depoya doğru ilerlemeye devam ettim.