06.09.2020

Kısım 4

resim
Çevirmen: Gölge

O gece geldiğinde.
28  Haziran, Perşembe, 0214H. (?)

O saatte bile, İstasyonun yanındaki neon ışıklar parıl parıldı. Nanaobi İstasyonunun kuzey girişinden ana caddeye kadar, ne hareket eden araçlar ne de insanlar görünüyordu.

Yaya geçidinin üzeri, buluşma noktamız, ünlü saat kulesinin altındaydı; Akeno’nun geldiğini gördüğümde, onu çağırmak için hızla koştum.

“Beklettiğim için üzgünüm. Bekledin mi?”

“Hayır, henüz geldim. Tahminimce beş dakika oldu.”

“Anlıyorum. Hızlıca buluşmamız iyi.”

Tek bakışta bunun bir randevu sahnesi söyleyebilirdiniz. Ne yazık ki, gerçek farklı.

“Canavarlara rastladın mı?”

“Hiç canavara rastlamadım ama… “Onlar” okuldalar.”

Akeno etrafı kederli bir şekilde izledi. “Onlar”… Homura ve çetesi.

“Onları arkasından vurmak iyi olur.”

“Hey, hey, bu kahramanca değil. En azından tüm o zamanda benimle birlikte savaşırsın.”

“Ara, ben o güvenilmez olan kişiyim.”

Gölge’den Not: Buradaki “Ara” Japonya’daki tepki olan, “Ara?” derler ya şaşırdıklarında sık sık söyledikleri bir tepki.

“Şey, bu özellikle onlara karşı yumruk savurmak istediğim anlamına gelmiyor. Yani demek istediğim kendi başına düşüncesizce hareketler yapmak yok.”

“Homura ve çetesini unutamasam da. Ama bu rüyada onları alaşağı etmekten daha da ağır basan şeyler var, değil mi?”

“Öyle, öyle. Gidelim.”

Akeno öfkeli bakışlarla yürüdü ve onu şaşkınlık içinde takip ettim.

Nanaobi İstasyonunun güney çıkış yolundan ayrılarak, birini almak için terk edilmiş bisiklet var mı diye etrafa bakındık. Sonra markete girdik, yemek yerken, karanlık caddede yola çıkmadan önce, sıradaki rotamızı planladık.


Bu arada bu market geçen gece Saitou ile konuştuğum yerdi, Kerberos’un saldırdığı yer. Hasara dair kanıtlar hiçbir yerde yoktu ve dükkan eskisi gibi yeniden yapılmıştı.

Üstelik, kasada ödeme yapmadım. Kalbim bir parça acısa da Teru-san’ın söylediği gibi “baskın yapan oyun karakterleri gibiyiz ve ihtiyacımız olan her şeyi alıyoruz” Aldım. Evet.

Teru-san’ın nasihati doğrultusunda, yaptığımız hareketler kendi amaçlarımıza uyuyordu. Amacımız ise bu rüyaya tekrar çağrılmamak. Gerçi, bunu nasıl yürüteceğimizle ilgili en ufak fikrimiz de yoktu. Şimdilik amacımız bulunmuştu.

O zaman, bilgi topladığımız ilk sahneden anlaşıldığı üzere, “saha” “Kabus” denilen şeydi. “Saha”nın boyutu ne?

“Saha”nın sınırlarına nasıl ulaşırız? Ayaklarla bunu yapmak aslında imkansız. Sınırlara vuramayacağımızı kim bilir ya da hızla bir uçuruma çatabileceğimizi ya da Jura Devri’nde olabileceğimizi. Çok fazla çıkış olsa da onları tamamen görmezden gelemeyiz.

Marketten bir harita ve bir el feneri alıp, bisikletin sepetine sakladık, ciddi bir şekilde güneye yöneldik. Hareketli araçlar ve işe yaramaz trafik kuralları olmadan, tüm hızımızla bisikleti sürdük.

Normalde bu neşe verici olsa da… Ne kötü ki Akeno ve ben ifadesizdik ve açacak bir muhabbet yoktu. Homura ve çetesini düşünmek kalplerimizi titretiyordu. Kavurucu öfkemiz ile.

Kantin olayından sonra, SF Kulüp Odasında Teru-san ile görüşmeye devam ettik. Basitçe söylemek gerekirse, Teru-san Homura ve çetesi tarafından korkutuluyordu. Duyduğumuz dedikodulara göre okuldan burs alan özel sınıf öğrencileri çetelerin kurbanlarıydı, bu olaya şahit olacağımızı hiç düşünmezdik.

 Ama artık gördük. Homura önde gelen bir aileden olduğundan, para onun için sorun değildi. Muhtemelen kendisini eğlendirmek için şiddet uyguluyor. Parayı zorla aldıktan sonra, birilerinin gözü önünde yakıyor. Teru’nun söylediği bu.

Bir süre önce Akeno’yu azarladım ama onlarla yalnız karşılaşırsam muhtemelen istisnasız onlara saldıracaktım. Homura ve serserilerine gerçek hayatın zorluğuyla ilgili bir ders vermek için. Onlara karşı koyacak gücüm var. Ayrıca, onlara yaklaşmak benim için sorun değil ve hasar miktarı belli. İçimde büyüyen bu şeytani düşüncelerle beni durduracak hiçbir şey yok…

"Sakuya ..."

 Bir saattir sürüyor olmalıydık. Akeno’nun sesi ile aniden uyandım. Arkamdan gelen bisikleti, beni tek seferde geçerek durdu.

 “Biz güneye doğru gidiyoruz, değil mi?”

“Doğru. İstasyondan hiçbir dönüş yapmadan, baştan aşağı aynı yoldan dümdüz ilerliyoruz.”

“Bu yol, çok, dönüş ya da başka bir şey yapmadık, değil mi?”

“Yoldan biraz sapmış olsak bile, güney-batıdan gidiyor olmalıyız. En azından bu yol, kuzey ya da doğu istikametinde değil.”

“Şey, bu da ne…?”

Akeno sert bir yüzle işaret etti. İstasyon oradaydı, binalarla birlikte, neon ışıklar parlıyor. İstasyonun ilerisindeki geniş yaya geçidi ve saat kulesinin işaretleri ---

“Saat kulesi…?! İmkansız… Bu mümkün değil…”

Dehşete kafa attıran binalara tekrar göz gezdirdim. Düzeni, neon ışıkları, hepsini tamamen hatırlıyorum.

“Geldiğimiz yere döndük gibi görünüyor, tamamen…”

Şüphesiz. Zorlu sürüşten sonra, başladığımız yere döndük, Nanaobi İstasyonu.

“Güney girişinden çıktık, güneye doğru gittik, ... … ve ulaştığımız yer kuzey girişi … ?”

“Haritadan kontrol edelim.”

Yaya geçidinin altında durup, merdivenleri çıktık. Saat kulesinin yanındaki banka oturup, haritayı açtık.

“2. Eyalet Yolu boyunca, Hamada Denki’yi geçmiş olmalıyız. Buradan…”

“Fark etmeden, Kuzey il anayoluna girdik. Ah, düşününce bir yerlerde Home Center gördüğümü hatırlıyorum.”

 Anılarımız canlanırken haritayı kırmızı bir kalemle işaretledik. Bu rüyadan uyanınca işaretlerimiz kaybolabilir ama şu anlık anılarımız kullanışsız değil. Ertesi sabah uyanmalıyız, gerçek bir harita kullanmalıyım ve Akeno ile okulda karşılaştırmalıyım.

“Güney ucu geçtik ve kuzey ucu bitirdik… Çok komik, bu gerçekten de bir video oyunu. Aynı şekilde doğu ucu geçersek belki de batı ucu bitiririz.”

“Bu demektir ki belli sınırların dışına çıkamayız?”

“Yüksek ihtimalle. Ama bunu söylemek için çok erken.”

“Durum böyleyse, o halde bu rüyadan kaçmanın hiçbir yolu yok.”

“Yalnızca, çıkışları geçmek çözüm değil. Bunun yerine çoğu video oyununda, indirilen ‘son boss’ durumu temizliyor.”

“Son boss?”

“Canavarlar gibi olan şeyler bosslar. Onu indirirsek oyun bitecek ve serbest kalabileceğiz… Muhtemelen böyle olur… Bence.”

 Hiçbir son bossu olmayan bir sürü oyun var (tıpkı online oyunlardaki gibi) ve daha da endişe veren Battle Royal tipi oyunlar (karşılaşma oyunları/oyuncuya karşı oyuncu)…”

 Akeno’ya bu güçlü tahminlerimin ikisini de açıklarken,

“Doğru ya,”

 Hiçlikten bir ses geldi. Bir erkek? Bir kadın? Nötr bir sese gibi.

“Kim var orada…?!”

 Lazer Kılıcı sırtımdan çektim ve etrafa göz gezdirdim. Akeno da yanındaki kılıfından tabancasın çekmişti… ve eteği dışarı kıvrılmıştı! Kılıf eteğin altındaydı, çıkarırken tabii ki etek bir parça kıvrılacaktı… nasıl da dikkat çekici, bundan adeta büyülendim.

 Kendimi toparlayıp, tekrar sesin sahibine dair bir işaret aradım. Orada! Saat kulesinin ardında, karanlığın dışında hemen hemen erimiş bir gölge, doğruca adımlar atarak gelmekte olan biri.

“O” başından ayak parmağına dek soluk kırmızı bir giysi ile sarılıydı. “O”nun yüzünün olduğu yerden, fiziki şeklini ya da cinsiyetini anlayamadık. Doğrusu söylemek gerekirse tamamen sıra dışı bir giyimdi…

“Gardınızı almanıza gerek yok. Biliyorsun, sizi tehlikeye atma niyetim yok.”

“O” iyi-nötr sesi ile bize hitapta bulundu. Doğrusunu söylemek gerekirse, “O”ndan düşmanlık ya da tehditkârdık sezemedik. Sakinleşirken bile, örtüde saklanan şeyden gözlerimi almaya cüret edemedim.

“Bana hava hoş. Üzgünüm ama yüzlerini göstermeyen kişilere güvenen tiplerden değilim.”

“Bu kılık için üzgünüm. Bilirsin, hâlâ yüzüme karar veremem.”

“Yüzüne karar verememek…?”

“Evet, şu anki yüzüm biraz belirsiz. Yani size gösterirsem, beni göremeyebilirsiniz.”

"... ... ... ..."

 Bazı çok tuhaf sebeplerden dolayı, cevaplamaya çok utandım. Örtü yüzünden ağzının olduğu yeri zar-zor anlayabiliyordum ama peki ya burnu …?

 “Pek rahat hissetmiyorsundur muhtemelen. Ama benim yüzüm ya da adımın özel bir anlamı yok. Bu dünyada (kâbusta) sadece rolüm ve güç (statü) öğelerim…

 Bu cümle… Tıpkı Valkyrie’da olduğu gibiydi. Sadece kim olduğunu söyle lanet---

 “Benim adım Loki. Bu oyunun “Boss”u.”

  Ses tonu ilgisiz, neredeyse çocuk gibi başımla onaylıyorum. Ama, hey bekle! Bunu görmezden gelemem. Ne dedi o az önce…?

 “Ciddi mi söylüyorsun…?”

 “Ciddiyim. İnanıp, inanmamak sana kalmış.”

 “Diyelim ki doğruyu söylüyorsun … ..neyi düşünüyorsun? “Yenilebileceğini” mi…”

 “Normalde, herkesle eğlenmek tercihim. Ama burası ‘boş şehir’ gibi bir şey, değil mi? Yine de bu iblisleri öğretecek yerlilerin olmadığı anlamına gelmez. ‘Ne zaman gücünü üzerimde deneyeceksin?’ --- diye düşünülmesi bile beni endişelendiriyor. Bu yüzden ilerleyeceğim ve bunu yapacağım. Bilirsiniz, sadece beklemek bile sıkıcıdır.

 Sınıf arkadaşıyla yapılan sohbet gibi görünüyor. Ama ben o modda değilim. ‘O’ anlamsız şeyler söylüyor.

 “Son zamanlarda, ölümüne sıkıldım. Tek dileğim oyun arkadaşları. Peki? Bu biraz eğlenceli olabilir.”

 İçten içe yakındım. Eğer ‘O’ rüyanın ustası ise, kendi gücüyle gitmemize müsaade edebililir, tam da düşündüğüm gibi, Loki’nin cevabı,

“Yada.”

Gölge’den Not: Japonca’da “Olmaz” “İstemem” diyor yani.

 Sadece tek bir söz.

 Ve kararlı, içten bir cevap. Açılan ağzı kapanmadan öylece kaldı. Loki başını sallarken, parmağı ile işaret etti.

“Bu bir oyun. Kurallarını özenle hazırladım yani sizi zorlamak istemiyorum.”

“Yani seni devirmemizde sakınca yok?”

“Devirebilirseniz.”

 Loki dudaklarını sarkıtarak çekildi. Öyleyse, benden günah gitti! Cevap bossun kendisindendi. O anki şans, kaçırmak için fazla iyi bir şanstı.

 Zihnimi elimdeki lazer bıçağa yoğunlaştırdım. Elimde metale dönüşen plastik, ağırlaşıyor. Tutacak kısmından, bir ışık demeti uzanıyor, mavi-gri bir şekilde keskinleşiyor. Havada titreşimler yayıyor. Tıpkı Akeno ile buluşmadan önce pratik yaparken hayal ettiğim gibi.

"İyi. Heyecanlandım."

Loki sevinçle gülümserken, usulca sıçradım! Üzerine kolayca uçarak, yaya geçidinin yanına, istasyon binasının önüne indim. Seri hareketlerle, o şey insan değil...

Loki'nin parmaklarını şaklatması ile sersemlerken, aniden bir yerlerden kuru kemik hışırtısı sesi gelmeye başladı.

"Bu da ne..."

Sağa-sola baksak da herhangi kuşku uyandıracak bir şey bulamadık. ... ... hayır, aşağıda!

Çitin iki yanından da sesin kaynağı ortaya çıktı. Yerde emekliyordu. Bir, iki, üç ... ... Onlardan bir sürü var?!

"..... !!!?"

Sokak lambaları, onların gerçek şekillerini aydınlatır aydınlatmaz Akeno sadece çığlık atabildi. Kahverengi kabuğun içinde yetişkin bir adam kadar büyük ve düzdüler, altı kolları vardı, duyularını kullanabilmeleri için iki silindirimsi şeyleri vardı---basitçe anlatalım, dev hamam böcekleri! Ve 10 taneden fazlalar ... !!

*Sakuya titrer*

Tüylerimin diken diken olduğunun farkındayım. Ve hala iyiyim. Ama Akeno, gece olsa da, titriyordu ve yüzü bembeyaz kesildi, zayıfça açılan ağzından sert nefesler alıp-veriyor... ... kötü işaretler gösteriyor.

"Akeno, sakin----"

*Akeno çığlığı basar*

Dünyam bu çığlıkta boğuldu. Akeno silahına davranırken, gözleri boştu. S*ktir! Refleks ile yere vurdum.

*Silah patlar*

Üstümüzde, sağır edici bir kükleme yankılandı!

*Silah patlar* *Silah patlar* *Silah patlar*

Aynı anda dört, beş, altı patlama... Daha kaç kez ateşlemeyi düşünüyor ...?!

*Akeno biraz daha çığlık atar*

Akeno çığlık atarken ateş etmeye devam ediyor. Silah sesi çınlamaya devam ediyor. 10 atış... 20 ... 30 ..?! Dipsiz vuruşlardan biri! Gerçek bir silah olsa şu ana dek kurşunsuz kalırdı.

Bu olurken yerime çakılmış olsam da. Ve başımı bile kaldıramasam da. Böyle bir şeyi kabullenemem. Akeno durmadıkça....

"Ake---"

"Geride kal!!! Kaç !!!!!"

Uwah, bu iyi değil. Sesim ona ulaşamıyor. Tamamen odaklanmış durumda, nasıl bağırdığımın önemi yok. Akciğerimin büyük kısmında güç kalmayacak...... Sözler işe yaramayacaksa hareket etmeliyim. Onu oradan çekmek arı kovanına dalmak gibi olsa da. Bir seferliğine, oraya daldım.

Büyük ölçüde güç harcayacağımdan, lazer kılıcım orijinal oyuncak formuna döndü. Bir elimde onunla, taş üzerinde emekliyordum ve gözlerim Akeno'nun ayaklarındaydı, dolambaçlı bir rotadan ilerledim. Köşeden mal gibi görünüyor olsam da bu güvenliğim içindi. Akeno’nun topuklarına kadar hareket ettim ve onu yakalayabilecek kadar, tepemde kurşun yağmuru olmadığına emin oldum----

*Sakuya boğulur*

Baktığımda Akeno'nun eteğinin içini gördüm. Hızla kafamı eğdim. Puantiyeler.

"Akeno !!"

Onu durdurmak için kendime gelerek ayağa kalktım ve sırtından kucakladım.

"Kya----"

"Benim, Sakuya!!"

Ben bunu söylemeden önce şaşırmıştı ve şiddete başvurdu. Ona söyledim.

"Tamam ... sorun yok ..."

"... hah, haah ... ... ... hah ..."

Fazlasıyla gergin vücudundan, oldukça güç çekildiğini hissedebiliyorum. Silahlı elini yavaşça indirdi.

 Akeno'nun omuzları üstünden etrafa baktım. "Sorun yok" sözlerinin onu rahatlatmak için dayanağı yoktu ama bir şekilde işe yaradı. Dev hamam böceklerinin hepsi ölmüştü! Kurşunların geldiği yerler tamamen delinmişti. Bahsi geçmişken, yerler de deliklerle doluydu. Bunlar bir M9'un standart kurşunları mı? Kurşunların yıkıcı gücünün silahı geçtiği apaçıktı....

 Biz izlerken, canavarların cesetleri teker teker ışığıa dönüşmeye başladı, gecede dağıldılar. Bir çeşit gösteri gibiydi (normalde hamam böceği olsalar da)

"Teşekkür ederim Sakuya, Beni sakinleştirdin. ... ... Yani, sen ..."

"Ah, üzgünüm..."

Ayrıcalıklarım sona geldi. Göğsüne sardığım kollarımı hemen çektim.

Hamam böcekleri tamamen yok olsa da, Loki'nin izi henüz yok olmamıştı, henüz rahatlayamayız. Bir çift elin yumuşak bir tonla çırpınışını duyarken, sakinlik havası bize yaklaştı.

"Müthiş--! Ne güç ama! Sen tabancada iyi değilsin, değil mi? Yani, çünkü böylesi gerçek dışı bir güç süzülemez, bilirsin---"

"Bana ateş etmek? Zeki bir boss olabilirim ama vurulursam benim de canımı yakar--"

"Şaka yapmıyoruz. Ateş ederiz!?"

"Lütfen?"

Bizi kışkırtan bir şekilde omuz silkti. Gözdağı vermenin ya da konuşmanın anlamı yoksa, sıra topluca savaşmakta mı...? Sadece hamamböceklerini düşünmek bile saldıracak insana geri adım attırır, Akeno tetiği çekmedi. Ve o anda,

"Sen saldırmazsan, ben mi saldırayım?"

Loki hamlesini yaptı! Kollarını yavaşça yaydığı anda, ışık bize doğru hızla uzandı, bilinmeyen bir yaratığın dokunaçları sıçradı!

"----!? Bu da ne !?"

İrademe odaklanır odaklanmaz, kılıcı çağırdım ve yatay bir şekilde havayı kamçıladım! Dokunançların saldırısı bıçağımla dilimlendi, kestiğim parçalar düşmek yerine havada kayboldu.

"Bu çok büyük bir saldırıydı.... Şu an hiçbir insan bunu yapamaz."

"Böyle düşünmek en iyisi. O insan değil, ateş et!"

Akeno mırıldanarak kendini hazırladı.

Böyle olsa da, onunla nasıl savaşmalıyız? Loki muhtemelen benim dokunaçlara olan saldırımdan etkilenmediğinden sakindi. Hiç acı belirtisi göstermedi. Öyleyse, gerçek hedefe saldırmalıyız... ... Bunu demek istesem de, gücünün boyutunu bilmiyorduk, dikkatsizce yaklaşmak tehlikeli olurdu. Kısa mesafeden bir saldırı tamamen iyi bir fikir değildi. Eğer durum buysa---

"Ben gidiyorum. Akeno, Loki'ye nişan al."

"Tamamdır."

 Hızlı yanıtıyla, Akeno ateş etti.

*Loki çığırır*

 Loki doğal olmayan bir çığlığı basarken, kurşunlardan sadece yana adım atarak kaçtı. Akeno'nun 4-5 kez ard arda gelen ateşinden, ucu ucuna kaçındı.

"Şimdi sıra bende!"

"Bu gidişle daha da kötü olacak. Saldırmaya devam mı edeceğiz? Yoksa şimdilik geri mi çekilmeliyiz?"

"Sana bir el atacağım. Bossu bulma zahmetin geçtik. Eğer ilk biz alırsak, bu gecelik rüya bitecek."

"Anladım, yani taktik değiştiriyoruz. Sen nişan al ve Loki'ye ateş et. Ve devam etmelisin. Bu donunaçlarını çıkartacak. Bu sırada, mesafeyi daraltırım."

"Yapalım gitsin. ... ... Ve rasgele olan mermilere dikkat et, tamam mı?"

"Ben, ben sana inanıyorum ..."

Şu anda, şunu söylemekte eminim ki Akeno'nun kurşunlarına hedef olmak üzereyim, kurşunların beni tepeden vurma ihtimali yüksek. Bu sebeple, Akeno'ya inanmalıyım.

"İkiniz, beni görmezden gelmeyin!"

Biz kendi taktiklerimizi belirlerken, Loki üçüncü dalgayı üzerimize saldı! Donunaçlar, beni yutmak için aldıkları tüm emirle tekrar üzerime yayılıyor. Tıpkı az önceki gibi saldırıyor. Durum buysa---

*Sakuya sıçrar*

O anda geri çekilmedim. Ve diğer yana sıçramayı hiç beklemedim. Gelen tek bir dokunacı kestim, bir yandan da diğerlerinden kaçındım! Çarpıp, Loki'yi kaçırırken, kalan dokunaçları biçtim.

"Heee ... ..."

Loki beğeni dolu bir ses çıkarttı. Bu noktada, Akeno şansını kaçırmadı.

"Yakalım seni!"

Silah ateşlendi! Loki insanlık dışı reflekslerle gelen kurşundan kaçındı. Ama bunun sayesinde, dikkati dağıldı! Şimdi!

"Taa !!"

Tekrar yeri tekmeledim! Üç metreden daha küçük bir mesafeden sıçradım. Akeno sayesinde dikkati dağılan Loki, geç tepki verdi!

*Sakuya bağırır*

İnerken, sol omzunu ve giysini boylu boyunca kestim!

O anda, düşünüyordum. Bu silah gerçek olmasaydı, hiçbir dayanıklılığı da olmazdı. Bu saldırı etkili miydi? Loki'yi devirebildim mi? Ne olursa olsun o anda, karşı saldırıdan kaçınmamın hiçbir yolu yoktu. Hemen düşüp geri mi dönmeliyim yoksa hesaplaşıp son darbeyi mi vurmalıyım ..?

*daha çok çığlık*

İkincisini seçtim. Tekrar kalktım, bıçağı zorla geri getirdim! Lazer bıçak Loki'nin başını kesmek üzereydi ki---

"... ... nnnn !?"

---hayır, öylece uçtu. Sadece başını aşağı indirdi. İnen her şey un-ufak oldu. Tıpkı boş bir kabuk gibi, giysisinin olduğu yerde olması gereken bedeni orada değildi...?!

"... bu imkansız ..."

Teknik olarak kaçmış olan boş bir kabuk mu? Ninja mıydı bu? Nereye kaybolmuştu ...!?

"Üzgünüm. Kandırdım."

Ses boşluktan geliyordu. Binaların arasından yankılanıp duruyordu. Yerini bulmak imkansız. 

"Şey ‘haşere’nin biri geldi yani bugünlük bitirelim. Sonra tekrar oynarız."

"Kaçmaya mı çalışıyorsun?"

"Tam olarak dediğin gibi. Yani seviye atlamaya devam edin, tamam mı? Böylece sonunda beni devirebilirsiniz .... Özellikle sen kızım, gizli gücünü ortaya çıkartmadan önce gidecek hâlâ uzun bir yolun var."

 Ondan sonra ses kesildi. Seslenmeyi denedim ama cevap yoktu.

".... ... kaçmış gibi görünüyor."

Akeno'nun mırıltısıyla, tüm gerginliğimi saldım. Aynı zamanda bıçağım oyuncağa döndü. Neredeyse onu devirecektik, hayal kırıklığı oldu ama ölümden ucu ucuna kurtulmanın rahatlığı da vardı. Öyle ya da böyle dövüş bitti. Dikkatle bıçağımı kılıfına koydum,

"... ... sen ... ..."

Akeno'nun sesiyle başımı kaldırdım. Baktığı yerde, bize doğru yürümekte olan altın mızraklı zırhlı bir güzellik vardı.

"Valkyrie ..."

Sadece vücudunu görmek bile ... *küt* kalbimi kütletti.

"İkiniz iyisiniz. O da kimdi?"

Onunla tekrar karşılaşmanın verdiği mutluluğu gösteremesem de, etrafa keskin bir bakış attım.

"Loki'ye mi baktın? Kaçtı."

"Anlıyorum ... ... görünmesi için çok erken ..."

 Nedense Valkyrie endişeli bakışlarla mırıldandı. Loki'nin 'haşere'si muhtemelen oydu. Aralarındaki ilişki neydi ki? Ben endişelenmeye başlarken,

"---- gereksiz bir veda hediyesi gelir ..."

Sonradan aklına gelmiş gibi. "kyuii" çığırtılarını duyduğum yere baktığımda, karanlıkta yaya geçidinin başından dört dev peygamber devesi göründü.

"Başka bir canavar böcek türü.... İyi misin Akeno?"

"Ben, hamam böceklerinden iyidir ... ..."

Zoraki bir gülümseme atarken, iki eliyle silahını hazırladı. Ben de lazer bıçağı elimde canlandırdım.

Akeno ve ben konuşurken, Valkyrie çoktan koşuyordu! Bizim zırıltılarımızı görmezden gelip dördünü birden kaptı.

"... ... bu çılgınlık ..."

#

"Müthiş! 4'e karşı 1 olsa da..."

"Diğer taraftan biz hiçbir şey yapamadık. Hadi onu arkadan destekleyelim, Akeno."

"Tamadır! Birer tane alacağız."

"... ... eh, bire-bir olması konusunda emin misin?"

"Onlar canavar, korkunç ve beceriksizler."

"Taaamaam ... ..."

Dev hamam böcekleri sürülmeden önce, Akeno'nun rastgele ateşlediğini hatırladım. Bu dev peygamber develeri müthiş derecede dağınık değillerdi ama başıboş mermilerle vurulma ihtimali daha yüksekti...

Yani Akeno'nun onları ateşe vermesi yerine onları teker teker almam daha güvenli. Teke-tek savaşta üç metrelik peygamber devesini alacağım; lazer bıçağımı kavrasam bile, dürüst olalım korkuyordum ama ... ... Yapacağım!

"Sana göre çok güçlü!"

"Sen de Sakuya, dikkat et."

Koşarken arkamda bir patlama duydum! ---- Akeno'nun silahı ateşlendi. İki peygamber devesi beni fark edince Valkyrie ile savaşmayı bıraktı ve hünerlice bana yöneldiler.

Akeno silahını defalarca ateşledi. Hiçbir şeyi vuramasa da iki peygamber devesini ayırabildi. Biri zaten bana yaklaşmıştı. Bana hava hoş. Tüm gücümle ayağımı yere bastırdım.

*Sakuya savaş çığlığı atar*

Dev peygamber devesine zıplarken, ışın kılıcımı savurdum.