18.06.2020
İfadesiz Hizmetçi
Çevirmen: NatsuJun
Lilia bir zamanlar Asura'nın cariyelerine Muhafız-hizmetçi idi.
Muhafız-hizmetçi aynı zamanda koruyuculuk yapan hizmetçidir.
Muhafız-hizmetçiler genelde hizmetçi işi yaparlar, ama bir şey olursa kılıçlarını kuşanıp efendilerini korurlar.
Lilia görevini sadık bir şekilde yerine getirdi.Hizmetçilik işinde ise herhangi bir şikayet yoktu.
Ama kılıç savaşçısı olarak yeteneği vasattı, beş para etmez.
Ve bu yüzden, yeni doğmuş prensesi hedef alan suikastçiye karşı mücadelede dikkatsizlik yaptı, ve düşmanın hançeriyle bacağından yaralandı.
Hançer özellikle krallık ailesini öldürmek için zehirle kaplanmıştı.
Böyle belalı bir zehri tedavi edebilecek kapasitede ne panzehir ne de iyiliştirme büyüsü vardı.
Yara hemen tedavi edilmişti, ve onu iyileştirmek için çeşitli metodlar deneyen doktorlar sayesinde hayatta kalmıştı, ama geçmeyen yan etkileri vardı.
Günlük hayatına etki eden bir sorun yoktu, ama bir daha asla koşup hoplayamayacaktı.
Sonrasında krallık onu tereddüt etmeden sepetledi.
Alışılmamış bir olay değildi, ve Lilia da kaderine razı oldu.
Yeteneklerini kaybetmesiyle konumundan olacağı şüphesizdi.
Tazminat parası verilmese bile, saray içinde hizmet ettiğinden dolayı gizlice infaz edilmediğine kendini şanslı görüyordu.
Sonrasında Lilia başkenti terk etti.
Suikast teşebbüsünün arkasındaki fikir babası bulunamamıştı.
Cariye personelinin kanunlarını iyice bildiğinden, sıradaki hedef olabilme ihtimalinden haberdardı.
Belki de saraydakiler Lilia'nın uzaklaşıp ayrılmasına fikir babasını cezbetmek için izin vermişti.
Kayda değer bir özgeçmişi olmamasına rağmen neden iç saraya kabul edildiğini hep merak ederdi.Artık anlamıştı nedenini; onlar sadece kullanıp bir kenara atabilecekleri hizmetçileri istihdam ediyorlardı.
Fakat sebebi ne olursa olsun, başkenti mümkün olduğunca hızlı terk etmek zorundaydı kendi iyiliği için.
Krallık onu yem olarak kullansa bile durmak için bir zorunluluğu yoktu, zaten böyle bir emir de verilmemişti.
Ve görevi yerine getirme düşüncesi de yoktu.
Yolculuk ederken Lilia, ihtiyatlı bir şekilde at arabası değiştirdi ve sınırda yer alan geniş tarım arazilerine sahip Fedoa bölgesine ulaştı.
Hükümdarın yaşadığı kaledeki şehir dışında, engin buğday tarlalarıyla huzur veren bir yerdi.
Lilia burada iş bulmayı planlıyordu.
Ama, bacağı zarar görmüş olduğu için, fiziksel güç gerektiren iş bulamazdı.
Kılıç öğretmenliğine başvurabilirdi, ama en iyisi hizmetçi olarak tutulmasıydı, çünkü maaşı daha yüksekti.
Bu sınır bölgesinde, kılıç kullanabilen pek çok insan vardı, ve pek çoğu kılıç kullanmayı öğretebilirdi, ama ev işlerinde tamamiyle ustalaşan bir hizmetçi oldukça nadir bulunurdu.
Hizmetçilik yapan çok az olduğuna göre, maaşı da yüksek olurdu.
Eğer bir zamanlar sarayda cariyelere hizmetçi olarak çalıştığını bilselerdi, politik araç olarak muamele görme ihtimali vardı.
Bu sebepten ötürü Lilia olabildiğince bu konudan uzak durdu.
Bir daha ölümle yüz yüze geleceği bir durum yaşamak istemedi.
Prenses için biraz insafsızca olsa bile, Lilia kraliyetin güç için ihtilafından uzakta olmayı umdu.
Ama, eğer maaşı çok az olursa o zaman ailesine yollamaya yeterli parası olmazdı.
Hem güvenli iş hem de garantili maaş bulmaya çalışmak cidden kolay değildi.
Buina Köyü'nden Fedoa bölgesinde oturan alt tabaka bir şövalye, hizmetçi arıyordu.
Ayrıca, ebelikte bilgisi olan ve çocuk bakıcılığında tecrübeli birine özel öncelik verileceğini söyleyen bir nottu.
Buina, Fedoa'nın sınırında küçük bir köydü.
Köyler içinde bir köy.Oldukça kırsal bir köy.
Baya uygunsuz bir yerdeydi ama bu tam aradığı yerdi.
İşverenin alt tabaka bir şövalye olması beklenmedik derecede iyi bir buluştu.
Ve daha önemlisi, müstakbel işvereninin ismini biliyordu.
Paul Greyrat.
Lilia'nın protégésiydi.
ꕥ protégé: Alanında uzman bir bilgin tarafından özel
koruma ve promosyon alan kişi demektir.Örnek olarak asistanlar için en gözde
asistan, dojolarda dojoyu emanet edeceğin kişi denebilir.
Bir soylunun haylaz oğlu, günün birinde aniden Lilia'nın kılıç kullanmayı
öğrendiği dojoya paldır küldür daldı.
Dediğine göre, babasıyla kavga ettikten sonra evden ayrılmıştı ve dojoya
kılıçla dövüşmeyi öğrenmeye gelmişti.
Her ne kadar farklı stil olsa da, o da kılıç kullanmayı öğrenmişti evde ve kısa
zamanda Lilia'yı geride bıraktı.
Bu Lilia'nın hoşuna gitmemişti ama yeteneği olmadığını bildiğinden pes etti.
Yetenek küpü Paul, daha sonra hata yapmasından ötürü dojodan kovuldu.
Lilia'ya sadece bir cümle bıraktı, 'Bir maceracı olacağım.'
Fırtına gibi bir adam.
Yolları ayrılalı 7 yıl olmuştu.
O vakit, cidden bir şövalye olmuş ve evlenmişti.
Hayatında nasıl engeller tecrübe ettiğini bilmemesine rağmen, Lilia'nın
hatırladığı kadarıyla Paul kötü biri değildi.
Eğer sorunlarını ona açarsa, kendisine yardım edeceğinden emindi.
Eğer işe yaramazsa, geçmiş birkaç olaydan bahsedebilirdi.
Uzlaşmak için kullanabileceği birkaç şey vardı.
Tüm bunları düşünüp taşındıktan sonra, Buina'ya doğru harekete geçti.
Paul Lilia'yı sorun çıkarmadan işe aldı.
Eşi Zenith doğum yapmak üzere olduğundan baya endişeli görünüyordu.
Lilia prensesin doğumu için ebeliği kapsamlı olarak öğrenmişti.Dahası, Paul'un
tanıdığı biriydi ve Paul onun geçmişini biliyordu.
Lilia sıcak bir karşılama görmüştü.
Maaşı da beklediğinden daha fazlaydı, böylece dileği yerine gelmişti.
Çocuk doğmuştu.
Meşakkatli bir durum ve herhangi bir sorun yoktu.Tamamen iç sarayda eğitildiği gibi gitti.
Hiçbir sorun yoktu.Baya başarılı geçmişti.
Fakat, çocuk doğduğunda ağlamadı.
Lilia'yı soğuk soğuk terler basmıştı.
Bebek doğar doğmaz amniyon sıvısı da hemen beraberinde dışarı çıkmıştı, ama o hiç bir duygu göstermeden başını kaldırmıştı ve ses çıkarmamıştı.
İfadesiz yüzü düşük doğan çocukları andırıyordu.
Lilia bebeğe dokundu, kalbi atıyordu. Nefes de alıyordu.
Ama ağlamıyordu.
Lilia kıdemli bir Muhafız-hizmetçinin sözlerini hatırladı.
Doğumda ağlamayan bebeklerde genelde komplikasyon olurdu.
ꕥ komplikasyon: Tıbbi bir terim, hastalığın seyrinde beklenmedik durumlar oluşması demek, mesela enfeksiyon oluşması gibi.Burada doğumdan sonra ağlamamasının bebeğin sağlık açısından sorunlu olacağına yoruyor Lilia.
Tam bunu düşündüğü anda.
'Ah, ah.' Bebek ona doğru baktı, dermansız haldeyken bir şeyler mırıldandı.
Lilia bunu duyduktan sonra rahatladı.
Herhangi bir kanıtı olmasa bile, bir sorun olmadığına kanaat getirmişti.
Çocuğun adı Rudeus kondu.
Hiç ağlamayan, yaygara çıkarmayan esrarengiz bir çocuktu. Başlangıçta çocuğun vücudunun nispeten zayıf olduğunu ve ona bakmanın çok çaba gerektirmeyeceğini düşündü.
Ama bu düşünce sadece başlangıçta oldu.
Rudeus sürünmeye başladıktan sonra, evin her yerine gitmeye başladı.
Evin her yerine.Mutfak, arka kapı, kiler, temizlik malzemelerinin yerine, şömineye...
Hatta ikinci kata bile tırmandı, nasıl yaptı diye kimsenin aklı almamasına rağmen.
Öyle ya da böyle, gözler üzerinden ayrılır ayrılmaz ortalıktan kaybolurdu.
Ama her zaman evin bir tarafından çıkardı.
Rudeus hiç evden dışarı çıkmamıştı.
Ara sıra camdan dışarı bakardı, ama yine de dışarı gitmeye korkuyor gibiydi.
Lilia içgüdüsel olarak bu bebekten korkuyordu, bu ne zaman başladı merak konusuydu.
Muhtemelen kaybolduktan sonra bulduğu zamanlardaydı.
Çoğu zaman bulunduğunda Rudeus gülümserdi.
Bazen sebzelere bakardı, mum alevinin titremesine bakardı, veya yıkanmak üzere olan külotlara bakardı.
Rudeus bir şeyler mırıldanıp insanların ondan tiksinmesine sebep olan bir gülümseyiş gösteriyordu.
İnsanların doğal olarak tiksinmesine sebep olan bir gülümsemeydi.
Lilia iç sarayda çalışırken, görevleri için ana saraya gitmek zorunda kalırdı, ve orada karşılaştığı üst tabaka saray soyluları da aynı gülüşe sahiplerdi.
Koca göbekli ve keldiler, ve göğüslerini süzüp pis pis gülümsüyorlardı. Kısa bir süre önce doğan bir bebeğe çok benzer bir şekilde.
Özellikle Rudeus'u taşımak zorunda kaldığı zamanlar son derece korkunçtu.
Burun delikleri çan gibi genişler, ağzı kulaklarına varır ve kafasını göğüslerine gömer gömmez nefes alışları hızlanırdı.
Ve 'Huuu', 'Ohhh' gibisinden garip sesler çıkarırdı, anlaşılan bu sesleri çıkarırken gülüyordu.
İşte o an Lilia'nın tüm vücuduna buz gibi soğuk bir ürperti egemen olmuştu.
Ve bebeği fırlatıp yerle bir etmeyi arzuladı.
Bebek hiçbir yönden tatlı değildi zaten. O gülüşü başkalarına dehşet saçıyordu.
Birçok köle kız satın aldıklarındaki üst tabaka görevlilerin gülüşüyle aynıydı.
Daha yeni doğmuş bir bebek olması gerekiyordu.
Lilia dayanılmaz bir sıkıntı hissediyordu, hatta daha önce tecrübe ettiği tehlike duyguları, tekrar düşündüğünde.
Bu bebek çok garipti.Acaba kötü bir ruh tarafından ele mi geçirilmişti? Veya benzer tarzda bir şeyler, lanet gibi.
Bunu enine boyuna düşününce, oldukça endişeli hissetmeye başladı.
İtem dükkanına gitti, gerekli birkaç şey almak için iç sızlatan miktarda para harcadı.
Greyrat'lar uyuyunca, kötülüğü kovmak için kendi ailesinin ayinini yerine getirdi.
Tabi bunu Paul ve ailesinden sakladı.
Rudeus'u taşıdığı diğer gün Lilia anladı.
Bir faydası olmamıştı.
Ve her zamanki gibi iğrençti.Bir bebeğin böyle ifadeler göstermesi tüyler ürperticiydi.
Zentih, 'Bebeği sütle beslerken, yalıyor...' dedi.
Bu tamamen rezil bir hal almıştı.
İş kadınlara gelince Paul'un hiçbir utanma arlanması yoktu, ama işler hiç bu kadar iğrençleşmemişti.
Bu kalıtsal diye göz ardı edebilmek için aşırı garip.
Lilia tekrar hatırladı.
Sarayda bir hikaye duymuştu.
Geçmişte, Asuralı bir prens şeytan tarafından ele geçirilmişti.Şeytanı ihya etmek için, her gece uzuvları üzerinde orada burada sürünürmüş.
Ve masum bir hizmetçi ona sarıldığında, prens arkasına sakladığı bir bıçakla bıçaklayarak öldürmüş.
Çok korkunçtu.
Rudeus da böyle bir şey mi?
Şüphesiz.O da bu tarz bir şeytandı.
Şu anlık hala uysal, ama bir gün gözü açılacak ve herkes uykudayken, bir bir hepimizi...
Ahh...Hüküm koymak için çok erken.Bu işe girmemeliydim hiç.
Er ya da geç saldırıya uğrayacağım.
...Lilia cidden böyle hurafelere inanan biriydi.
İşinin ilk senesi boyunca hala ondan korkuyordu.
Ama Rudeus'un öngörülemeyen hareketleri ne zaman değişmeye başlamıştı fark etmedi.
Artık eskisi gibi istediği an gözden kaybolmuyordu, ve genelde ikinci kattaki Paul'un çalışma odasında takılıyordu.
Çalışma derken, sadece birkaç kitabın bulunduğu bir odaydı.
Rudeus çıkmadan orada kalıyordu.Lilia gizlice onu gözetliyordu, ve kitabı okurken mırıldanır halde buluyordu onu.
Anlamsız mırıldanmalardı.
Ya da öyle olması gerekiyordu en azından, Merkezi kıtalarda yaygınca kullanılan bir dil değildi.
Konuşmayı öğrenmesi için hala çok erkendi.Tabi alfabe de öğretilmemişti.
Sadece kitaba bakıp garip sesler çıkaran bir bebekti.
Aksi halde çok tuhaf olurdu.
Lilia'nın içinde bu seslerin bir yapı ve manası olduğuna dair bir his vardı.
Rudeus sanki kitabın içeriğini anlıyordu.
Bu çok dehşet verici bir şeydi...Lilia ne zaman kapı aralığından Rudeus'u izlese hep böyle düşünüyordu.
Fakat, anlaşılmaz bir sebepten ötürü artık ondan tiksinmiyordu.
Demişken, Rudeus'u kendini o odaya kapattığından beri rahatsızlığının kaynağı yavaş yavaş kaybolmuştu.
Onu taşırken arada bir iğrenç gülümsemesini göstermesine rağmen, nahoş hissetmedi.
Artık yüzünü göğsüne gömmüyordu, ve aniden hızlı hızlı solumuyordu.
Neden onu hep ürkütücü bulmuştu?
Son zamanlarda onun samimi ve çalışkan olduğunu hissetmeye başlamıştı, ve dikkatini dağıtmak istemedi.
Zenith de aynı hisleri paylaşıyor gibiydi.
Bundan sonra Lilia onun için endişelenmemenin daha iyi olduğunu düşündü.
Aslında insanlar için doğalı çok da olmamış bir çocuğa endişe etmemeleri anormal bir şeydi.
Ama son zamanlarda Rudeus'un gözlerinde bilgeliğin parıltıları vardı.
Birkaç ay öncesine kadar tam bir sapıkken, gelinen noktada güçlü bir irade ve şaşırtıcı bir irfan vardı hareketlerinde.
Ne yapmalıydı? Çocuklara bakmakta bilgisi olmasına rağmen, tecrübesiz Lilia olayı kavramakta zorluk çekiyordu.
Bunu diyen memleketindeki annesi mi yoksa Muhafız-hizmetçilerdeki senpai mi hatırlayamadı ama, çocuk yetiştirirken tek doğru yöntem diye bir şey yoktu.
En azından tiksinme, rahatsızlık veya korku hissetmiyordu artık.
Böylece onu rahatsız etmemenin en iyisi olduğuna karar verdi, ve eski haline dönmesine izin verdi.
--Olduğu gibi bırakalım.
Sonucuna ulaştı Lilia.